İklim Krizi sebebiyle Dünyamızı, İnsanlığı ve Tüm Canlıları Bekleyen Sorunlar Nedir?

İklim krizi, şehirleşme, yeşil alanların yok edilmesi, tarım alanlarının uygunsuz kullanımı, kimyasallar ve zehirli atıkların topağa, suya, denizlere, havaya karışması, artık çevre güvenliğinin yanı sıra hem insani güvenliği hem de ekolojik sistemin ve canlıların yaşamını tehdit eder hale geldi.

 

İKLİM KRİZİNİN GEZEGENİMİZ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

1) Doğal Felaketler

İnsanların ölümüne yol açan sel, kasırga, sıcak hava dalgası, don ve tufanların sayısı ciddi bir artışta.

  • 2018’de Tüm dünyada küresel ısınma kaynaklı sel, yangın, kasırga ve kuraklıktan etkilenen insan sayısı 39 milyon*
  • 2016’da Küresel ısınma yüzünden denizlerdeki buzda erime, 4.14 milyon kilometre kare eksilmeye neden oldu
  • Deniz seviyesi 1880’den beri 20 cm yükseldi, 2100 yılına kadar 50-122cm daha yükselmesi bekleniyor
  • 2050’de tüm dünyada 141 ülkenin iklim krizinden etkileneceği tahmin ediliyor. En fazla etkilenecek ülkeler ise Afrika, Orta Doğu, Güney Asya ülkeleri

2020 yılından beri dünya çapında küresel iklim dengesinin bozulmasından kaynaklı 10 büyük iklim olayı yaşandı:

  • Asya’da yaşanan 6 felaketin maddi zararı 40 milyar doları aştı.
  • ABD’yi etkileyen kasırga ve orman yangınları 60 milyar dolar zarara neden oldu.
  • Muson yağmurları ve seller arttı, Afrika’da çekirge istilası yaşandı, Avusturalya’da ve dünyanın birçok yerinde büyük tahribat veren yangın oldu.

Orman Yangınları

  • 2019- 2020 yıllarında 240 gün süren Avustralya orman yangınları sonucu 8 milyon hektar ağaçlık alan yok oldu ve 1,1 milyardan fazla hayvanın öldü
  • 2021 yılında İtalya, Yunanistan, Arnavutluk, İspanya, Fransa, Romanya ve Rusya’da orman yangınlarının sayısı arttı
  • 2021 yılında Türkiye’de de 35 ilde 129 yangında Manavgat, Marmaris, Bodrum başta olmak üzere binlerce hektar orman yok oldu ve yerleşim yerleri yangınlardan etkilendi

Maddi zararların ötesinde, bu olaylardan etkilenen ve hayatını kaybeden canlı türlerinin sayısı çok fazla.

 

Felaketler insanların can ve yaşam güvenliğini tehdit altına alırken, dünyada yoksulluğu, açlığı, eşitsizliği arttırıyor.

 

2) Biyosfer Bütünlüğünün Kaybedilmesi – Biyolojik çeşitliliğin Azalması ve Yok Oluşu – Bu Sınır Aşıldı

Biyo-çeşitlilik; mikroorganizma, bitkiler, hayvanlar ve mercan resifleri gibi dünya kara ve deniz canlı varlık çeşitliliğini tanımlayan, ormanlar, yağmur ormanları, çöller gibi ekosistemleri kapsayan sistem.

Biyo-çeşitlilik, besin maddelerinin geri dönüşümünü ve depolanmasını, iklimin dengelenmesini, su kaynaklarının korunmasını ve ekolojinin dengede kalmasını sağlıyor.

Hızla artan dünya nüfusu sonucu, şehirleşme, yeşil alanların yok edilmesi, tarım alanlarının uygunsuz kullanımı, fosil yakıtların kullanımı, karbondioksit salımı, asit kirliliği, kuraklık arttıkça, canlıların neslinin tükenmesi  tehdidi artıyor:

  • Dünya üzerindeki 8 milyon bitki ve hayvan türünün 1 milyonun şu anda nesli tükenmek üzere
  • Denizlerdeki asit oranının artması, deniz altı canlılarının azalmasına sebep oluyor. Son 5 yılda sıcaklık sebebi ile Avusturalya’daki Great Barrier mercanlarının yarısı öldü
  • Yağmur ormanlarının zayıflaması, hem karbondioksit emme kapasitelerini kaybetmesine hem de ev sahipliği yaptığı canlıların yok olmasına sebep oluyor
  • İnsanlığın devamını sağlayacak besinleri kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız: 1990’larda ekinlerin en iyi polen ve tohum taşıyıcısı olan kısa tüylü yaban arısının İngiltere’de nesli tükendi
  • Ve tüm bunlar daha fazla küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine neden oluyor.

 

 

 

3) Karada, Sularda ve Havada Kimyasal Kirlilik: Katı Atıklar ve Gazlar

a)Atıklar: Doğaya ait olmayan plastik, sentetik, ağır metal, radyo aktif maddeler, uzun ömürlü endüstriyel cisimler, tarım ilaçları ve böcek ilaçları gibi insanoğlunun ürettiği  toksik maddeler ve atıklar, ve bu atıkların yakılması gibi uygulamalar, doğada kimyasal kirlilik yaratıyor ve karbon salımını arttırıyor.

Bu kimyasalların deniz, akarsu, göllere ulaşması:

  • bu bölgelerde yaşayan canlıların yok olmasına,
  • hastalıkların artmasına,
  • memelilerde doğurganlığın düşmesine,
  • genetik hasarların oluşmasına,
  • kuşların nüfusunun azalmasına
  • ekosistem dengesinin bozulmasına yol açıyor.

b)Atmosferde Aerosol Yüklemesi: Aerosoller,  havadaki katı ve sıvının oluşturduğu karışımlar.  Ancak insanın yaydığı zehirli ve kirli gazlar damlacık ve parçacıklara yoğunlaştıkça ve endüstri alanlarında üretilen duman ve toz havaya karıştıkça atmosferdeki aerosoller yükü çok artıyor.

Aerosoller hidrolojik (su – buharlaşma – bulut –yağmur – su ) döngüyü, bulut oluşumunu,
atmosferik hava sirkülasyonunu, Güneş’ten gelen ışınların yansımasını ve atmosfer tarafından tutulmasını doğrudan etkiliyor.

Atmosferde artan toz ve aerosoller çoğu yaşamı güçleştiriyor:

  • Yüksek hava kirliliğinin yaşandığı bölgelerde ve sanayi bölgelerindeki aerosol yüklemesi, musonların şiddetinin artmasına, güneşin radyasyonunun aşırı emilimine yol açıyor.
  • Ayrıca aerosol yüklemesi canlı organizmaların yaşamını tehdit altına alıyor. Hava kirliliğinin yoğun olan bölgelerde senede 800,000 kişi zehirli hava solumaktan hayatını kaybediyor.

c)Ozon Tabakasının İncelmesi: Atmosferdeki stratosferik ozon tabakası, güneşin ultraviyole radyasyonunu filtreliyor.  Klorofloro karbon kimyasal gazları kullanımı yüzünden ozon tabakanın incelmesi veya delinmesi:

  • Güneş ışınlarının yer seviyesine ulaşması, ve insanlarda cilt kanserinin artması, kara ve deniz biyolojik sistemlerine zarar verme tehlikesi anlamına geliyor.
  • Bu zamana kadar Ozon deliği Antarktika üzerinde oluştu.
  • Montreal Protokolünün bir sonucu olarak alınan önlemler sayesinde, bu sınırın içinde kalmamız sağlanacak gibi gözüküyor.

 

4) Arazi Yönetimi, Toprak Kullanımı  ve Ormansızlaşma/Sınır Aşıldı!

Dünya toprakları, insan kullanımı için ya tarım arazilerine ya da yaşam alanlarına dönüştürülüyor.

İnsanın ve canlıların yaşamını ekolojik dengede tutan sulak alanlar, otlak alanlar, ormanlar, yeşil alanlar imha ediliyor:

  • Yağmur ormanlarının zayıflamasına ve böylece dünyanın doğal karbondioksit emme kapasitesinin düşmesine yol açıyor
  • Karbon, azot ve fosfor gibi elementlerin doğal biyo-jeo-kimyasal döngüsünü bozuyoruz
  • Tarım suyun varlığına bağımlı daha az verimli alanlara doğru yayıldıkça, hem su tüketimi artıyor, hem de doğal su oluşumu azalıyor ve su kaynaklarını kaybediyoruz
  • Ayrıca tarımda kullanılan gübrenin içeriğindeki azot ve fosfor, tatlı ve tuzlu su kaynaklarında geri dönülemez bir hasar yaratıyor
  • Ve de tarımsal kaynaklarda kullanılan kimyasal ilaçlar, ve de fabrikalardan doğaya karışan zehirli atıklar, hem topraklardaki habitatların bozulmasına ve yok olmasına hem de temiz suyun kirlenmesine yol açıyor

 

 

 

5) Tatlı-Temiz Su Kaynaklarında Azalma /Sınır Aşıldı!

Dünyadaki yaşamın kan dolaşımını sağlayan şey tatlı/temiz su.

Dünya’daki suyun sadece %3’ü, buzullar, yer altı ve yüzey sularından gelen tatlı su.

Kar ve buz erimesi, yağış miktarının azalması, artan sıcaklıklar ve yükselen deniz seviyeleri gibi çeşitli unsurlar, su kaynaklarının niteliğini ve niceliğini negatif yönde etkiliyor, ve iklim kriziyle artan kuraklık yüzünden zaten milyonlarca insanın ulaşamadığı temiz suya erişim daha da zorlaşıyor.

Yakın gelecekte temiz su kaynaklarındaki azalma, ekosistemde bulunan bütün canlıların hayatının sürdürülebilmesi için doğrudan bir tehdit:

  • Normalde insanın yaşamını devam ettirebilmesi için kişi başına günlük 3,000 litre tatlı suya ihtiyacı var. Bunun 50 litresi hijyen ve içme suyu. Gelişmiş ülkelerde günlük olarak bu oran çamaşır ve bulaşık gibi evde kullanım için 100 litre daha fazla, endüstri için de 150 litre daha fazla. Kalan miktar bize besin sağlayacak hayvanların ve mahsullerin yetişebilmesi için gerekli.
  • Ancak artan nüfusla birlikte kişi başına düşen temiz su azalıyor
  • 2010 yılında Birleşmiş Milletler “Su, insan hakkıdır, Su; erişilebilir, güvenli, yeterli olmalıdır” şeklinde bir uyarıda bulunmuştu.
  • Şu anda dünya nüfusunun %40’ı temiz su kıtlığı çekiyor.
  • 2050’de yarım milyar insanın susuz kalacağı tahmin ediliyor.
  • Artan su talebi ve kuraklık koşulları nedeniyle Akdeniz Bölgesi’ndeki yer altı su rezervlerinin 2060’da tükenme tehlikesi var.

 

6) Canlıların ihtiyacı olan besinlerin: Azot Ve Fosfor’un korunması ve sürdürülebilirliği / Sınır Aşıldı!

Bitkilerin büyüyüp gelişmesi için nitrojen ve fosfora ihtiyaçları var.

Ancak insanın artan tarım ve endüstri faaliyetleri, doğal biyo-jeo-kimyasal döngüyü radikal olarak değiştirdi.

Tarım alanları arttıkça, tarımda kullanılan gübre de artıyor ve gübrenin içeriğindeki azot ve fosfor, tatlı ve tuzlu su kaynaklarında geri dönülemez bir hasar yaratıyor:

  • İnsan üretiminden kaynaklanan azot ve fosforun fazlalığı, havanın nitrojen yüklenerek kirlenmesine neden oluyor.
  • Yağmur yağdıkça, denizler çok daha fazla azot ve fosfora maruz kalıyor.
  • Azot ve fosfor, balık, kabuklu deniz hayvanları ve suda yaşayan daha küçük organizmaların oksijenini azaltan yosun ve su bitkilerinin sayısını arttırıp, deniz altı yaşamını tehdit ediyor.
  • Amerika nehirlerinde nakliye edilen gübreler yüzünden Meksika Körfezinde karidesler yok oldu.

 

7) Tarımın Verimsizleşmesi – Artan Gıda Fiyatları – Açlık Krizi – Sınırdayız!

İnsanın yaşamı ve  gıda tarımı için ideal olan ortalama sıcaklık aralığı 6°C – 28°C.

Şu anda dünya nüfusunun %30’u ve tarım alanlarının %13’ü, 29°C’nin üzerindeki aşırı sıcaklığa ve yılda 20 günden fazla aşırı rutubete maruz kalıyor.

Deniz seviyelerinin yükselmesiyle birlikte artan sıcak hava dalgaları, ısınan hava ile artan kuraklık ve sellerin şiddetinde ve sıklığında artış, gıda üretimi ve gıda güvenliğini büyük tehdit altında bırakıyor:

  • Dünyanın sıcaklığındaki her derece artışı, gıda tarım mahsullerinde %. 15 – 20’Iik düşüşe yol açıyor.
  • Son 2 senede Türkiye’de ekstrem hava koşulları, senelik mahsulün %20 – 40 oranında azalmasına sebep oldu.
  • 2100’deki sıcaklık artışı tahmini 5 derece yani dünya nüfusu 2 katına çıkmışken tarımsal gıdada % 65-80 azalma olacak.
  • Şu anda mahsul kaybı yaşanmayan mısırın ürün kıtlığı riskinin 2050’de %86’ya ulaşması bekleniyor.
  • Gıda üretimi azalıp talebi arttıkça fiyatlar yükseliyor. Günümüze kadar küresel ısınma sebebi ile gıda fiyatları son 10 yılda % 20 arttı. Türkiye’de bu oran 2021-2022 arası %100 arttı.
  • Küresel ısıtma bu şekilde devam ederse 2050’ye kadar 183 milyon insanın şiddetli açlık, 1 milyar insanın ise açlık çekeceği tahmin ediliyor.

 

8) Okyanus Kimyasının Değişmesi ve Artan Asit Oranı – Deniz ve Okyanuslarda Canlı Yaşamının Yitirilmesi – Sınırdayız!

Atmosferdeki karbondioksit miktarı arttıkça denizlerin asit oranının da artması gezegenimizin sınırlarından bir diğeri.

Okyanuslar atmosferde oluşan sera gazlarının üçte birinden fazlasını soğurup, dünyanın daha çabuk ısınmasını engelliyor.

Ancak insanlığın kitlesel karbondioksit salımı, deniz yaşamını tehdit ediyor. Çünkü karbondioksit su ile reaksiyona girdiğinde karbonik asit oluşturuyor. Her karbonik asit molekülü iki hidrojen iyonunu serbest bırakıyor, hidrojen iyonları ise suyun asitliğini arttırıyor.

Endüstri devrimi öncesine göre şu anda okyanuslardaki asit oranı %30 daha fazla.

Okyanus ve denizlerde asit oranının artmasına ve deniz altı canlılarının, mercanların, planktonların yok olmasına ve su ürünleri yetiştiriciliği, balıkçılıkta kayıplara sebep oluyor:

  • Mercanlar, kalsiyum karbonat bazlı kabukları ve dış iskeletleri olan deniz canlıları, okyanusta artan asit ile reaksiyona girerek, kabuk ve iskeletleri erimeye başlıyor ve denizde ki canlı çeşitliliği azalıyor.
  • Okyanuslarda yaşayan planktonlar dünyadaki canlı kütlesinin yarısını oluşturuyor ve denizlerdeki yaşamın ilk basamağı. Bu basamak olmazsa bunlarla beslenen diğer balıklar da olmaz. Bu planktonların yaşaması ise denizlerin ne kadar asitli olduğuna bağlı.
  • Son 5 yılda sıcaklık sebebi ile Avusturalya’daki ‘Great Barrier’ Mercanlarının yarısı öldü
  • Su sıcaklıklarındaki artış ile Akdeniz balık türlerinin yaklaşık %10’u yok oluyor.
  • 2060’a kadar Doğu Akdeniz’de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin %20’den fazlasının nesli tükenme tehlikesi altında. Ve yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleşmesi durumunda %60’a kadar yükselme olasılığı var.

 

9) İnsan Yaşamının Devamı Tehlike Altında – Sınırdayız!

İklim krizinin, aşırı hava olaylarının, artan yağmur, nem oranı ve sıcak hava dalgalarının sonucu olarak hastalıklar, sağlık sorunları ve erken ölümlerde önemli artışlar yaşanıyor.

  • Şu anda dünyadaki her üç kişiden biri ölümcül sıcaklık stresine maruz kalıyor.
  • Hava sıcaklığındaki 1°C artış yani sadece küresel ısınma sebebi ile her sene dünyada 400,000 kişi hayatını kaybediyor.
  • Orman yangınlarında dumanlara maruz kalan insanlar kalp ve solunum sorunları yaşamanın yanı sıra büyük travmalar da yaşıyor.
  • İklim değişikliği sadece insanları öldürmek ve fiziksel olarak zarar vermekle değil, zihinsel olarak da insanlığı etkiliyor.
  • Isınan hava ve artan nem oranı yüzünden insanlarda görülen dang humması, bütün yetiştirilen tarım mahsulleri ve bitkilerde küflenme, mantar gibi hastalıklar artacak, hayvancılığın ve yaban hayatın yıkıma uğraması bekleniyor.
  • Eğer şimdi karbon salınımı için en üst düzeyde önlem alınmaz ise, bu yüzyılın sonuna – yani 2100’e kadar – dünya nüfusunun %50 ila %75’inin ekstrem sıcaklığa maruz kalacağı tahmin ediliyor.
  • 50 yıl içinde dünyanın nüfusunun 1/3’üne ev sahipliği yapan yaşam alanları Sahra çölü kadar sıcak olacak. En olumlu tablo da bile 1.2 milyar kişi yaşam güçlüğü çekecek.
  • Bu vakaların 2050’ye kadar Avrupa genelinde iki katından fazla artacağı ve de vakaların birçoğunun Güney Avrupa’da gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
  • Emisyonların önemli ölçüde azaltılması durumunda bile Avrupa’da aşırı sıcaklar sonucu gerçekleşen ölüm sayısının 2050’de 30 bine yükselmesi öngörülüyor.
  • Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkelerinden birisi.
  • Şu anda yıllık sel tehlikesi içinde olan insan sayısı yarım milyon.
  • 2050’ye kıyılarda yaşayanların bir milyar kişinin şiddetli sel baskınlarından zarar göreceği tahmin ediliyor.
  • Bu olasılık, deniz seviyesinde 15 santimetrelik bir ilave artışla %20, 75 santimetrelik bir artış ise %50 oranında artıyor.
  • Türkiye’de yaklaşık 460 bin kişi kıyı taşkınlarına maruz kalabilecek bölgelerde yaşıyor. Emisyonların artması durumunda bu sayı yüzyılın sonuna kadar yaklaşık iki kat daha artacak.
  • Türkiye’den, Efes ve İstanbul’un tarihi bölgeleri de dahil olmak üzere birçok UNESCO kültürel miras alanı deniz seviyesinin yükselmesi tehdidiyle karşı karşıya. 2070’te Beyşehir Gölü gibi birçok gölümüz ise, tamamen kuruma tehdidiyle karşı karşıya.

İklim krizi göç dalgasını tetikliyor

  • ‘İklim Değişikliği ve Gelecekteki İnsan Hareketliliği’ raporuna göre; 2050’ye kadar 44 – 113 milyon kişinin göç etmesi gerekebilir.

    Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Kıdemli Göç Uzmanı Ileana Sinziana Puscas, iklim krizi kaynaklı göçler için finansman konusunun öneminin arttığını ve uyum fonlarından finansman sağlanması için çalışmalar yürüttüklerini bildirdi. IOM tarafından yayımlanan ‘İklim Değişikliği ve Gelecekteki İnsan Hareketliliği’ raporuna göre; 2050’ye kadar 44 milyon ila 113 milyon kişinin iklim krizi nedeniyle ülkeleri içinde göç etmeleri bekleniyor. İklim değişikliğinin çok daha şiddetli yaşandığı kötümser bir senaryoda, bu sayının 216 milyona ulaşabileceği tahmin ediliyor. Puscas, İklim değişikliği ve göç arasındaki ilişkinin ne olduğu sorusunun Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (COP29) esnasında sıklıkla kendilerine yöneltildiğini belirterek, bu göçlerin, iklim değişikliğinin getirdiği olumsuzluklar sonucu insanların yaşadıkları yerleri terk ederek başka bir yere gitmesi şeklinde tanımlanabileceğini söyledi. Bu durumun dünyanın her yerinde yaşanabileceğini; sadece 2023’te iklim değişikliğinin şiddetlenen etkileriyle ortaya çıkan felaketler sonucu 26 milyon kişinin yaşadığı yeri terk ettiğini kaydeden Puscas, “İklim değişikliği tarımda verimliliği azaltıyor. Mahsullerinden yeteri kadar verim alamayan üreticiler, yeni geçim kaynakları ve yeni işler bulmak üzere göç ediyorlar” dedi. Bu duruma Fiji’yi örnek gösteren Puscas “Ülkedeki birçok topluluk bir zamanlar kıyı bölgelerinde balıkçılık yapabiliyordu ama iklim değişikliğiyle deniz seviyesi yükseldi. Bu sebeple bu balıkçılar çoban ya da çiftçi olmak üzere, iç kesimlere doğru göç etmek zorunda kaldı” dedi.

    Uzun vadede doğabilecek sorunlar
    İklim değişikliğinin uzun vadede daha büyük sonuçları olabileceğini söyleyen Ileana Sinziana Puscas sözlerini şöyle sürdürdü: “İklim değişikliği göç motiflerini etkilemeye devam edecek. Buna hazır mıyız? Bunun için güvenli göç politikalarımız var mı? Bunlar, aklımızdaki bazı sorular. Hem göç veren hem de göç alan ülkelerin, beklenen insan hareketliliği karşısında hazırlıklı olmaları ve düzenli göç politikaları üzerinde çalışmalarıyla bu süreç, birçok insan için daha güvenli şekilde gerçekleşebilir. Bu göçler yalnızca gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde yaşanmıyor. Biz her zaman ilk önce en savunmasız bölgelere bakma eğilimindeyiz ama çok yakın zamanda İspanya’da yaşanan seller sonucu insanların öldüğünü ve yerlerinden olduklarını gördük. Bununla birlikte küçük ada devletlerinin Pasifik, Karayipler ve Orta Afrika’daki en az gelişmiş ülkelerin de bu durumdan çok etkilendiğini görüyoruz.” Özellikle iş gücü için yeterli kaynağı olmayan ülkeler tarafından iyi yönetilmesi halinde iklim krizi kaynaklı göçlerin olumsuz etkilerinin azaltabileceği öngörüsünde bulunan Puscas, özellikle COP29’un önemli gündemlerinden olan ‘adil geçiş’ sürecinin tamamlanabilmesi için iş gücüne ihtiyaç duyulduğunu anımsattı. Puscas, bu göçlerin yeşil enerji temelli iş gücü için kaynak sağlayabileceği, özellikle Afrika’dan gelen göçlerin doğru yönetilmesi halinde bunun Avrupa’daki iş gücü açığına bir cevap olabileceği değerlendirmesini yaptı.

    “IOM’un on yıl için iklim değişikliği stratejileri mevcut”
    İklim göçleri konusunda yaptıkları çalışmalara değinen Ileana Sinziana Puscas şu bilgileri verdi: “IOM olarak önümüzdeki on yıl için göç, çevre ve iklim değişikliği konusunda stratejilerimiz mevcut. Konunun kendisini, göç etmeye iten güçleri ve göç motiflerini anlamak, göç halindeki insanlara yardım ettiğimizden emin olmak, organizasyonun en büyük önceliklerinden biri. Bunu üç kısım üzerinden şekillendirdik: İlk olarak insanların evlerinde güvenli bir şekilde kalabilmeleri için çözümler arıyoruz. Bu noktada uyum çalışmaları, afet risklerinin azaltılması ön plana çıkıyor. Sonrasında toplumların iklim değişikliğinin getirdiği risklerle yaşayabilmek için gerekli becerilere sahip olmaları için çalışmalar yürütüyoruz. Üçüncü boyut olarak ise yerinden edilmiş insanların gıda, barınma, geçim kaynağı gibi ihtiyaçlarına cevap verilebilmesi için çalışıyoruz.”

    “Ülkeler Kayıp ve Zarara Yanıt Fonu’ndan finansman isteyebilir”
    COP29’un ana gündemi olan iklim finansmanının iklim göçleriyle doğrudan ilgili olduğunu vurgulayan Ileana Sinziana Puscas, bu yıl içinde hem Dünya Bankası hem Uluslararası Para Fonu (IMF) hem de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) toplantılarındaki finansal tartışmalarda iklim göçüne artan bir ilgi olduğu tespitini paylaştı. İklim göçleri konusunda Kayıp ve Zarara Yanıt Fonu’nun önemine işaret eden Puscas, “İklim krizi sonucu böyle bir fona ihtiyaç duymamız çok acı ama yine de bu fon, iklim göçü için büyük bir kilometre taşı olarak insan hareketliliğini de kapsayacak şekilde tasarlandı. Bu, toplulukların ve ülkelerin, iklim göçü programlaması için Kayıp ve Zarara Yanıt Fonu’ndan finansman isteyebilecekleri ve fon alabilecekleri anlamına geliyor” diye konuştu. COP29’da iklim göçünün uyum paketlerine dahil olması için Uyum Fonu ve Yeşil İklim Fonu yöneticileriyle görüşmeler yaptıklarını ve göçün uyum finansmanının bir parçası olması için çalıştıklarını anlatan Puscas sözlerini şöyle tamamladı: “IOM olarak iklim göçünün bir gerçek ve bunun hepimiz için bir endişe kaynağı olduğuna inanıyoruz. Göç her zaman trajik bir hikâye olmak zorunda değil. Bir dayanışma öyküsü olabilir, bir başarı öyküsü de olabilir.”

 

10) Eşitsizlik Artıyor!

Fırtına, kuraklık veya sel gibi felaketler gelişmemiş ve fakir ülkelerde artıyor ve bu savunmasız bölgelerde insanların doğal felaket sebebi ile ölüm oranı gelişmiş ülkelere göre 15 kat daha fazla. Yani iklim krizine neredeyse hiçbir katkısı olmayan yoksul bölgeler çok daha fazla hastalanıyor, ölüyor, travma yaşıyor.

  • Yoksul ülkelerde geçimini tarım yaparak sağlayanlar ve kıyı kesimlerde yaşayan topluluklar, küçük ada ülkeleri ve az gelişmiş ülkelerde iklim değişikliği çok daha fazla tehdit oluşturuyor. Şiddetli kuraklık, seller ve fırtınalar hem yaşam alanlarına önemli ölçüde zarar vermekte hem de tarımsal üretimi neredeyse tamamen engelliyor.
  • Ayrıca bu bölgelerdeki aşırı sıcak hava dalgaları, okyanusun ısınması ve sera gazı emisyonlarının bir sonucu olarak okyanusların asitlenmesi ise su ürünleri yetiştiriciliği ve balıkçılıkta ürün kayıplarına neden oluyor.
  • Ve tüm bu gıda ve su güvensizliği hem bu bölgeleri iyice fakirleştiriyor hem de yetersiz beslenmeyi arttırarak, gıda, su ve vektörlerle bulaşan hastalıkların arttırarak, insan sağlığını ve sağlıklı yaşam hakkını tehdit ediyor. 
  • Küresel iklim değişikliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de önemli ölçüde tehdit ediyor. Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek olan 2°C’lik artış Türkiye’yi sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık ve buna bağlı olarak biyo-çeşitliliğin azalması gibi sonuçlar sonrası turizm gelirlerinde azalma ve tarımsal kayıplar gibi senaryolar ile yüzleşmek zorunda bırakacak, fakirlik, açlık ve eşitsizlik daha çok artacak.

İklim değişikliğinin önüne geçilmediği takdirde yoksul bölgelerde en temel insan hakları olan barınma, beslenme, su, sağlık, güvenlik ve temizlik gibi insani ihtiyaçlar karşılanamayacak.

 

1,1 milyar insan yaşamlarını çok boyutlu yoksulluk içinde sürdürüyor

  • Küresel Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ne göre, dünya genelinde 1,1 milyar insan yoksulluk içinde yaşıyor ve bu kişilerin yaklaşık yarısı çatışma bölgelerinde bulunuyor.

    Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Oxford Üniversitesi Yoksulluk ve İnsani Gelişme İnisiyatifi (OPHI) tarafından hazırlanan 2024 Küresel Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇBYE) raporuna göre, dünya genelinde 1,1 milyar insan çok boyutlu yoksulluk içinde yaşıyor. Bu nüfusun yüzde 40’ı çatışma veya istikrarsızlık içindeki bölgelerde bulunuyor. Çatışma bölgelerinde yaşayan yoksul insanların oranı, çatışmadan etkilenmeyen ülkelere kıyasla yaklaşık üç kat daha fazla. Türkiye, veri eksikliği nedeniyle 2024 yılı Küresel Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’ne dahil edilmedi.

    Çatışma ve yoksulluk arasındaki bağ
    Dünya genelinde 455 milyon insan, aktif çatışma ve şiddet ortamlarının olduğu ülkelerde yaşıyor. Bu durum, yoksulluğu azaltma çabalarını engelleyerek süreci tersine çeviriyor. Çatışma bölgelerinde yaşayan bu yoksul nüfus, temel hizmetlere erişimde çok büyük kısıtlamalarla karşı karşıya. Raporda, 2015/16 ile 2022/23 yılları arasındaki zorlu süreçte Afganistan’da 5,3 milyon insanın daha çok boyutlu yoksulluk içine düştüğü belirtiliyor. 2022/23 yıllarında Afganistan halkının üçte ikisi (yüzde 64,9) yoksul durumda bulunuyordu.

    Çatışma ortamında temel hizmetlerde eşitsizlikler artıyor
    Çatışma bölgelerinde enerjiye erişim, eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel hizmetlerde büyük yoksunluklar göze çarpıyor. Çatışma bölgelerinde her dört yoksul insandan birinin enerjiye erişimi yokken, bu oran çatışmasız bölgelerde yirmide bir. Eğitime erişim oranı çatışma bölgelerinde yüzde 17,7 iken, bu oran istikrarlı ülkelerde yüzde 4,4. Çocuk ölümleri çatışma bölgelerinde yüzde 8’e ulaşırken, çatışmasız bölgelerde bu oran yüzde 1,1.

    Küresel yoksulluk azaltma trendleri
    Küresel ÇBYE verileri, yoksulluğu azaltma konusunda bazı ilerlemeler sağlandığını gösteriyor. 2012-2023 döneminde uyumlaştırılmış verilere sahip 86 ülkeden 76’sı en az bir dönemde ÇBYE değerine göre yoksulluğu azaltmayı başardı. Ancak, COVID-19 sürecini kapsayan dönemde (2021/22 veya sonrası) bu başarı tüm ülkelerde devam etmedi. COVID-19 sonrasında veriye sahip 17 ülkeden yalnızca 9’u, yoksulluk oranlarında ve ÇBYE değerlerinde anlamlı bir düşüş kaydetti. Bu ülkeler arasında Benin, Kamboçya, Kenya ve Mozambik gibi ülkeler yer alıyor.

    Çocuklar ve kırsal kesim daha fazla etkileniyor
    Raporda, yoksulluk içinde yaşayan 1,1 milyar insanın yarısından fazlasının (584 milyon) çocuk olduğu vurgulanıyor. Çocuk yoksulluğu, yetişkinlerin yoksulluk oranlarının iki katına yaklaşıyor (yüzde 27,9’a karşılık yüzde 13,5). Kırsal kesimde yaşayan yoksul nüfus ise enerji, sanitasyon, sağlık ve beslenme gibi temel ihtiyaçlara erişimde daha büyük kısıtlamalarla karşı karşıya. Raporda, 1,1 milyar yoksul insanın yüzde 75’inin (828 milyon) yeterli sanitasyon hizmetlerinden, yüzde 80’inin (886 milyon) barınma imkanlarından ve yüzde 90’ının (998 milyon) yemek pişirmek için enerjiden yoksun olduğu belirtiliyor. Güney Asya ve Sahra Altı Afrika en yüksek yetersiz beslenme oranlarının görüldüğü bölgeler olarak öne çıkıyor.

 

11) Çatışmalar ve Savaşlar Artıyor!

Küresel ısınmanın, savaşların sayısını arttırma tehlikesi büyük.

Son yıllarda dünyada artan nüfus, petrol ve enerji kaynaklarını, temiz suyu, temiz havayı, yani doğayı hızla tüketirken, enerji kıtlığı sonucu kargaşalar ve savaşlar çok arttı.

Tüm bu çatışmalar yüzünden zorunlu göç sayısı da artıyor.

  • 2050 yılında doğal felaketler, su ve gıda kıtlığı sebebiyle 31 ülkede yaşayan 1.2 milyar kişi ekolojik tehditlere dayanıklı olamayacağı için yer değiştirmek zorunda kalacak.
  • 2100’de sahillerde yaşayan 2 milyar insan evlerini terk ederek kara içlerine doğru göç etmek zorunda kalacak.
  • Dünya nüfusunun 5’t birini kapsayacak bu mülteci krizi, tüm dünya daha az gıdaya daha az suya ve artan sıcaklıkla gelen asabiyete sahipken yaşanacak.
  • Hava sıcaklığındaki her yarım derece artış, silahlı çatışma riskini % 10 – 20 oranında arttırıyor. Bölgesel iklim etkileri dünya güvenliğini tehlike altına alıyor.

Özetle iklim değişikliğinin getirdiği felaketler nedeniyle bizden sonraki nesillerin yaşam mücadelesi  vermemesi için artık hem bireylerin, hem şirketlerin, hem de devletlerin alması gereken büyük kararlar ve uygulaması gereken aksiyonlar var.  Aksi taktirde hızlı bir sona doğru freni patlamış olarak ilerleme yolundayız.

İklim değişikliği ile tam mücadele ve enerji dönüşümü, tüm dünyadaki canlıların yaşamının sürdürülebilmesi için bugünden başlanması gereken tek çözüm.

 

Azalan su kaynakları ülkeler arası gerginliği artırıyor

  • İklim kriziyle birlikte artan su kıtlığı, özellikle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya gibi bölgelerde ülkeler arası gerginlikleri ve çatışma risklerini ciddi şekilde artırıyor.

    İklim değişikliği sonucu sıcaklıklarda yaşanan aşırı artışlar dünyanın birçok bölgesinde kuraklığa yol açıyor. Özellikle birden fazla ülkenin sınırları içinde yer alan su kaynaklarında yaşanan değişimler bölgesel gerginliklerin artışına sebep olabiliyor. ABD merkezli Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün verilerine göre, dünya üzerindeki 25 ülke tüm yıl boyunca aşırı derecede yüksek su stresiyle mücadele ediyor ve bu ülkelerin nüfusu dünyanın toplam nüfusunun dörtte birini oluşturuyor. Dünya nüfusunun yarısına denk gelen 4 milyar insan yılın en az bir ayında yüksek seviyede su stresi yaşıyor. Ortaya çıkan bu tablo insanların çalışma hayatını, gıda ihtiyaçlarını ve enerji güvenliğini doğrudan etkiliyor.

    2050’de su talebi yüzde 20 artacak
    Su stresinin en çok yaşandığı 5 ülke Bahreyn, Kıbrıs, Lübnan, Umman ve Katar olarak sıralanıyor. Su kaynaklarının az olmasına karşın evsel, tarımsal ve endüstriyel kullanımdan kaynaklanan talebin yüksek olması, bu ülkelerdeki su stresinin temel nedeni olarak gösteriliyor. Su stresinin en çok yaşandığı bölgelerin başında Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile Güney Asya geliyor. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da nüfusun yüzde 83’ü, Güney Asya’da da nüfusun yüzde 74’ü su stresine maruz kalıyor. Bununla birlikte küresel su talebinin yüzde 20 ila yüzde 25 artmasının beklendiği 2050 yılına gelindiğinde 1 milyar kişinin daha aşırı derecede yüksek su stresiyle mücadele edeceği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika nüfusunun tamamının son derece yüksek su stresi altında yaşayacağı tahmin ediliyor.

    Su talebi en fazla Sahra Altı Afrika’da artacak
    2050’ye kadar su talebindeki en büyük değişikliğin Sahra Altı Afrika’da yaşanacağı ve bölgedeki ülkelerde su talebinin yüzde 163 artacağı ön görülüyor. Bu bölgeyi yüzde 43 oranında bir artış beklentisiyle Latin Amerika takip ediyor. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından bu yıl yayımlanan Dünya Su Kalkınma Raporu’na göre, sınırları aşan nehirler, göller ve akiferler dünya tatlı su akışının yüzde 60’ını oluşturuyor. 310’dan fazla nehir ve 468 su akiferi, iki ya da daha fazla ülke tarafından paylaşılırken 153 ülke paylaşımlı nehir, göl ve akiferlerden gelen suyu kullanıyor. Küresel su stresi artarken özelikle sınır aşan su kaynakları dünyanın çeşitli yerlerinde gerginliklere yol açıyor. Suyun korunması amacıyla kurulan ABD merkezli Pasifik Enstitüsü’nün çalışmalarına göre sadece 2020’den 2023’e kadar dünya genelinde su kaynaklı, farklı ölçeklerde 400’den fazla anlaşmazlık kayda geçerken, bir kısmı ülkeler arasında bir kısmı da ülke içinde yaşanan bu anlaşmazlıkların bazıları çatışmalara dönüşerek yaralanmalar ve ölümlerle sonuçlandı.

    15 ayrı bölgede su krizi anlaşmazlığa sebep oluyor
    Bu çatışmaların 6’sı Orta Asya bölgesinde, Kırgızistan-Tacikistan ve Kırgızistan-Özbekistan arasında meydana geldi. Kırgızistan ve Tacikistan arasında 2021’de yaşanan su ihtilafının neden olduğu çatışmalarda en az 31 kişi hayatını kaybetti, 150 kişi yaralandı ve yaklaşık 10 bin kişi yaşadıkları bölgelerden tahliye edildi. Güney Asya’da Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bangladeş, İran ve Nepal su kaynaklı çatışmalara sahne olurken gerginliklerin çoğuna tarımda kullanılan suyun paylaşımında çıkan anlaşmazlıklar neden oldu. Güney Doğu Asya’da çoğu Myanmar ve Endonezya arasında olmak üzere 15 ayrı su krizi yaşanırken bölgede çeşitli silahlı gruplar, su kaynaklarına saldırılar düzenledi.

    Ülkeler arası çatışma risklerinde sıcak noktalar
    Avrupa Birliği (AB) Ortak Araştırma Merkezi (JRS) tarafından 2018’de hazırlanan bir çalışmaya göre, özellikle su kıtlığı, yüksek nüfus oranı, güç dengesizliği ve iklim kaynaklı baskıların olduğu bölgelerde, sınır aşan su kaynakları daha fazla gerginlik oluşturma potansiyeli taşıyor. JRS’ye göre özellikle Kuzey Afrika’daki Nil Nehri, Güney Doğu Asya’daki Brahmaputra Nehri, Asya’daki İndus Nehri, Batı Asya’daki Dicle- Fırat nehirleri ve Kuzey Amerika’daki Colorado Nehri birkaç ülkenin sınırları içerisinde olmaları ve su konusunda hassas bölgelerde yer almaları nedeniyle su kaynaklı çatışmaların yaşanabileceği sıcak noktalar arasında yer alıyor. Hollandalı bilim insanları tarafından geçen yıl yayımlanan, “Farklı Senaryoları Takiben 2050 Yılına Kadar Sınırı Aşan Nehir Havzalarındaki Çatışma Riskleri Öngörüleri” başlıklı çalışmada ise söz konusu nehirler üzerinde kurulması planlanan barajların ve iklim değişikliğinin neden olabileceği çatışma bölgeleri sıralandı. Çalışmada, Afrika’da Nil Nehri boyunca Eritre, Etiyopya, Ruanda ve Uganda; Juba Nehri boyunca Etiyopya, Kenya ve Somali; Nijer nehri boyunca Burkina Faso, Nijer ve Moritanya; Zambezi Nehri boyunca Mozambik ve Malawi; Volta Nehri boyunca Benin ve Togo; Turkana Gölü etrafında ise Etiyopya, Güney Sudan ve Uganda arasındaki çatışma risklerinden bahsedildi. Asya’da ise en çok Afganistan ve Pakistan’ı etkileyebilecek şekilde Indus, Hari, Helmend nehirleri ve Aral Gölü olası çatışma noktaları olarak gösterildi. Çalışmada Dicle-Fırat Havzası, Güney Amerika’daki Orinoco Nehri , Güney Doğu Asya’daki Ganj ve Brahmaputra nehirleri de riskli noktalar başlığı altında sıralandı.

    “Mesele diplomasiyle çözülmeli”
    Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Bolu Teknokent bünyesinde faaliyet gösteren İklim Değişikliği ve Enerji Çalışmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. İlhan Sağsen, nüfus artışı, iklim değişikliği ve yanlış sulama ile aşırı kullanımın, su kaynaklarının miktarını ve kalitesini azalttığını söyledi. Sağsen, “Haliyle zaten kıt olan ve dünyanın her yerine eşit olarak dağılmayan su kaynaklarının paylaşılması, kullanılması ya da erişim sorunu son derece kritik bir noktaya geliyor” ifadelerini kullandı. Gelecekte su savaşları yaşanacağına çok fazla ihtimal vermediğini dile getiren Sağsen şu değerlendirmeleri paylaştı: “Genel anlamda kıyıdaş ülkeler arasında kapasite ve güç farklılıkları oluyor. Dahası, savaş su kaynaklarına daha olumsuz etkilerde bulunacak. Yani zaten kıt, kirli ve azalan su kaynakları üzerinde yeni bir baskı ortaya çıkaracaksınız. Dolayısıyla bu ekonomik olarak da çevresel olarak da mantıki olarak da anlamlı değil. İklim değişikliğiyle alakalı, çevreyle alakalı, suyla alakalı önlem almazsak doğa bize belli süre sonra bunu mecburen aldıracak. O yüzden de ben suyla ilgili meselelerin masada diplomasiyle, ortak projelerle, iş birliğiyle, fayda paylaşımıyla çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.”

 

 

 

 

Devamı için: İklim Krizini Önlemek İçin Neler Yapmamız Gerekiyor? Bugüne Kadar Neler Yapıldı? Glasgow Cop26’da alınan kararlar neler?

 

Zeynep Atılgan Boneval

İKLİM KRİZİ – SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DÜNYA – SÜRDÜRÜLEBİLİR SEYAHAT – YAZI SERİSİ

 

*Yazıdaki bilgilerin kaynakları İKLİM KRİZİ – SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DÜNYA – SÜRDÜRÜLEBİLİR SEYAHAT  giriş yazısının en altında yer alıyor.