BÜYÜLÜ BİR ANTİK KENT: SAGALASSOS

Kasım ayında ağaçların yapraklarının sarı, turuncu, kızıl renkleri ile nefis manzaralar sunduğu güneşli pırıl pırıl bir sonbahar gününde, Toroslar’ın güneyindeki yüksek tepelerde kurulmuş antik şehir Sagalassos’u ziyaret etme şansım oldu.

 

Antalya’dan 2 saatlik bir araba yolculuğu sonrası, Heybetli dağlara sırtını vermiş, tepelere ve yamaca kurulu dev bir antik kent olarak karşımıza çıkan Sagalassos, mimarisi, boyutları, hikayeleri ve de nefes kesen manzaraları ile gerçekten büyüledi bizi.

Burdur’un bir ilçesi olan Ağlasun’u geçip dağlara tırmanan virajlı yollarından araba ile taa tepelere gittikçe, dik yamaçlarda görmeye başladığınız antik kalıntılar insanı, ‘nasıl buraya bir yerleşim inşa edilir?’ diye şaşkına çeviriyor. 

 

İyi ki bu antik kent çok uzun yıllar uyuyan bir güzel olarak toprak altında gizli kalmış, iyi ki çok titiz ve özenli arkeolojik çalışmaların sonucu gün ışığına çıkarılmış, ve iyi ki topraklarımızdaki kültür hazinelerine eklenerek ziyaretçilerine adım adım tarihte bir yolculuk yapma şansı sunuyor.

Sagalassos’u ziyaret edeceklere önerim, antik kenti gezdikten sonra 1 saat uzaklıktaki Burdur şehrindeki Burdur Arkeoloji Müzesini  de ziyaret edip, Sagalassos kazılarında ortaya çıkarılmış muhteşem heykel, kabartma ve seramiklerin orijinallerini görmeleri. Dev boyutlardaki çok iyi korunmuş heykeller şehrin hikayesinin tamamlayıcısı oluyor.

 

 

 

  

Peki Sagalassos’u bu kadar özel yapan nedir diye sorarsanız?

 

Çağlar boyunca sayısız kavimlere ve kültürlere ev sahipliği yapmış Anadolu coğrafyasının en eski halklarından birisi olan Pisidialılar tarafından kurulan ve Roma İmparatoru Hadrian’ın ‘Romalıların dostu ve müttefiki ilk Pisidia kenti’ diye dillendirdiği Sagalassos antik kenti, tarih boyunca Anadolu’nun iç kesimleri ile Akdeniz bölgesi arasında önemli bir köprü ve geçiş noktası olmuş bir antik kent.

 

Sagalassos civarlarında en eski yerleşim M.Ö.6500’lere Bronz Çağına uzanıyor. Ardından Hititler, Luviler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Pisidiyalılar, Helenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlıların dönemlerinde farklı yaşam döngülerine evsahipliği yapmış bu antik kent bölgesi.

Peki insanlar neden bu zorlu ve dik yamaçlara yerleşmişler? diye sorarsanız, sebepleri çok mantıklı:

  • Arkasını çevreleyen dağlar tarafından 3 yanının korunması ve önündeki ovalardan gelecebilecek tehlikeleri görebilecek kadar yüksekte olması, kente güvenlik sağlamış.
  • Dağların geçirgen kireçtaşı kayaçlarından sızan su, alttaki kil tabakalarına rastlayınca, yamaçlardaki çatlaklardan çağlayan düzinelerce pınarlara dönüşüp, şehre su bolluğu sağlamış.

 

Peki Sagalassos halkı neden zengin bir yaşam sürmüş?

 

  • Sagalassos civarındaki Burdur, Bağsaray, Çelitkçi gibi ova ve vadilerin verimliliği sayesinde gelişen tarım, şehrin refah içinde yaşamasını ve ticarete katılımını sağlamış.
  • Ayrıca bu dik yamaçlar, kaliteli seramik kaplar ve tuğla işlemeye uygun kil ve metal eşya üretmek için maden cevheri de sunmuş kenttekilere.

 

İşte bu sayede Sagalassos özellikle Roma İmparatorluk Dönemi’nde, hem Anadolu’nun içlerine, hem Ege’ye hem de Akdeniz limanlarına ulaşan Anadolu – Roma yol ağına bağlanarak, tahıl, zeytin, kırmızı astarlı kaliteli seramik ihracatı sayesinde parlak ekonomik koşullara kavuşup, ününü arttırmış.

 

 

Rüyalar Kenti Sagalassos’un Tarihte Ünlenmesi ve Düşüşü nasıl olmuş?

(*Kentin detaylı tarihi bilgilerine yazının sonunda ayrıca yer verdim)

 

Dünya tarih sahnesinde Sagalassos ismi, Büyük İskender’in MÖ 333’te sütunlu caddelerine ayak basarak kenti ele geçirmesi ile ünlenmiş.

 

Ardından Sagalassos, Likya’lıların bir boyu olan Pisidia medeniyetinin en önemli kentlerinden birisi olmuş.

 

Romalı İmparator Augustus döneminde M.Ö 25’te Romalılar hakimiyetine alınan Sagalassos, MS 117-138 yılları arasında Roma İmparatorları Hadrian ve Marcus Aurilius dönemlerinde, ekonomik, politik ve sosyal açıdan en parlak yıllarını yaşamış.

 

Roma eyaleti Pisidion’un resmi ‘İmparatorluk Kültür Merkezi’ olduğu bu dönemde Antoininler Çeşmesi, hamam, tiyatro, Neron kütüphanesi, Macellum gıda pazarı, Antoninus Pius Tapınağı gibi antısal ölçekte ve önemde pek çok görkemli yapı inşa edilmiş. Özellikle Antoininler Çeşmesi incelikli mimarisi ve muhteşem mermer heykelleri ile Sagalassos’un etkileyici noktası.

 

Ana geçim kaynağı tahıl, zeytin ve çömlekçilik olan Sagalassos’lular, Akdeniz kıyısındaki Perge liman kentine uzanan ticaret ağı sayesinde uzun yüzyıllar refah içinde yaşamışlar.

 

Ancak  6. ve 7.yüzyıllarda yaşanan depremler ve veba salgını sonucu kent terkedilerek yavaş yavaş harabeye dönmüş.

 

 

Sagalassos’un Yeniden Keşfi

Sagalassos adına 18 ve 19. yüzyıllarda bölgeyi dolaşan Avrupalı gezginlerin günlük ve notlarında rastlanıyor. 1706’da şehri yeniden ilk keşfedenin Fransız Dr. Paul Lucas olduğu ve ‘Periler şehri’ adını verdiği söyleniyor. 1828’de İngiliz Misyoner Francis V. J. Arundell’in Sagalassos’u ‘Sihirli Harabeler’ diye nitelendirerek ilk çizimini yaptığı ve 1884’de de Polonyalı Karol Lanckoronski’nin 270 sayfası harita olan 500 sayfalık Psidia hakındaki ilk kaynak kitabı hazırladığı biliniyor.

 

Sagalassos’a ayak basmış Avrupalı gezginlerin hepsinin ortak görüşü, kentin görkemiyle, konumuyla ‘nefes kesici’ olduğu yönünde olmuş.

 

Ancak kentin gün ışığına çıkarılması epey geç olmuş. 19. ve 20. yüzyıllara Türkiye’deki arkeolojik kazı çalışmalarının Batı Anadolu’ya ve sahil bölgelerine odaklanması sebebi ile, uzunca bir süre uyuyan güzel olarak kalmış Sagalassos.

 

Sagalassos Kazıları ve Kentin Gün Işığına Kavuşması

Sagalassos’ta ilk bilimsel kazılar 1990’da başlamış. 1990 – 2014 yılları arasında Kültür ve Turizm bakanlığı adına Belçika’nın Leuven Üniversitesi profesörü Dr. Marc Waelkens, ardından da bayrağı devralan Prof. Dr. Jeroen Poblome başkanlığında yürütülen kazılarda ortaya çıkan önemli mimari kalıntılar, heykeller, sanat eserleri ve buluntular sonucu kent, arkeoloji ve tarih çevrelerinin dikkatini kısa sürede kendine çekmeyi başarmış. Pisidia’nın bu kadim kentinin ilhamı ve potansiyeli, bilim dünyasının hayal gücünü öylesine harekete geçirmiş ki, çalışmalar sadece kentin derinliklerinde yatanları kazılar ile gün ışığına çıkarmayı değil, restorasyon ve konservasyon çalışmaları ile kenti yeniden ayağa kaldırmayı amaçlamış.

 

2007 – 2008 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan İmparator Hadiran ve Marcus Aurelius’a ait dev heykel parçaları dünyada eşine nadir rastlanılır kalitedeki işçilikleri ile görenleri kendine hayran bırakacak nitelikte. Orijinali yaklaşık 5 metre yüksekliğinde olan beyaz mermerden yontulmuş Hadiran heykelinin başı, kolları ve bacakları, 2007 yılının en önemli keşifleri arasında sayılarak, Sagalassos’un 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girmesini sağlamış. İmparator Marcus Aurelius tarafından inşa ettirilen ve Anadolu’daki en görkemli çeşme olarak kabul edilen Sagalassos Antoninler Çeşmesi’nin de restorasyonu 2010 yılında tamamlanarak tüm heybeti ile sergilenir hale getirilmiş.

Burdur ili sınırları içerisinde yer alan, Anadolu’nun en iyi korunmuş antik kentlerinden birisi olan Sagalassos’ta disiplinler arası bilimsel çalışmalar sonucu gün ışığına çıkarlan yapı, heykel ve eserlerinin çeşitliliği ile, ziyaretçilerine antik dönemin yaşantısının hemen her boyutunu birebir sunabilme imkanı tanıyor.  

 

Prof. Dr. Jeroen Poblome Sagalassos için ‘bu kentin öyküsü mutlu bir öykü, Sagalassos’a gelen tüm ziyaretçiler kuvvetli bir mekan duygusuna kapılır, çünkü Sagalassos, insanlar için vazgeçilmez olan, kendini evindeymişçesine huzurlu ve bütün hissedebileceği bir mekan duygusu verir. Sagalassos, insanları farklı olasılıklar görmeye davet eden ve ilham veren, düşünmek, merak etmek, öğrenmek ya da sadece var olmak için alan sağlayan, kuvvetle kendisine çeken böylesi bir mekandır’ sözlerini kullanmış.

 

Gerçekten de Sagalassos’un büyülü bir çekiciliği ve gizemli bir kapsama duygusu var.

Sagalassos Antik Kent’inin 1200 metrekareye yayılmış kazı çalışma alanını gezerken, antik dönemin yaşam atmosferine adım atmış gibi hissediyorsunuz kendinizi.

 

Sagalassos arkeolojik kazı ve restorasyon çalışmalarını yürüten ekibin başında yer alan Marc Waelkens’ın anlatımı ile Sagalassos:

Hayatımın Rüyası Sagalassos ta unutulmaz pek çok anı yaşadım. Kente, dostum Stephen Mitchell ile ilk gelişimizi çok iyi hatırlıyorum. 1983 senesi, Ağustos un 23 üydü. Sabah erken -yedi buçuk sularında-, kente vardığımızda ören yeri tamamen boştu; yalnızca bekçi Mehmet bizi karşıladı, hemen çay yaptı ve birlikte keyifle içtik. Günün o saati Sagalassos ta gün ışığının en güzel olduğu zamandır. Her yerde anıtlar gördük, bazıları metrelerce ayakta. Bunların arasında devrilmiş sütunlar ve heykel kaideleri yatıyordu. Uzakta tiyatroyu keşfettik; yeri itibariyle, Türkiye deki en romantik harabelerden birisiydi. Bu karşılaştırmayı yapabilirim, çünkü hemen hemen tümünü gördüm. O sabah, yeri kaplayan cam ve seramik parçalarını kırmaktan korkarak, anıttan anıta gezdik. Bir avcı kuş, o günün büyüsünü artırırcasına, kanatlarını açmış üzerimizde dönüyor, ara sıra hızla avına dalıyordu. Bu benim Sagalassos u ilk ziyaretimdi. Her şey böyle başladı. Bir Spirou çizgi roman macerasının, Truva nın keşfi ile ilgili dört sayfasını okuyup, babasına büyüyünce Türkiye de kazı yapacağını ilan eden altı yaşında bir oğlan çocuğunun rüyası gerçek oldu. Sagalassos u ilk ziyaretimle hayatım tamamen değişti. Ondan sonra geçireceğim tüm mutlu ve hazin zamanların da temeli oldu bu ziyaret. O gün ve sonrasında pek çok büyülü an yaşadım. İlk ziyaretimizde, minibüsümüzün iki metre önünde uçan bir kartalla, adeta bizzat Zeus un koruması altında, Ağlasun a kadar geldik. Bununla başlayan unutulmaz anlardan bir diğeri de, bir gün, sabahın ilk saatlerinde, Antoninler Çeşmesi ne ait küçük Dionysos heykelinin başını çevirdiğimde, tanrının bana gülümsemesiydi. Sanki on dört yüzyıl sonra gün ışığını tekrar gördüğü için minnettardı. Sık sık bu ilk yıllarımızı özlemle anıyorum. 19. yüzyıl gezginleri gibi hissederdik; gerçi onlar yardımcıları ile birlikte çoğunlukla bizden daha iyi koşullarda konaklamışlardı. Ağlasunluların sıcak misafirperverliği ise her zorluğu unuttururdu. Kazı çalışanları ve Ağlasunlu hemşeri lerimle aramızda oluşan ve bugün bizi bağlayan sıcak ve yakın dostluğun temelleri o yıllarda atıldı. Aramızdaki bu bağın, Sagalassos un gelecekte korunması için de en iyi güvence olduğuna inanıyorum.

 

Sagalassos Konumu

Sagalassos Türkiye nin güneybatısında, Burdur un Ağlasun ilçesinde yer alır. Antalya dan yalnızca yaklaşık 100 km uzaklıktadır. Antik kent dağ eteklerine, denizden 1450 ile 1600 metre yükseklik arasına kurulmuştur. Güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Anadolu platosu yer alır. Hemen doğusunda 2271 metredeki zirvesiyle Akdağ yükselir.

 

Sagalassos’un Detaylı Tarihi

Sagalassos şehir kurulmadan once civarda bilinen en eski yerleşik düzen MÖ 6500’e aittir. Bu tarihte seramik eşya yapımı da başlar. Ağlasun Vadisi’ndeki ilk tarım yerleşimi MÖ 4000’den hemen önceye tarihlenir. MÖ 3000’den önce yerleşimler arasında bir ağ oluştuğu ve her birinin kendi topraklarını kontrol ettiği bilinir.

 

Bu gelişme MÖ 2300-2200 civarında duraklar. Bu sırada Hint-Avrupa kökenli insanlar (Hititler ve Luviler) Anadolu ya yerleşir. MÖ 4. yüzyıl civarında Sagalassos bölgesi Luvilerin etkisi altına girer; bu evrede Miken uygarlığı veya onun Anadolu kolonilerinden eşyaların bölgeye ithal edilip kullanılmış olduğuna dair izler vardır.

 

MÖ 1200’den kısa süre sonra Tunç Çağı nın büyük imparatorlukları tarihten silinir ve bunların yerini Frigler, Lidyalılar ve son olarak Persler alır. Eski Luvi devletlerinden farklı gruplar gelişir.

 

Bunlardan birisi Sagalassos bölgesine yerleşen Pisidyalılardır. Pisidya’lıların kurduğu Sagalassos şehrinin Hellenize olma sürecinin başlangıcı, bölgeyi akınları ile ele geçirmeye başlayan  Pers hakimiyeti zamanına dayanır. Ve bu dönüşüm Büyük İskender’in bölgeyi fethetmesi ile hızlanır ve güçlenir. Ardından Roma Dönemi’nde İskender’den sonra gelen yönetimler altında devam eder. Sagalassos, Pisidya daki başka bazı kentlerden çok daha hızlı şekilde antik Grek kent-devletlerine benzeyen bir polis haline gelir. Bu ilerici tutum, Sagalassos’un gelişimini hızlandırır.

 

Sagalassos’un tarihinde en etkili isimlerden bir başkası ise Roma’nın ilk imparatoru Augustus’tur. Kendisinin kente doğrudan müdahalesi yoktur ancak onun zamanında kurulan barış ortamı, yatırımlara olanak sağlar; vergi sisteminde reforma gidilir; İmparatorun yaptırdığı yeni yol Sagalassos’u denzilere bağlar. İklim de bu dağlık bölgede bugün olduğundan daha ılık ve yağışlı hale gelir ve nüfus önemli ölçüde artar. Sagalassos’un seçkinleri bu ortamın sunduğu çeşitli olanakları ve ekonomik fırsatları görür. Pisidya’nın diğer kentlerinden farklı olarak Sagalassos’ta bir Roma kimliği benimsenir ve 1. yüzyılda Sagalassos altın çağını yaşar.

 

Augustus’un ardından gelen Roma İmparatoru Hadrian, Anadolu’yu en az üç defa ziyaret eder. Olasılıkla bu ziyaretlerden önce, Sagalassos’un geleceği için çok önemli etkileri olacak bir karar alır: Sagalassos’u Galatya Eyaleti yönetiminden alarak, Likya-Pamfilya Eyaleti’ne katar, Pisidya’nın imparatorluk kültür merkezi ve Pisidya nın birinci kenti ilan eder. Pisidya nın en önemli kenti oluşu resmi olarak ilan edilen Sagalassos, yeni bir altın çağa adım atar. Yoğun ekonomik hareketler ve büyük mimari projeler 3. yüzyıla dek sürer.

 

Sagalassos, Yüzyıllar süren Hellenleşme sürecinden ve Roma Dönemi nden sonra, dördüncü yüzyıl itibarıyla üçüncü büyük değişikliğe uğrar: Hristiyanlık kabul edilir. Önemli idari değişiklikler meydana gelir. Neredeyse 235 yıl ara verilen inşaat işleri 4. yüzyılda yeniden başlar. Kentin seçkinleri bu süreçte eskiye göre daha az etkindir. 5. yüzyıldan itibaren Sagalassos’ta Hıristiyanlaşma süreci kendini iyice belli eder. Ancak 6. Ve 7. yüzyıllarda meydana gelen üç olay, Sagalassos un giderek zayıf düşmesine neden olur. Her iki yüzyılın başında birer deprem yaşanır. Sonra da kenti veba salgını sarar.

 

Bundan sonra kentte yaşam 13. yüzyıla kadar tarıma dayalı olarak devam eder. 13. yüzyıla gelindiğinde Sagalassos’ta İskender Tepesi’ndeki son kale de Selçuklular tarafından yıkılır. Bunun yerine Selçuklu Türklerinin ovadaki yerleşimi Ağlasun gelişir.

Sagalassos’un 13. yüzyılda terk edilmesinin ardından, kentin harabeleri 1706 yılına kadar keşfedilmeden kalır.  Sagalassos’u XIV. Louis’nin görevlendirdiği Fransız diplomat P. Lucas 20 Kasım 1706’da yeniden keşfeder. Lucas, Sagalassos’un kalıntılarını ilk görüp yayınlayan Batılıdır, ancak kentin ismi o zaman bilinmemektedir. Harabelerin Sagalassos kentine ait olduğu ancak, kentteki ilk bilimsel araştırmaları yürüten Kont Lanckoroński’nin 1824’te bir yazıtı çözümlemeyi başardığında belirlenir.

19.yüzyıla gelindiğinde artık Sagalassos bilinen bir antik kenttir. Ancak Sagalassos, o sıralarda Türkiye’nin deniz kıyılarındaki büyük antik kentlerde başlayan kazıların gölgesinde kalır ve bir kez daha unutulmaya yüz tutar.

 

Yirminci yüzyıla gelindiğinde arkeologların yalnızca belirli yönlerini incelediği kentte, 1983 yılında Stephen Mitchell idaresinde bir geniş araştırma başlatılır da Marc Waelkens ın da katıldığı ve sonradan başkanlığını yürüttüğü yüzey araştırması dört yıl surer, ve 1990 yılında Marc Waelkens a Sagalassos ta kazı yapma ve kent topraklarında araştırma yürütme izni verilir.

 

Zeynep Atılgan Boneval