Kula’nın tarihi kasabasının daracık sokaklarının muhteşem Rum ve Osmanlı konaklarına ev sahipliği yaptığını ve burada anıtlar kurulu tarafından koruma altında 3500 tarihi ev olduğunu biliyor muydunuz?
Biz bilmiyorduk, ve Kula’nın labirent gibi daracık kıvrıla kıvrıla ilerleyen sokaklarında dolaşırken tarihi konaklarına hayran olduk.
Kula Tarihi Evleri
Kimi zaman sarı, mavi, kırmızı, yeşil, beyaz renklere boyanmış cumbalı restore edilmiş konakları gezdik, çoğu zaman da solmuş renkleri, kırık dökük kısımları ile harap gibi gözükse de işlemeli ahşaptan çatıları ve kapıları, ve de zamana meydan okuyarak ayakta duran mimarileri ile, ‘uyuyan güzel’ evler arasında dolaştık. Ve çok iyi korunmuş tarihi kent mimarisiyle zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahip Kula’nın aslında gizli kalmış bir cevher olduğuna karar verdik.
Kula’nın sokaklarında dolaşırken kimi zaman evlerin çatıları birbirlerine değecek kadar yakın, ya da üst üste biniyor. İşte Kula halkından ‘Öpüşen Çatılar’ lafını duyduğunuzda şaşırmayon. Daracık sokaklardaki birbirine yanaşık evlerin adeta birbirleri ile temas eden çatı saçaklarını tasvir etmek için böyle romantic bir deyiş uydurmuş Kula’lılar.
Kula’da aynı sokakta hem Rum hem de Türk evleri yan yana bulunuyor, ve bu aslında tarihte çok az örneği olan bir durum. Türk evleri tipik Osmanlı 18. Yy mimari örneklerinden. Türk evleri ahşap ve kerpiçten yapılmış genellikle iki katlı, ilk katında neredeyse hiç pencere olmayan evler, Evlerin giriş kapıları yüksek duvarlar ile çevrelenmiş avluya açılıyor. Bazı avlu kapılarında kapıyı açmadan, gelen kişileri görebilmek için demir pencereler eklenmiş. Büyük ailelerin yaşam tarzına uygun olarak yapılmış evin zemin katında mutfak, ahır ve kiler yer alıyor, üst katlarda günlük yaşamın geçtiği ve özenle döşenmiş baş ve köşk odaları var. Ahşap tavanlar işlemeli. Bu arada odalar günümüzdeki gibi oturma ve yatak odası diye ayrılmıyor. Her oda tüm amaçlar için kullanılıyor. Rum evlerinin giriş kapıları ise Türk evlerinden farklı olarak direk sokağa yola açılıyor ve merdiven ile sokağa iniliyor. Genellikle taştan yapılmış. Kapıları özenli işlemeler, güzel oymalarla süslenmiş. Evlerin dış cepheleri de ince ince işlenmiş. Bazı Rum evlerinde duvarlara cumbalara resimler işlenmiş yapılmış.
Tarihi Rum evleri bölgesinde gezmenizi tavsiye ettiğimiz yerler:
- Restore edilmiş Meryem Ana Kilisesi nefis bir halk kültür evi ve müzesine dönüştürülmüş.
- 1800’lere tarihlenen Tarihi Zabunlar Konağı, Kula maden sularını kuran ailenin konağı, Anemon Otelleri ve anıtlar kurulu tarafından restore edilmiş. Anemon otelleri zinciri tarafından sosyal sorumluluk projesi olarak 2008 yılında 13 odalı nefis bir butik konak otele dönüştürülmüş. Tarihi Kula bölgesinde kaliteli turizmin gelişmesinde öncü olan bu konağın avlusu, yemyeşil ağaçları, çiçekleri, kırlangıçları ve de serinliğiyle adeta bir cennet bahçesi. Üç katlı bu güzel ev Türk Evi örneği olarak gezilesi ve avlusunda bir kahve içilesi bir ev.
- Rum Doktor Arisi’nin evi ise bugün Kula’lı hanımların halı dokumacılığı yaptığı ve sergilediği bir konak.
- Kenan Evren’in doğduğu konak bugün Hanımeli Pazarı Nar Kafe olarak Kula’lı Kadın Kooperatifinin el işlerini yaptıkları, segiledikleri ve işlettikleri bir durak
- Tarihi Kestaneciler Konağı ise Türk Ev’i ismiyle Osmanlı dönemi yaşamı sergileyen gezilebilecek bir müze eve dönüştürülmüş.
- Eski Ruhban Okulu’nun dış cephesi restorasyondan geçirilmiş, bahçesindeki minik şapel ile birlikte görmeye değer görkemli bir bina.
- Zeytinli Konak, Beyler Evi, Zabun Hocanın Evi, restore edilmiş tarihi hastane binası görülmeye değer diğer konaklar. Beyler Evi’nin hemen yanındaki yeşil konaktaki amca el emeği göz nuru semerler yapıyor.
- ‘Öpüşen Çatıların’ bir sürü örneğine rastlayacaksınız sokaklarda yürürken, en güzel örnekleri Yörük Hasanların Halilağa Sok. ve onu kesen 84 Sok çıkmazı ve 133. Sokaklar üzerinde yer alıyor.
- Sokak üzerindeki motifli cumbalı ev ve yanındaki taş evi mutlaka görün.
Aslında kendinizi Kula Tarihi Evler bölgesinin sokaklarına bırakın, saatlerce Türkler ve Rumlar birliktee yan yana mutlulukla yaşadığı bu tarihi evlerin nefis mimarilerini hayranlıkla izleyerek keyifle dolaşabilirsiniz. Sonrasında Zabunlar Konağı – Anemon otelin avlusunda bir yorgunluk kahvesi içebilirsiniz.
Kula Lezzet Durakları:
- ‘Kula Güveci’ ve et ağırlıklı lezzetleri ile meşhur Kula’da iken nesilden nesile beldenin en kıymetli ve beğenilen restoranı olan Ekmekçioğlu Et Lokantasında yöresel yemekleri tatmanızı öneriyoruz.
- Ekşi Maya Kula Burak Ekmek’ten ekmek alabilirsiniz.
Kula Peribacaları
Kula’nın ayrıca dev bir Jeolojik mirasına ev sahipliği yaptığını biliyor musunuz?
Kula – Salihli Volkanik Jeoparkı, Türkiye’nin ve Avrupa’nın ilk ve tek UNESCO Jeoparklar Ağı üyesi olan, koruma altındaki muhteşem bir doğal ve tarihi hazine.
Önce bir Jeopark nedir onu hatırlayalım istedik: Yeryüzü şekilleri ve jeolojik özellikleri açısından uluslararası öneme sahip, koruma, eğitim ve sürdürülebilir kalkınma faaliyetlerinin gerçekleştirildiği, bütüncül bakış açısıyla yönetilen sınırları belli coğrafi alanlardır. İçerisinde çok sayıda jeosite ev sahipliği yapan Jeoparklar, bu jeositlerin korunup gelecek kuşaklara aktarılmasını amaçlayan birer koruma alanı; aynı zamanda yöre halkının sosyal ve kültürel kalkınmasını hedefleyen birer sürdürülebilir kalkınma alanıdır. Jeo mirasın korunmasının yanında Jeoparklar doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve doğal afetlerle ilgili risklerin azaltılması gibi konularda da toplumun bilinçlenmesini ve farkındalığının artırılmasını amaçlar.
Doğal, jeolojik, kültürel ve arkeolojik zenginlikleri barındıran Kula Salihli Jeoparkının toplam alanı 2320 km2. Yani Jeopark Manisa’nın Kula ve Salihli ilçelerinin idari sınırlarının bütününe yayılmış durumda.
Ve bu jeoparkta Kula ve çevresindeki peribacalarından karstik mağaralara, kanyonlardan volkan konilerine pek çok doğa harikası ve miras var: Kula Divlit Volkanik Park, Kurşunlu Çayı Vadisi, Adala Volkanik Kanyonu, Çakırca Bazalt Sütunları, Evciler Şist, Suuçtu Şelalesi, Tabak Deresi Dev Kazanları, Kısık (Mağara) Deresi Antik Taş Ocakları, Acısu Ofiyolitleri, Tmolos Depoları, Kaplan Divlit Volkan Konileri, Marmara Gölü, Üfürük Jeotermal Kaynağı, Sandal Divlit, Gediz Grabeni gibi Doğal Jeositleri, Tabduk Emre ve Yunus Emre Türbesi – Carullah Bin Süleyman Camii, Bağcılık Geleneği, Hoca Seyfeddin Köprüsü, Çamur Hamamları, Tarihi Kula Evleri, Kemer Mahallesi, Damatlı Mahallesi, Kız Köprüsü, Gökeyüp Çömlekçiliği, Eski Kollyda (Gölde) Köy Mimarisi Ve Sarnıçları ve Kurşunlu Kaplıcaları gibi Kültürel Jeositleri, Sardes Antik Kenti, Gymnasium, Sinagog, Artemis Tapınağı, Bintepeler tümülüs mezarları, Elekçitepe Kaya Mezarları, Thermai Thessos Kaplıcaları ve Kaya Heykelleri gibi Jeoarkeolojik cevherleri barındırıyor
2013 te Türkiye’nin ve Avrupa’nın ilk ve tek UNESCO Jeoparklar Ağı üyesi ilan edilmiş.
Jeopark hakkında daha detaylı bilgi için: Anasayfa | KULA – SALİHLİ UNESCO GLOBAL JEOPARKI (kulasalihligeopark.com)
Gelelim Kula Peri Bacalarına. Kapadokya’daki peri bacası oluşumlarının benzerleri volkanik özellikli jeolojik yapıya sahip Kula yakınlarında da mevcut. Birkaç seyir noktasında peri bacalarını görebiliyorsunuz, dilerseniz de 2 kilometrelik veya daha uzun vadi yürüyüşleri yapabiliyorsunuz. Gediz Nehri’nin üst kısmındaki ısı değişikliklerinin, vadi yamaçlarından inen sel suları, yağmur, rüzgar ve erozyonun etkisiyle, volkanik tüflerden oluşan kayalar aşınarak, doğal yollardan oluşan peri bacaları, Gediz Vadisi içinde, pastel tonlarda görkemli bir peyzaj oluşturuyor. Yüzlerce yıl içinde doğal etmenlerle oluşan bu gizemli yapılar, insanı, dünyanın varoluşu hakkında düşünmeye ve keşfetmeye sürüklüyor.
Divlit Yanardağı
İkiz konilerden oluşan Divlit tepeleri, Türkiye’nin sönmüş en genç yanardağı. Halk arasında “Küçük Divlit” denilen Demirköprü Baraj Gölü’nün 1 kilometre kıyısında yer alan biri büyük, diğeri küçük bu iki volkan konisinin gölünün mavi sularıyla birlikte görüntüsü gerçekten ilgin. Yöre halkı bu tepelere “Çakallar Tepesi” ya da “Divlittepe” diyor, Büyük koninin yamacında terk edilmiş Çakallar köyü yer alıyor. Kula volkanizmasının en genç oluşumu olan Divlitte lavların üzerinde 10-12 bin yıl önce yaşamış insanlara ait ayak izleri yer alıyor. Dilerseniz teperin belli bölümlerine tırmanabiliyorsunuz.
Taşyaran Vadisi
Taşyaran Vadisi şaşırtıcı güzellikler bir vadi. Büyük bir fay kırığı sonrasında, İmren Deresinin suyunun ve rüzgârın sert kayaçları binlerce yıl aşındırmasıyla kayalarda bir nakış gibi oluşturduğu bir doğal güzellik. Gerçekten kayaların kıvrım kıvrım şekilleri ile şaşırtıcı ve eşsiz doğa mucizelerinden birisi Taşyaran. Anadolu’nun en ilginç doğal güzelliklerinden birisi diye boşuna geçmiyor kaynaklarda. Vadiyi gezmenin iki yolu var. Taşvaran Vadisi diye gösteren üst tabelayı takip ederek aracınızla tırmanarak ulaştığınız bölge ücretli resmi ziyaret noktası.
Burada tepedeki seyir noktasını pas geçin, hiç üşenmeyin ve aşağıda kadar 200 basamaktan inin, nehrin kayalar üzerinde oluşturduğu şekilleri görün, kayaların üzerinde yürüyerek vadinin içlerine kadar ilerleyin. Ya da Taşvaran Vadisi diye gösteren üst tabelayı gördüğünüzde hemen yanından bir Toprak yol nehrin kıyısına kadar ilerliyor. Aracınızı oraya park edip nehrin içinden vadiye doğru dilediğiniz kadar yürüyerek kaya oluşumlarını seyredebilirsiniz.
YANIK ÜLKE BAĞLARI VE ŞARAPEVİ, VİLLA ESTET OTELİ VE LOKANTA ESTET
Yıllardır ziyaret etmek istediğimiz Yanık Ülke, bağlarla çevrili tepeler üzerinde kurulu bir masal şatosunu andıran bir bağ ve şarap evi, otel ve restoran. Uçsuz bucaksız manzaraları, kuş seslerinin, kırlangıçların, yasemin aromalarının eşlik ettiği nefis doğası, ve tabi ki harika şarapları, eşlikçi lezzetleri, görkemli mahzeni ve şaraphanesi ile bizi büyüledi Yanık Ülke.
Öncelikle Yanık Ülke ismi nereden geliyor, onu bir anlatayım. Burası, genç volkanları sebebi ile iki bin yıldır aktif bir doğa oluşumu olan Kula jeopark sahası içindeki tepelerde yer alıyor.
İÖ 63-İS 24 yılları arasında yaşamış, antik dönemin büyük coğrafyacısı Strabon’un ansiklopedik şaheseri olan ‘Coğrafya’ isimli kitabında, Kula’yı kömür karası bazalt taşlarından dolayı “Katakekaumene” yani “Yanık Ülke” olarak adlandırmış. Strabon Coğrafya kitabında bölgenin 2000 yıl önce nasıl sadece bağlarla kaplı olduğunu şöyle anlatıyor: “….bu sahayı geçtikten sonra Katakekaumene diyarına varılır. Bu memlekette, en kaliteli şaraplardan hiç bir eksiği olmayan “katakekaumenit” şarapların üretildiği asmalardan başka tek bir ağaç bile yoktur,” ve bu bağlardan elde edilen şarapların o günün Falarnea ve de Aminea gibi tanınmış İtalyan şaraplarından hiç de aşağı kalitede olmadığını söyler. Aynı kitabın 153.sayfasında ise “….Katakekaumene ülkesi hem zevk vermek hem de tıbbi amaç için kullanılan çok iyi cins şarap elde ederler ” olarak bahseder.
MÖ 70 – MS 15 yılları arasında yaşamış Roma’lı mimar ve mühendis Vitrivius ise meyvelerin değişik tatlarının yetiştikleri toprakların yapısına bağlı olduğu varsayımını ileri sürerken örnek olarak Katakekaumene şarabını belirtir.
MÖ 24 – MS 79 yılları arasında yaşamış Roma’lı doğa bilimci, yazar, denizci Plinius ise İtalyan yarımdası şaraplarının dışındaki yabancı şaraplar arasında Katakekaumenites’i anmaya değer olarak sayar.
İşte tüm bu kaynaklar, antik dönemin ünlü ve makbul şaraplarının bu topraklardaki bağlarda yetiştirilen üzümlerden elde edildiğinin kanıtı.
Tarihte bereketli bağları ve efsaneleşmiş şarapları ile anılan bu bölgenin coğrafyası ve teruarı gerçekten şaraplık üzüm yetiştirmek için ideal.
Çünkü, deniz seviyesinden 924 metre yükseklikteki Divlit Yanardağı yamaçlarının lav taşları üzerindeki bağlar, toprak kalitesi ve iklim etkisi ile çok verimli hale geliyor.
Volkanik karakterli, hafif ve orta alkali, tuzsuz, killi-tınlı Toprak, organik madde ve besin elementleri açısından çok zengin karakterde. Orta seviye su tutma kapasitesinde olduğu için asmalar çok güzel su çekebiliyor. Böylece yörede dengeli ve kaliteli üzümler oluşuyor.
Yakın tarihe kadar kara üzüm denilen üzüm ile yer bağları şeklinde yetiştirilen ve sabanla sürülüp, elle toplanan üzümler, teknoloji geliştikçe cazibesini kaybetmiş. Çünkü dimdik eğimli volkanik arazilerde ve kayalık topraklarda traktörlerler çalışamamış ve aşırı el emeği, alın teri gerektiren sürme işlemi bağcıları zorladığı için civardaki bağlar bir bir terk edilmiş.
Taa ki toprağa, bağlara ve şaraba tutkun Manisa’lı iş insanı İsmail Akçura civardaki tarihi bağlara ev sahipliği yapan eğimli arazileri bir bir toplayıp, bölgenin ünlü bağcılık ve şarapçılığını yeniden hayata döndürene kadar.
Ardından 2006-2008 yılları arasında şaraphaneyi inşa ediyor ve 2009 yılında ilk şarap üretiliyor. Hem de Strabon’un yörenin siyah volkanik topraklarını tarif ettiği Yanık Ülke ismiyle.
Yanık Ülke’yi kendisine isim alan şaraphane, aslında bir yandan çok orijinal bir isimle ilgi uyandırırken, diğer yandan bölgenin şarapçılık tarihindeki önemini yaşatarak, bir saygı duruşu sergiliyor.
Bugün 2000 dönüme yayılmış bağlarında yetiştirilen 16 çeşit üzümden yılda yaklaşık 650 ton yani 900.000 şişe şarap üretiliyor.
Yanık Ülke’nin bulunduğu tepe sadece şarap üretim tesisine değil, kurucusu İsmail Bey ve oğlu Oğuz Akçura’nın değerli vizyonu ile Villa Estet bağ oteline, Lokanta Estet restoran ve tadım alana ve de Sensus şarap butiğine ev sahipliği yapıyor. Bu sayede bağlarla, şarapçılıkla, doğayla, unutulmaz gün batımı manzaralarıyla hemhal olmuş nefis bir konaklama ve gastronomi deneyimi yaşıyorsunuz.
Bize bağları, mahzeni, şaraphaneyi gezdiren otel müdürü Kula’lı Yunus Bey, 2008 yılından beri aile ile birlikte Yanık Ülke’de. Bu da ailenin yerel bağlara, kültüre verdiği saygıyı ve önemi gösteriyor. Yunus Bey farklı üzümlerin ekili olduğu bağların her bir köşesine, yapılan şarap üretimine, fermentasyon, dinlendirme, saklama, şişeleme süreçlerine, ve de 30 çeşit farklı şarabın karakter özelliklerine, ayrıca restoran ve otelin de tüm servis akışına kadar hakim, bilgili ve yaptığı işi çok severek, tutkuyla yapan, gurur duyarak anlatan ve paylaşan birisi.
Biz Yanık Ülke’de muhteşem bir gün batımına nazır bir şarap tadımı yaptık, nefis bir akşam yemeği yedik, ferah, zevkli ve rahat odamızda bebekler gibi uyuduk, bağların arasındaki inişli çıkışlı patikalarda enfes manzaralara nazır bir saatlik sabah yürüyüşü yaptık, ardından yerel ve doğal lezzetler ile hazırlanmış kahvaltımızın tadına vardık, şaraphaneyi, mahzeni gezip, şarap butiğinde şarapları inceledik. Misafirperverliği, güleryüzü, işine olan sevgi ve bilgisi ile sarıp sarmalayarak ağırlayan ekip sayesinde yaşadığımız tüm deneyimler hafızalarımıza mutlu anılar olarak kazındı.
Yanık Ülke’ye ziyarete gitmişken hemen yakınındaki Kula tarihi evleri, Kula Peribacaları, Taşyaran Vadisini ve de yol üzerinde Sardes Antik Kentini de gezerek kendimize şahane bir tarih, doğa, gastronomi yolculuğu yaşatmış olduk.
Işte bu sebeple, bağların ve gün batımının muhteşem manzaralarının tadını çıkarmak, bağların hemen yanı başındaki mahzeni gezmek, şarap tadımı yapmak, Lokanta Estet’te keyifle yemek yemek, Villa Estet’te huzurla konaklamak, ve de civardaki doğal ve tarihi güzellikleri keşfedebilmek isteyenlere Yanık Ülke’yi gönülden tavsiye ediyorum.
İster günübirlik tadım için gidin isterseniz de Villa Estet Bağ Oteli’nde konaklayarak Yanık Ülke bağlarını, şaraphanesini, mahzenini, doğasını ve civar keşifleri deneyimleyin, mutlu kalacağınıza kefiliz.
Yanık Ülke Bağları ve Şarapları Hakkında
Yanık Ülke’nin yaklaşık 2000 dönümlük arazisinde 1500 dönüm ekili bağları bulunuyor.
Ve coğrafyası sebebiyle Yanık Ülke’ye has özel bir durum söz konusu. Divlit Yanardağı’nın kayalık volkanik yamaçlarında yer alan Yanık Ülke Bağları, aslında teruar olarak İtalya’nın Sicilya adasının Etna Yanardağı Bölgesi teruarı ile çok benzer.
Hatta bu sebeple Güney İtalya’ya has Nerello Mascaelse, Cataratto ve Nerello Cappuccio gibi üzüm çeşitleri sadece Türkiye’de burada yetişiyor.
Yanık Ülke’nin iki farklı bölgede bağları var, ilki Yanık Ülke’nin üzerinde bulunduğu bölgede, diğeri de yarım saat uzaklıktaki biraz daha alçak bir platoda yer alan Gürle bağları.
Bağlarda; yerli beyaz üzüm Narince, yerli kırmızı üzüm Boğazkere ve Öküzgözü’nün yanı sıra yabancı Chardonnay, Viognier, Muscat, Gewürztraminer, Cataratto beyaz üzümleri ve Syrah, Pinot Noir, Merlot, Cabernet Sauvıgnon, Cabernet Franc, Petit Verdot ve Türkiye de sadece bu topraklarda yetişen Nerello Mascalese ile Nerello Cappuccio kırmızı üzümleri ile birlikte 16 ayrı çeşit üzüm yetiştiriliyor
Tüm üzümler karakterlerine en uygun dikim aralıkları ile dikilerek yüksek kalitede mahsul vermesi sağlanmış. Beyaz üzüm çeşitleri için doğu-batı yönünde dikimler yapılarak istenilen serinlik, gelişim ve denge için ideal konumlama uygulanmış.
Tek kollu guyot budama sistemi uygulanan bağlarda hasat üzüm çeşidine göre Ağustos sonu başlayıp Kasım ayına kadar sürüyor.
Şarap yapım süreci ve Şaraphane
Bağlarda üzümler hasat edildikten sonra seyahat etmeden, doğrudan şaraphaneye alındıkları için (Şato usulü) üzümlerin karakterleri ve de aromatik özellikleri en iyi şekilde korunmuş oluyor.
Danışmanlar eşliğinde, özenli yetiştirme ve hasat sürecine, yine özenli gravite prensibi ile şarap yapım süreci eşlik ediyor.
Uluslararası standartlarda kurulmuş şaraphanede ısı kontrollü çelik fermantasyon ve saklama tankları ile fermentasyon sonrası dinlendirme için Radoux, Mercury, Sylvain, Nadalie marka Amerikan ve Fransız meşe fıçılar kullanılıyor.
Mahzen: Mahzenin tamamı Kapadokya bölgesinden getirtilen özel taşlarla yapılmış. Gözenekli yapısı sayesinde doğal bir yalıtım malzemesi olan bu taşlar, içinde dinlenen şaraplar için gerekli olan ideal ısı ve nem oranını muhafaza ediyor. Ve bu taşlar sayesinde başka bir iklimlendirme sistemine ihtiyaç duyulmuyor.
Mahzen de ayrıca bir şarap kütüphanesi de yer alıyor. Geçmişten bugüne yapılan bütün Yanık Ülke şaraplarının örneklerini saklayan bu bölüm bir yandan Yanık Ülke hafızası görevi görüyor, bir yandan da zaman geçtikçe şarapların yıllandırılma kapasitelerini test etmek için harika bir fırsat sunuyor.
Mahzen içinde yer alan 2 adet tadım odası Kapadokya’nın mağara odalarını andıran serin ve orijinal atmosferinde, 20-50 kişi arası tadım etkinlikleri düzenlemek için harika.
Şaraplar
Yanık Ülke’de 16 farklı üzüm çeşidinden 30 farklı şarap üretiliyor. Bizim tattığımız kırmızıları biraz anlatayım:
- Nerello Mascano: % 14 alkollü ancak tanensiz, yumuşak içimli, kırmızı meyve aromalı, çok hafif, özgün lezzette bir şaraptı. Salatalar ve mezeler ile içmek için ideal ferah bir kırmızı şarap
- Mahzen Merot: Orta tanenli, orta gövdeli, kırmızı meyve aromali, hafif mayhoş, dengeli, yumuşak içimli, orta kuvvetli güzel bir kırmızı.
- Mahzen Pinot Noir: Toprak hissini aldığımız Pinot Noir, Türkiye’de içtiğimiz örneklerine göre daha gövdeli, tanenli, alkolü yüksek, ancak bir yandan da diri bir şarap. 6 ay meşe fıçıda bekletilen bu şarap kekremsi tadıyla teruarın özelliklerini kendisine geçirmiş başarılı ve dengeli bir kırmızı.
- Mahzen Öküzgözü de bizi şaşırtan güzel bir kırmızı oldu. Orta-üst gövdeli, baharatlı, yoğun ve kuvvetli bir kırmızı.
- Mahzen Cabarnet Sauvignon: gövdeli, tanenli, yoğun bir kırmızı olan bu şarap sevdiğim bir Ynaık Ülke şarabı idi eskiden de. Kırmızı meyve, biber ve baharat aromalı, alkol, tat ve gövde yoğunluğuna rağmen dengeli, yıllandırılabililir güzel bir kırmızı.
- Miratus Oak Blend: Cabernet Franc, Petit Verdot, Boğazkere, ve Shiraz üzümlerinin 4’lü kupajı olan Miratus içind yer alan her üzüm kendi karakterine uygun olacak sürelerde ayrı ayrı meşe fıçılarda yıllandırılıp sonradan blend haline getirilip yeniden yıllandırılıyor. Toplamda iki ila üç yıl meşe fıçılarda geçiren bu şarapta meşe kokusunu çok net alıyorsunuz. Vanilya, karabiber, baharat gibi meyve aromaları hissettiğiniz şarap meşesi biraz fazla olsa da dengeli ve kuvvetli bir şarap
Yanık Ülke’nin Bordeaux blendi olan Cabernet Sauvignon, Merlot, Petit Verdot, ve Cabernet Franc kupajı Serendipity’yi, Cabernet Franc, Petit Verdot ve Pinot Noir üzümlerden yapılan Grand Reserve’ini ve de Shiraz Reserve’ini merak ediyor ve hevesle tatmayı bekliyorum.
Şarap Tadım: Yanık Ülke’de Lokanta Estet’te 3 veya 5 şarap seçkisinden oluşan ücretli tadımlar yapabiliyorsunuz.
Lokanta Estet
Tepenin yamacında, bağlara ve ovaları seyreden bir konumda, güllerle bezenmiş bir bahçenin içinde gün batımına nazır akşam yemeği gerçekten büyüleyici bir deneyim.
Menüde Burscetta, Caprese, peynir tabağı, salata gibi başlangıçlar, ev yapımı taze makarnalar, bahçesindeki taş fırında pişen nefis pizzalar, yine bahçedeki barbeküde pişen tavuk külbastı, kuzu gerdan güveç, ızgara antrikot gibi ana yemekler ve Kula’ya özgü güveçte dondurmalı Kula Helvası tatlısı gibi lezzetler yer alıyor.
Servis edilen ev yapımı ekmekler, reçeller, pekmezler ve de makarna çeşitleri Lokanta Estet’in mutfak ekibi tarafından organik mahsüller ile hazırlanıyor.
Kadeh olarak Yanık Ülke’nin çoğu şarabını tadabildiğiniz gibi, 3lü veya 5li tadım setlerini alabiliyorsunuz.
Biz Estet Pizza’ya bayıldık. Eşlikçi şaraplar için tadım notlarımı zaten yukarıda yazdım.
Organik, doğal ve yerel tazecik mahsuller ile hazırlanan kahvaltıları ve kahvaltıda rica ettiğimiz otlu peynirli omleti de gerçekten damaklara şenlik.
VİLLA ESTET BAĞ OTELİ “
Yanık Ülke bağları arasında yer alan Villa Estet, aslında Anemon otelleri zincirinin bir üyesi.
Anemon otelleri de, Manisa’lı Akçura ailesinden 3 kardeşin, ilk olarak Manisa’da yöreye değer katmak için başlattığı bir girişim.
Tamamen yerli ve yöresel olana sahip çıkan ve destekleyen bir misyon üstlenen Anemon’un bugün Türkiye’nin 20 şehrinde 26 oteli var.
Ağırlama ve hizmet anlayışı, Anadolu’nun misafirperverliğini, sıcakkanlığını, geniş gönüllülüğünü, yöresel kültürünü ve mutfağını en iyi şekilde misafirlerine deneyiletmek.
Ancak bunu yaparken modern bir gezginin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojiyi, rahat ve ferah tasarımlo ortamlar ile harmanlayarak sunuyor.
Yani geçmişin kültürünü geleceğe taşımak için doğru bir sentez yaratmış Anemon.
Anemon ismini de yine yörenin meşhur Manisa Lalesinden alıyor. Anemon çiçeğinin çok dokunaklı bir hikayesi de var: Suriye Kral Theias (ya da Kıbrıs Kralı Kinyras )ın, Myrrha ya da Smyrna adında bir kızı varmış . Tanrıça Aphrodite’nin lanetine uğrayan bu kız korkunç bir günah işlemiş. Bu korkunç günahı temizlemek isteyen baba kızını öldürmek amacıyla kılıcını çekerek üzerine yürümüş. Myrrha’ya acıyan tanrılar onu babasının elinden kurtarmak için bir mersin ağacına çevirmişler. Yaklaşık on ay sonra ağacın kabuğu çatlamış ve gövdesinden dünya güzeli bir bebek çıkmış. Çocuğun güzelliğine vurulan Aphrodite, büyüsün diye onu yeraltı tanrıçası Persephone’ye vermiş. Ama Persephone de çocuğa tutulmuş ve onu Aphrodite’ye geri vermeye yanaşmamış. Tanrılar arasında çıkan kavgaya yargıçlık eden Zeus, Adonis’in yılın dört ayı Persephone ve dört ayını Aphrodite’nin yanında, kalan zamanında istediği yerde geçirmesine karar vermiş. Adonis sekiz ay Aphrodite’nin yanında kalmayı seçince, tanrıçanın güzel delikanlıya olan aşkını kıskanan diğer tanrılar (Ares ya da Artemis ) Adonis’in üzerine bir yaban domuzu salmışlar. Kasığından yaralanan Adonis kanaya kanaya can vermiş. Toprağı sulayan kanından Anemon (Manisa Lalesi) denilen bahar çiçekleri bitmiş. O günden bu güne Manisa dağının eteklerinden bu laleler rengarenk açarlar.
Villa Estet de bir Anemon üyesi. Ancak Anemon’ların geleneksel tarzının biraz daha modernize edilmiş versiyonu.
Yanık Ülke bağları ve şaraphanesinin yer aldığı tepenin üzerinde inşa edilmiş otelde, modern ve rahat mobilyalarla döşenmiş geniş ve ferah odanızda manzaralara nazır dinlenebiliyor, sessizlik içinde huzurla uyuyup, kuş sesleri ile uyanıyorsunuz.
Ve ne büyük şans ki, gördüğünüz ilk güzellik, bağlardan gelen sabah esintisi ile yamaçlar boyunca göz alabildiğine uzanan asmalar.
Yanık Ülke bağları arasında nefis bir yürüyüş yapıp ardından bağlara nazır havuzda serinleyip güneşlenebiliyorsunuz.
Odanızın önündeki verandada ister sabah kahvesi ister akşamüzeri şarabı eşliğinde oturup manzaraları içinize çekerek kitabınızı okuyabiliyorsunuz.
Yanık Ülke Bağları’nın bağlarına hâkim konumu ile 16 odası olan Villa Estet’in her bir odası, bir üzüm cinsi ile isimlendirilmiş: Merlot, Boğazkere, Cabernet Sauvignon, Petit Verdot, Öküzgözü, Chardonnay.
Mimarisi, dekoru, atmosferi ile hem ortak alanlarında hem de odalarında ferah bir ortamı olan Villa Estet’te biz çok rahat ettik.
Geniş odamızda rahat koltuklarımızda kendimizi evde gibi hissettik.
Koridorlarda, salonda ve bahçede dolaşırken şarap ve zeytincilik kültürüne ait tarihi objeler ve antikalar da hoş dokunuşlar katıyor Villa Estet’e.
Ancak Villa Estet ‘sanat oteliyim’, ‘en lüks otelim’ gibi aşırı iddiası olan, resmi ve soğuk bir karaktere sahip değil.
Aksine doğayla harmanlanmış, ayakları yere basan, Anadolu kültüründe özümüzde olduğumuz gibi samimi, içten ve doğal.
Yanık Ülke’nin insana kendisini rahat hissettiren doğal atmosferi ve de sıcak hizmet anlayışını biz çok sevdik.
Manzaraları, rahatlığı, hoşluğu, atmosferi ve servisi düşünülünce fiyat kalite olarak da çok uygun bir konaklama durağı Villa Estet.
Odalarda mini barda yer alan Kula maden suyu, gazlı içecekler ve sular konaklamaya dahil.
Otele girerken şaşırmayın, Türk bayrağının yanında Sri Lanka bayrağı göreceksiniz, otelin sahibi Oğuz Bey aynı zamanda Sri Lanka konsolosluğu temsilcisiymiş.
SARDES ANTİK KENTİ
İzmir Kula yolu üzerinde yıllardır görmek istediğimiz bir cevher yatıyor: Sardes Antik Kenti.
Yörenin antik dönemlerdeki atası, insanlık tarihine para fenomenini kazandırmış, tarihteki ünlü Kral Yolunun başlangıcı olmuş ve Lidya Uygarlığı’na başkentlik yapmış Sardes Antik Kenti gerçekten tarihin çok önemli bir mihenk taşı.
Kazılar ile ortaya çıkartılan bölümü aslında ülkemizde belki en zengin antik kent olan Sardes’in çok az kısmı. Ancak gezebildiğiniz Gymnasium, Sinagog, Roma dükkanları ve Artemis Tapınağı ile epey etkileyici. Tüm bu kalıntıları ve de yolda ilerlerken göreceğiniz Sardes Antik Kentinin kral mezarlığı olan Bin Tepeler tümülüs mezar tepelerini görünce, zamanında ne kadar ihtişamlı ve zengin bir antik kent olduğunu hayal edebiliyor insan.
Manisa’nın Salihli ilçesinde yer alan Sardes antik kentindeki kazılardan çıkan buluntular Demir Çağı’na kazar uzanıyor.
Ancak Sardes’in en muhteşem dönemi, MÖ 1300’de kurulup MS 1200’de yıkıldığı dönem arası.
Tarihte devlet güvencesinde paranın ilk basıldığı yer Sardis Antik Kenti olarak belirtiliyor.
Ayrıca tarihteki ünlü Kral Yolunun başlangıcı.
Sardes bir yandan da tarihte bilinen ilk tiyatro kalıntılarına ev sahipliği yapmak igibi önemli bir değere sahip. Tiyatro kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.
Mezopotamya dışındaki en büyük savunma duvarı ile çevrili olduğu düşünülen Antik Kent ve çevresi M.Ö. 1.200-546 yılları arasında hüküm sürmüş Lidya Krallığı’nın başkenti olmuş.
Türkiye’nin belki de en zengin antik kenti dememin sebebi Sardes’teki kuvars ve altın madenleri.
Uzun süre değerli taş olarak kullanılmış turuncu kuvars taşının, antik çağlarda bu bölgeden çıkarıldığı biliniyor.
Hatta antik kentin isimi latincede kuvars taşının ismi olan “sard” kelimesinden geliyor.
Antik dönemde yörede bulunan kuvars ve altın bolluğu, ’derelerden altın akardı’ şeklinde belirtilmiş.
İşte bu madenleri sayesinde adı zenginlikle özdeşleşmiş olan Karun’un vatanı olmuş Sardes.
Azalmış olsa da hala burada kuvars taşı ve altın çıkarımı devam ediyor.
SARDES TARİHİ
M.Ö 7. yüzyıldan M.S 7. yüzyıla kadar ulaşım, idari ve ticari bakımdan Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri olan Sardes, verimli Gediz Ovası (antik çağlardaki ismiyle Hermus), dağlardaki yüksek yaylaları ve ormanları, etrafındaki çaylardan gelen içme suları, ele geçirilemez kalesi (Akropol) ile ayrıcalıklı bir şehirmiş.
Sart Çayı’ndan (antik çağlardaki ismiyle Paktolos) elde ettikleri doğal altın alüvyonu sayesinde Lidyalılar büyük bir servete kavuşup Anadolu’nun en zengin ve güçlü halkı hâline gelmişler.
Bu nedenle kent yüzyıllar boyunca Altın Sardes olarak anılmış. Sart’ın 7 km kuzeyinde bulunan kraliyet tümülüsleri (Bin Tepeler), bugün bizlere Lidyalılar’ın sahip olduğu serveti ve gücü gösteriyor.
Antik çağlarda ticaret yolları çok önemliymiş. Kral Yolu da tıpkı ünlü İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi antik dönemlerde ticaretin gelişmesinde önemli yer tutan ticaret yollarından birisi olmuş.
Kral Yolu batıda Sardes Antik Kenti ve Efes Antik Kenti‘nden başlayarak Persler’in başkenti Persepolis‘e kadar uzanıyor.
Kral Yolu ilk olarak Lidya Kralı Giges tarafından inşa edilmiş. M.Ö 5. yüzyılda Pers İmparatoru I. Darius zamanında onarılmış ve yeniden düzenlenmiş.
Günümüzde daha çok Pers Kral Yolu olarak tarihe mâl olmuş olsa da aslında Lidya ve Pers uygarlıklarının ortak eseri sayılabilir.
Lydia Devleti M.Ö 546 yılında yıkıldıktan sonra Sardes kenti Persler’in egemenliği altına girmiş.
Daha sonra Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Roma İmparatorluğu’nun, Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetine giren şehir önemli bir piskoposluk merkezi olmuş.
ANTİK SİKKELER
Saf altın ve saf gümüş olarak değerli sikkeleri ilk kullananlar Lidyalılar olmuş
Antik çağda aslanların doğrudan güneşe bakabileceğine inanıldığından, aslan aynı zamanda güneşin kişileşmesi olarak kabul edilirmiş. Ve aslanlar kralların sembolleri olup, kraliyet otoritesini gücünü temsil etmiş.
Lidya’nın başkenti Sardes’te şehri temsil eden kusursuz bir tasarımla darb edilmiş sikke, ön yüzünde gücü ve erkekliği simgeleyen sıçrayan bir aslan ve doğurganlığı temsil eden bir boğa ile karşı karşıya.
Yine ön yüzlerde aslan tasvirinin üzerinde güneş sembolü görülüyor.
Sikkelerin üretimi Kral Sadyattes ve Alyattes ile başlamış.
Pers Kralı I. Darius, Lidya kuşatmasından sonra aslan ve boğa tipi Lidya sikkelerini Pers kraliyet tasarımlarıyla değiştirerek bu Lidya’ya özgü aslanlu bu sikkelerin üretimine son vermiş.
Daha sonraki antik sikkeler üzerinde, taç giymiş kral Darius’un, elinde yay tutan şematik temsili tasvir edilmiş.
Sardes Antik Kenti’ndeki kazılardan çıkan sikkelerin ve diğer eserlerin bir kısmı Manisa etnografya müzesinde, çoğunluğu ise New York Metropolitan Müzesi’nde sergileniyor.
Sardes Gezilecek Yerler
Hamam-Gymnasion Kompleksi: Restorasyon ile ayağa kaldırılmış bu görkemli dev yekpare bina gerçekten etkileyici. Şehrin temiz suyu nedeniyle Roma İmparatoru Lucius Verius döneminde M.S 161 yılında hamam inşa edilmiş. Antik kentin sembolü haline gelen yapı kompleksi; hamam, avlu ve spor alanı olmak üzere 3 ana bölümden oluşuyormuş.
Sinagog: M.S 3. yüzyıla tarihlenen sinagog, antik çağların en büyük üçüncü havrası (sinagog) kabul ediliyor. Avlunun ortasında yer alan çeşme, Museviler’ce ibadet öncesi temizlik amaçlı kullanılıyormuş. Mermer masanın ayinlerde Tevrat tomarlarını koymak için kullanıldığı, oturma grubunun da cemaat için ayrıldığı sanılıyor. Sinagog’un zemini, bugüne kadar gördüğüm en çok ve farklı çeşitte mozaike ev sahipliği yapıyor.
Doğu Roma (Bizans) Dükkânları: Antik kentteki dükkânlar Bizans Dönemi’ne tarihleniyor. Kentin büyük mermerlerle kaplı ana caddesi Roma Caddesi boyunca bulunan dükkânların ısıtmaları termal sistem ile sağlanmış. Dükkânların içinde görülen pişmiş topraktan yapılı kalın su boruları içinden geçen termal sıcak su, kentteki havuzların doldurulması için kullanılmış. Bu özelliği ile Sardes Antik Kenti, termal su ile ilk ısıtmayı yapan kent olarak da öneme sahip.
Artemiz Tapınağı: Sart kasabasında Batı Anadolu’nun 7 tapınağından birisi olan ve çok önemli sayılan Artemis Tapınağı yer alıyor. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul edişine kadar önemini koruyan Artemis Tapınağı, depremlerle ve Hristiyanlığın kabulünden sonra oldukça zarar görmüş. İon düzeninde inşa edilen tapınağın günümüzde sadece 2 sütunu, tarihi kütüphane bölümünün bir kısmı ve kral tahtları hâlen ayakta duruyor.
Ancak sütunların altlarında yer alan yaprak işlemelerine dikkat edin. Gerçekten çok güzel ve çeşitli örnekler var. Tapınağın içinde bulunan Roman İmparatoru Antoninus Pius’un karısı Annia Galeria Faustina I heykelinin başı Londra’daki British Museum’da sergileniyor.
BİNTEPELER: SARDES ANTİK KENTİ TÜMÜLÜS MEZARLARI
Lidya tümülüs mezarlık alanı olan Bin Tepeler isimiyle anılan Sardes mezarları, dünyanın en büyük tümülüs alanı sayılıyor.
Sart’ın yaklaşık 5 km kuzeyinde “Bin Tepeler” ismiyle anılan bölgede yaklaşık 90 adet krala ve kent soylusuna ait mezardan oluşan Lidya kraliyet mezarlığı bulunuyor.
Mezarların üzerine irili ufaklı ve piramidi andıran yükseltiler inşa edilmiş.
Bu tür mezar karakteristiğine tümülüs adı veriliyor.
Lidyalılar tarafından İlk Çağ’da, M.Ö. 6. ya da 7. yüzyılda inşa edildiği düşünülen mezarların hemen hepsi İlk Çağ ve Orta Çağ’da tahrip edilmiş ya da yağmalanmış oldukları için içleri boş.
Bintepeler veya Bintepe Tümülüs Mezarlarının en büyük ve ünlü tümülüslerin Krezüs’ün babası Kral Alyattes ile Kral Gyges’e ait olduğu düşünülüyor.
355 metre çapında, 69 metre yüksekliğinde, çevre uzunluğu ise 1115 metre olan Alyattes tümülüsü, dünyadaki en büyük tümülüs mezarlarının arasında yer alıyor.
Bintepeler’de günümüze kadar korunabilmiş irili ufaklı 90 tane tümülüs var.
Akhisar-Salihli karayolunun her iki kenarında rahatlıkla görebiliyorsunuz Kral Mezarı tümülüs tepelerini.
Sardes Antik Kenti ve Bin Tepeler Lidya Tümülüsleri, UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici listesinde yer alıyor.
NİF BAĞLARI VE ŞARAPEVİ
Yıllardır şaraplarını çok severek içtiğimiz, şaraplarının yanı sıra değişen etiketlerine de bayıldığımız Nif bağlarını sonunda ziyaret etme şansı bulduk.
Nif şaraplarının yolculuğu 2004 yılında, Özcan Ailesi’nin üç kuşak boyunca Kemalpaşa – İzmir’de sürdürdüğü bağcılık kültürünü gelecek kuşaklara taşıma ve girişimlerini dünyaya tanıtma arzusuyla başlamış.
Öyle büyülü manzaralara nazır bir bağ ve şarap evi ki Nif, etrafı doğa harikası Bozdağ, Çal Dağı ve Nif Dağı’yla çevrili, ve tüm yamaçlar sıra sıra dizilmiş alabildiğine bağlarla kaplı. Tüm bağlar ve doğal alanlar arasında yürüyüş yapabileceğiniz nefis te bir yürüyüş parkuru yer alıyor Nif’te.
Nif’in ismi de hem yörenin tarihine bir saygı duruşu hem de çok romantik bir anlam taşıyor: Kemalpaşa’nın Orta Çağ’daki ismi olan Nymphaion. Nymphaion ‘Su ve Orman Perisi’ anlamına geliyor.
İşte Nif te bize bu toprakların lezzetini, verimini ve bereketini sunan bir peri gibi.
Antik Çağ ismi Tmolos olan ve şarap tanrısı Dionysos’un memleketi olarak anılan Bozdağlar’ın eşsiz terruarı, tarihler boyu bağcılık ve şarapçılık için bu toprakları tercih edenleri doğrular nitelikteymiş.
Nif te bu geleneği devam ettiriyor.
Nif’in bağlarının bulunduğu toprak ve terruar şaraplık üzüm yetiştiriciliği için ideal. Bağlar Bozdağlar’dan taşınan alüvyonların oluşturduğu mineral zengini eğimli tepelere kurulmuş. Hassas bir kil, kireç, kum ve çakıl dengesine sahip toprak yapısı ise üzümlerin kalitesini ve verimini arttırıyor.
Nif bağlarındaki üretim tesisi, restoran ve tadım odasını görünce mimarisine hayran kalmamak mümkün değil.
Bağların ortasında, cam ve betonun modern bir harmanını yansıtan yüksek tavanlı görkemli bina gerçekten çok etkileyici.
‘Şarapların korunduğu ve üretildiği yerde bu kadar çok cam ısı sorunu yaratmaz mı?’ diye düşünüyor insan. Ancak ustalıkla inşa edilmiş bir mimari söz konusu.
Nif’in kurucusu 79 yaşındaki Hamit Özcan’ın aslen bir cam fabrikası sahibi. Öyle bir camlı mimari uyguluyor ve cam türü kullanıyor ki, güneş ışınlarını en aza indiriyor.
Böylece 22 tonluk dinlenme tanklarına hiç güneş çarpmıyor.
Evet yanlış okumadınız, 22 ton! Türkiyedeki en büyük dinlenme tankları Nif’te yer alıyor.
Çiftçi aileden gelen Hamit Bey ayrıca bir traktör sevdalısı.
Ve Nif şaraphanesinin tadım salonunda ve bahçelerinde harika bir nostaljik traktör koleksiyonu yer alıyor.
Birbirinden renkli ve güzel bu antika traktörlerin hepsi çok oirijinal ve sevimli.
Ayrıca şaraphanenin çeşitli yerlerinde Türk sanatçıların eserlerini de göreceksiniz.
Tüm bu ince düşünülmüş dokunuşlar, Nif’in bu toprağa ve kültüre ait olanı korumaya ve paylaşmaya gösterdiği özenin ürünü.
Ailenin ve Nif’in genç kuşak temsilcisi Gaye Özcan’ın vizyonu ve azmi Nif bağları ve şaraplarında kendisini gösteriyor.
Gaye Hanım henüz yirmili yaşlarındayken ‘burada sadece Bordeaux üzümleri ekilirse başarılı olur’ diyen ısrar eden şarap uzmanlarına meydan okuyarak, Montepulciano ve Sangiovese gibi İtalyan üzümleri ekme cesareti göstermiş.
Ve azimle bu üzümlere gözü gibi bakmış. Şimdi Türkiye’de bu İtalyan üzümleri ile yapılan en güzel şarapları üretetek, toprağına olan inancının ve kararlılığının karşılığını alıyor.
“Şarap bağda yapılır” ilkesini benimseyen Nif Bağları, doğaya ve tüketicisine duyduğu sonsuz sorumluluk ve saygıdan ötürü, “iyi tarım”uygulamalarını izleyerek, bağlarda hiçbir zehirli kimyasal kullanmıyor.
Şarap yapımında kükürt kullanılmadığı için de şaraplar ertesi gün baş ağrısı ve ağırlık yapmıyor.
Nif Bağları’nın önoloji ve vitikültür uzmanları, asmaların potansiyelini en üst noktada gösterebilmesi için bağlarda “düşük verim” sistemi uygulayarak, her bir asma ile tek tek ilgilenip, sadece Nif’in kendi bağında yetişen üzümlerden üretim yapıyorlar.
Şarap yapımında Fransız ve Türk şarap önolog ve winemakerlar birlikte çalışıyor. gravity flow sistemini temel alan şarap üretiminde, Perseus serisi hariç tüm kırmızılar en az 8 ay meşe fıçıda beklerken, reserveler 24-36 ay arası meşe fıçılarda bekliyor.
Nif Şaraphanesi’nin içinde yer alan Nif Gastro ve Wine Bar, ferah konumuyla, bağların ve gül fidanlarının ötesindeki Nif Vadisi’ne uzanan manzarasıyla gönülleri ferahlatıyor.
Nif’in kendi bahçesinden toplanan ve hiçbir kimyasal kullanılmadan yetiştirilen taze, yerel mahsuller ile hazırlanan bir menüsü var.
Tabi ki menu şarap uzmanı ve restoran şefi tarafından şarabın en iyi eşlikçi lezzetlerini sunacak şekilde düzenlenmiş.
Az evvel Nif’in değişen yeni etiketlerine bayıldığımızı söylemiştim:
Nif serisi etiketlerinin birer hikayesi var: Nif Bornova Misketi, gölden çıkan su perisi Nimpheus’u temsil ediyor. Nif Montepulciano & Shiraz kupajının etiketi ise Halilbeyli köyünde çiftçi olan Nif’in kurucusunun temsili. Nif Solaris Beyaz ve Montepulciano Rose’nin etiketileri de birer başka peri temsili.
Aegean Serisi Nif bağlarının da içinde bulunduğu yörede bulunan antik şaraphanenin kalıntılarının coğrafi konumunu tasarımlaştırarak etiketine taşımış bir seri.
Şarap Tadım Notları:
16 çeşit şarabı var Nif’in: Perseus giriş seviyesi, Aegean bir üst seviye, daha sonra Nif serisi ve Nif Reserve’ler geliyor. Biz Nif’i ziyaretimizden önce, gövdeli ve dengeli bir kırmızı olan Nif Montepulciano & Shiraz’ı çok beğenerek içiyorduk.
- Nif Sangiovese Kırmızı: nar, kiraz, kırmızı meyve aromalı, orta gövdeli, yumuşak ve kolay içimli hafif bir kırmızı.
- Perseus Sangiovese & Shiraz Blend Kırmızı: orta gövdeli, gayet doygun, gözyaşları olan, şaşırtıcı seviyede güzel bir kupaj, fiyat kalite oranı çok iyi.
- Nif Solaris Beyaz: Türkiye’de sadece Nif bağlarında yetişen, erken olgunlaşan bir Alman üzümü. Şu anda meşe fıçılarda test ediliyor. Orta gövdeli, asit seviyesi yüksekçe, sarı meyveler ayvamsı ekşimsi aromalar bırakan, dinç, canlı ve meyvemsi bir şarap. Güçlü aromalı ama yumuşak içimli olan Solaris deniz mahsulleri ile ideal eşleşebilecek bir beyaz şarap. Altın ve gümüş madalyaları var.
- Nif Viognier Beyaz: Burunda ayva, portakal kabuğu ve elma aromalarının yanı sıra bitkisel notalar barındıran, gövdeli, canlı, kalıcı ve yeşil limon bitişli bir beyaz.
- Nif Montepulciano, Sangiovese ve Grenache Rose: Türkiyede Montepulciano üzümünden yapılan tek rose. Kiraz, çilek ve gül aromasına sahip, damakta mineral, çiçeksi ve meyvemsi tatlar bırakan yumuşak bir rose.
- Nif Reserve Montepulciano ve Nif Reserve Shiraz şarapları ise Nif’in imza kırmızıları. İnşallah en kısa zamanda tatmayı diliyoruz.
Nif’te tadım ücretsiz. Bu aslında Nif’in şarap kültürünü geliştirmek ve şaraplarını paylaşmak için duyduğu istek ve kararlılığı gösteriyor.
Bize yardımcı olan Hüseyin Genç isimli tadım görevlisi, öyle güzel bir tadım yaptırdı, hem tesisleri hem de şarapları öyle güzel anlattı ki bize, Nif’e, bağlarına olan sevgisi ve saygısını bizzat hissettik.
Hep söylüyorum, şarap snob işi değil , herşey gibi o da paylaştıkça güzel. Nif’e vino-kültüre kattığı özenli ve zarif değerler için teşekkürler.
Nif Bağları Yürüyüş Rotası
Zeynep Atılgan Boneval
Dilerseniz diğer İç Ege Keşiflerimizi de okuyabilirsiniz.
İç Ege bölgesinde yepyeni keşifler yaptık 5 gün boyunca. Muhteşem antik kentler, kalıntılar ve de doğa harikaları gördük, şahane bağ evleri ziyaret ettik, nefis şaraplar içtik.
Denizden karaya içeri girildiği için insan sıcaklık ve kuraklıktan çekiniyor. Ancak içerilere girdikçe yükselen bir platoda ilerlediğiniz için yayla etkisi ile hava ferahlıyor ve serinliyor.
Ayrıca yüksek platolar yağmur aldığı ve dereler ile beslendiği için doğa ve toprak çok verimli. Yolculuğumuzun tamamı yemyeşil bağlar, zeytinler, kirazlar, meyve ağaçları ve mısırları seyrederek geçti. Alçalıp yükselen dağlardan taraça taraça inen tüm topraklar taa tepelere kadar bağ, bahçe, ağaçlık, ekinlik. Üçgen yükselen dağlara, rastgele bir patchwork gibi yamanmış dikdörtgen tarlaların görüntüsü adeta bir Cezanne tablosu gibi. Meğer ne cevherler varmış bu rotada…
İç Ege Bölgesi keşiflerimizi, birkaç farklı haftasonu gezisi olarak 3 farklı rota altında derledim. Arzu edenler tabi ki bizim gibi hepsini birleştirebilir:
- Laodikya, Hieropolis, Pamukkale Travertenleri, Tripolis ve Buldan Rotası – İç Ege Keşifleri Rota www.yolculukterapisi.com/laodikyahieropolispamukkaletripolisbuldanicegekesifleri1
- Çal Bağ Yolu ve Şarap Evleri, Apollon Tapınağı, Kaklık Mağarası, Clandras Köprüsü, Ulubey Kanyonu – İç Ege Keşifleri Rota www.yolculukterapisi.com/calbagyoluapollonkaklikclandrasulubeyicege2
- Kula Tarihi Evleri ve Peri Bacaları, Taşyaran Vadisi, Yanık Ülke Bağları, Sardes Antik Kenti, Nif Bağları – İç Ege Keşifleri Rota www.yolculukterapisi.com/kulayanikulkesardesnificege3
- Ayrıca sadece gastronomi meraklıkları için İç Ege Bölgesinde bugüne kadar ziyaret ettiğimiz bağ evlerinden oluşan bir İç Ege Bağ Rotası yazısı da hazırladım: yolculukterapisi.com/icegebagrotasi