Laodikya, Hieropolis, Pamukkale Travertenleri, Tripolis ve Buldan Rotası – İç Ege Keşifleri 1. Rota

İç Ege bölgesinde yepyeni keşifler yaptık 5 gün boyunca. Muhteşem antik kentler, kalıntılar ve de doğa harikaları gördük, şahane bağ evleri ziyaret ettik, nefis şaraplar içtik.

 

Denizden karaya içeri girildiği için insan sıcaklık ve kuraklıktan çekiniyor. Ancak içerilere girdikçe yükselen bir platoda ilerlediğiniz için yayla etkisi ile hava ferahlıyor ve serinliyor. 

 

Ayrıca yüksek platolar yağmur aldığı ve dereler ile beslendiği için doğa ve  toprak çok verimli. Yolculuğumuzun tamamı yemyeşil bağlar, zeytinler, kirazlar, meyve ağaçları ve mısırları seyrederek geçti. Alçalıp yükselen dağlardan taraça taraça inen tüm topraklar taa tepelere kadar bağ, bahçe, ağaçlık, ekinlik. Üçgen yükselen dağlara, rastgele bir patchwork gibi yamanmış dikdörtgen tarlaların görüntüsü adeta bir Cezanne tablosu gibi. Meğer ne cevherler varmış bu rotada…

İç Ege Bölgesi keşiflerimizi, birkaç farklı haftasonu gezisi olarak 3 farklı rota altında derledim. Arzu edenler tabi ki bizim gibi hepsini birleştirebilir:

 

Laodikya, Hieropolis, Pamukkale Travertenleri, Tripolis ve Buldan Rotası – İç Ege Keşifleri 1. Rota

Pamukkale’nin aslında muhteşem bir antik kent olan Hieropolis’in içinde yer aldığını biliyor muydunuz? Peki tam karşı tepesinde gizli bir hazine olan Laodikya isimli başka bir görkemli antik kentin  yer aldığını? El dokuması Buldan Bezini duymuşsunuzdur mutlaka, peki Buldan’ın tarihi kasabasının restore edilmiş evleri ile keyifle gezilecek bir durak olduğunu biliyor musunuz?  Gelin tek tek anlatayım size bu rotadaki keşiflerimizi.

     

Türkiye’nin Dokuma İlçesi: Buldan

Denizli’nin küçücük bir ilçesi olan Buldan kumaşları ve ipeği ile yüzyıllardır adından söz ettiren bir dokuma ve tekstil cenneti. İpekböceği yetiştiriciliğinin çok gelişmiş olduğu Buldan yöresi, ipeği işlemekte ustalaşmış el dokuma teknikleri geliştirmiş bir yöre.

İç Ege‘de Denizli’den 42 km önce yer alan Buldan’da ilk yerleşim M.Ö. 2. yy’a dayanıyor. Sırasıyla Persler, Frigler, Siluslar, Lidyalılar, Hititler, Romalılar, Bizanslar ve Osmanlılar idaresinde olan beldede, zaman içinde dokumacılık öyle gelişmiş ki, Osmanlı Sarayının dokuma ihtiyacının önemli bir bölümü buradan karşılanırmış

14.yüzyılda İbni Batuda’nın ‘Orada pamuktan altın işlemeli kumaş imal olunur ki başka örneği yoktur. kaliteli pamuğun kuvvetli eğrilmiş olması nedenıyle dokumaları uzun ömürlüdür. Bu kumaş beldenin ismiyle anılır’ dediği  Buldan bezi ve Buldan dokumacılığının ustalığının tarihe düşülmüş notu.

 

Osmanoğullarının henüz Bursa’ya yerleşmeden Germiyanoğullarının aracılığı ile Buldan’dan kumaş temin ettiği, Osmanlı Devletinin kuruluşundan sonra da sarayın dokuma ihtiyacının bir kısmı Buldandan sağladığı biliniyor.

 

Ertuğrul Gazi’nin içliği, Barbaros’un şalı, Padişah Genç Osman’ın gömleği Buldan’ da dokunmuş ve bugün Topkapı Sarayı Müzesinde sergileniyor. 

İşte dokumacılığı ve işlemeciliği ile ününü duyurmuş Buldan tarihi kasabası, dik bir tepeye doğru yükselen yokuşlar üzerine yan yana inşa edilmiş konaklardan oluşuyor. En tepelere doğru çıktığınızda evlerin mimarisinin hem bulunduğu tepenin ve hem de yan evin şekline göre modifiye edildiğini ve de birbirine sımsıkı yapışan dizi dizi evlerin sanki tepeleri bir kale gibi ördüğünü görüyorsunuz. Şimdi yarısından çoğu terk edilmiş iki veya üç katlı tarihi konakların alt katları eskiden dokuma atölyeleriymiş. Ancak restore edilmiş evlerin yer aldığı Dokumacılar Sokağında ve dik yokuşlu dar sokaklarında gezintiye çıktığınızda, evlerden gelen dokuma tezgahlarının tıkır tıkır seslerini ara ara duyuyorsunuz.

 

Buldan’da keşifler restore edilmiş ve ağırlıklı olarak sarı mavi renklere boyanmış ahşap cumbalı tarihi Buldan konaklarının dizildiği Dokuma Pazarı Caddesi (Hamam Boğazı Caddesi) nden başlıyor. Tarihi konakların alt katlarında yan yana ve karşışıklı yer alan dükkanlarda, dokuma atölyeleri ve Buldan Bezinden yapılma tekstil ürünleri satan dükkanlar bulunuyor.  Ayrıca Hepsi Sanat isimli çok tatlı bir tasarım atölyesi var, el işi objeler yer alıyor.

 

Ana caddeden biraz ara yokuşlara girerseniz, daha da güzel keşifler var.

Ziyaret ettiğimiz Veyra El Dokuma atölyesinin sahibi Veysel Bey bize  Buldan dokumasının inceliklerini anlatırken, tezgahın nasıl çalıştığını gösterdi. 80 yıllık dokuma tezgahı eşinin dokumacı olan babasından miras kalmış. Kendisi el dokumacılığını devam ettiren nadir zanaatkarlardan.

Laodikya Antik Kentinde yapılan kazılar sırasında 2000 yıllık el tezgahları bulunması bu coğrafyada el dokumacılığının tarihinin ne kadar eskiye dayandığını gösteriyor.

 

Veysel Bey’in sıkı ipek dokuma tekniği ile çalıştırdığı tezgahı 980 ipliği birden işliyor. Tezgah içiçe geçen ahşap kolları, ayakları, ipleri ile öyle karmaşık ve meşakkatli bir görünütye sahip ki, sanki el dokuması bir uzay mekiği indirmek kadar zor bir iş görüntüsü taşıyor. Tüm ipleri hazırlamak iki gün, kirkeç hazırlamak iki gün, bobinleri hazırlamak iki gün, desene göre iplerin geçme sırasını hazırlamak birkaç gün, düşünürseniz daha dokumaya başlamak 1 hafta sürüyormuş. Sonra elleri ve ayak pedalları ile kumanda ederek ipeği dokumak ve yağmur damlası, elmas baklava gibi desenleri ortaya çıkarmak saatler süren yorucu bir iş. Dijital makinalar çıktıktan sonra, el dokuması tezgahların bir haftada dokluduğunu bir saatte üretmeye başlayınca yapmaya, bu el emeği göz nuru zanaat yok olmaya yüz tutmuş.

Veyra El Dokuma’da Veysel Bey’in tezgahta Buldan kumaşını ellediğinizde gerçekten yumuşaklığıyla hemen farkını hissettiriyor.

Buldan’ın Osmanlı döneminde şehzadelerin gelinlikleri ve padişahların gömleklerini dokuyup işlediğinden bahsetmiştim. Dokumacılığın yanı sıra işlemecilik te çok önemli bir zanaat Buldan’da. Buldan’ın en genç işleme ustası olan Kens Pillows’un sahibi Kenan Bey bize Osmanlı döneminde Buldan’ın, sıvama denilen sarı işleme tekniği ile ipeğin ince ince işlendiği dokumacılık türüyle ünlendiğini anlatıyor ve çok güzel sıvama işleme örnekleri gösteriyor..

 

14 yaşından beri kasnak makinası işlemecilik zanaatini icra ediyor. Çalıştığı 149 yıllık alttan kollu Cornelly marka dikiş makinası, kalemi ters tutma mantığı ile çalışıyor. Doğaçlama ve çizim kullanmadan tüm işlemelerini yapıyor.

 

1900’lerin başında Türkiye’ye gelen bu makinalar Buldan’da her evde yerini buluyor, kına gecelerinde giyilen bindalların üstündeki işlemelerden folkör kıyafetleri işlemelerine, şile bezi işlemeleri, fiskoslar hepsi bu makinalarda Buldan’da işleniyor.

 

Kenan Bey bize işleme tekniklerini göstermenin yanı sıra bir dakikadan kısa bir sürede ismimi  yazarak desenle çerçeve içine aldı. Kendisi artık bu tarihi makinayı, modern desenlerle yastık kılıflar işleyecek şekilde kullanıyor. Ve gerçekten çok özgün, hoş renki tasarımlarda el işlemesi yastık kılıfları var dükkanında.

 

Tarihte Buldan dokuma ve işlemelerinde, Türk dokuma geleneğine uygun olarak motifler Lale, Karanfil gibi geometrik bitki ve çiçek ağırlıklı. Renklere ise kırmızı (bayrak), sarı ve beyaz (sarık ve iç çamaşırı için) hakim. 1779 yılına kadar Buldan’da dokumacılık, el tezgahlarında yapılmış, 1951 yılından başlayarak motorlu tezgahlar kullanılmaya başlanmış. Bugün halen bazı ipekli türdeki ince kumaşlar, peştamal, örtü türü dokumalar el tezgahlarında dokunuyor.

Biraz tırmanmayı göze alırsanız, Buldan’ın başka güzel keşifleri de var. Restore edilmiş iki tarihi konak ziyarete açık.

 

İlki Talat Tarakçı Konağı. 1800’lerin başında inşa edilmiş konak, eski belediye başkanı Talat Tarakçı’nın doğup büyüdüğü konak. Denizli Belediyesi tarafından 2019 da restore edilmiş konak gerçekten çok enteresan bir mimariye sahip.

 

Behçet Uz Konağı ise 200 senelik bir konak. Buldan’da doğup doktorluk eğitimi için İzmir’e göçmüş ve zamanında Sağlık Bakanlığı da yapmış çocuk doktor ve siyasetçi olan Behçet Uz’a adanımış bu konak.

 

Aslında bu iki konak da restore edilirken butik otel olabilecek şekilde  dekore edilmiş. Zaman zaman festivallere ve etkinliklere gelen sanatçılar ve bürokratlar ağırlanıyormuş.

 

Yeni belediyenin konakları butik otel konaklaması için faaliyete geçireceği söyleniyor. Eğer konaklar böyle bir konaklama hizmeti sunarsa, Buldan’a büyük değer katarlar.

Genellikle Haziran aylarında Buldan Dokuma Kültür ve El Sanatları Festivali düzenleniyor. 2024 yılında da 21-23 Haziran ‘da düzenlenecek.

 

Başka tarihi bir binadan müzeye dönüştürülmüş Belküm ise, tarihi dokuma tezgahlarının, dikiş makinalarının ve işlemelerin sergilendiği bir alan.

Buldan bezinden ve de pamuk, müslin ve keten gibi kumaşlardan incecik, yumuşacık, tiril tiril peştemallar, havlular, elbiseler, yastık kılıfları, yatak takımları, masa örtüleri  ve çeşit çeşit tekstil ürünleri almak isterseniz; Dokuma Pazarı Caddesi dükkanlarını ve 14 Mayıs caddesi üzerinde yer alan Buldan Dokumacılar Çarşısının dükkanlarını dolaşabilirsiniz.

 

Kahve Molası: Dokuma Pazarı Caddesi’nde bebek kıyafetleri satan Lililand mağazasının üst katındaki Cafe Lililand‘de bir kahve molası verebilirsiniz. Terasından tarihi Buldan konakları ve kasabasını izleme şansınız var. 

 

Öğle Yemeği: Buldan Pide Simit Evi‘nde Buldan Otlu Pidesi yiyebilirsiniz. Ispanak, maydanoz, ısırgan otu, pırasa, peynir ve zeytinyağından yapılan pide çok lezzetli. Yanında Denizli’nin meşhur Zafer Gazozu‘nu içmeyi unutmayın. Yemeğin üstüne Buldan’a özgü tahinli, yarısı bal-ceviz yarısı şekerli çörek tarzı bir tatlı yiyebilirsiniz.  

Buldan’a özgü diğer lezzetler ise: 

  • Çörekdolması : Dolma, bayat ekmek kıyma ve ceviz ile yapılan, asma yaprağının üstünde fırınlanan lezzetli bir dolma.
  • Oğmaç: Peynir, soğan ve kuru yufkanın kırıntıları ile hazırlanıyor.
  • Göce: Sarımsaklı yoğurt ve özellikle kaynamış taşdeğirmen buğdayından yapılıyor.
  • Balcan Soğan: biber ve patlıcan közde pişiriliyor, daha sonra peynir, soğan, nar ekşisi ve domatesle birlikte dürüm yapılıyor.
  • Çağladürümü: Havanda dövülen taze çitlembik ile çağla, yeşil soğan, peynir, zeytin ve haşlanan yumurta ile dürüm yapılıyor.
  • Buldansimidi: Simit daha sıcakken ikiye kesilerek içine tereyağı ekleniyor ve hafif bir şekilde tuzlanarak yeniyor.

  

     

TRIPOLIS ANTİK KENTİ

Hiçbir bilgimiz ve beklentimiz olmadan tabelaları görerek ziyaret ettiğimiz Tripolis kenti bizi şaşırttı ve Agora, Hamam, Kilise kalıntıları ile etkiledi.

 

‘Tripolis Antik Kenti; Menderes Nehri kıyısında yamaç üzerine kurulmuştur. Batıya ve kuzeye açılan vadilerle Ege’ye güneydoğusundaki Çürüksu Ovası ve vadileri ile İç Anadolu ve Akdeniz’e ulaşımı bulunan antik kentlerden birisidir. Kentin güneyinde Çürüksu Vadisi’nde kurulmuş olan çağdaşı Laodikeia’ya 30 kilometre, Hierapolis’e ise 20 kilometre uzaklıktadır. Kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu daha sonra Geç Helenistik Dönem’de Tripolis olarak adlandırıldığı ve ilk kuruluşunun M.Ö. 1. yy. da Lidya Devleti zamanında olduğuna ilişkin belgelere rastlanılmaktadır.

Tripolis, Lidya şehirleri arasında yer almasına karşın Frigya ve Karya bölgelerine ulaşımı sağlayan önemli sınır, ticaret ve tarım merkezlerinden biri görünümündedir. Menderes Nehri ile Çürüksu Çayı’nın bereketlendirdiği, Çürüksu Ovası’nın büyük bir bölümüne hakim kentlerden biri olup, kuruluş biçimiyle ve şehircilik anlayışı ile yörenin en zengin kentleri arasında yer almaktadır. Tripolis’in ilk kuruluşunun Lidyalılar zamanında olmasına karşın, yüzeydeki kalıntılar uslup olarak Roma ve Bizans dönemi mimari özelliklerini ve yapı örneklerini göstermektedir. Tripolis Antik Kenti İ.Ö. II. yüzyıl sonları ile İ.S. I. yyüzyıl ortalarında ve IV. yüzyıl ortalarında birçok deprem ve savaşlara sahne olduğundan çok tahrip olmuştur. Kent en görkemli dönemini Roma Devri’nde yaşamıştır.’

Lidya, Frigya, Karya bölgelerinin kesişim noktasında olduğu için 3 medeniyetin halkları için de önemli bir sınır, ticaret ve tarım merkezi olmuış Tripolis. 

 

Menderes nehri kıyısında kurulduğu için de ismi antik kaynaklarda “Meandrol’un kıyısındaki Tripolis” olarak geçiyor.

 

Tripolis’in bir kent olarak geçmişi önce MÖ 1. yy’da Lidya daha sonra da Helenistik Dönem’e dayansa  da, kentin çevresindeki yüzey araştırmalarından elde edilen arkeolojik bulgular bölgedeki yerleşimin günümüzden 5000 yıl öncesine kadar gittiğini kanıtlıyor.

 

MÖ 133’te Tripolis, Roma Cumhuriyeti’ne bağlanmış, 

 

M.S. 6. yy. sonu- 7. yy. başında Anadolu toprakları üzerinde etkili olan Sasani Akınlarıyla Tripolis’in yaklaşık 5 km. kuzeyindeki Direbol’a ve daha korunaklı dağ yamaçlarına taşınmış. M.S. 7. yy. ın başında gerçekleşen bu zorunlu göçün ardından kentte şu anki veriler dahilinde 13. yy. a kadar bir yerleşim izine rastlanmamış. 

Tripolis 13 yy. ın ilk yarısında Bizanslılar ile Türkler arasında birkaç kez el değiştirir. 1429’da Osmanlı hakimiyetine girer.

 

Şarap, bölgenin önemli ekonomik kaynaklarından biridir. Tripolis’te yapılan yüzey araştırmalarında MS 1-7. yüzyıllar arasına tarihlendirilen seramik parçaları ve yapıların üst örtüsünde kullanılan çatı kiremit parçaları bulunmuş. Ayrıca zeytinyağı ve şarap üretiminde kullanılan kireç taşından bir ezme taşı da bulunmuş.

TRİPOLİS’İN BAŞLICA YAPILARI:

  • Tripolis’in sütunlu caddesi üzerinde, 2012 yılı kazı çalışmalarında Tripolislejantlı bir sikke bulunmuş, sikkenin ön yüzünde Dionysos tasviri, diğer yüzünde ise ‘ΤΡΙΠΟΛΕ-ΙΤΩΝ’ (TRIPOLE-ITON) yazısı var. 
  • Ayrıca antik kentte zemini mozaiklerle bezeli bir konut yer alıyor.
  • Antik kenti gezerken modern diyebileceğimiz bir su kanal sisteminin tüm kenti döndüğünü göreceksiniz. ,
  • sütunlu caddesi ve sütunları ile Roma dükkanları ve Agoraya çıkan gerçekten çok etkileyici.

  • Tripolis Hamamı:Tripolis Tiyatrosu’nun 200 metre batısında bir düzlük üzerinde bulunmaktadır. Geç dönemde kenti çeviren sur duvarının dışında kalmıştır. Yapıya ait yüzeydeki kalıntılardan beş bölümü tespit etmek mümkündür. Her bölüm kendi arasında tonozlarla ve büyük nişlerle geçildiğine dair kemer izleri bulunmaktadır. Alt yapısı ve duvarlarının kesme traverten blok taşlardan, kemer ve tonozların da ise aynı malzemeyle tamamlandığı anlaşılmaktadır. Hamam, tipik Roma Hamamı geleneğinin bir örneğidir.
  • Şehir Binası: Hamamın yaklaşık 200 metre güneyinde yer almaktadır. Üst yapısı tamamen yıkılmıştır. 40X65 metre ölçülerinde büyük bir yapıdır. Temel duvarları çok geniştir. Yapının batı duvarına bitişik sur duvarı devam etmektedir. Yapı Roma Mimari karakteri göstermektedir.
  • Apsisli Yapı: Şehir Binası ile tiyatro arasındadır. Dikdörtgen planlı yapının kuzey duvarının iç kısmı apsisli olduğundan bu ad verilmiştir. Yapının üst bölümü tamamen yıkılmış harap durumdadır.
  • Kale ve Surlar:Tripolis Geç Roma ve Bizans Dönemi’nde sur ile çevrilmiştir. Eğimli arazide kurulan kentin surları yer yer burçlarla, gözetleme kuleleri ve kalın duvarlarla desteklenmiştir. Tiyatroya bitişik devam eden sur, kentin kuzeyindeki en yüksek tepede kule ile birleşir. Kule hem savunmaya hem de gelecek düşman tehlikesini gözetlemeye yöneliktir.
  • Su Yolları: Tripolis Antik Kenti her ne kadar Menderes Nehri kenarında kurulmuş olsa bile, kentin ihtiyacını karşılayacak olan gerekli su, kente 25 kilometre uzaklıkta bulunan şimdiki Güney İlçesi yakınındaki kaynaktan temin edilmiştir. Kaynak ile Tripolis arası dağlık ve engebeli arazi olduğundan bu güzergahta su yortusunu, tünel, künk ve kemer izlerinin kalıntıları bulunmaktadır.
  • Nekropol:Antik Tripolis Kenti’nin doğu ve güney yamaçları Nekropol olarak kullanılmıştır.

  • Tripolis Tiyatrosu:Daha kazılar ile ortaya çıkartılmamış bir yapı. Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun inşa edilmiş, Roma mimari tarzında yapılmıştır. Tiyatro üç bölümden oluşmaktadır.
    • Cavea: Yarım daire şeklinde olup, üç diazoma ile bölünmüştür. Tonoz çıkışları caveanın üst kısımlarında ve yanlarda yer almaktadır. Oturma kademeleri büyük mermer taşlardan yapılmıştır. Yaklaşık 8 bin kişi alabilecek kapasitededir. Orkestra: Cavea’nın oturma kademeleri ve malzemeleri ile tamamen toprak altındadır. Scene (Sahne ve Sahne Binası): Sahne binasının üst yapısı iç ve dış kısımlara doğru yıkılmış harap durumdadır. Sahne binasına ait sağ ve sol istinat duvarlarının az bir kısmı yüzeyde görülmektedir.

 

 

      

HİEROPOLİS ANTİK KENTİ VE PAMUKKALE TRAVERTENLERİ

 

Muhteşem bir doğa oluşumu olan Pamukkale travertenlerinin aslında çok büyük ve önemli bir antik kent olan Hieropolis’in içinde yer aldığını biliyor muydunuz?

 

HİEROPOLİS ANTİK KENTİ

Pamukkale Travertenlerinden tepelere doğru uzanan Hieropolis Antik Kenti, arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları sonucu ortaya çıkartılmış tiyatro, kapılar, sütunlu cadde, tapınak, heykel gibi birçok kalıntısı ve müzesi ile gerçekten çok etkileyici bir antik kent.  

Tamamını ziyaret etmek  isteyenler için ilk önerim rehberli tur almaları. Rehber eşliğinde antik kentin içinde golf arabaları ile farklı ziyaret noktalarını rahatça sıcaktan etkilenmeden gezmek ve de derinlemesine bilgi almak en iyisi. Eğewr kendimiz gezmek istiyoruz derseniz de Kuzey Kapısındaki otoparka araçlarını park etmelerini ve tepede Nekropol ile başlayarak yokuş aşağı ilerleyerek Pamukkale travertenlerine uzanan antik kent kalıntılarını gezmenizi, Pamukkale travertenlerinden istediğiniz kadar vakit geçirdiikten sonra da Hieropolis müze  meydanından kalkan minibüsler ile yukarıdaki otoparka dönmenizi tavsiye ederim.

Hierapolis içerisinde en etkileyici duraklar:

  • Roma döneminden kalma nefes kesen muhteşem tiyatro,
  • deniz tanrısı Poseidon ve Amphitrite’nin oğlu Triton’a adanmış antik çeşme,
  • Antik Kentin tarihi Roma hamamları binası içinde yer alan, kazılardan çıkan lahitleri, heykelleri ve seramik, sikke gibi buluntuları sergileyen Hieropolis Arkeoloji Müzesi
  • Nekropol kent mezarları
  • Roma ve Bizans dönemlerinden izler taşıyan sütunlu caddesi

 

Hierapolis’i pek çok antik şehirden ayıran etkileyici bir bilgi ise Apollon Tapınım alanının hemen alt kısmında kalan Plütonyum.

 

Ölüler dünyasının girişi olduğuna inanılan Plütonyum, Plüton (Hades)’un ve eşi tanrıça Persephone’nin evi olan yer altı dünyasına açılır. Hieropolis Plütonyum’u yer altı dünyasına adanan az sayıdaki tapınaktan birisi. Ancak burada böyle bir tapınağın bulunması tesadüfi değil.

Tarihin ünlü coğrafyacısı Strabon’un verdiği bilgiye göre, pagan inanışının hakim olduğu antik çağda Hierapolis’teki termal suların kaynağı olan mağaradan çıkan gaz, oraya yaklaşan canlıları öldürürmüş. Bu nedenle mağara, mitolojide yer altı dünyasının hükümdarı Plüton’un cehenneminin giriş kapısı olarak kabul edilirmiş. 

 

Bugün biliyoruz ki buradan çıkan gaz, yerin derinliklerinden gelen ve bol miktarda kalsiyum barındıran suyun, basınç altında yüzeye çıkması sonucu içindeki karbondioksidin uçmasıyla ortaya çıkıyor ve dolayısı ile soluyan canlıları zehirliyor.

 

Hierapolis Müzesinde şarap tanrısı Dionysos’a ait önemli bir tarihi eser yer alıyor. Müzede sergilenen, antik kentin 10 km kuzeyindeki Karahayıt’ta bulunan Karahayıt Kabartması’nda üç figür yer alıyor: Sağda Efes Artemis kült heykeli, solda Hierapolis’in baş tanrısı Apollon Kitharodos ve Dionysos’un tokalaşırken tasviri. Bu sembolik anlaşmanın, yörenin önemli kentlerinden Dionysopolis ve çevresinin yönetiminin Apollon’un baş tanrı olduğu Hierapolis’e geçmesi olduğu düşünülüyor. Bu anlaşma da Anadolu’nun en saygın tanrıçası Efes Artemis’inin huzurunda yapılıyor.

Hieropolis antik kenti içinde yer alan yüzülebilen antik termal havuz bizim için pek bir anlam taşımadı açıkçası.  M.S. 7. yy da yaşanan deprem sonrası şehrin ortasında oluşmuş bir çukura dolan termal sularla içinde kentin yıkılmış sütunları olan doğal bir havuz oluşmuş..Suyu sıcak olduğu için yaz kış girilebiliyor. Ancak epey kalabalık oluyor.

 

Pamukkale Hierapolis Antik Kenti, travertenler ile birlikte 1988 yılında UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Miras Listesi’e alınmış.  Hieropolis’te Müze Kart geçerli. 

 

 

HİEROPOLİS TARİHİ

Antik coğrafyacı Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolisin bir Frigya kenti olduğunu ileri sürüyor.

Antik kaynaklarda, kentin Helenistik Dönem öncesi adı ile ilgili bir bilgi bulunmuyor ancak Hierapolis olarak adlandırılmadan önce kentte bir yaşamın var olduğunu Ana Tanrıça kültünden dolayı biliniyor.

 

Kentin kuruluşu hakkında bilgiler kısıtlı ancak; M.Ö. 2. Yüzyılında Bergama Krallarından II. Eumenes tarafından MÖ II. YY. başlarında kurulduğu ve Bergamanın efsanevi kahramanı Telephosun karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı biliniyor.

 

Hierapolis Antik Kenti Hem Roma döneminde hem de Bizans hakimiyetinde önemli bir şehir olmuş.

 

MS 80’de İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Phillippus ‘un burada öldürülmesi ve mezarının da burada bulunması sebebiyle, Hristiyanlar açısından kutsal bir kent. Özellikle MS 4. Yy’dan itibaren kent önemli bir Hristiyanlık merkezine dönüşmüş. 

 

Bizans Dönemin de Piskoposluk merkezi olan Hierapolis, zengin tarım bölgesinde, ticaret yolları üzerinde, ve de şifalı suları olduğu için çok güçlü bir tarım, ticaret ve tedavi merkezi olmuş.

 

  1. 7yy’daki büyük depremle tahrip olmuş ve yavaş yavaş dağılarak kimliğini kaybetmiş. 12.yy da küçük bir kasaba haline gelmiş, 12. yy. dan sonra Anadolu Selçuklu hakimiyetine girip 14 yy daki depremden sonra tamamen terkedilmiş.

 Hierapolis Antik Kenti Yapıları

  • Hierapolis Tiyatrosu: Büyük yapı dört ada üzerine inşa edilmiştir. Dik olan cavea diazoma’dan iki kısma bölünmüştür, dikey olarak 9 cuneusa Summa cavea galerisi ile 8 basamak yerleştirilmiştir Ima caveanın (alt basamaklar) orta kısmı, proedria için mermer bir exedra şeklinde düzenlenmiş, yüksek arkalıklı, arslan ayaklı oturaklar, kentin önemli kişileri içindir. Sahne binası, logeion ve geniş bir sahne arkasına sahiptir ve skene ile bağlantılıdır. Skene fronsun üç düzeni mermer monolit sütunlar tarafından podium üzerine oturmakta ve burada Apollon ve Artemis’e adanmış, bezeli korniş bulunmaktadır. Bu görkemli yapı, İmparator Septimius Severus zamanında İS III. yüzyılda, önceki evreyi (Flavius Dönemi) içine alarak ve yok ederek inşa edilmiştir. Geç Roma Dönemi’ne kadar kullanılmış, bunu arkhitravının alt yüzüne, İS 352 yılına tarihli ve skene fronsun onarımını yazıttan anlaşılmaktadır.
  • Büyük Hamam Kompleksi: Bugün masif duvarları ve bazı tonozları ayakta kalabilmiş olan yapının iç mekanlarının mermerle kaplı olduğuna dair izler bulunmaktadır. Hamamın planı diğer tipik Roma hamamları gibidir. Önce girişte büyük avlu, iki yanında büyük holler bulunan kapalı dikdörtgen bir alan ve daha sonraları bulunan esas hamam yapısı yer alır. Palaestranin yan kanatlarında, biri güneyde, diğeri kuzeyde olan iki büyük hol imparatora ve törenlere ayrılmıştır. Hamam kompleksinin kalıntıları MS. II. yüzyıla tarihlenir. Büyük hole bitişik tonozlu kapalı mekanlar günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.
  • Frontinus Caddesi: Mimari özelliklerinden dolayı, kapı ile birlikte yapıldığı düşünülen 14 metre genişliğindeki bu cadde (plateia), kentin ana caddesini oluşturmaktadır.
  • Agora: MS 60 yılında meydana gelen depremden sonra Frontinus Caddesi, ile doğudaki tepenin yamaçları arasında geniş bir alanda değişim sonucu Hierapolis Ticaret Agorası olarak düzenlenmiştir.
  • Kuzey Bizans Kapısı: Hierapolis kentinde yapılan sur sistemine dahil olan Kuzey kapı MS IV. yüzyıl sonuna tarihlenmektedir.
  • Güney Bizans Kapısı: MS IV. yüzyılda inşa edilmiştir. Traverten bloklar ve içinde mermerinde bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır.
  • Gymnasium: Sütun dizisi üzerinde yapının gymnasium olduğuna işaret eden yazıtlı bir arşitrav parçası dikkat çeker.
  • Tritonlu Çeşme Binası: Tritonlu Çeşme Binası, Apollon Tapınağı’nın yakınlarındaki çeşme binasıyla beraber şehirdeki iki büyük anıtsal binadan biridir.
  • İon Sütun Başlıklı Ev: Ev tiyatroya giden ikincil uzun bir yol üzerinde bulunmaktadır. Orijinal yapı MS II. yüzyıl olarak tarihlenmektedir.
  • Latrina: Depremde yıkılmış olan bu yapı yıkıntı halinde tüm parçaları ile günümüze ulaşmıştır. Uzun mekânın tabanında lağım sularını caddedeki kanalizasyona taşıyan kanal bulunmaktadır. İç duvar boyunca oturmak için yapılmış, üzerinde delikler bulunan bir seki yer alır, pis suları taşıyan kanalın önüne sıhhi ihtiyaçlar için bir temiz su kanalı yapılmıştır.
  • Apollon Kutsal Alanı: Anıtsal yapı Hierapolis’in en önemli tanrısına adanmıştır. Podium da işaret edilen iç kısımdaki yapı daha önce tapınak şeklinde tanımlanmıştı ancak daha sonra yapılan çalışmalar neticesinde kehanet merkezi olduğu anlaşılmıştır.
  • Plutonium: Plutonium’un girişi, tapınağın sağ tarafındadır.
  • Su Kanalları ve Nympheumlar: Çevredeki tepelere inşa edilmiş kanallardan oluşan iki aquadükt kente içme suyunu sağlamaktadır.
  • Surlar: MS V. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun diğer kentlerinde de olduğu gibi, Hierapolis de MS. 396’da çıkarılan bir kanuna göre kuzey, güney ve doğu yönlerinde surlarla çevrilmiştir.
  • Katedral: Hierapolis Antik Kenti’nin en önemli Hristiyan kült yapılarındandır. Yapı, plateiaya narteks ve atrium ile açılmaktadır. Sağdaki kapıdan vaftiz mekanına girilir, dörtgen planlı, apsisli mekan, sütunlar ile 3 nefe ayrılmıştır, apsisli bölümde yuvarlak, mermer kaplama levhalı, iki yanında merdivenleri olan vaftiz teknesi yer alır. Saçaklık, kadınların oturduğu bölüme ait ikinci sütun dizisi tarafından taşınıyordu. Apsis içte yuvarlak dışta çok kenarlı bir plana sahiptir. Ana apsisin içinde, ayin sırasında papazların ve piskoposun oturduğu konsantrik merdiven, synthronon, yer alır. Yapı planı bize orta çağ onarımları ile İ.S. VI. yüzyılın birinci yarısına tarihlememizi sağlar.
  • Aziz Philippus Martriumu: Hierapolis Antik Kenti’nin eşsiz termal suları ile bir şifa kaynağı görülmesinin yanı sıra, hem Pagan dönemlerinde hem de Hristiyanlık döneminde kutsal kent sayılmıştır. Bunun nedeni de İS 80 yıllarında Hierapolis’e Hristiyanlığı yaymaya gelen ve Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Philippus’un burada çarmıha gerilerek öldürülmesidir. İS 4. yüzyılda Hristiyanlık resmi din olduktan sonra Aziz Plilippus adına öldürüldüğü yerde bir şehitlik yapılmıştır. Dini ve ruhi tedavi merkezi olarak yapılan yapı sekizgen planlıdır. Ortasındaki mermer kaplı alanda da Aziz Philippus’un mezarı vardır. Bizans Dönemi’ndeki surun dışında kalan bu merkeze geniş ve uzun merdivenlerle çıkılır. Yapıya yaklaşan son bölümdeki merdivenlerin sağında Ayazma çeşme yapısı vardır. Yaklaşık 20 metre çapındaki sekizgen bölümün üstü kurşun kaplanmış bir kubbe ile örtülmüştür. Yapıda dua edilmesi için küçük şapeller mevcuttur. Sekizgen bölümün tabanı mermer, koridor ve bağlı bölümlerin tabanı bitkisel motifli mozaik ile odaların tabanı traverten, halkın kaldığı dış odaların tabanı ise sıkıştırılmış topraktır. Günümüzde de birçok kilise Aziz Philippus bayramını kutlayıp ayin düzenlemektedir.

 

   

PAMUKKALE TRAVERTENLERİ

Taraça taraça inen bembeyaz travertenleri ile gerçekten etkileyici bir doğa harikası Pamukkale.

 

Hiearpolis antik kentinin üzerinde yükseldiği, 2.700 metre uzunluğunda, 600 metre genişliğinde ve 160 metre yüksekliğinde binlerce yıllık jeolojik bir mucizenin ürünü olan beyaz bir traverten kalesi Pamukkale.

 

Oluşumu şöyleymiş: içinde yüksek miktarda kalsiyum hidro-karbonat bulunan suyun, havadaki oksijen ile olan teması sırasında karbondioksit ve karbonmonoksit uçuyor ve dibe kalsiyum karbonat çöküyor. Ve bu sayede beyaz travertenler kat kat teras biçimli havuzlar meydana getiriyor.

Doğa, bize bu sayede bembeyaz su havuzu setlerinden oluşan bir doğa harikası olan Pamukkale’yi hediye ediyor.

 

İçerisinde yer alan Hierapolis antik kenti ile birlikte, dünyadaki en güzel traverten örneklerinden birisi olan Pamukkale UNESCO Dünya Miras Listesi’nde. Ve senede 2 milyon misafir ağırlıyor.

 

Pamukkale travertenleri görsel zenginliğin yanı sıra suyunun kalp rahatsızlıkları, romatizma, sindirim, solunum, dolaşım ve deri rahatsızlıklarına iyi geldiği söyleniyor. Bu sebeple de ziyaretçisi çok.

Pamukkale’yi kalabalıklardan uzak ziyaret etmek ve traverten havuzlarında yürümek istiyorsanız sobnahar ve kış günleri gün batımı vakti bizce en güzel zaman.

 Travertenlere çıplak ayak ile giriliyor ve travertenlerin kararmaması için birçok bölgesinde suyu kestiklerinden yüzülebilecek açık havuz alanı çok kısıtlı, ancak travertenler üzerinden aşağı kapıya kadar yürüyebilirsiniz. 

 

 

 

    

LAODIKEIA ANTİK KENTİ

Pamukkale travertenleri ve Hieropolis Antik Kentinin tam karşı tepesinde gizli bir hazine olan Laodikya isimli başka bir görkemli antik kentin yer aldığını biliyor musunuz?

 

Laodikya gerçekten Türkiye’nin en önemli antik kentlerinden birisi.

 

Biz akşamüzeri gün batımına doğru gezdik ve gerçekten bu dev antik kentten büyülendik.

 

Kentin adı antik kaynaklarda “Lykos’un kıyısındaki Laodikeia” olarak geçiyor

Antik kentin üzerine kurulduğu toprakların tarihi MÖ 5500’lere uzanıyor. Yaşlı Plinius, Laodikeia’nın adının önce Diospolis – Zeus’un  (Tanrıların)  Şehri olduğunu söyler. Ancak bir rüya ve aşk şehrin adını değiştirir.

 

Kenti, MÖ 3. Yüzyılda yeniden kuran Seleukoslar Kralı II. Antiokhos bir Apollon sözcüsü aracılığı ile gördüğü rüyayı yorumlatır. Rüyasında, Zeus tekrar kurduğu kente sevgili eşi Laodike’nin adını vermesini öğütlemiştir. Böylece şehrin adı Laodikeia olur.

 

Şehir Karia, Lidya, Frigya’nın kesişim bölgesinde, ticaret yolları üzerine kurulmuş, stratejik öneme sahip büyük bir yerleşke. Bu nedenle yüzlerce yıl pek çok uygarlığın hakimiyeti altına girmiş. 

 

MÖ 190’da bölgenin kaderini değiştiren bir savaş çıkmış, şehrin hakimiyeti Pergamon (Bergama) Krallığına, MÖ 133’te de krallığın bağlı olduğu Roma Cumhuriyetine geçmiş.

Laodikeia MÖ I. yüzyılda Anadolu’nun en önemli ve ünlü kentlerinden birisi olmuş. Kentteki büyük sanat eserleri bu döneme ait.

 

Romalılar da Laodikeia’ya özel bir önem vermişler ve Kibyra (Gölhisar-Horzum) Conventus’unun merkezi yapmışlar.  İmparator Caracalla zamanında Laodikeia’da bir seri kaliteli sikke basılmış. Laodikeia halkının da katkılarıyla kentte çok sayıda anıtsal yapı yapılmış.

 

Coğrafyanın babası Strabon’un yazdıklarına göre ‘Laodikeia’da kuzguni siyah renkli yünü çok yumuşak bir cins koyun yetiştirilir, bu koyunların yünleri Miletos (Balat)’ta yetiştirilen koyunlarınkinden dahi üstündür, bu sayede Laodikeialılar büyük gelirler elde ederler. Laodikeia’da dokunan ve “Trimita” adıyla bilinen tunikler o denli ünlüymüş ki kent bir dönem “Trimitaria” olarak anılmış.’ Denizli ve çevresindeki büyük tekstil sektörünün köklerini çok da uzakta aramamak lazım.

 

MS 313’te Hristiyanlara özgürlük verilmiş. Laodikeia Hıristiyanlık âlemi için de çok önemli bir kent olmuş. İncil’de adı geçen Yedi Asya Kenti’nden birisi de Laodikeia. Bu nedenle kent onursal ilk “Yedi Kiliseler Birliği” unvanına layık görülmüş. Kentteki Laodikeia Kilisesi bu dönemde inşa edilmiş.

 

MS 60 yılında meydana gelen çok büyük bir deprem, kenti yerle bir etmiş.

MS 300’ler, 400’ler ve 600’lerde meydana gelen depremlerle sürekli yıkıma uğrayan şehir Arap akınları ve su yollarının zarar görmesi de eklenince terkedilmiştir. MS 7. Yüzyıldan sonra Denizli / Kaleiçi Laodikeia’nın bir parçası olmuş. Bölge 1206’da Türk kontrolüne geçmiş. 

 

Şarap, Laodikeia’lıların günlük hayatında önemli bir yere sahipmiş. 2008’de aydınlatma direği dikmek için kazılan bir alanda, antik şarap imalathanesi, satış yerleri ve tadım odaları bulunmuş. Tadım alanında ortada bir havuz, etrafında ise oturma yerleri mevcut. Ortaya çıkarılan yazıtlarda imal edilen şarapların bu kuyularda saklandığı ve soğutulduğu, yaz-kış şarapların 17 derecede saklandığı ve ikram edildiği öğrenilmiş. Laodikeia’lıların MS 4.-5. Yüzyılda şarap dolabını icat ettiklerini söylemek yanlış olmaz.

 

2011’deki kazılarda zenginlere heykeller yapan üst düzey bir heykel atölyesi keşfedilmiş. Bu atölyeden çıkan kalıntılar arasında Dionysos’a ait bir heykel, Dionysos’un mahiyetinde yer alan, su perileri nifler, menadlar ve satirlerin heykel ve kabartmaları ortaya çıkarılmış. Ortaya çıkartılan heykellerden birisi ise mitolojik dönemde kırların ve çobanların koruyucusu olarak görülen Pan, heykeli dans ederken tasvir etmişler.

 

Binlerce yıla yayılan zengin hikayesi ile bu antik şehir keşfedilmeye değer.

 

Laodikeia’nın Yapıları

Laodikya’da birçok yapı ve kalıntı yer alıyor, hepsi hakkında bilgi isterseniz Yapılar – Laodikeia (pau.edu.tr) linkinden okuyabilirsiniz. Ben burada en etkilendiklerimiz hakkındaki bilgileri derledim:

  • (Batı) Küçük Tiyatro: Büyük tiyatronun 300 metre kadar kuzeybatısında yer almaktadır. Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun olarak, Roma tarzında inşa edilmiştir. Yaklaşık 15.000 kişi alabilecek büyüklüktedir. Kazılar ve restorasyonlar ile tiyatro ortaya çıkartılmış durumda.
  • (Kuzey) Büyük Tiyatro: Antik kentin kuzeydoğu tarafında, Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun olarak Roma inşa tarzında yapılmıştır. Yaklaşık 20.000 kişiliktir. Örtülü halde.

  • Laodikeia Kilisesi: Bu kilise ‘Küçük Asya’nın yani Anadolu’nun ilk 7 kilisesinden biri (The Seven Churches of Asia Minor). İncil’de de bahsedilen bir kilise olmasından dolayı çok kutsal bir yer. Hristiyanlar için ‘Hac Merkezi’ olmuş bir yapı. Yılın belirli dönemlerinde ayinler düzenleniyor. 2010 yılındaki kazılarda tespit edilen Laodikeia Kilisesi, Roma İmparatoru Büyük Constantinus döneminde (MS 306-337) inşa edilmiş. 313 yılındaki Milano Fermanı ile Hristiyanlığın serbest bırakılmasından sonra yapılmış. Laodikeia Kilisesi ızgara sistemindeki (hippodomik) plana göre kentin Kuzeydoğu bölümüne konumlandırılmıştır. Kent planlaması açısından merkezi bir konuma sahip olan yapı, Tapınak A’nın hemen doğusunda, Suriye Caddesi ile Kuzey Tiyatroyu birbirine bağlayan ara sokak (Tapınak Doğu Sokak) üzerinde yer alır. Kilise, biri doğuya beşi Kuzeye ve beşi de güneye bakan toplam 11 apsise sahiptir. Apsis köşe akslarına paralel şekilde yerleştirilmiş 10 adet ayak devasa yapının çatı örtüsünü taşımaktadır. Yapıya giriş Suriye Caddesi yönünden (Güney) ve Kuzey Tiyatro yönünden olmak üzere iki kapıyla sağlanmakta, her iki kapıdan girildiğinde yapının ilk odası olan Narteks (son cemaat yeri) bölümüne ulaşılmaktadır. Kutsal naos odasına geçiş narteks doğu duvarından üç kapı ile sağlanmaktadır. Bunlardan orta nefe açılan kapı daha geniş yan nef kapıları ise daha dar yapılmıştır. Laodikeia Kilisesi’nin en kutsal mekânını temsil eden naos odası içerisinde dördü kuzeye, dördü güneye ve biri batıya olmak üzere toplam dokuz apsis, 10 adet ayak, Prothesis ve Diakonikon odaları, ambon kürsüsü, bema ve doğuya bakan ana apsis içerisinde synthronon yer almaktadır. Kilise mimarisinin bir özelliği olarak naos odası kuzey, orta ve güney olmak üzere üç nefe ayrılmıştır. Kuzey ve Güney nefler mozaik döşeme, orta nef ise mermer opus sectile döşemeye sahiptir. Yapı duvarları farklı ve büyük ölçeklerdeki traverten bloklar ile harç malzemesi olarak kum ve taşçık katkılı kireç harçla tamamlanmıştır. Laodikeia Kilisesi’nin kuzeydoğu köşesine yerleştirilmiş olan vaftizhane odasına giriş hem naostan, hem de kuzey yönde naosa paralel olarak uzatılmış koridor vasıtasıyla sağlanmaktadır. Naostan geçişi sağlayan kapı hem vaftiz törenini idare eden rahiplerin hem de vaftiz olduktan sonra Hıristiyan kimliği kazanan kişinin kutsal naos odasına giriş-çıkışına olanak vermektedir. Laodikeia Kilisesi Vaftizhanesi içerisinde merkez aks üzerinde haç planlı bir vaftiz havuzu yer alır. Tuğla örgü üzerine mermer kaplama şeklinde inşa edilen havuza, doğudan üç basamaklı merdivenle inilir ve batıdan aynı sayıda basamakla çıkılır. Havuz orta dairenin her iki yanında rahiplerin kutsama töreni sırasında durabilecekleri cepler yerleştirilmiştir. Vaftizhane tabanı değişik ölçü ve düzenlemeye sahip opus sectile döşemelidir. Naos içinde orta nef opus sectile, yan nefler ise mozaik döşemelidir. Kilise gayet büyük ama çatısı yıkıldığı pek ayakta kaldığı söylenemez. Bundan dolayı kiliseyi iklim koşullarından korumak adına mimari doku ile uyumlu olan çelik konstrüksiyonların taşıdığı polikarbonat paneller ile bir çatı örtüsü yapılmış.
  • Tapınak A: Büyük bir kutsal avlusu bulunan tapınak Suriye Caddesi’ne ulaşan Sütunlu Ana Cadde’nin kuzey tarafında bulunuyor. Tapınak girişinde 7 basamaklı bir merdiven bulunuyor. Giriş kapısı ve burgulu sütunları ayakta. Kapıdan geçtiğinizde ise size cam teras karşılıyor. Burada camın alt tarafındaki tarihi kalıntıları gözlemleyebiliyorsunuz
  • Stadyum ve Gimnazyum: Kentin güneybatısında, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Stadyumun ek yapıları ile gimnazyum bir bütünlük teşkil edecek şekilde yapılmıştır. MS 79 yıllarında yapılan stadyumun uzunluğu 350 metre, genişliği 60 metredir. Amfiteatr şeklinde yapılmış olan yapının, 24 oturma basamak sırası bulunmaktadır. Büyük bölümü tahrip olmuştur. MS. II.yy ‘da yapılan gimnazyum Proconsul Gargilius Antioius tarafından inşa ettirilerek imparator Hadrianus ve eşi Sabina’ya ithaf edildiğine dair yazıt bulunmuştur.
  • Agora: Laodikeia Antik Kenti sınırları içerisinde 5 adet agora bulunuyor. Roma Dönemi ve Helenistik mimarisi özelliklerini gösteren agoralar görmeye değer. Özellikle Kutsal (Kuzey) Agora’nın yapısı çok güzel. 3D restütisyon çizimlerine baktığınız zaman ne kadar eşsiz olduğunu anlayabilirsiniz. Şimdilerde ise alanda havuz, devasa sütunlar ve kilise temeli gibi kalıntılar bulunuyor.
  • Anıtsal Çeşme: Traian Nymphaeumu: Stadyum Caddesi Batı Portiği’nin güney ucunda ortaya çıkartılmış olup cadde ve buna bağlı olan portiği güney uçta sınırlandırmaktadır. Anıtsal çeşme tek katlı haraketli cephe düzenlemesine sahip olup cephenin önüne yapılan geniş meydan ile birlikte tasarlanmış bir yapıdır. Dışta dikdörtgen planlı çeşme MS 1. yy’ın sonunda Roma İmparatorluğu’nda yaygın bir şekilde yapılmaya başlanan içte apsidal havuz ve sütunlu galerinin hareketlendirdiği bir cepheye sahiptir. Anıtsal Nymphaeum yapısında, önde iki yanda dört adet granit ve sekiz adet mermer sütunlu ve alınlıklı cephesi ile hem Roma İmparatorluğu’nun hem de Laodikeia’nın gücü politik propaganda olarak halka sergilenmiştir. Meydana bakan cephenin doğu kanadında açığa çıkartılan su yasası, kentteki su kullanımı, temizliği, hattın korunması, dağıtımı, denetleyen görevlilerin özelliği ile ilgili ve kurallara uymayanlara verilecek ceza ve yasaklar hakkında önemli bilgiler vermesinin yanı sıra anıtsal çeşmenin İmparator Traian Dönemi’nde (MS 98-117) MS 113-114 yıllarında inşa edildiğini de göstermektedir. Çeşmenin ana cephede tapınak alınlığı şeklinde düzenlenen ve diğerlerine göre daha yüksek olan iki sütunun taşıdığı alınlık içinde İmparator Traian ve Daker (Dacia) esirden oluşan grup heykel yapının önemini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan çeşmenin kuzey tarafından su sağlanmış, Stadyum Caddesi Batı Portiği güney bitişinde kemerli bir havuz, doğu ve batı yanında biri dikdörtgen planlı olmak üzere üç yana su verilmiştir. Ana havuz ise güney önde meydana bakan kısma su sağlamıştır. Anıtsal çeşme yapısı MS 4. yy’da Hıristiyanlığın serbest bırakılmasına (MS 313) bağlı olarak bir müddet daha kullanılmış olduğu parapetlerine kazınan haçlardan anlaşılmaktadır. Meydanın önemli oluşu ve MS 5. yy itibarı ile meydanın güneyinde yönetici binası ve meydanın iki yanında resmi ofislerin yapılmasına bağlı olarak apsidal havuz oturma amaçlı eksedraya dönüştürülmüştür. Bu safhada doğu yandaki dikdörtgen havuz büyütülmüş, güneybatı yanda iki küçük havuz yapılmış ve ayrıca kuzeyde değişik yönlere su sağlayan künk sistemleri döşenerek küçük su terminali meydana getirilmiştir. Bu kullanımda İmparator Traian ve esirden oluşan heykel grubu; Hıristiyanlığı serbest bırakan Büyük Constantinus’a benzetildiğinden dolayı eksedra da sergilenmeye devam edilmiştir. Eksedra, MS 494 yılında yaşanan depremle birlikte arka cephesindeki sütunlu galerinin yapı içine yıkılması sonucu tamamen işlevini kaybetmiştir.
  • Meclis Binası: Kentin güneybatısındadır. Dikdörtgen planlı olan anıtsal yapı, doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Ana giriş doğu cephesindedir.
  • Zeus Tapınağı: Antik Laodikeia kentinin sütunlu caddesinin doğu kesiminde, küçük tiyatro ile Nymphaeum arasında bulunmaktadır.

2023 yılında Laodikya Antik Kenti ziyareti’nin en değerli noktalarından birisi olan Anıtsal Çeşme’ye İmparator Traian’ın heykeli yerleştirilmiş. Hikayesini burada okuyabilirsiniz:

Denizli’deki Laodikya Antik Kenti’nde, dünyanın ilk Su Yasası’nı onaylayan İmparator Traian tarafından yaptırılan ancak depremle yıkılan Anıtsal Çeşme, 2 yıllık çalışma sonucu orijinal şekli ile ayağa kaldırıldı. Tarihi çeşmeye, 1910 yıl sonra İmparator Traian’ın heykeli de yerleştirildi. Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek, “Traian Anıtsal Çeşmesi apsidal havuzu ile ayağa kaldırılan Anadolu’daki tek örnek olup, dünyada da eşi ve benzeri yoktur” dedi. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alan, İncil’de adı geçen 7 kiliseden birinin bulunduğu Laodikya (Laodikeia) Antik Kenti’ndeki kazı çalışmaları sürüyor. 2019 yılında Stadyum Caddesi’nde sürdürülen kazı çalışmalarında M.S. 98 ve 117 yılları arasında Roma’nın imparatoru olan Traian’ın heykel parçaları bulundu. Arkeologları çok heyecanlandıran buluş sırasında 356 parça halindeki heykel, titiz bir çalışma ile birleştirildi. Tamamlandıktan sonra 3 metre boyunda olan İmparator Traian heykeli, dünyada şimdiye kadar bulunan imparator heykelleri arasında özellikleri açısından en önemlilerinden biri olarak kaydedildi.

SU YASASI’NI ONAYLAYAN İMPARATOR: Laodikya Antik Kenti’nde 2015 yılında yapılan kazı çalışmalarında da Stadyum Caddesi’nde bazı Anıtsal Çeşme parçaları ile Su Yasası ortaya çıkarıldı. 1 metre boyunda, 90 santimetre genişliğindeki mermer blok üzerinde 30 satırlık ‘Grekçe’ yazılı Su Yasası’nı imparator Traian tarafından onaylandığı tespit edildi.

HEYKELİN İMGESEL ÖZELLİKLERİ: İmparatorun gerçekçi portresini yansıtan, göğüs bölümündeki zırhta dünyaya hakimiyeti sembolize eden Zeus’un yıldırımları bulunuyor. İmparatorun düşmanlarına karşı korkutucu yanını gösteren Medusa başı, güzel sanatları koruduğunu gösteren karşılıklı 2 grifon, antik kente 20 kilometre uzaklıktaki Başkarcı Dağı’ndan getirilen su ile dolu testi, sağlık yönüyle haşhaş kapsülleri, heykelin bolluk ve bereketi simgeleyen imgelerini oluşturuyor. Ayrıca İmparator Traian’ın yanında diz çökmüş şekilde, elleri arkadan bağlı, savaşlarda fethettiği ülkeleri simgeleyen esiri de bulunuyor.

İMPARATOR HEYKELİ, YILLAR SONRA ORİJİNAL YERİNDE: Stadyum Caddesi’nin batı portiğinin güney ucunda 2 yıl önce başlayan kazı çalışmalarında ise M.S. 494 yılında meydana gelen depremde yıkılan ve İmparator Traian tarafından yaptırılan Anıtsal Çeşme’ye ait diğer kalıntılar bulundu. 2 yıl boyunca büyük bir titizlikle süren kazı ve restorasyon çalışmaları kapsamında çeşme, orijinal şekli ile ayağa kaldırıldı. 11 metre genişliğinde, 9 metre yüksekliğinde, içinde havuz bulunan Anıtsal Çeşme’ye, İmparator Traian’ın heykeli de yerleştirildi.

“YÜZDE 70 ORİJİNAL PARÇALARI İLE YAPTIK”: Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek, 20 yıldır antik kentte kazı yaptıklarını, ortaya çıkarılan Anıtsal Çeşme’nin Cumhuriyet’in 100’üncü yılına armağan ettiklerini söyledi. Prof. Dr. Şimşek, “Laodikya, ülkemizin en önemli kazılarının başında geliyor. 2015 yılında Su Yasası’nı bulmuştuk. Ardından Anıtsal Çeşme kalıntıları içinde İmparator Traian’ın heykel parçalarını bulup, titizlikle birleştirdik. Anıtsal Çeşme’nin restorasyonu tamamlandıktan sonra devasa imparator heykelini orijinal yerine koyduk. Bunu yüzde 70 orijinal parçaları ile yaptık. Böylece İmparator Traian, 1910 yıl önce yapıldığı orijinal yerine konulmuş oldu. Traian Anıtsal Çeşmesi apsidal havuzu ile ayağa kaldırılan Anadolu’daki tek örnek olup, dünyada da eşi ve benzeri yoktur” dedi.

“DÜNYADA YAPILAN TEK ÖRNEKTİR”: Prof. Dr. Şimşek, “Diğer taraftan Anıtsal Çeşme orijinal heykeli ile ayağa kaldırılan, bu planda ve bu tarihte dünyada yapılan tek örnektir. Anıtsal Çeşme plan tipi ile devasa Traian heykel grubuyla ve 30 satırlık detaylı Su Yasası’yla dünyadaki tek örnek olması, bakımından çok önemlidir. Çeşmede ortaya çıkardığımız 30 satırlık Su Yasası, özellikle Karcı Dağı’nın eteklerinden gelen 18 kilometrenin üzerinde su yollarının bakımı, suyun temiz tutulması, kirletenlere verilecek cezalar, kış günlerinde suyun kentte ısıtılarak dağıtılmasına kadar dünyadaki en detaylı ve en ayrıntılı su yasası olması açısından önemlidir” diye konuştu.

 

 

 

Rotanıza dilerseniz Karahayıt Kaplıcalarını ekleyebilirsiniz.

  

KARAHAYIT KAPLICALARI

Pamukkale’ye 5 km. Denizli ‘ye 20 km uzaklıktaki Karahayıt kasabasında kırmızı su travertenlerini gezebilirsiniz. Pamukkale travertenlerinden farklı olarak kızıl, kahvere, yeşil ve bej renkli travertenleri var Karahayıt’ın. Bu travertenler, 58 derece sıcaklıktaki termal suyun içindeki demir sebebiyle  kırmızı rengi alıyormuş. Eğer termal suların sağlıgınıza iyi geleceğini düşünüyorsanız, konaklayabileceğiniz birçok termal otel var.

Yılın her mevsiminde ana kaynağından çıkan kendine has kırmızı renkli şifalı termal suyun ve termal çamurun sıcaklığı 58 ºC olup Ege Üniversitesi hidroklimatoloji enstitüsünün vermiş olduğu rapora göre içerdiği zengin mineralleri ile eşsiz bir sağlık kaynağıymış. Kırmızı su travertenleri, 60 ºC sıcaklıkta çıkan termal su çevresinde, termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları şeklinde oluşmuş. Travertenler yaklaşık 500 metrekarelik bir alanda.

 

AKŞAM YEMEĞİ: Denizli’yi gezme fırsatımız olmadı ancak akşam yemeği yediğimiz Garson Şükrü’den son derece memnun kaldık.

 

GARSON ŞÜKRÜ RESTORAN

Türkiye’nin en iyi et lokantaları arasında yer alan Garson Şükrü, gerçekten etleri ve kebapları ile damaklarımızı şenlendirdi. Denizli’nin yeni gelişen bölgesinde büyük yemyeyşil ağaçlı bir bahçe içinde, gün batımına nazır bir konumda yer alan Garson Şükrü’de yediğimiz ciğer şimdiye kadar hayatımda yediğim en orijinal ve yumuşak ciğerdi. Tatar isimli süzme yoğurda bandırarak yediğiniz kırmızı biber kurusu da gerçekten enfes bir başlangıç idi. Cevizi bol gavurdağı salatası çok lezzetliydi. Peynirli servis edilen Nuriş restoranın bir spresiyali, ancak biz kebapla peynirin bir araya gelmesinden taraftar olmadığımızı anladık yedikten sonra. Et olarak zevkinize göre Küşleme, lokum, şaşlık, tandır, Halep köfte, saç kavurma denemenizi tavsiye ediyoruz. Gelelim Garson Şükrü’nün hikayesine ve ismine. İşini çok seven ve tutkuyla bağlı, hayatını işine adamış insanlar vardır, Şükrü Bey’de öyle birisi, ve her daim restoranının başında. 11 yaşında çırak olarak mesleğe başlayan Şükrü Serinkan, 1969 yılında Denizli – Tavas’da dünyaya gelmiş. İlkokulu bitirdikten sonra 1980 senesinde lokantada çırak olarak çalışmaya başlamış. Denizli’nin en önemli lokantalarının her bölümünde çalışmış. 1987 yılında bir sene kadar kendine ait bir köfteci dükkânı da işletmiş ama uzun sürmemiş. 2005 yılının sonlarına doğru aşçı bir arkadaşı ile beraber et lokantası açmaya karar vermiş. Açılış aşamasında isim üzerinde çok düşündüklerini, en sonunda gece yemeğe çıkan tayfanın onu tanıdığı ismine yani “Garson Şükrü” adına karar vermişler. 2005 yılının sonlarına 5 masayla açtıkları restoran, yoğurtlu kuru biber, yaprak ciğer, kurban kavurma, nuriş kebap ve pabuç köfte gibi kendilerine has lezzetleri ile çok beğenilmiş. 1 sene sonra 10 masalı bir lokanta haline gelmiş. Menüyü ve mekanı büyüterek bugün 33 kişilik ekibiyle kışın 220, yazın 400 kişiye hizmet veren bir restorana dönüşmüş. En güzel özelliği ise mekanda kendinizi kalabalık arasında kaybolmuş hissetmiyorsunuz. Garson Şükrü dahil tüm garsonları misafirleriyle birebir ilgilenip memnun etmek için canla başla çalışıyor.

KONAKLAMA: Bu rotanızı ister Laodikya’dan başlayarak Buldan’da konaklayarak, isterseniz de Buldan’dan başlayarak Denizli’de konaklayarak gerçekleştirebilirsiniz.

Demin de belirttiğim gibi Denizli’yi gezme şansımız olmadı. Ancak gezgin dostum Çok Okuyan Çok Gezen harika bir Denizli rehberi hazırlamış, konaklama, yerel restoranlar ve şehirde gezilecek yerler için okuyabilirsiniz:

Denizli Gezi Rehberi & Denizli’de Gezilecek Yerler – *Yerlisinden Önerilerle* (cokokuyancokgezen.com)