Şelaleler, gayzerler, dev kayalıklar, kraterler, tektonik plakalar diyarı
3 GÜN: 894 kilometre sürüş, 48.5 kilometre yürüyüş, 80 kat tırmanış rotası:
- Nüpsstadur, Dverghamrar kayaları, Foss a Sidu şelalelesi, Kirkjubæjarklaustur kasabası, Fjadrargljufur kanyonu, Eldhraun vadisi, Hjörleifshöfdi kayalığı, Vik kasabası, Reynisdrangar kayalıkları, Dyrhólaey, Skógafoss ve Seljalandsfoss şelaleleri
- Hjarlparfoss, Háifoss ve Granni, şelaleleri, Landmannalaugar Doğa Parkı
- Eyrarbakki, Þorlákshöfn, Hverargerdi kasabaları, Kerið Krateri, Þingvellir Milli Parkı, Strokkur Gayzeri, Gullfoss şelalesi
1.Gün
Pırıl pırıl güneşli bir havaya uyanıp güneye doğru sabah erkenden Subaru Forester’ımız ile yola çıkıyoruz. Solda okyanus, sağda dağlar ve buzullar manzaralarımız. Az ileride de iki dağ arasındaki dev bir alana yayılmış buzul denizi olan Skeidararjökull’ü izleye izleye ilerliyoruz.
Yol boyunca yeşil bitkiler ve yosunlar ile kaplanmış, tepesinde bıçakla kesilmiş ve oyulmuş gibi dik yar ve kayalıklar, aralarında derin ve yüksek kanyonlar ve şelaleler ile bezenmiş dağların eteklerinde tek tük kırmızı damlı ufacık evler ile manzaralar yine şahane.
Yol üzerinde Nüpsstadur çiftliğinde duruyoruz. Tepesi otlarla kaplı 17. Yy dan kalma kilise ve evleri, arkasındaki kayalıklar ve 3 renkli ağaçlar ile gerçek bir tröll çiftliği sevimliliğinde.
İzlanda’nın en enteresan doğal kaya oluşumlarından birisi olan Dverghamrar kayalarına ulaşıyoruz. Cüce Kayalar anlamına gelen kayalıklar, buzul çağında denizin dalgalarının lav kayalarını at nalı şeklinde oyarak ortaya çıkarması ile oluşmuş. İkiz dev bazalt kayalar sanki jiletle kesilmiş gibi mükemmel altıgen köşeleri ve kübik tepeleri ile sanki bir heykeltraşın elinden çıkmış, şaşırtıcı güzellikte. Efsaneye göre cüclerin ve elflerin yaşadığına inanıldığı için Cüce Kayalar ismini almış.
Ardından az ileride 100 metre yükseklikten dökülen Foss a Sidu şelalelesini ziyaret ediyoruz. Şelale bir evin bahçesinde kaldığı için, çitler ile çevrili. Izlanda’da şelalesi olan evler de var!
10 km sonra Kirkjubæjarklaustur köyünden geçiyoruz. Kirkjubaerjarklaustur kasabası, arkasındaki tepelerden yanyana iki koldan aşağı akan kardeş şelaleler Systrafoss ile yoldan rüya kasaba gibi gözüküyor.
1 numaralı yolda ilerlerken F206 yı alıp 2 km içeri girdip, iki milyon yıl önce buzul çağında oluşmuş Fjadrargljufur kanyonuna ulaşıyoruz. Nehrin iki yanını saran 100 metre derinliğindeki kayaların üzerinde sivri şekiller, amorf çıkıntılar, kemerler, delikler ortaya çıkmış. Kanyonun karşı kayalarına güneş ışığı ile yansıyan gölgeleri ürtücü suratlara benzetmemek elde değil. Gördüğümüz bunca enteresan doğa oluşumu sayesinde, bu topraklardan çıkan tüm troll, elf, dev, cüce ve canavar efsanelerinin nasıl çıktığını anlayabiliyoruz. Kanyonun sonundaki şelale gürül gürül akıyor.
Tekrar yola dönüyoruz. Güneşli pırıl pırıl havalarda gökyüzünün masmavisi ve etraftaki ovaları ve tepeleri saran fıstık yeşili nefis bir kontrast oluşturuyor.
Az sonra yolun sağı ve solu yemyeşil püskül püskül yosunlarla kaplanmış lav kayalıkları denizine dönüşüyor. 560 km2 lik alana yayılmış Eldhraun vadisi, dünya tarihinde tek bir volkanik patlamada oluşmuş en geniş lav tarlası. Patlama sonrası hızla akan ve çevreye yayılan lavların estirdiği terörü bugün üzerlerini örten yemyeşil yosun battaniyesi yüzünden anlamak mümkün değil. Şimdi sanki hiçbirşey yaşanmamışçasına sessiz sakin yumuşacık bir battaniyenin altında uyuyor geçmişin kızgın lavları.
Sağda yine dev bir buzul olan Myrdalssjökull manzarası karşımıza çıkıyor.
Az ileride solda dev bir kütle olarak karşımıza Hjörleifshöfdi kayalığı ve platosu çıkıyor. 221 metre yüksekliğindeki tepe önce uzaktan denizde bir ada gibi duruyor. Ancak yaklaşınca karaya bağlı olduğunu anlıyorsunuz. Gerçekten İzlanda’da her saniye doğanın heybetine hayran kaldığınız görüntüler karşınıza çıkıyor.
Koy anlamına gelen Vik, dağlara sırtını yaslamış korunaklı bir doğal liman kasabası. 1918 de Katla volkanı patladığında tamamen hasar gördüğü için yepyeni, ancak orjinal çiftlik evi mimarisine modern yorumlar getierek inşaa edilen şirin evler ve otellerden oluşuyor. Kayaların tepesindeki kırmızı damlı kilise ise çok fotojenik. Kahve molası verdiğimiz Hotel Kria’yı beğendik.
Yol deniz kıyısından ayrılıp, dağların arasından içeri devam ediyor. Vadilerde kıvrıla kıvrıla akan dereler, yemyeşil çimenlerde otlayan koyunlar ile yine Alp dağlarında Heidi çizgi romanı manzaralarına bürünüyor etraf. Arından 215 nolu yoldan sahile Reynisdrangar kayalıklarına doğru sapıyoruz. Volkanik kumsal Reynisfjara plajında yer alan dev bazalt kayalıklar gerçekten ihtişamlı. Game of Thrones dizine sahne olmuş kayalıkların bulunduğu upuzun plaj, ufacık siyah lav çakıl taşları ile kaplı. Sahile vuran dalgaların beyaz köpükleri ile simsiyah kumsalın tezatı muhteşem. Ancak dalgalara dikkat etmek gerekiyor. İzlandalılar bu sahildeki dalgaları Sinsi Dalgalar olarak adlandırmışlar. Çünkü siz sahilde deniz kenarında yürürüken bir anda normalden büyük bir dalga gelip ayaklarınızın altından toprağı çeker gibi size denize sürükleyebiliyor. Reynisfjara sahili ile Antarktika arasında uzanan Atlantik Okyanusu boyunca başka hiçbir kara parçası olmadığı için, dalgalar ani ve beklenmedik şekilde yükselebiliyormuş. Yaşanmış vakalar sebebi ile yürüyüş sırasında sürekli uyarıcı tabelalar var.
Sütun gibi yükselen Reynisdrangar kayalıklarının oluşumu ve ürkütücü şekillerinin folklorik bir hikayesi var. Efsaneye göre gece denizin açıklarında bir gemi gören troller, gemiye ulaşmak için denizin üzerinde yürümeye başlamışlar. Gemiyi yakalayıp sahile doğru sürükleyerek çekmeye başlamışlar. Ancak tahmin ettiklerinden uzun süren bu süreçte, tam kıyıya ulaşacakken sabahın ilk ışıklarına yakalanmışlar. Tüm troll ve elf hikayelerinde olduğu gibi gün ışığı ile buluşunca hem troller hem de gemi taşa dönmüş.
Reynisdrangar kayalıkları adeta bir kuş cenneti. Kittiwake martıları, deniz kırlangıçları, usturagagalı, kutup fırtına kuşu gibi arktik deniz kuşlarınin yanı sıra yaz aylarında Mayıs Ağustos arasında İzlanda’nın milli kuşu olan kırmızı gagalı Puffin kuşlarını da görmek mümkün.
Volkanik kumsalda uzun uzun yürüyüp, simsiyah basalt sütunlar ve kaya mağaralarını ziyaret ettikten sonra Dyrhólaey yarımadasına gidiyoruz. Ve kayalığın tepesine tırmanıyoruz.
Arkamızda haşmetli Reynisfjall dağı ve Myrdalsjöküll buzulu, bir tarafta simsiyah Reynisfjara volkanik kumsalı ve heykelsi Reynisdrangar lav kayalıkları, diğer tarafta Selfoss şehrine kadar uzanan upuzun sahil şeridi, ve önümüzde okyanus ile 360 derece nefes kesici panaromik manzaralar ile çevriliyiz.
Bir uçurum gibi aşağı dimdik inen kayalığın ucuna ulaştığımızda, önümüzde denizin ortasından yükselen simsiyah kemer şeklinde başka bir kayalık çıkıyor.
İşte Dyrhólaey ismini bir kapıya benzeyen bu kemer gibi sütunlardan alıyor: Kapılı Ada. Aslında eskiden bir ada olan Dyrhólaey artık karaya bağlı.
Ardından yine çok etkileyici bir şelale olan Skógafoss şelalesi’ne gidiyoruz. İzlanda’da çok şelale gördük ve en heybetlisi Skógafoss değildi belki, ancak beni en çok etkileyen şelale oldu. Belkide önünde su buharının güneş ile buluşması sonucu beliren çift gökkuşağı ile büyülü bir atmosfer sunduğu için bu kadar çok sevdim şelaleyi. 60 metre yüksekliğinden 25 metre genişliğinde dökülen şelale, adanın yine de en büyüklerinden birisi. Islanmayı göze alırsanız tam önünde döküldüğü yerde oluşan gölete kadar yürüyebiliyorsunuz. Dökülen suların sesi, yüzünze çarpan su parçacıklarının serinliği ve gökkuşağı manzarası ile gerçekten büyüleyici bir deneyim.
Hotel Skogar Bistro’yu güneşli havalarda terasından şeleleyi seyrederek yemek yemek için tavsiye ederiz.
Tekrar yola çıkıyoruz ve bir anda atlar önümüze fırlıyor. İzlanda’da neden bu kadar çok at var diye araştırıyoruz. Atlar ile adanın farklı bölgerinde birkaç günlük veya haftalık turlar düzenleniyormuş. Bir kişinin gün boyu binmesi için 3 at olması gerekiyormuş. 10 kişilik bir grubun 7 gün süren seyahati için 210 at demek. Her turistin üzerine bindiği atın yanı sıra tur liderleri 2 adet atı yanlarında gittikleri bir sonraki destinasyona kadar götürüyor, ve turistler dönüşümlü olarak binerek seyahat ediyormuş. Gittikleri yerde o gün yolculuk yapan atları bırakıp, ertesi sabah yeniden 3 at ile yola çıkıyorlarmış. Bu sebeple İzlanda’nın her köşesi at çiftlikleri ile dolu.
Neyseki yavaş ilerlediğimiz için atlara yol veriyoruz ve karşıdan karşıya geçmelerini izliyoruz.
Ardından son durağımız olarak Seljalandsfoss şelalesine ulaşıyoruz. Altından geçilen şelale diye bilinen Seljalandsfoss, 65 metre yükseklikten dökülen heybetli bir şelale. Patikayı takip ettiğinizde şelalenin gölete dökülen sularının arkasından dolaşabiliyorsunuz. Ancak yağmurluklarınızı giymenizi tavsiye ederiz, çünkü yağmurluğa ragmen sırılsıklam olmayı göze almanız lazım. Yine su buharının güneş ışıkları ile buluşması sonucu oluşan muhteşem gökkuşağının altından geçiyoruz.
Hava 16 dereceye ulaştı. Güneyin sıcaklığını yaşama şansını yakaladık.
Sağlı sollu yemyeşil tarlalar, balyalar, otlayan atlar, minik göletlerde yüzen kuğular, tepesi karlı tepeler, kraterler, tepede tek tük pamuk bulutlar eşliğinde otelimiz Fosshotel Hekla’ya ulaşıyoruz.
Bu seferki otelimiz eski bir at çiftliğinden dönüştürme, daha geleneksel bir otel. Ancak Hekla volkanına nazır, önündeki yemyeşil at çiftlikleri ile nefis manzaralar sunuyor.
Bugün 356 kilomtre yol gidip, 19786 adım ile 14 kilometre yürüyüp, 35 kat tırmanmışız. Akşam yemeğini ve uykuyu hak ettik.
2.Gün
Yarı bulutlu yarı güneşli bir güne uyanıyoruz. Aslında hava tahmini çok iyi değil ancak bugün keşfedilecek yeni yerler ve katedilecek bolca yolumuz var. Çünkü bugün İzlanda’nın orta bölgesinde çarpıcı güzellikte jeolojik ve estetik oluşumları ile dramatik manzralar sunan eşsiz bir dağlık bölge diye okuduğumuz Landmannalaugar’ı ziyaret etmeyi kafaya koyduk.
Erken bir kahvaltıdan sonra yollara dökülüyoruz. Yine hiçbir fotoğraf karesi ve kelimenin İzlanda manzaralarını anlatmaya yetmeyeceğiniz konuşuyoruz Alp ile. Aslında beyhude bir çaba içindeyim şu anda yazarken. Kafamızı çevirdiğimiz her yönde önümüze çıkan her manzara gerçekten enfes kesici ve şahsına münhasır.
Önce Hjarlparfoss şelalesini ziyaret ediyoruz. Arka fondaki dağlar ile müthiş bir manzara sunan, bazalt kayalar arasından karşılıklı iki koldan akarak, ufak bir gölete dökülen şelale sabah neşemiz oluyor.
Arındından yüksek tepelerden dökülen Háifoss ve Granni şelalelerini görmeye dağlık bir bölgeye doğru ilerliyoruz. Bir buzul nehri olan Fossá nehri üzerinden 122 metreden dökülen Háifoss ve az ilerideki komuşusu Granni şelaleleri İzlanda’da gördüğümüz en büyüleyici manzaralardan birisini sunuyor. Bu iki şelalenin tepesinde durup gürül gürül akaln suların delici sesini duyup panaromik manzaraları seyretmek gerçekten nefes kesici.
Arından Landmannalaugar doğa parkı için yolumuza devam ediyoruz. Simsiyah lav tarlaları ve tepeleri arasında iki başımıza kuş uçmaz kervan geçmez bir toprak yolda ilerliyoruz. Yağmurda kapanabilme riski olan bir yol olduğu için heyecan dorukta. Ancak etraftaki manzaralar öyle bakir, vahşi ve güzel ki devam ediyoruz yola. Nefesleri tuttuk, yağmur yağmasın diye dua ediyoruz. Bozuk yol sadece 30 km ancak 1 saat veriyor. Sadece 4*4 lerin gitmesine izin verilen bu yolları sigorta karşılamıyor. Yol boyu 2 çekiçli araç ile gidilmez yasağı tabelaları görüyoruz. Şanslıyız Subaru Forester güvenilir bir 4*4.
Önce bir süre simsiyah kum çölü ve tepeleri arasında yer gök birbirine karışmış şekşlde ilerliyoruz. Simsiyah bir sonsuzluk çölü gibi etraf. Uyuyan bir volkan kraterini kaplayan Bláhylur gölünden geçiyoruz. Aralarda mini göletler ve etrafında biten sarı otlar sayesinde eğim ve boyutların farkına varıyoruz. Ardından lav kayaları ile kaplı vadiler, ovalar ve siyah tepeler arasında hiçlikte ilerliyoruz. Burası 1477’de yaşanan volkanik patlama sonrası kurumuş simsiyah Laugahraun lav tarlaları imiş.
En sonunda da Landmannalaugar kamp alanının yer aldığı vadiye ulaşıyoruz. Landmannalaugar ya da diğer adı ile ‘İnsanların Havuzları’, rüzgarla aşınmış riyolit kayalarından oluşan dağ kümelerine ev sahipliği yapıyor. Bu kaya türü içinde yer alan mineraller sayesinde, yer yer kırmızı, pembe, yeşil, mavi, altın ve kahve renklerinin farklı tonları arasında değişen tepeleri ile göz kamaştırıcı bir renk cümbüşü sunuyor. Sanki yeryüzü değil de eterik bir diyardayız.
Şanslıyız yağmur bizi pas geçiyor ve nefes kesen manzaraları seyrederek 3 saatlik harika bir yürüyüş yapıyoruz. Her yerden dumanlar tütüyor. Biraz yürüdükten sonra dağlar arasında bir çukurluk vadi ve ortasında ovaya ulaşıyoruz. Beyaz pamuk gibi çiçek tarlası ile kaplı koyunların otladığı bu ovanın etrafı renk katmanları ile dolu dağlarla çevrili. Dağların her bir tepeciği sanki bir fırça ile farklı renklere boyanmış bir yağlıboya resim gibi. Tepelerin her bir katman sarı, pembe, turuncu, kızıl, yeşil ve kahverenginin farklı bir tonunda. Adeta bir Cezanne tablosunun içinde yürüyoruz.
İzlanda’da gerçekten başka gezegenlerdeymiş gibi hissederken dünyadan kopuyorsun, hatta insanlardan da kopuyorsun. Gün boyunca sadece doğayı yaşayıp, içine çekip, doğada büyülenip, kafandaki her türlü şehre ait sorundan uzaklaşıyorsun. Gerçek bir yolculuk terapisi İzlanda.
Bölge içinde bulunan çok sayıda doğal jeotermal havuzları sebebi ile ‘People’s Pools’ yani ‘İnsanların Havuzları’ ismini almış. Yaz günleri günübirlik ve 4-7 günlük tırmanış ve yürüyüş gezileri ve kamplarına ev sahipliği yapıyor. Yürüyüşler sırasında bir sıcak su havuzuna rastlayabilirsiniz diye yanınıza mayolarınızı almanızı tavsiye ediyoruz.
Yürüyüşümüz sonrasına 2.5 saat yolculuk ile yine Fosshotel Hekla otelimize ulaşıyoruz.
Bugün 328 kilometre yol yapmışız, 18258 adım atıp 14 kilometre yürüyüp 34 kat tırmanmışız. Yine yorgunuz ama yaşadığımız eşsiz deneyimlerin ve manzaraların tadı damağımızda, tatlı bir yorgunluk bu.
Resepsiyon görevlisi Pipa’ya ‘Kuzey Işıkları’ görme şansımız var mı diye soruyorum. Özellikle Kasım-Mart ayları arasında Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde kalan topraklarda şahit olunabilen, kimi zaman saatlerce gökyüzünde salınarak dans eden, kimi zaman da hızla renk ve şekil değiştiren renkli ışıkların dansı olan ‘Aurora Borealis’ , insanın şahit olabileceği en nefes kesici deneyimlerden birisi. Eylül’de görme şansımız çok çok az, çünkü günün çoğu aydınlık ve geceleri genelde bulutlu. Ancak yine de seyahatin başından beri her gece otelde hem ‘kuzey ışıkları uyandırma servisi’ yazdırıp hem de uyandığımda camdan dışarı bir bakıyordum. Pipa internetten bakıyor ve %10 gibi düşük bir şans var diyor. Ancak gece uyurken rüyamda kırmızı, yeşil, mavi ve sarı kuzey ışıkları ile bezenmiş bir gökyüzünü heyecan ile seyrediyorum. Sabah yüzümde kocaman bir gülümseme ile uyanıyorum. Gerçeğini göremedim, ancak rüyamda bu muhteşem duyguyu yaşadım.
3.Gün
Şansımıza güneşli bir güne uyanıyoruz. Bugün programımızda İzlanda’nın en çok ziyaret edilen ‘Golden Circle’ yani ‘Altın Çember’ rotası. Biz birkaç sahil kasabası eklemeleri de yapacağız. İzlanda’nın Batı, Kuzey ve Doğu’sundaki yolculuklarımız sırasında keyfine vardığımız ıssızlık, Güney’e inip, Reykjavik’e yaklaştıkça karşılaştığımız turistler ile biraz kalabalıklaşmaya başlamıştı, biliyoruz ki bugün kafiler ile ‘dingin ve huzurlu doğa deneyimlerimiz’ epey paylaşımlı olacak.
Önce güneyin en büyük kasabası Selfoss’tan geçiyoruz. Ancak hedefimiz Reykjavik’lilerin haftasonu kaçamağı evlerinin olduğu Eyrarbakki sahil kasabası. 18. Yüzyılda önemli bir ticaret limanı olan kasaba, ayrıca önemli bir de kültür merkeziymiş. Şimdi renkli evleri ve birkaç önemli tarihi durağı ile 570 kişinin yaşadığı sessiz sakin şirin bir kasaba. 1765’de inşaa edilmiş ülkenin en eski vee n ihtişamlı ahşap konağı olan Húsið’i ziyaret ediyoruz. Milli Hazine olarak koruma altındaki ev dönem yaşantısını sergileyen folklorik bir müze. Ayrıca 1890 dan kalma bir tarihi kilisesi, Kirkjubær Folk Müzesi ve Denizcilik Müzesi var. Renkli tek katlı evlerin arasında Verslun Guðlaugs Pálssonar isimli ufacık bir bakkal göreceksiniz. Kırmızı çatılı gri renkli minik binada 1919’dan beri hizmet veren bakkal, zamanda geriye bir yolculuk dükkanı.
Ardından Ölfusa nehrininin üzerindeki köprüden geçerek Þorlákshöfn (Thorlakshofn) kasabasına gidiyoruz. Yolumuzda bize kuğular, kazlar ve ördekler eşlik ediyor. Yine rengarenk evleri ile şirin bir sahil kasabası. Útsýnispunktur gözlem noktasında bir kadın Viking kaptanı efsanesini tasvir eden modern çelik konstrüksüyon gemiyi ve ardından panaromik manzaralar sunan muhteşem kaya oluşumları üzerindeki Hafnarnes deniz fenerini ziyaret ediyoruz. Bir yanda İzlanda’nın en aktif Hekla ve Eyjafjallajökull volkanları ve diğer tarafta uçsuz bucaksız okyanus…
Ardından tepelerde yer alan doğal jeotermal alanı olan Hverargerdi’ye doğru ilerliyoruz. Kasaba yüzeyin hemen altından akan kaynar sular üzerine inşaa edilmiş. Sıcak su kaynakları bir yandan bu kasabanın nimeti bir yandan da laneti deniyor. Altından akan sıcak suyun sağladığı ılımanlık, bölgede yemyeşil ağaçlar, bitkiler, çiçekler, sebze ve meyvelerin yetiştirildiği seraların hayat bulmasına imkan tanımış. Dünyada muz yetiştirilebilen en kuzey nokta burası. İzlanda’nın botanik bahçesi deniyor buraya. Gerçekten de kasabada evlerin her biri çiçekler ve bitkiler ilebezenmiş seralar gibi. Ancak bir yandan insanların evlerinde, mutfaklarında, salonlarında, yatak odalarında zaman zaman delikler açılıp, kaynar sular yüzeye çıkabiliyormuş. Kasabanın ortasından geçen Varmá nehrini takip ederek arkadaki tepelere doğru ilerlediğimize, her yerden tüten buharlar görüyoruz. Zaten vadinin ismi Buhar Vadisi. Kaplıcaları, jeotermal havuzları ile ünlü. Tepelerin arasındaki patikadan ilerleyip, alçalıp yükselen yemyeşil tepeler, volkanik duman püskürten fümerol delikleri ve kaynayan çamur çukurları arasında 45 dakikalık bir yürüyüş yapıyoruz.
Çok tatlı bir kafe ve dükkan olan Rosa Geotermal GreenHouses’da bir kahve molası verip, beğendiğimiz Frost & Fire Guest House’a göz atıyoruz. Ağaçları, ormanlık alanları ve çiçekleri ile İzlanda’da gördüğümüz en yeşil kasaba şüphesiz Hverargerdi.
Ardından Kerið Krateri’ne gidiyoruz. 3000 yaşındaki Kerid kalderası, İzlanda’daki diğer volkanik oluşumlardan nispeten genç olduğu için taze demir rezervleri yönünden zengin ve diğer kraterlerin simsiyah görüntüsü yerine yamaçları kırmızı ve kızıl renkli. Kıpkırmızı kayalar, etraftaki doğa ile dramatik bir kontrast oluşturarak zaten uzaktan bile göze çarpıyor. 400 Krone vererek (İlk defa İzlanda’da bir doğal oluşumu ziyaret için bilet kesildiğini görüyoruz) kraterin 55 metre yüksekliğindeki tepesine çıkıyoruz.
Etraftaki birçok krater tepesi, simsiyah lav tarlaları, ve ufukta okyanusu seyrederek Kerid kraterinin etrafını dolaşıp, içindeki mavi yeşil renkli göletin kıyısına iniyoruz. Çapı sadece 170 metre olduğu için 15 dakikada tamamlıyoruz turumuzu. Cam göbeği ve zümrüt arasında bir renge sahip gölün suları pırıl pırıl parlıyor.
Arından istikamet İzlanda’nın en ünlü ve en önemli milli parkı Þingvellir. Jeolojik fenomenlere ev sahipliği yapan bir doğa parkı olan Thingvellir, ayrıca İzlanda ulusunun doğum yeri olarak, ülke tarihinde çok önemli bir yere sahip. 930 senesinde dünyanın demokrasi ile seçilmiş en eski parlementosunun toplandığı yer burada. Unesco dünya kültür ve doğa mirası olarak koruma altında.
Parkın jeolojik önemi ise içinde, Kuzey Amerika ve Avrupa-Asya kıtalarının birbirinden deprem ile ayrılmasının kanıtı ve şahidi olan upuzun dev yarığa ev sahipliği yapması. Almannagjá kanyonu iki tektonik plakanın birbirinden ayrılırken oluşturduğu ve her sene 7-9 cm birbirinden uzaklaşmaya devam eden dev bir yarık.
Yürüyüş rotamıza Valhöll otelinin park alanından başlıyoruz. Nehrin kıyısındaki ufak kiliseyi, ardından Peningagja yarığını ziyaret ediyoruz. Burası bir dilek havuzu haline gelmiş, herkes semir paralarını suya atıp dilek tutuyor.
Thingvellir vadisi bir tarafında yosunlar ile kaplanmış kurumuş lav tarlaları arasından akan buzul nehirlerinin oluştruduğu girintili çıkıntılı minik kanyonları, diğer tarafta tektonik plakaların geçit ve yarıklarını saklayan dev tepeleri ile gerçekten muhteşem manzaralar sunuyor.
Arından köprüden geçip Almannagjá yarığının dev kayalarına doğru ilerliyoruz. Lödberg lav kayasına tırmanıyoruz. Parlementonun ilk toplanma yeri olan kayalıkta İzlanda bayrağı dalgalanıyor. Ardından Öxara nehrinin üzerindeki köprüden geçiyoruz. Ne yazıkki tarihte kötü bir üne sahip bu köprü, çünkü 1749’a kadar kadınların boğulmak üzere suya atıldığı yer. Ardından ağaçlık bir alandan geçerek Öxararfoss şelalesine ulaşıyoruz.
Sonra Lödberg’e geri yürüyüp, Almannagjá yarığının tepelerine doğru tırmanıyoruz. Gözlem noktasında ayaklarımızın altında upuzun yarık, ufukta üzeri buzullar ile kaplı Langjökull dağları, yanıbaşımızda göl ve diğer tarafta okyanus ile nefis manzaraları seyrediyoruz.
Thingvellir ayrıca birçok buzul pınarına ev sahipliği yapıyor. Bunlardan özellikle Silfra yarığında oluşmuş hendek meşhur, çünkü snorkel ve tüple dalış yapılabiliyor. 100 metre derinliğe inen gümüş renkli çatlağın donmaya yakın sularında dalmak için termal denizaltı kıyafetleri parkta temin ediliyor.
Parkın güneyinde yer alan Þingvallavatn gölü ise İzlanda’nın en büyük doğal gölü. Göl kıyısında bir yürüyüş yapmanızı tavsiye ederiz. Göl kıyısında doğa ile uyumlu mimaride inşaa edilmiş evler, bugüne kadar İzlanda’da gördüğümüz en güzel evlerdi.
Şimdi istikamet gayzer ve sıcak kaynak suları bolluğuna ev sahipliği yapan Haukadalur vadisi. Burada birkaç durak var. Geysir, Strokkur, Smiður ve Litli-Strokkur. 5 dakikada bir 40 metre yüksekliğine kadar ulaşan kaynar suları gökyüzüne fışkırtan sıcak su havuzu olan Strokkur, İzlanda’nın en meşhur gayzeri. Geysir ise daha büyük bir sıcak su kaynağı ancak buradaki patlamaları görmek için birkaç sene beklemek gerekebiliyor, çünkü şu anda inaktif. Ancak patlamaya denk gelirseniz kaynar sular 70 metre kadar yükseğe fırlıyormuş. Geysir’in kuzeyinde birkaç dakika yürüyüş mesafesinde tüten fümeroller buhar ve gazlar püskürtüyor.
Vadinin güneyinde ise Þykkuhverir’de birçok kaynayan çamur çanakları yer alıyor. Kaynayan çamur çanaklarından fokurdayarak havaya fırlayan çamurlar ürkütücü büyücü kazanı gibi.
Son durağımız ise Izlanda’nın ikonlarından birisi haline gelmiş Gullfoss yani Altın Şelale. Langjökull buzulundan doğarak akan Hvítá nehir kanyonun içinde bulunan iki kademeli şelale, doğanın ham gücünü sergileyen yaşayan bir anıt gibi.
Önce 11 metrelik bir tepeden ufak akarak ufak bir gölet oluşturan şelale hemen ardınadan 21 metreden dev bir yarığa doğru sonsuz bir şiddetle akıyor. Ve akan sular 70 metre derinliğindeki Gullfossgjúfur kanyonundan akmaya devam ediyor. Saniyede 140 kübik metre hızda akan suların çıkardığı ses ve su buharı dramatik manzaralar oluşturuyor.
Kalabalıklar ile ziyaret ettiğimiz Golden Circle turumuzu tamamlayıp, kısa bir yolculuk sonrası yine Fosshotel Hekla otelimize ulaşıyoruz.
Bugün 210 kilometre yol yapıp , 30936 adım atarak 21 kilometre yol yürümüşüz. Yine uykuyu hak ettik.
İzlanda adasının etrafını dönen yolculuğumuz yarın Reykjavik’te tamamlanacak. İki gün dünyanın en kuzey başkentini gezeceğiz.
NASIL GİDİLİR?
Türkiye’den İzlanda’ya en kısa sürede ve kolay yolculuğun Lufthansa ile olduğunu biliyor muydunuz? Yaptığımız araştırmalar sonucu aynı gün içerisinde Reykjavik’e varabildiğiniz en kolay, hızlı ve uygun fiyatlı Lufthansa ile İstanbul -Frankfurt aktarmalı uçuş olduğunu bulduk. Hele Lufthansa App’ini indirirseniz online check-in işleminizi kolayca yapıp, boarding kartınızı app’e indirip, barkod ile rahatça kapılardan geçebiliyorsunuz. Tüm uçuşların kapı numaralarını, boarding zamanını, varsa kapı değişikliklerini anında bildiriyor, ve boarding zamanını gelince hatırlatıyor, gecikme var ise hemen bildiriyor. Lufthansa App’i Check-in sırasında teslim ettiğiniz valizlerinizin uçağa yüklendiğine dair valiz etiket numaraları ile konfirmasyon gönderiyor. Havalimanı haritası sayesinde kapınıza giden en hızlı yolu göstererek yönlendiriyor. Böylece uçuşlarınızı doğru kapıdan, zaman kaybetmeden ve gönül rahatlığı ile gerçekleştirmenizi sağlıyor. Biz çok memnun kaldık, tavsiye ediyoruz.
Frankfurt üzerinden en kısa aktarma süreli ve en uygun fiyatlı Reykjavik uçak biletinizi www.lufthansa.com/tr/tr/Homepage ‘den ayırtabilirsiniz.
İZLANDA YAZILARIMIZ
- İZLANDA İZLENİM VE MACERALARI İÇİN yolculukterapisi.com/izlanda/
- BATI İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI İÇİN yolculukterapisi.com/izlanda-bati/
- KUZEY İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI İÇİN yolculukterapisi.com/izlanda-kuzey/
- DOĞU VE GÜNEYDOĞU İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI İÇİN yolculukterapisi.com/izlanda-dogu-guneydogu/
- GÜNEY İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI İÇİN yolculukterapisi.com/izlanda-guney/
- REYKJAVIK İZLENİM, ROTA, OTEL, RESTORAN, ALIŞVERİŞ REHBERİ İÇİN yolculukterapisi.com/reykjavik/
Zeynep Atılgan Boneval