KUZEY İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI

 

Göller, tüten kayalar, kraterler, deli şelaleler ve kanyonlar bölgesi

2 gün 876 kilometre sürüş – 25.5 kilmotere yürüyüş – 116 kat tırmanış rotası:

  • Hrutafjördür, Vatnsdalsholar, Blönduós kasabası, Varmahlíð köyü, Glaumbaer köyü, Akureyri şehri, Goðafoss şelalesi, Mývatn Gölü, Skútustaðir kraterleri, Kalfaströnd ve Höfür, Dimmuborgir
  • Myvatn Doğal Banyoları, Hverir Namafjall, Dettifoss şelalesi, Jökülsarglujufur kanyonu, Asbyrgi kanyonu, Húsavík, Hverfjall krateri, Viti krateri, Grjotagja mağarası

1.Gün

Batı İzlanda’dan Kuzey İzlanda’ya Subaru Forester’ımız ile sürecek 8 saatlik yolculuğumuz başlıyor.

Güneş açıyor ve nefis manzaralar bizi karşılıyor. Hrútafjarðará nehrinin oluşturduğu kanyonunun yanı başında ona paralel giden yoldan ilerleyip, kuzeye doğru tepeleri aşınca, üzeri sarı, yeşil, kızıl yosun battaniyesi kaplanmış uçsuz bucaksız lav ovaları yine karşımıza çıkıyor.

İzlanda’da her an, her köşe, her kare bir kartpostal gibi, durup sürekli fotoğraf çekmek, ya da o manzarayı fotoğraf karesine sığdıramayacağın için sadece izleyip içine çekmek istiyorsun. Yağmur, sis, kırağı, pus, buğu, bulutlar, güneş hepsi dramatik manzaralar sunuyor. Hepsinin ayrı ayrı değerini anlıyorsun. Coğrafya öyle heybetli, ölçekler öyle büyük, jeoloji öyle değişken ki, her havada ve koşulda bambaşka bir şaheser sunuyor. Hava koşulları gün boyu değişen sıcaklık farkları yüzünden sürekli değişken, her bölge kendi klimasını oluşturuyor.  Zaten İzlanda’da şöyle bir deyim var ‘Eğer İzlanda’da havayı beğenmiyorsan, 5 dakika bekle, mutlaka değişecektir!’. Ve tabii ki yaz günlerinde bile havanın hep güneşli olmasına imkan yok. Ve günün sonunda her hava koşulunun değerini anlıyor, ayrıca güneşe daha çok şükretmeyi öğreniyorsun.

Sonuçta 8 ay karanlıkta ve sürekli doğa felaketlerine hazırlıklı şekilde doğanın insafına kalarak yaşayan İzlanda’lılar aslında hep ‘survival’ modundalar. Yaşama saygıları büyük, çünkü yaşam bizim doğayı şekillendirip, kontrol altına aldığımız şehir hayatlarımıza göre çok daha zor. Bir sonraki deprem, volkan, sel ve fırtınanın ne zaman gerçekleşeceğini bilemeden sürekli tetikteler. Hiçbir zaman doğayı yendikleri yanılsamasına kapılmıyorlar. Dolayısı ile hem doğaya, tüm canlılara ve de insan hayatına değer veriyorlar. Hadi bakalım yerleşik düzene geçtik, rahatladık şimdi ne yapıyoruz şeklinde yayılıp, ekstra lüksler, tasarımlar, endüstriler düşünecek vakit ve enerjileri olmamış. Hep şimdiki anda, koşulları gözetleyerek ayakta kalmak gerekmiş. Aslında bir nevi avcı toplayıcıların korkuyla karışık doğa saygısı ve huşusu var ruhlarında, söylemlerinde ve aksiyonlarında. Doğadan kopmamışlar, kopamamışlar bu yüzden tamamen doğa uyumlu yaşamayı öğrenmişler.

Yol boyunca bir yandan manzaraları izliyor ve bunları konuşuyoruz eşimle. Ve Hrutafjördür’e ulaşıyoruz. Denize dik dağlar arasında derin bir fiyord olan Hrutafjördür boyunca her yer yemyeşil otlaklar, at ve koyun çiftlikleri ile çevrili.

Ardından Vatnsdalsholar vadisine geliyoruz. 4 kilometrekareye yayılmış irili ufaklı bir sürü tepecikten oluşan enteresan bir vadi. Sol tarafta boylu boyunca uzanan dağ ve hemen altındaki gölet, dağ üzerinde tek tük kırmızı damlı çiftlik evi ve onların ayna gibi gölete akseden yansıması, kuğu ve kazların senfonisi ve yemyeşil çimenlerde otlayan koyunlar ile çok güzel manzaralar sunuyor. Bugi bugi gibi alçalıp yükselen tepelerin, katastrofik bir heyelan felaketi sonucu oluştuğu tahmin ediliyor. Bu doğa fenomeni İzlanda’da sadece Arnarvatnsheidi gölünde ve Breidarfjord adalarında var. Ancak en kolay görülebilecek olanı Vatnsdalsholar.

12 kilometre sonra ufacık bir sahil kasabası olan Blönduós’da bir kahve molası verip ve 50 kilometre sonra Varmahlíð köyünde yer slan Vidimyri kilisesi’ne ulaşıyoruz. Kilise 1834’den kalma orijinal hali ile duruyor. İzlanda’nın geleneksel ve saf mimarisinin en güzel örneği olan ufacık kilise, turf (çimen) çatısı ile gerçekten çok şirin. Turf çatılar hem evleri sıcak tutmak için hem de rüzgardan çatıları korumak için eski bir İzlanda geleneği. Ahşap iskelet ve dam üzerine yerleştirilen sıkıştırılmış toprak ve saman, çimen ve otlarla kaplanıyor. Zaman içerisinde otlar büyüyerek uzuyor. Sanki sakallı yaşlı ufak bir bilge gibi duruyor. Arkasındaki dağlar ile çok güzel bir manzara sunuyor.

Varmahlid köyünün 6 km kuzeyinde yer alan Glaumbaer köyündeki Skagafjördür Mirası Müzesi, damları çimen kaplı mimari örneklerini yan yana görmek için harika bir yer.

900 yıllık tarihi çiftlik evleri ve ağılların yanı sıra, 19. yüzyılda İzlanda – Danimarka mimarisinde inşa edilmiş iki konağın ve çiftlik sahibinin yaşamak için sonradan yaptırdığı evlerin de çatıları otlarla kaplı turf evler.

Farklı yüzyıllara ait turf evlerin hepsini bir arada görmek mümkün. Şimdi hepsi İzlanda Milli mimari koleksiyonuna ve müzeye ait binalarda ayrıca folklorik bir sergi, çay odası, hediyelik eşya dükkanı yer alıyor.

95 km sonra Eyjafjörður koyunun en içerlek yerinde kurulmuş, kuzeyin başkenti sayılan Akureyri şehrine ulaşıyoruz. Fiyordu çevreleyen dağlara sırtını vererek sağlı sollu yamaçları sarmış renkli evler ile büyük bir kasabayı andırıyor şehir. Eskiden önemli bir ticaret limanı olan şehir şimdi bir balıkçı kasabası ve balina turları ile ünlü turist merkezi. Yüksek bir tepe üzerinde inşa edilmiş çift çan kuleli Akureyrarkirkja kilisesini gözen kaçırmanıza imkan yok. Guðjón Samúelsson tarafından 1940’de inşa edilen kilisenin modern mimarisi takdire şayan. Eski şehirde yer alan 1827’den kalan tarihi tiyatro, okul ve hastane binası ve 1795’den kalma Laxdalshús ahşap bina ve İzlandalı yazar Jón Sveinsson’un 1850’de inşa edilmiş çocukluk evi Nonnahús ziyaret edilebilir. İzlanda çok yeni bir ülke olduğu için tarihi ve kültürel deneyimler aramayın. Doğa keşiflerine odaklanıyoruz biz de. Botanik meraklısıysanız dünyanın en kuzeyinde yer alan İzlanda’ya özgü florayı sergileyen Lystigarðurinnbotanik bahçesini gezebilirsiniz. Yemek için en güzel restoran Bryggjan. 100% garantili balina turları’da düzenleniyor.

Biz yolumuza devam ediyoruz, ovaları saran çimenler fıstık yeşili parlıyor. Eylül başında sonbahar renkleri ağaçları sarmış, yapraklar kırmızı, turuncu ve sarıya dönmüş. Bir yandan yolda ilerlerken dağlardan akan şelaleleri izliyoruz. Her yerden fışkıran kaynaklardan gelen suları muhteşem İzlanda’nın. Suyun tadı yumuşacık, herkes musluktan içiyorlar, şişe su istediğinizde gerçekten garip bir şey istemişsiniz gibi bakıyorlar size ve ‘su matarınızı getirin musluktan dolduralım’ diyorlar.

İstikamet 30 kilometre ilerideki Goðafoss şelalesi. Goðafoss’a giderken sağlı sollu tepeler sarı, turuncu, kızıl çiçekler ve yeşil otlardan bir battaniye ile kaplanmış sanki. Dağların tepelerinden damar damar inen yarlardan upuzun şelaleler akıyor, ve aşağıdaki nehir ve göletlere karışıyor. Manzaralar nefis.

Bardardalur vadisinde yer alan Goðafoss, 180 km uzunluğu ile ülkenin en uzun Skjalfandafljot nehri üzerinde yer alan İzlanda’nın en ihtişamlı şelalelerinden. 12 metre yüksekliğinden, 30 metre genişliğinde 4 farklı koldan, çok güçlü bir debi ile dökülen etkileyici bir şelale.

İsmini de tarihi bir hikayeden alıyor. İzlanda’nın Althing bölgesinin reisi Borgerir, 1000 yılında izlanda’nın Hristiyanlığı kabul etmesi kararını ülke adına verdiğinde, evindeki tüm pagan tanrı heykelciklerini getirip bu şelaleye atmış. Bu yüzden Goðafoss yani Tanrılar Şelalesi olarak anılıyor. Gerçekten suyun şiddeti çok etkileyici, hipnotize edici bir güzelliği var.  7000 yıl önce patlayan Trölladyngja volkanından akan lav kanyonundan akan Skjalfandafljot nehri üzerinde, Goðafoss’a 1.5 kilometre yürüyüş mesafesindeki Geitafoss şelalesine de yürüyoruz.

 

Ardından istikamet 48 kilometre uzaklıktaki Mývatn Gölü ve Skútustaðir kasabası. Mývatn gölü kıyısındaki ufacık kasaba renkli evleri ile epey şirin. Ancak asıl güzelliği yan yana dizilmiş ‘pesudo’ yani kendisini krater sanan tepecikler ile bezenmiş Skútustaðir doğa parkı. Volkan patlaması sonucu lavlar gölün üzerine akıp suyla buluşunca, üst lav katmanları soğuyor, alttaki sıcak lavların arasında kalan su kaynıyor, ve üstteki soğuk lavlar arasından bir yol bularak patlayarak dışarı çıkıyor, lavlar bu fışkırma noktasının kenarına kayarak orada donup sanal kraterleri oluşturuyor. Yani gerçek patlamalardan değil de lavların su ile buluşmasından oluşan krater tepecikleri bunlar. Yarım saat yemyeşil yosunlar ile kaplanmış krater tepelerine inip çıkıyoruz, önümüzde göl, yanımızda krater tepecikleri ve arkamızda ovalar ve dağlar ile nefis manzaralar izliyoruz.

Ancak Mývatn bölgesini ziyaret edecekleri sinekler konusunda uyarmalıyız. İnanılmaz çok sayıda ufak sinek sürekli yüzünüze başınıza ve vücudunuza konmaya çalışıyor. Hatta birçok insan çok rahatsız olduğu için kafalarına ağ gibi başlıklar geçirerek dolaşıyor bölgeyi.

Skútustaðir kasabası yakınlarındaki en güzel otel ve restoran alternatifleri, gölün ve kraterlerin yanı başında efsane bir lokasyonda yer alan otel Hotel Gigir, ve Skútustaðir kasabası yolu üzerinde yer alan ultra modern tasarımlı lüks bir otel olan Hotel Laxa.

 

Arından Kalfaströnd (Klasar) ve Höfür lav kanyonunu ziyaret ediyoruz. Gölden içeri giren kanyon boyunca sağlı sollu lav kayalarının inanılmaz şekilleri, turuncu, kırmızı, sarı renkli ağaçların ayna gibi suda yansımaları, sarı, beyaz, turuncu, kırmızı renkli çeşit çeşit otlar, çiçekler ve kuşlar ile adeta Alice Harikalar Diyarındayız.

Yarım saatlik süren bu keyifli yürüyüş rotası ile başka bir gezegendeymişiz gibi tüm bölgeyi dolaşıyoruz.

İstikamet Dimmuborgir lav kayalıkları. İnanılmaz büyük ve uzun sivri kayalıklardan oluşan bu parktaki kaya oluşumları gördüğümüz başka hiçbir lav kayasına benzemiyor. Bu kayaların oluşum hikayesi enteresan. Volkan patlaması sonrası akan lavlar suyun üstüne geldiğinde, hem alt hem de üst kısımları hemen donuyor. Ancak arada kalan hala sıcak ve akışkan olan lavlar, en alttaki suyu ısıtmaya devam ediyor. Ve su lavları delerek fışkırıyor, aradaki akışkan lavlar da suyun fışkırdığı yerden püskürüyor ve havada donarak sivri şekilleri oluşturuyor.

Dimmuborgir Doğal Parkınının yarım kilometre ile 8 kilometre arasında değişen 5 farklı uzunlukta yürüyüş rotası var. 2.4 kilometre uzunluğundaki Kirkjuhringurinn patikası en güzeli. Sıradışı yükseklikteki lav oluşumları arasında yürürken, Kirkjan yani kilise takma adı ile anılan parkın en ünlü kayalığına ulaşıyorsunuz. Kiliseye tırmanırsanız tepesinde yüksek bir kubbesi olan iki tarafı açık bir mağara göreceksiniz. Sanki Gotik mimaride insan yapımı gibi mükemmel bir şekli var, ancak tamamen doğal bir lav mağarası.

Ve en sonunda otelimiz Fosshotel Myvatan’a ulaşıyoruz. Muhteşem göl manzarasına nazır modern tasarımlı otel, ahşap cephesi ile içinde bulunduğu doğa ile son derece uyumlu. Yemek salonundan nefis manzaralar sunuyor. Yemekleri nefis. Tavandan yere kadar camla kaplı geniş ve ferah odaların tasarımları ve manzarası da enfes. Otelin saunası da yine göl manzaralarına nazır. Uzun yürüyüşler sonrası ter atmak ve kasları dinlendirmek için manzaralara nazır sauna ilaç gibi geliyor.

Civarda yemek yemek için başka güzel alternatifler de var: Reykjalid güneyinde göl manzaralı çiftlik evinde doğal İzlanda mahsülleri sunan Vogafjos Farm Resort, Reykjalid köyünde yer alan lokal bir bistro ve bar olan Gambi ve Myvatn gölü kıyısında pseudo kraterler manzaralı Gigur otelin restoranı

Bugün epey uzun bir gün olmuş. Adanın batısından kuzeyine ulaşmak ve aralarda şelale, krater ve kanyonları görmek için 576 kilometre yol yapıp, 17.000 adım atıp, 12 kilometre yürüyüş tırmanmışız. Nedredeyse bayılarak uyuyoruz.

2.Gün

Güneşli bir sabaha uyanıyoruz. Otelimizin yemek salonunda nefis manzaralara nazır kahvaltımızı yapıp, yollara dökülüyoruz yeniden. Yerden yuvarlak şekillerde yükselen lav kaya tepecikleri yer yer çatlamış ve derin yarıklar oluşmuş, üzerlerinde beyaz ve sarı otlar ve çiçekler bitmiş. Resmen çıtır kabuklu dev Alman köy ekmeği tarlaları arasında ilerliyoruz.

Gölün kuzeyine doğru ilerliyoruz. Her yerden dumanlar yükseliyor, sanki toprak tütüyor. Sis tüm tepeleri kaplamış, dumanlar sis örtüsü ile buluşuyor. Sonradan anlıyoruz ki buralar hep jeotermal bölgeler. Sanki yer kaynıyor. Myvatn Doğal Banyoları, 2004 de açılmış 2500 metre derinlikten gelen jeotermal sıcak sular ile dolan havuz ve sıcak su kaplıcalarında yüzme ve manzarayı seyretme şansı sunuyor.

Ardından Hverir Namafjall kaynayan çamur yatakları ve tüten buhar tepelerine gidiyoruz. Yüksek ısılı jeotermal lav toprakları, arasından sızan gaz ve buharlar gerçekten şaşkınlık verici. Kırmızı, turuncu, sarı, boz ve bej renkli tüten toprakları, kaynayan çamur havuzlarını seyrederken sanki Mars’taymışız gibi ya da Interstellar filmindeymişiz gibi hissediyoruz.

Toprağın altındaki soğuk kaynak suları, yerin derinliklerinde magma ile karşılaşınca ısınıyormuş. 1000 metre derinlikte 200 dereceden fazla bir ısıya ulaşıp, buhara dönüşüyor ve bulduğu boşluklardan kaynayarak yüzeye çıkıyor. Buhar ile birlikte fümerol gazı da dışarıya çıkarıyor ve sülfüre dönüşüyor. Bu sebeple kesif bir sulfur kokusuna katlanmak gerekiyor.

Gerçekten İzlanda’da insan, sürekli değişen coğrafi doğa fenomenleri ve doğa harikası jeolojik oluşumlar arasında, ve sürekli değişen renkler, iklim ve manzaralar sayesinde, sanki her gün başka bir gezegene yolculuk yapıyormuş gibi hissediyor.

Ardından Avrupa’nın en güçlü ve debisi en yüksek akan şelalesi Dettifoss’a gidiyoruz.  100 metre genişliğinde 44 metreden aşağı saniyede 500 kübik metre hız ile akan şelale sularının sesi gerçekten kulaklarınızı sağır edebilecek şiddette. Yükselen su buharının güneşle buluşması sonucu oluşan gökkuşaklarını ve şelalelin hipnotize edici akışını izliyoruz. Ardından 700 metre uzaklıktaki Selfoss şelalesine yürüyoruz. Aynı nehir üzerinde akan başka bir geniş şelale olan Selfoss’da etkileyici.

Ardından Dettifosstan 85 numaralı yola kadar uzanan #862 toprak yolu üzerinden, 120km2 lik alana yayılmış Asbyrgi doğal park ve kanyonu boyunca ilerliyoruz. 25 km uzunluğunda 500 metre genişliğindeki kanyonun kayaları 100 metre yüksekliğe kadar ulaşıyor.

Nehirde zamanında akan sel suları, lavlar, ve buzlar tarafından oluşmuş kanyonda, harika kaya oluşumları, yarlar, kraterler, tepecikler ve göletler de oluşmuş.  Vesturdalur ve Asbyrgi en güzelleri.

#862 toprak yolunda Vesturdalur çıkışından çıkıp 5km’lik yürüyüş rotasını izlerseniz (2 saat sürüyor) nehrin ortasında oluşmuş Jökülsarglujufur doğa parkı ve kanyonu içindeki Hljddaklettar diğer adı ile kilise kayalığını, Raudholar krater kalıntılarını ve Holmatungur kayalarında buzul sularının oluşturduğu farklı yüzey yapılarını görebilirsiniz.

Asbyrgi kanyonu, Jöküllsa a Fjöllğm nehrinin oluşturduğu at nalı şeklinde muhteşem bir başka kanyon. 3.5 km uzunluğunda ve 1 km genişliğinde 2500 yıl önce oluşmuş kanyonu çevreleyen dik kayalar 100 metre yüksekliğine ulaşıyor. 2 yürüyüş rotasını tavsiye ediyoruz. Birisi kanyonun altında at nalının en derin noktasında yer alan şelale göletine giden yarım saatlik rota. Efsaneye göre bu kanyon Tanrı Odinn’in 8 ayaklı atı Sleipnir’in ayak basması ve nalının şekil vermesi ile oluşmuş.

Dimdik kayalar ile çevrili yol huş ağaçları ile kaplı. Fosforlu turuncu, kırmızı, sarı ve yeşil renklere bürünmüş yaprakları ile ağaçlar, etraftaki koyu renkli kayalar ile müthiş kontrast manzaralar oluşturuyor. Diğer bir güzel tırmanış rotası ise kanyonun tam ortasında yer alan Eyjan kayalığına tırmanan 1 saatlik rota. Tepeden kanyonun muhteşem manzaralarını seyretmenize imkan tanıyor.

Şimdi istikamet kuzey sahiilnde yer alan Húsavík kasabası. İzlanda’nın en eski yerleşimlerinden birisi olan Húsavík, eskiden önemli bir ticaret ve balıkçılık limanı imiş. Denizcilik, Ulusal Tarih Müzesi, Folklor Müzesi ve Balina Müzesi gibi müzeleri var. Balina turlarının en çok yapıldığı kasaba burası.

Burada öğle yemeği için lokal bir restoran olan Salka veya deniz mahsülleri restoranı olan Naustid’i öneririz.

Ardından Myvatn Gölüne geri dönüp Hverfjall kraterine tırmanıyoruz. 1 kilometre çapındaki Hverfjall krateri dünyanın en geniş tefra krateri. 2500 yıl önce patlamaların gerçekleştiği 1800 metrelik bir patlama hattının üzerinde yer alan kraterin oluşumu enteresan. Yerin altında magma ile çarpışan su, dev buhar patlamaları ile magmayı yırtarak, sıcak kaya ve kül parçalarını içeren piroklastik akıntılar püskürterek yer yüzüne çıkıyor. Önce kül patlamaları geniş bir alana püskürüp yayılıyor. Ardından piroklastik maddeler volkanın tepesinden aşağılara doğru 3 km uzağa yayılıyor. Doğal banyoların olduğu tüf tepelerine kadar uzanan püskürmeler yaşanıyor. Kraterin cepher duvarları ve ortasındaki göçük tamamen siyah lav taşları ile kaplı.

Önce 600 metre uzunluğunda bir patikadan 90 metreye kadar tırmanıyorsunuz. Sadece inip manzaraya bakıp çıkmak yaklaşık yarım saat sürüyor. Ardından yüksekliği 80 metre ile 180 metre arasında değişen krater çevresi, 3.2 km uzunluğunda, çevresini dönmek 1 saat sürüyor

Tepesine tırmandığınızda Myvatan gölünü, lav tarlalarını, etraftaki diğer kraterleri, Dimmuborgir kayalıklarını, su buharı tüten termal alanları seyrederek panaromik manzaralara nazır yürüyüş yapabiliyorsunuz. Manzaralar gerçekten nefis.

Arından Krafla volkan tepeleri bölgesine gidiyoruz. Ve Viti volkanına tırmanıyoruz. 30 metre çapında kraterin içindeki krater gölünde suyun zümrüt rengi gerçekten göz alıcı. Tepedeki manzaralar yine nefis. Tırmanmak ve etrafını dolaşmak bir saat sürüyor. Ancak sadece tepesine çıkıp göleti ve manzaraları izleyip inmek yetiyor ve toplam 15 dakika sürüyor.

Eğer 815 metre yüksekliğinde Krafla volkanına tırmanmak isterseniz, 2 kilometrelik yürüyüş ve tırmanış rotasını izlemeniz gerekiyor. Eminim manzaraları nefistir ancak bizim onu yapacak halimiz kalmamıştı. Diğer tırmanılabilecek volkanlar ise Leirhnjukur ve Hofur tepeleri.

Ardında Grjotagja doğal mağarasına gidiyoruz. İçindeki sularda banyo yapılan sıcak su mağarası imiş. Ancak Krafla’da 1974-1984 arasında gerçekleşen volkanik patlamalar sonrası mağaranın içerideki kaynak suları 60 dereceye kadar ısınmış. Şimdi 43-46 derece arasında. Artık suya girilmiyor. Sadece mağara ın içine inip sülfür kokan suyu görebiliyorsunuz. Tepesini örten yarılmış ekmek kabuğu tabakasını ve civardaki krater tepelerini görmek enteresan.

Sonra yine otelimiz Fosshotel Myvatn’a dönüyoruz. Göle nazır tepede son derece yalın, sade ve modern tasarımlı otel ahşap rengi ile doğanın içine kaynamış. Odalardan göl ve krater manzaları nefis. Saunada otururken camdan yine bu harika manzaraları seyredebiliyorsunuz. Sauna keyfi ve ardından yemek yiyip dinlenmek üzere yatıyoruz.

Yine epey uzun bir gün olmuş. 300 kilometre yol yapıp, 19.000 adım atıp, 13.5 kilometre yürüyüş 96 kat tırmanmışız.

 

NASIL GİDİLİR?

Türkiye’den İzlanda’ya en kısa sürede ve kolay yolculuğun Lufthansa ile olduğunu biliyor muydunuz? Yaptığımız araştırmalar sonucu aynı gün içerisinde Reykjavik’e varabildiğiniz en kolay, hızlı ve uygun fiyatlı Lufthansa ile İstanbul -Frankfurt aktarmalı uçuş olduğunu bulduk. Hele Lufthansa App’ini indirirseniz online check-in işleminizi kolayca yapıp, boarding kartınızı app’e indirip, barkod ile rahatça kapılardan geçebiliyorsunuz. Tüm uçuşların kapı numaralarını, boarding zamanını, varsa kapı değişikliklerini anında bildiriyor, ve boarding zamanını gelince hatırlatıyor, gecikme var ise hemen bildiriyor. Lufthansa App’i Check-in sırasında teslim ettiğiniz valizlerinizin uçağa yüklendiğine dair valiz etiket numaraları ile konfirmasyon gönderiyor. Havalimanı haritası sayesinde kapınıza giden en hızlı yolu göstererek yönlendiriyor. Böylece uçuşlarınızı doğru kapıdan, zaman kaybetmeden ve gönül rahatlığı ile gerçekleştirmenizi sağlıyor. Biz çok memnun kaldık, tavsiye ediyoruz.

Frankfurt üzerinden en kısa aktarma süreli ve en uygun fiyatlı Reykjavik uçak biletinizi www.lufthansa.com/tr/tr/Homepage ‘den ayırtabilirsiniz.

İZLANDA YAZILARIMIZ

Zeynep Atılgan Boneval