BATI İZLANDA KEŞİF VE SÜRÜŞ ROTASI

 

 

Arşın Merkezi Snæfellsnes’e Yolculuk: Saga Destanları, Lav Kayaları, Kumsalları ve Deniz Fenerlerinin Yarımadası

 

3 gün 757 Kilometre Sürüş – 46 Kilomotere yürüyüş rotası:

 

  • Reykholt – Barnafoss ve Hraunfossar şeleleri – Deildartunga sıcak su kaynakları – Eldborg Krateri – Bjarnarfoss şelalesi – Budir kasabası ve kilisesi –  Flambodir kayaları – Ytri Tunga plajı – Hellnar kasabası
  • Lóndrangar Kayalığı – Dritvík & Djúpalónssandur plajı – Saxhóll krateri – Skalasnagi deniz feneri – Hellisandur kasabası – Svöðufoss şelalesi – Olafsvik kasabası – Snafeljöküll dağı – Hellnar kasabası
  • Kirkjufell Tepesi – Kirkuerfellfoss şelalesi – Grundarfjörður kasabası – Grundarfoss şelalesi – Kolgrafarfjördur ve Hraunsfjarðarvatn fiyordları – Stykkisholmur kasabası – Baularvallavatn ve Hraunsfjarðarvatn gölleri – Sheeps şelalesi – Arnarstapi kasabası

 

 

1.Gün

 

Kiraladığımız Subaru Forester ile Reykjavikten yola çıktık, ve Skögraegtarfelag doğa parkını geçip Vesturlangsvegur üzeirnden Reykholt’a ilerliyoruz.

 

Sol tarafımız deniz sağ tarafımız yemyeşil dimdik heybetli tepeler… aralarından akan şelaleler… aşağılarda vadilerde otlayan birbirini çeneleri ve dişleri ile kaşıyan, kahküllü uzun saçlı atlar… besili bol tüylü dev koyunlar… renkli renkli galvaniz ile kaplı tek katlı çiftlik evleri ve kulübeler… yanımızdan akan nehirler… tepelerde yer yer kar… dümdüz cam gibi göletler üzerinde dağların ve evlerin ayna gibi yansımaları… tarlalarda yağmurdan ıslanıp çürümesin diye pembe, mavi, yeşil, sarı torbalara sarmalanmış dev saman balyaları… yol kenarlarında pamuk gibi beyaz çiçekler manzaralarımız.

Hvalfjörür fiyordunu dolaşmadan karşıya geçmek için upuzun 6 km’lik bir denizaltı tünelinden geçiyoruz. Tünelden çıktıktan sonra tepeden fiyord manzaralarını izleye izleye kuzeye doğru ilerliyoruz.

 

Her yer doğa, her yer yeşil, insan eliyle yapılmış öyle az şey var ki, göze bile çarpmıyor.

Dramatik yükseklikler ve diklikler, yeşilin binbir farklı tonu ve renk kontrastları karşısında şaşırıp, nutkumuz tutulmuş şekilde sessizce bakakalıyoruz. Doğa bizi daha ilk saatlerde yeniyor.

 

Bunlar görmeye alışmadığımız ölçekler ve renkler!

 

Yönümüzü çevremizdeki kayalıklar, yarlar, göletler, krater tepelerine göre belirliyoruz.

Kuzeye çıktıkça otlar sararıyor. Bir anda bembeyaz dev kuğular çıkıveriyor karşımıza. Damları yaşayan çimenler ve otlarla kaplı tatlı minik çiftlik evleri… kıvrıla kıvrıla akan nehirler… kayalık tepeler… Blok blok kayalar, set set yükselerek piramit gibi dağlar oluşturmuş… dev simsiyah kargalar yola atlıyor… gördüğümüz imkansız ölçekler, şekiller ve formlar bütün bildiğimiz geometrik kuralları yıkıyor. Sürekli değişen manzaraları bir doğa belgeseli gibi izliyoruz.

Batı fiyordlara sapmadan Borgarnes’den Reykholt’a döndük. Reykholt ufacık bir köy. Reykholt kasabası yakınlarında Barnafoss ve Hraunfossar şelelerini gezdik.

Ardından Deildartunga sıcak su kaynakları ve jeotermal havuzları’nı ziyaret ettik. Toprak altından çıkan suları 100 derece olan Deildartunga, Avrupa’nın en sıcak termal su kaynağı. Modern mimaride Kraumar isimli kaplıcası gerçekten doğanın içinde kaplıca keyfi için muhteşem bir alternatif. Bizden size tavsiye, Reykjavik’e yakın olduğu için İzlanda’nın en çok bilinen ve herkesin dilindeki Blue Lagoon’u unutun, İzlanda’nın sakin köşelerinde muhteşem manzaralara nazır Laugarvatn Fontana, Secret Lagoon, Myvatn Nature Baths, Krauma gibi öyle güzel jeotermal havuzlar varki, hem de çok daha az kalabalık ve uygun fiyatlı.

Solda Eldborg ve sağda Geroubeeg kraterlerinin olduğu yolda ilerliyoruz. Etraf lav tarlaları ile çevrili. Kurumuş lavlar havada değişik heykeller gibi kaya şekilleri oluşturmuş, üzerlerinde ise sarı yeşil yosun otlar bitmiş, sanki uzayda bir gezegen gibi.

60 metre yüksekliğindeki Elborg tepesinde geniş bir lav krateri var. Snorrastadir çiftliğine gidip oradan 2 saatlik yürüyüş ve tırmanış ile tepesine çıkabiliyorsun. Güneşli açık bir günde Reykjavikyen Snafellsjökulle buzuluna, okyanustan ovalara uzanan manzaraları seyrederek tırmanmak çok keyifli.

 

Borgarnesten 30 km kuzeyde ise sağda Grabrok volkanı var. Yine 60 metre yükseklikteki bu volkanın kraterine 30-45 dakika tırmanış ile ulaşabiliyorsunuz.

Yolumuzda sağda iki adet kızıl renkli volkan tepesi olan Ytri Raudamelskulur ve Sydri Raudamelskulur ve aralarında kayaların üzerinde masa dağı gibi bir platonun nefis manzaralarını izleyerek ilerliyoruz.

 

Bu arada yolculuğumuz boyunca yol kenarları hep atlar, koyunlar ve kuğular ile dolu. Bu kadar çok kuğuyu bir arada hiç görmemiştik. Normalde kuğular göl ve nehir kenarlarında yaşar diye biliyordum, oysa İzlanda’da kara içlerinde kuğular sürüler halinde yaşıyor. Kuğuların gökyüzünde sürü halinde zarafetle uçmalarını izlemek çok keyifli.

 

Ardından Budir kasabasına giden ara yola sapıyoruz.  Kar ve buzullar ile kaplı tepelerin altındaki lav kayalıkları yemyeşil yosunlar ile kaplı, sislerin arasında mistik ve buğulu bir manzara sunuyor.

Yolda yüksek bir tepeden akan Bjarnarfoss şelalesini ziyaret ediyoruz. Ve şelalenin altındaki gölete tırmanıp, gürül gürül sesini dinliyoruz. Arkamızda alabildiğine deniz uzanıyor.

Sonra sahil kıyısındaki Budir kasabasında, 1847’den beri aktif kalan tek kilise olan Budir kilisesine gidiyoruz. Arkada dağlar ve önünde deniz ile sanki dramatik bir film sahnesi gibi nefis bir fonda yer alan tek katlı kilise, ufacık tatlı bir kilise. Az evvel ziyaret ettiğimiz Bjarnarfoss şelalesi, arkadaki dağlardan upuzun bir ip gibi akıyor.

Kilisenin önünden denize doğru Flambodir lav kayalıklarına yürüyoruz.  Volkan patlaması sonrası gürül gürül akan lavlar denizle buluşunca bir anda kuruyup simsiyah şekil şekil kayalıklara dönüşmüş. Gerçekten şaşırtıcı doğa heykelleri gibiler.

Budir’den sonra fokları ile ünlü Ytri Tunga plajına gidiyoruz. Ve gerçekten kayaların üzerinde yatan fok kolonisi ile karşılaşıyoruz. Sevimli hayvanlar şu foklar.

Ardından konaklayacağımız Hellnar balıkçı köyüne gidiyoruz. Eskiden Faxaflói Körfezi’nde balıkçılıkla uğraşanların limanı olan bu kasaba, şimdi sadece 20 haneye ve birkaç otel ve konuk evine ev sahipliği yapıyor.

Fosshotel Hellnar otelimiz denize nazır bir tepede yer alan çevre dostu ödüllü bir otel. Snæfellsjökull dağ buzulu ve yanardağına sırtını yaslamış, yemyeşil çimenlerin ortasında, dışarıdan prefabrik görüntüsü taşıyan ancak içine girince, seyir terası, şömine önü oturma salonu, kütüphane salonu ile keyifli bir dağ ‘şale’si atmosferine sahip çok güzel bir otel.  Denize nazır şık ve keyifli restoranında ise morina balığı, somon, kuzu gibi geleneksel İzlanda yemekleri ve de organik şarap ve biralar gerçekten çok lezzetli. Odalar da son derece rahat, zevkli, biraz ufak ancak yeterli boyutlarda.

 

Green Globe lisansına sahip otelin çevresel sürdürülebilirlik konusunda çabaları gerçekten takdire şayan. Zaten İzlanda’da her kasaba, her işletme, her insan çevre duyarlılığı konusunda örnek tavırlar sergiliyor.

 

Otelde konaklarken yan koydaki Arnarstapi kasabasına sahilden yürüyüş yapabilir, çevrede doğa yürüyüşleri ve tırmanışları gerçekleştirebilir, ata binebilir ve buzul turları gibi aktiviteler yapabilirsiniz.

 

Otelimizin müdürü Nial ile sohbet ediyoruz. Otel kışları kapalı, ancak kendisi Şubat’a kadar kalıyor. Ve ‘kışın burada hayat duruyor, neredeyse kış uykusuna yatıyoruz. Sadece 11.30 ile 14:30 arası azıcık gün ışığı alan günler epey depresif oluyor, yataktan çıkmak istemiyorsun’ diye anlatıyor.

388 kilometre araba kullanıp, 15.826 adım atarak 12 kilometre yürüdüğümüz uzun bir günün ardından yemeğimizi yiyip erkenden dinlenmek üzere yatağa giriyoruz.

 

İzlanda yorucu bir seyahat, akşamları güç toplamak lazım!

 

2.Gün

Sabah mistik ve buğulu bir havada, Subaru’muz ile otelden çıkıyoruz ve yeni Snæfellsnes yarımadası keşiflerimize Lóndrangar Kayalığı ile başlıyoruz.

 

Denizden dimdik yükselen kayaların oluşturduğu heykelsi görüntü daha uzaktan bizi büyülüyor. Gerçekten uzaktan deniz kıyısında dev bir kaleyi andırıyor. Zaten İzlanda’lılar kaleleri olmadığı için doğa ananın onlara bu doğal kaleleri hediye ettiğine inanıyorlarmış. Eski bir volkanik kraterin patlaması sonucu kalan bazalt sütunlar ve setlerden oluşan Lóndrangar, benzersiz bir doğa fenomeni.

Biri 75 metre diğeri de 61 metre yükseklikte iki kayalık tepesini yakından görmek için yürüyüşe başlıyoruz. Tepelerden birisinin üzerinde denize dimdik inen martıların yuva yaptığı yarları seyrediyoruz ve aşağıda kayalara vuran dalgaların sesini dinliyoruz. Doğanın heybetine hayranlık duymamak elde değil. Ana kayalığa yürüyüş yaparken, donmuş siyah lav tarlalarını kaplayan fıstık yeşili ve sarısı yosunlar arasından pembe, turuncu renklerde çiçekler, yaşamın her koşulda bir yolunu bulabildiğini hatırlatıyor bize.

Donmuş sivri kayaların üzerindeki şekilleri o kadar kolay bir şekilde yaratıklara ve hatta insan yüzlerine benzetmek mümkün ki. Zaten Elf’ler ve Troll’lere ait efsane ve destanların çıktığı topraklar boşuna bu Snæfellsnes yarımadası değil. İzlanda’nın tarihini folklorik ve coğrafi bakış açısı ile dillendiren Saga destanlarının vatanı Batı İzlanda. Heybetli, büyüleyici, gizemli ve değişken coğrafya, hayal gücünü tetikleyerek, canlı ve renkli karakter tasvirleri ile, elfler, troller ve gizli görünmez insanları hikayelerin sihirli bir parçası haline getirmiş.

 

Ardından Dritvík koyunda Djúpalónssandur yani ‘Siyah Lav İncileri Plajı’ ve kayalıklarına yola çıkıyoruz. Burası sanki lavdan bir harikalar diyarı. Nautastígur yani boğa patikasından aşağı iniyoruz.

 

Dev lav kaya oluşumları arasından ilerleyen bu patikada tuhaf şekilli ortasında bir delik olan Gatklettur kayalığı var. Eğer hava açık ise delikten Snæfellsjökull buzunu görebiliyorsunuz. Yolda karşınıza 2 farklı taze kaynak suyundan derin göletler çıkıyor. Üzerlerindeki yansımalar gerçekten etkileyici.

Plaja ulaştığınızda eski bir İngiliz trol teknesinden kalma demir parçalar göreceksiniz. Epine GY7 isimli tekne 1948’de Dritvík koyunda batmış. Hayatını kaybetmiş gemicilerin anısına kumsaldaki kalıntıları kaldırmıyorlar.

 

Denize yaklaştıkça simsiyah bir lav kumsalına geliyorsunuz. Yüzeyi pürüzsüz ve yumuşacık bu lav çakıl taşları ‘siyah lav inci’leri olarak adlandırılıyor.  Kumsalda dev bir lav kayalığı yer alıyor, Söngklettur ya da the Şarkı Söyleyen Kaya. Kırmızı renkli haşmetli bu kayanın ‘Elflerin Kilisesi’ olduğuna inanılıyor.

 

Elflere saygı İzlanda’lıarın ruhuna kazınmış bir olgu. Doğadaki hiçbir varlığı incitmeyen, şefkatli, iyi yürekli, büyüleyici güzellikte ve ölümsüz fantastik karakterler olan Elf’lerin gazabından korkulacak tek zaman onların yerleşkelerine saygısızlık yapıldığı zamanlar. Djúpalónssandur plajında başka garip şekilli birçok lav kayası daha bulunuyor.

Kerling isimli Troll kadını ve Karl isimli Troll erkeği. Efsanelere göre Troller gün ışığı görünce taşa dönüşüyorlar. Birbirine kavuşamamış nişanlı çift Karl ve Kerling troll kayalarını İzlanda’nın farklı yörelerinde görecek ve hikayelerini dinleyeceksiniz.

 

Tam kayaların tepesinden denizi seyrederken az ileride köpek balıklarının yüzgeç ve kuyruklarını görüyoruz. Yunuslar gibi dalıp çıkan 4-5 metre uzunluğundaki köpek balıkları av peşinde. Bizi şaşkına çeviren bu sahneye dalıp dev köpek balıklarını izliyoruz ve fotoğraflıyoruz. Fokların peşinde avlanan köpek balığı bize yüzgeci ile resmen bir şov sergiliyor. Sonradan araştırıp öğrendiğimize göre gördüklerimiz Grönland köpek balığı imiş, ağırlıkları 1 tonun üzerine çıkabilen, uzunlukları 5 – 6 metreye ve ömürleri 400 yıla kadar ulaşabilen dünyanın en uzun ömürlü omurgalısıymış. Karadan bu nadir rastlanılan köpek balıklarını izleyebildiğimiz için şansımıza şükrettik.

 

Eskiden Nisan-Mayıs ayları arasında avlanan balıkçıların limanı olan Dritvik’te balıkçı kulübelerinin kalıntıları da duruyor. Kendimizi uzay üssü alfa’da hissettiğimiz kesin. Zaten İzlanda’da her an başka bir gezegende gibi hissediyorsunuz.

Ardından Saxhóll kraterine gidiyoruz. 100 metre yüksekliğindeki kraterin üzerine çelik merdiven konstrüksüyonu yaptıkları için tırmanması çok kolay. Kaynayan magmanın yeryüzüne çıktıktan sonra oluşturduğu Saxhóll kraterinin tepesine vardığınızda Atlantik Okyanusuna uzanan nefis lav tarlaları manzarası size karşılıyor.

Ardından Snæfellsnes yarımadasının en batı ucunda yer alan Skalasnagi deniz fenerine ulaşıyoruz.

 

Kayaların tepesinde yer alan parlak turuncu renkli fener gerçekten arkasındaki masmavi gökyüzü ve beyaz pamuk bulutlar ile çok fotojenik bir görüntü sergiliyor. Fenerin hemen altında denize dimdik inen kayalar ve denizden çıkan kemerli kaya oluşumlarından oluşan upuzun sahil şeridi tam seyirlik.

Kuzeydoğu yönünde yarımadayı dönmeye devam ediyoruz. Yol kenarında dev bir direk gözümüze çarpıyor. Hellissandur Radyo İstasyonu Avrupa’nın en yüksek örneği imiş.

Az sonra Hellisandur kasabasına ulaşıyoruz. Tek katlı renkli ahşap veya boyalı çelik saç evler, renkli ondülin saç veya turf (çimen) çatıları ile şirin bir kasaba. Tarihi 16. Yüzyıla uzanan Hellissandur eskiden bir balıkçı ve ticaret limanı imiş. Şimdi denizcilik müzesi, modern mimarideki kilisesi ile turistik bir kasaba.

 

Snæfellsjökull Ulusal Parkının hemen arkasında yer alan kasaba, açık havalarda nefis Snæfellsjökull buzul ve volkanı manzarası sunuyor.

 

İki kilometre uzaklıkta yer alan Rif, deniz ticaretinin önemli bir limanı haline geldiği için epey endüstriyel bir görüntüye sahip, o yüzden pas geçip güneyindeki Svöðufoss şelalesine gidiyoruz. 10 metre yüksekliğinde bazalt kaya sütunları arasından dökülen şelale arkasına Snæfellsnes buzulunu alarak nefis manzaralar sunuyor.

 

Ardından, iki katlı renkli evleri ve modern mimaride kilisesi ile şirin bir kasaba olan Olafsvik’e gidiyoruz.  Burada kırmızı renkli tatlı bir binada yer alan Hrain isimli restoran geleneksel lezzetleri ile meşhur. Deniz mahsülü ağırlıklı yemekler çok lezzetli. Eğer Hrain’de yer bulamazsanız deniz kıyısındaki modern bistro Sker’de de yiyebilirsiniz.

Ardından efsanelere ve Saga’lara ilham vermiş, Snafeljöküll buzulu ve volkanına tırmanışımız başlıyor. Ara ara bozulmuş toprak yoldan dikkatlice ilerliyoruz. Ancak 4*4 Subaru Forester güvenle tırmanıyor tepeleri. 700.000 yaşında ve buzul çağından beri yaklaşık 20 kez patlamış volkan üzerinde topraktan yükselen sisler, tepelerin üstünde bulutlar oluşturarak gizemli bir görüntü sergiliyor. Tepeye doğru ulaştığımızda kar ve buzullar arasında yemyeşil yosunlar ile kaplı tepeler yine başka bir gezegene taşıyor bizi. Sislerin arasından tepelerdeki kayalar, sanki zirvede aşağıdakileri gözetleyen hayaletler gibi bakıyor.

İlahi ve iyileştirici gücü olduğuna inanılan Snaefellsjöküll hakkında dünyanın kalp çakrası olduğundan, troller ve elflere ev sahipliği yaptığına uzanan birçok mucize hikayesi, efsane ve inanış var.

 

Dağ, Jules Verne’in dünyaca ünlü bilim kurgu romanına da ilham vermis. Roman kahramanları, ’Dünyanın Merkezine Yolculuk’ için Snaefellsjöküll’ün tepesinden içeri girerler, ve maceralı bir yolculuktan sonra Aeolian adalarındaki Stromboli volkanının tepesinden yeryüzüne geri çıkarlar.

Snaefellsjöküll üzerindeki buzul 1900’lerde 22 km2 iken küresel ısınma sonucu şimdi 9 km2’ye düşmüş. Volkan kolonisinin en tepesinde buzla dolu dev bir at nalı şeklinde kaldera krateri var. Buradaki volkanlar İzlanda oluşmadan önce birçok kez patlamış, en son 1800 yıl önce patlayan volkandan püsküren kaynar lav selleri, kum ve sünger taşı taşıyan kaynak suları ve buz ile buluşunca, bu karışım dağın yamaçlarından eriyik olarak akmış ve lav nehirleri buz taşları ile dolmuş. Uzaktan Snaefellsjöküll dağına baktığınızda bu yarlar muhteşem manzaralar sunuyor.

 

Dağın son patlamada oluşmuş 3 zirvesi var: 1446m yüksekliğinde Midtufa, yaz aylarında üzerindeki buz yumuşayınca tırmanılabiliyor. 1390 metre yüksekliğindeki Nordurtufa ve 1442 metre yüksekliğindeki Vesturtufa tepeleri yaz dahil kar ve buzlarla kaplı.

Ve son olarak Hellnar kasabasına gidiyoruz ve kırmızı renkli tarihi kilisesinden önündeki okyanusu arkasındaki Snaefellsjöküll dağı manzarasını seyrediyoruz. Gün batımında karla kaplı tepeleri güneşin kızıl yansımaları ile alev alev yanıyor.  Gerçekten inanılmaz bir manzara.

 

Fosshotel Hellnar otelimizin müdürü Nial, Reykjavik’e 117 kilometre uzaklıktaki Snaefellsjöküll’ün gün batımının, pırıl pırıl güneşli ve açık yaz akşamlarında Reykjavik’ten bile seyredildiğini söylüyor.

 

Bugün Subarumuz ile 171 kilometre yol yapmışız, ve 25.382 adım atarak 19 kilometre yürüyüp tırmanmışız. Tabii o yorgunlukla hemen uykuya dalıyoruz.

 

 

3.Gün

Bugün yarımadanın kuzeybatısını keşfetmek üzere yola çıkıyoruz. Direksiyonu önce Grundarfjörður kasabasından az önce yer alan Kirkjufell tepesi ve Kirkuerfellfoss şelalesine çeviriyoruz.

Denizde bir yarımada oluşturmuş heybetli volkanik Kirkjufell tepesinin önündeki dümdüz sular ayna görevi görerek, tepenin aynısını sulara yansıtıyor. Kirkuerfellfoss şelalesi ise çok yüksek bir şelale olmasa da geniş bir alandan dökülürken altında oluşturduğu gölet üzerinde çok güzel yansımalar sunuyor. Arkasındaki yemyeşil tepeler ile tam seyirlik.

 

Buradan sırtını dağlara yaslamış sahil kıyısındaki Grundarfjörður kasabasının manzaraları da enfes. Grundarfjörður 872 kişinin yaşadığı, renkli kurabiye evleri ile şirin küçücük bir balıkçı kasabası. Çeşit çeşit kuşları, etkileyici şelaleleri, denizde balina ve fokları ve nefis yürüyüş ve tırmanış rotaları ile doğanın cömertliğini sergilediği coğrafyadan faydalanan kasaba yürüyüş ve tekne turları ile şimdi bir turist merkezi olmuş.

 

Puffin kuşunu görmek, balık tutmak veya balina izlemek için turlar alabilirsiniz. Ayrıca koyunları ile ünlü kasabada ve civarında, yol kenarında onlarca koyun sürüsüne rastlıyorsunuz.

Direksiyonu bölgenin ünlü şelalesi Grundarfoss’a çeviriyoruz. 5 dakika bir araba yolculuğu ardından bir patikadan yürüyüş sonrası ulaştığımız 70 metre yükseklikten dökülen şelale gerçekten etkileyici.

 

Sonra Kolgrafarfjördur ve Hraunsfjarðarvatn fiyordlarının ağzında yer alan deniz üstü köprülerinden geçerek sağımızda dağlar ve deniz solumuzda fiyord manzaralarını izliyoruz. Sürreal bir tablo şeklinde yükselen tepeler, tepelerden aşağı akan şelaleler ve suya yansımaları muhteşem.

Ardından Stykkisholmur balıkçı ve liman kasabasına gidiyoruz.  Kırmızı, yeşil, mavi renklere boyanmış minik iki katlı evleri ile kurabiye kasabası gibi. 19 ve 20. yüzyıldan kalma ahşap evlerin yanı sıra ondülin kaplı beton evler de var 1100 kişilik kasabada. İzlanda’da evleri soğuktan, fırtınadan ve yağıştan korumak için beton duvarlar üzerine ondulin kaplıyorlar ve her bir evi canlı renklere boyuyorlar.

Her evin yoldan gözüken cam içlerine de ev sahibinin kişisel zevk ve merakına göre seramikler, heykeller, legolar, çiçekler diziyorlar.  Evlerin önünden geçerken cücelerden, çizgi roman karakterlerine, kaktüs koleksiyonlarından Troll ve Elflere envai çeşit süsleme gördük. 1832’den kalma ‘Norveç Evi’ şu anda bir folklor müzesi.

Stykkisholmur kasabasının önünde bazalt kayalardan oluşmuş dev bir tepe var. Bu tepe sayesinde doğal korunaklı bir liman haline gelmiş. Tepedeki deniz fenerine tırmanıyoruz, ufukta Batı Fiyordlarına uzanan manzara, denize dimdik inen peynir kayalıklarına benzeyen yarlar ve arkamızda da kasaba ve liman manzarasını içimize çekiyoruz.

Son derece modern mimaride bir kilisesi, ufacık birkaç kafesi ve konuk evi, ve de balıkçı evlerinin olduğu bu liman kasabası, ulaşımı karadan çok uzun ve zorlu olan Batı Fiyordları’na, arabalı vapur ile geçit yeri olarak önemli bir nokta.

Geri dönüş yolumuzda Baularvallavatn gölüne ve hemen arkasındaki Hraunsfjarðarvatn gölüne gidiyoruz. Lav tarlaları ve tepelerden dökülmüş lav kayalarının üzerleri yağmur ve rutubetten yemyeşil yosun battaniyesi ile kaplanmış göle kadar uzanıyor. Gölün mavi rengi, yosun kaplı engebeli toprağın fıstık yeşili ve tepelerin kahverengi nefis tezatlar sunuyor. Hraunsfjarðarvatn gölüne dökülen Sheeps şelalesine ulaşıyoruz. Kademeli kademeli dökülen şelalenin manzaraları ve sesi huzur verici.

 

Artık anlamışsınızdır, İzlanda’da adım başı şelaleler karşınıza çıkıyor. 350.000 kişilik nüfusu olan ülkede kişi başına neredeyse bir şelale düşüyor. Her yeri doğal kaynaklar, membalar ve şelaleler ile dolu İzlanda’nın suları da tabii ki muhteşem. Şişelenmiş su istediğinizde gülüyor İzlanda’lılar. Herkes musluk suyu içiyor ve musluklardan akan sular yumuşacık ve çok lezzetli.

Günü bitirmek üzere Arnarstapi kasabasına yol alıyoruz.  Denizden dimdik yükselen kayalar üzerinde bir platoda, sırtını Stapafell dağlarına yaslamış bu kasaba, rengarenk evleri, turf çatıları ve müthiş manzaraları ile yarımadanın en şirin kasabası. Aslında şimdi ufacık olan kasaba, 15. Ve 16. Yüzyıllarda çok önemli bir ticaret ve balıkçılık liman kentiymiş. Bugün Arnarstapi iskelesi küçük tekneler vey at ve yelkenciler için önemli bir sığınak.

Sahil şeridine doğru giderken karşınıza dev bir heykel çıkıyor. İzlanda’nın ünlü Bárður Saga’sına göre ilahi güçleri olduğuna inanılan Bardur, Snaefellsjöküll’e ilk tırmanan insan. Uzun boyu ve yapılı vücudu ile bir devi andıran Bardur, uzun yıllar bölge insanlarına krallık yaptıktan sonra bir gün buzulların arasında kaybolmuş. O zamandan beri Buzul’un Tanrısı ve orada yaşayanların koruyucusu olarak anılıyor.

Şu anda sanatçı Ragnar Kjartansson tarafından taş ve kayalardan efsanedeki gerçek boyutlarına göre inşa edilen Bárður heykeli, Arnarstapi halkını tehlikelere karşı koruyan ruhu temsilen yükseliyor.

Arnastapi’nin sahili, bazalt kayaların heykelsi sütunların arasında oluşmuş geçitler, derin ve dar yarıklar, denizin ortasından fışkırmış kayalar, lava oluşumları, denize çökmüş kraterler ve mağaralar, ve denize dökülen şelaleleri ile bizi büyülüyor. Sahil boyunca yaptığımız 2 kilometrelik yürüyüş sırasında baş döndürücü falezler ve uçurumlar arasında mağaralar ve kuşlara rastlıyoruz. Kittiwake martıları, deniz kırlangıçları, ustura gagalı, kutup fırtına kuşu gibi arktik deniz kuşları üzerimizden yarlara doğru uçup duruyor ve çok yakından görebiliyoruz.

Arnarstapi’de turf çatılı bir restoran olan Arnabaen’de pizza ve şarap keyfimizi yapıyoruz. Alternatif olarak fish & chips, pizza, hamburger sunan Staping restoranı ve biraz daha şık bir alternatif olan Arnarstapi Hotel restoranlarına bir göz atıyoruz.

 

Bugün 198 kilometre araba kullanıp, 19.102 adım atarak 15 kilometre yürüdüğümüz uzun bir günün ardından yemeğimizi yedikten sonra, erkenden dinlenmek üzere yatağa giriyoruz.

 

 

NASIL GİDİLİR?

Türkiye’den İzlanda’ya en kısa sürede ve kolay yolculuğun Lufthansa ile olduğunu biliyor muydunuz? Yaptığımız araştırmalar sonucu aynı gün içerisinde Reykjavik’e varabildiğiniz en kolay, hızlı ve uygun fiyatlı Lufthansa ile İstanbul -Frankfurt aktarmalı uçuş olduğunu bulduk. Hele Lufthansa App’ini indirirseniz online check-in işleminizi kolayca yapıp, boarding kartınızı app’e indirip, barkod ile rahatça kapılardan geçebiliyorsunuz. Tüm uçuşların kapı numaralarını, boarding zamanını, varsa kapı değişikliklerini anında bildiriyor, ve boarding zamanını gelince hatırlatıyor, gecikme var ise hemen bildiriyor. Lufthansa App’i Check-in sırasında teslim ettiğiniz valizlerinizin uçağa yüklendiğine dair valiz etiket numaraları ile konfirmasyon gönderiyor. Havalimanı haritası sayesinde kapınıza giden en hızlı yolu göstererek yönlendiriyor. Böylece uçuşlarınızı doğru kapıdan, zaman kaybetmeden ve gönül rahatlığı ile gerçekleştirmenizi sağlıyor. Biz çok memnun kaldık, tavsiye ediyoruz.

Frankfurt üzerinden en kısa aktarma süreli ve en uygun fiyatlı Reykjavik uçak biletinizi www.lufthansa.com/tr/tr/Homepage ‘den ayırtabilirsiniz.

İZLANDA YAZILARIMIZ

Zeynep Atılgan Boneval