KUZEY EGE KEŞİFLERİ, ROTA VE REHBERLERİ

 

Dünyanın en yüksek oksijen oranı sıralamasında 2. sırada Kaz Dağlarını kapsayan Kuzey Ege bölgesinin Biga Yarımadası olduğunu biliyor muydunuz?

Türkiye’nin kuzeybatısında, Edremit’ten Türkiye’nin en batı ucu olan Babakale’ye uzanan yarımada havası ve suyunun temizliği, toprağının bereketi ile yüzlerce yıldır birçok farklı medeniyet için kutsal sayılmış.

TARİHTE KUZEY EGE

Antik ismi ile adıyla İda Dağları olarak anılan Biga Yarımadası’nın oksijen deposu olan Kazdağları, mitleri, efsane ve hikayeleri ile Antik Yunan mitolojisinde gerçekten çok önemli bir yer tutmuş. Hatta tarihe damgasını vurmuş meşhur Truva Atı, dünyada sadece bu bölgede yetişen Kazdağları Göknar ağacı ile yapılmış. Kaz Dağlarında, Truva, Pers, Atina, Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok önemli medeniyetin izlerini bulabiliyorsunuz. 

Kaz Dağları, Assos ve Babakele’ye doğru birbirine komşu olan köylerde eskiden Rum’undan Türkmen’ine farklı din, dil, ırk ve kültürlerden birçok halk uyum içinde yaşamış.

Rumların taş mimarisi, Türkmenlerin ahşap evleri, Yörüklerin keçe çadırları bölgenin tepelerini ve ovalarını süslermiş.

Yeşilyurt ve Adatepe köyleri Rumlar tarafından inşaa edilmiş taş evlerden oluşurken, göçebe hayvancılıktan yerleşik hayata geçen Yörükler de zamanla bu taş evlere yerleşmiş birer birer. Ahmetçe, Demirci, Hüseyinfakı, Kayalar, Sazlı, Kozlu, Büyükhusun Rumlar ve Türklerin birlikte yaşadığı taş evlerden oluşan köyler olmuş. 

Marangozluk ve ahşap işçiliği ile ünlü Türkmen boyları ise ağırlıklı olarak Mehmetalan ve Tahtakuşlar köylerinde ahşap ustalığı sergileyen evlerinde yaşamışlar, ancak diğer köylerde de ahşap ustalığı sergileyen evler yapan Türkmen evleri de var.

Ancak son 50 yılda çoğu köy, büyük şehirlere göç vermiş ve zaman içinde evlerin %80’i boşalmış.

Son 15 yılda ise, tüm bu köylerde yeni bir kültür karması ve yaşam oluşuyor.

KUZEY EGE’DE YENİ BİR KÜLTÜR KARMASI

Kuzey Ege’nin el değmemiş doğasına, muhteşem manzaralarına, tertemiz havasına, köylerin taşına, ve kırsal hayatın sakin, dingin, doğal enerjisine vurulmuş şehirliler birer birer taş evleri alıp, restore ettirip, yaşamaya başladı. Kimileri yaz ve haftasonu kaçamakları için kullanırken, kimileri de yaz kış yaşamak üzere yerleşti köylere. Kuzey Ege’nin büyüsüne kapılan birkaç kişi de köylerde kendi adanmışlıklarını, maharetlerini ve karakterlerini sergiledikleri oteller, kafeler ve restoranlar açtı. 

İşte Kuzey Ege’yi her ziyaret ettiğimde daha da çok sevmeme neden olan şey, yarımadaya yayılmış her köyde, özenle, titizlikle ile tohumları atılmış bir adanmışlık hikayesinin oluşması. Tıpkı Toskana, Provence bölgeleri gibi, kırsalın her bir köyünde, köyün kendine has bir yeni nesil bir mihenk taşı gelişiyor. Ve bu her köyün doğal dokusunu bozmayacak, onu yozlaştırıp ticarileştirmeyecek şekilde organik gelişen bir süreç.  

Şehirden gelen yeni köylülerin taşındıkları yerlerle gerçek ilişki ve bağlar kuruyor. Hatta köyün gerçek sahipleri ile birlikte üretmeye özen gösteriyorlar.

Sonuçta bir köye yerleşiyorsak, asıl yerlilerinin alanlarına yerleşiyorsak, şehirli kafamızı, alışkanlıklarımızı, beklentilerimizi götürmek yerine, bazı şeyleri geride bırakarak, köylere ait geleneklerin ve güzelliklerin (orayı ilk başta sevememize neden olan) korunmasına özen göstermeliyiz. Eğer bir işletme açacak isek, doğal bir sentezi yaratmak için çaba sarf etmeliyiz. Duvalar arkasında bir ‘İstanbul’ lüksü yaratmak, gidilen yeri hiç anlamayan, hiç adapte olamayan, ve de gelişmeyen bir zihniyet bana göre.

İşte Kuzey Ege’deki gelişime maşallah diyor, bu organik ve doğal gelişimin, bozulmadan ve köylere zarar vermeden sürdürülebilir şekilde devamını diliyorum. Hatta ülkedeki tüm köyler için diliyorum. Sonuçta Ata’m boşuna ‘köylü mittelin efendisidir’ demedi. Bizim onlardan doğaya ve doğal olana dair öğrenecek çok şeyimiz var. 

MESAFELERE YILMAYANLARIN BÖLGESİ

Kuzey Ege’de sevdiğim başka bir güzellik de, farklı köylerde yaşayanların, mesafelere aldırmadan, bu güzel mekanlara gidip yaşaması, paylaşması, mutluluğu çoğaltması.

Denize 45 dakikada, yemeğe 50 dakikada gidip dönmek kimseyi yıldırmıyor burada. Coğrafyasına saygı duyuyor herkes.

Yani özünde buraları yaşamak için emek, zaman, çaba harcamaya üşenmeyenlerin, dağlardan, virajlardan, mesafelerden yılmayanların, aksine, pasif bir ziyaretçi veya yerleşimci olmak yerine, doğası, coğrafyası ile hemhal olmayı sevenlerin yeri Kuzey Ege.

Çanakkale’nin sanatla içiçe gelişiminin, her geçen gün daha medeni bir şehre dönüşmesinin, Kuzey Ege’nin sevilesi yanlarından başka birisi olduğunu da söyleyeyim. (Kuzey Ege Rotası: 8 yazımda detayları yazdım)  

İşte tepelerinden nefes kesen deniz ve doğa manzarlarına, vadilerinde yemyeşil ormanlara, sahillerinde tertemiz, berrak masmavi bir denize, köyleri ve kasabalarında doğa ile iç içe huzurlu sakin bir yaşama, antik kentlerinde engin bir tarihe, zengin mitolojisi ile coşkulu hikayelere ev sahipliği yapan Kuzey Ege’deki tüm keşiflerimi aşağıdaki yazılarda derledim:

 

Biga Yarımadası gerçekten insana zindelik, dinginlik, arınma ve iç huzuru aşılayan, doğayla bütünleşme imkanı tanıyan gerçek bir doğa harikası. Köy hayatına sahip çıkan, şehirlinin köylüye saygı duyduğu, yavaş, sakin, sade, öz ve sürdürülebilir gelişimine devam etmesi dileklerimle. 

 

Zeynep Atılgan Boneval