MOĞOLİSTAN – BÖLÜM 5

İlk Kez Ata Binmenin Heyecanı

 

Sabah güneşli bir güne uyandık yine: pırıl pırıl masmavi gökyüzü, yemyeşil parlayan çimenler, hafifçe tüyleri ürperten bir meltem, ve de tezek kokuları… Alıştık bu kokuya artık, günlük hayatımızın bir parçası haline geldi neredeyse. Kampımız yüksek bir platonun üzerinden, alabildiğine geniş bir vadiye bakıyor, çadırlarımızdan 360 derece manzaraları seyredebiliyoruz. Bugün hayatımda ilk defa ata bineceğim için çok heyecanlıyım. Sonuçta buradaki atlar hala ‘yarı vahşi’, İstanbul’daki manejlerde gördüğüm uysal atlar gibi değil.  Ayrıca kampın sahibi de olan rehberimiz, tam doğa düşkünü çok atletik genç bir adam, bende yeterince güven telkin ediyor. Atların yanına giderken, birkaç ipucu veriyor. Bana bembeyaz bir at düşüyor, sakin ve iyi huylu bir ata benziyor. Hemen adını ‘white knight’ koyuyorum. Bana söylenenleri uyguluyor ve ayağımı ayaklığa takıp atın üzerine atlıyorum. Yavaş yavaş yola koyuluyoruz. Atın ritmine ayak uydurmam biraz zaman alıyor, ancak 5 dakika sonra gevşemiş vaziyette etrafı seyretmeye başlıyorum.

 

 

Yaklaşık bir saat kadar dağın içerilerine giren vadide ilerliyoruz, bu arada rehberimizi biraz Moğolistan ve gelenekler hakkında bilgi veriyor bize. Uçsuz bucaksız topraklarda yaşayan 2.8 milyon kişinin yarısından fazlası göçebe olarak 1.5 milyon kilometrekare’ye nokta nokta dağılmış. Göçebeler sürekli bir yerden başka bir yere gitmeleri gerektiği için iyi birer at binici, dayanıklı ve güçlü kalabilmek için iyi birer güreşçi, yemeklerini doğadan temin edebilmek üzere iyi birer okçu ve avcı, doğanın zor koşulları karşısında ayakta kalabilmek için atak ve hızlı koşucu olmaları gerekiyormuş. Güçlü, kuvvetli ve de çok disiplinli birisi. ‘Doğanın şakası olmaz, zayıfı ezer geçer, kırsal kesimlerinde yaşayan göçebe isen, doğanın hızına, ritmine ve koşullarına ayak uyduracak kadar kuvvetli olman lazım’ diyor. Moğolistanın ünlü Nadaam festivalindeki at yarışları, güreş ve okçuluk müsabakalarının sebebini öğreniyoruz böylece.

 

At yarışlarını soruyoruz: sadece 6 ile12 yaş arasındaki çocuklar yarışabiliyormuş, yarış atları ise çok büyük özen ile yıllar süren eğitimler sonucu yetiştiriliyormuş. Gelecek vaat eden genç atları önce az yemek vererek rejime sokup zayıflıyor, sonra da hergün koşu antermanlarına başlıyorlarmış. İlk başta günde 15-20 km koştururken, yavaş yavaş at kaslanıyor, ve de vücudu ter atmayı öğreniyormuş, böylece gittikçe hız kazanıyormuş. Sonra mesafe günde 25-30 km ye kadar çıkıyormuş. Nadaam Festivalindeki yarış parkuru 30 km imiş. Atlar baştaki 5-10 kilometreyi saatte 80km hızda koşuyormuş, ardından hızları 20km’ye düşüyormuş.

 

Bir gece önce atlara şarkı söyleyen çocukları soruyorum. Jokey çocuklar kendi yarış atlarının tüm bakımı, eğitimi ve beslenmesinden  sorumluymuş. Birbirlerini çok iyi tanımaları, kopmaz bir bağ geliştirmelerek birbirlerine he rkoşulda güvenmeleri gerekiyormuş.  Şarkılar eğitimin bir parçasıymış. Tüm günün zorlu antremanlarından sonra, atları sakinleştirip, ertesi güne motive etmek için çocuklar atlara uzun uzun şarkılar söylerlermiş. Ayrıca yarış öncesinde söylenen şarkıların atlara moral verdiğine ve yarışta uğur getirdiğine inanıyorlarmış. Tıngır mıngır at üstünde ilerlerken vadi dikleşiyor ve de akbabaların yuvalarını görmek için tepelere doğru tırmanış başlıyor. 40-45 derece diklikte patikalar önümüzde yükseliyor ve de dar kayalıklar gözümü korkutuyor biraz, ancak atlar yalpalasalarda rahatça çıkıyorlar. İnme vakti gelince atları bir ağaca bağlayıp, keçiler gibi yukarı tırmanıyoruz, iki oğlak yine iş başında.

 

Karşı tepede ise yavrunun bulunduğu yuvayı gördük, ve anne akbaba biz gelince kanatlarını açarak tepemizde uçtu ve bize gövde gösterisi yaptı resmen.   Biraz kayaların tepesinde oturup manzaraların tadına vardık. Resmen Moğolistan seyahatimiz birbirinden güzel manzara avları ile geçiyor.  Keyifle oturup etrafı seyrettikten sonra atlara binip geri dönüşe geçtik. İniş biraz daha korkutucu olsa da, artık rahatladım. Ayaklarımın yerden kesilerek özgürleşmemem çok hoşma gitti. Herhalde birbirini yıllarca tanıdığın, güzel bir bağ kurduğun bir at ile özgürce koşmak, rüzgarı ve hızı hissetmek muhteşem olurdu. 2 saatin sonunda kampımıza varıyoruz ve de bu sefer jokey çocukların atları nasıl koşturduğunu seyrediyoruz.

 

 

Khuvsgul Gölü

Ardından göl kenarına 6 saat  sürecek yolculuğumuz başlıyor.  Şöförümüz yolu nasıl buluyor anlamak mümkün değil. Nereye gittiği belli olmayan bir sürü patika yol var, tüm yollar birbirine benziyor, tepelerden ufuk gözükmüyor, ne bir işaret ne bir tabela var, ve de arabamızda GPS yok. Tecrübeye güvenerek ilerliyoruz ve de sonuçta kaybolmadan göl kenarına varıyoruz. Suyun yanıbaşında yer alan kampımıza geliyoruz. Son 14 gecedir her gece farklı bir kamp ve farklı bir çadırda konakladığımız için, bu pırıl pırıl ve oldukça lüks kampta 2 gece kalacağımızı bilmek bize ilaç gibi geliyor. Gölün hemen dibinde ahşap ayakların üzerinde kocaman bir çadırımız var, çadırımızda eşyalarımızı asacak bir dolabımız bile var. Ve de restoran, tuvalet ve duşların olduğu ahşap bina yepyeni, çocuklar gibi oradan oraya koşturuyoruz. Göçebelik buraya kadarmış.  Gerçi çok iyi dayandık, her koşula öyle ya da bölye uyum sağladık, ve de hiç şikayet etmedik. 15 gündür ilk defa akşam yemeğinde şarap içerken kendimizi kutluyor ve de birbirimize kadeh kaldırıyoruz. Odaya geldiğimizde sobamızın yakılmış, sıcacık olduğunu görüyor ve mışıl mışıl uykuya dalıyoruz. Sabah ise buz gibi havaya uyanıyoruz, 0 dereceye düşmüş sıcaklık, yüzüm ve ellerim donmuş resmen. Göl kenarında biraz yürüyüp ısınıyor, arından kahvaltımızı yapıyor ve tırmanış yapacağımız dağa doğru araba ile yola çıkıyoruz. Rusya sınırında iyice kuzeyde olduğumuz için  hava gece 11’de kararıp sabah 5’te aydınlanıyor, ve de kara iklimi gölün rutubeti ile buluşunca geceleri çok soğuk oluyormuş. Yazın bu kadar soğuksa kışın nasıl oluyor dedik: ‘-45 dereceye ulaşıyor’ dediler, rutubetle buluşunca bu soğukluk insanın resmen içine işler. Zaten buraya ancak yazın gelinebiliyormuş.

 

Zorlu bir tırmanış bekliyor bizi. 1.5 saaten sonra en tepeye vardığımızda Moğolistan’ın şimdiye kadar ki en muhteşem manzarası karşılıyor bizi. Büyük bir göl olduğu için Moğollar ‘deniz’ diyorlarmış Khuvsgul Gölüne. Gerçi o kadar soğuk ki girmek yürek istiyor.

 

Heybetli dağların girintili çıkıntılı etekleri arasını kıvrıla kıvrıla dolduran yer yer genişliyor yer yer daralıyor. Pırıl pırıl lacivert renkli su, dağların tepelerinden aşağıya inen sık çam ormanlarının koyu yeşili ile birleşiyor, ve açık mavi gökyüzü ile bariz bir tezat oluşturuyor. Gölün sığ yerleri ise -Akdeniz ve Ege adalarındaki gibi – turkuaz renkte parlıyor. Bu sefer de dünyanın tepesinde sonsuzluğa yükselip alçalan dağların üzerinde hissettik kendimizi ve yine doğa büyüledi bizi.

 

Geçtiğimiz 16 gün doğanın kesin üstünlüğüne, insanın varlığının doğa karşısında ancak bir karınca olarak kalabildiğine, belirsiz ve tahmin edilemez doğanın kimse tarafından kontrol edilemez olduğuna şahit olduk. Ve de doğanın getirdiklerini kabul etmenin ve güzelliklere şükretmek getirdiği huzuru bizzat deneyimledik bu seyahatte. İnsanca bağımlılıkların, ego savaşlarının, kıyaslamaların, ispat çabalarının ne kadar uzağındaydık geçtiğimiz günlerde. Doğanın içimizden geçmesine izin vererdik ve de zamansız, apoletsiz, ve bagajsız olmanın hafifliğini yaşadık resmen. Yüzümde bir gülümseme, doğa ile ‘bir’ olma etkisinin, şehre döndükten sonra ne kadar daha süreceğini merak ediyorum…

 

 

 

 

YOLCULUKTERAPİSİ MOĞOLİSTAN YAZI VE FOTOĞRAFLARI:

 

 

MOĞOLİSTAN REHBERİ

GOBİ

Görülecek Yerler

Yol Valley (Akbaba Vadisi) ve Gobi Gurvansaikhan Doğal Parkı, en eski dinazor yumurtaları ve fosillerinin bulunduğu Bayanzag Flaming (Alev) Kayaları,  Khongoryn Els kumulları

Ulaşım

Güney Gobi’ye Ulaanbatar’dan Dalanzadgad’a uçarak ulaşılıyor ve Gobi 5 günlük bir rota. Shar Tsav, Tsagaan Agui, Bugiin Tsav gibi arkeolojik lokasyonları, Nemegt Kayaları, Khermen Tsav Kanyonu, Zulganai vahası, Baga Gazryn Chuluu kayalarını görmek için 3 gün daha eklemek gerekiyor.

Oteller

Gobi Çölü  otelleri: 3 Camels & Gobi Mirage & Juulchin

Alev Kayalar ve Akbaba Kanyonu yakınlarında: Gobi Tour Camp

Kumul tepeleri yakınlarında:  Gobi Discovery 2 & Gobi Anar & Juulchin 2

 

 

 

KARAKORUM – ORHUN VADİSİ VE GÖKTÜRK ANITLARI 

Görülecek Yerler

Khustain Nuruu Doğal Parkı (Prezewalski atları), Erdene Zuu manastırı, Tuwkhun manastırı, Khangai Nuruu Doğal Parkı, Orhun Nehri ve Vadisi, Ulaanzutgalan şelalesi, Khushuu Zaidam (Göktürk Anıtları), Ugii Nuur gölü.

Ulaşım

Ulaanbatar’dan araba ile gidiliyor ve 5 günlük bir rota.

Oteller

Kharakorum Erdene Zuu manastırı yakını kamp: Anar Ger Camp

 

 

 

KHUVSGUL GÖLÜ 

Görülecek Yerler

Darhad Vadisi, Khuvsgul Gölü, Tsaatan (Ren geyiği) yetiştiren göçebeleri ziyaret.

Ulaşım

Khuvsgul Gölü’ne Ulaanbatar’dan Murun’a uçarak ulaşılıyor ve 3 günlük bir rota.

Oteller

Ugii Nuur Camp
Sant Asar Hotel
Ashikhai camp

Ashikhai camp
Kharganat camp

 

 

 

ULAN BATUR (Ulaanbatar)

Görülecek Yerler

Gandan Manastırı, Choijin Lama Temple Müzesi, Sukhbaatar Meydanı, Zaisan Tepesi

 

Oteller

Terelj Hotel

Chinggis Khaan Hotel

Kempinski Hotel Khan Palace

Ramada Ulaanbaatar Citycenter

 

 

Yazının başına dönmek için tıklayınız

 

Zeynep Atılgan Boneval

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir