BAKSI MÜZESİ

BAKSI – DOĞAYLA SANATI, GELENEKLE GELECEĞİ, İNSANLA TOPRAĞI BULUŞTURAN TILSIMLI TEPE…

Baksı Müzesini ilk defa 8 sene önce duymuştum, hakkında epey okuyup, araştırıp, 2015 Ağustos’unda hazırladığım ‘Doğanın Ortasında Çağdaş Sanat’ isimli yazımda ‘Türkiye’nin Gururu’ başlığı ile ilk sırada yer vermiştim.

O yazıyı hazırlarken giriş paragrafım şuydu: Büyük şehirlerden uzak küçücük kasabaların yakınlarında, engin doğanın içinde, bürokrasiden, zaman ve mekan kavramından uzak, şahıslara ait bu yenilikçi müzelerin, içinde bulundukları tabiat, kültür ve sosyal doku ile etkileşime giren devrimci tasarımları ve özgün kürasyonları sayesinde yaşattığı deneyim, otoriter şehir müzecilik yaklaşımını dönüştürüyor.

Brezilya’dan Inhotim, Japonya’dan Chichu, Yeni Zellanda’dan Gibbs Farm, Tazmanya’dan Mona, İskoçya’dan Jupiter Artland gibi dünyada çok az örneği olan bu devrimci ve yenilikçi müze anlayışına Türkiye’den Baksı gibi mükemmel bir örnek müzemiz olması beni çok etkilemişti.

Aradan geçen 7 yıl süresince birkaç kez Baksı müzesine gitme girişiminde bulundum. Ancak özel sebepler ile iptal etmek durumunda kaldım. Sürekli müze, ve de kurucusu Prof. Hüsamettin Koçan hakkında anlatılanları takip ettim, ve de okudukça hayranlığım, merakım ve hevesim arttı. Arkadaşımız sevgili Ali Deveci de hep Hüsamettin Hoca, Baksı Müzesi, coğrafyası hakkında çok güzel hikayeler anlattı bize. 

Son 2 yılda da araya pandemi girdiğinde sevgili Nilay Örnek’in sıkı takipçisi olduğum ‘Nasıl Olunur?’ podcast serisinde Hüsamettin Hoca ile yaptığı söyleşiyi 3 kez dinleyerek -daha hiç gitmeden- içimde büyük bir sevgi, takdir ve istek uyandıran bu müze ile bir nevi özlem giderdim.

BAKSI İLE KAVUŞMA

Ve sonunda Mayıs 2022’de Baksı’yı ziyaret etme, kurucusu Prof. Hüsamettin Koçan ile bizzat tanışıp uzun uzun sohbet etme şansım oldu. Sevgili Nilay sayesinde hocamız, yeğeni, konuk sanatçı olan Çağla Meknuze, Baksı muhtarı, eşimle bana kucak açıp öyle içten ağırladılar ki, müzenin ruhunu ve hikayesini iliklerimize kadar hissetme şansımız oldu.

Müze hakkında son yıllarda çok yazılıp çizildi belki, ama bir de benim gözümden ve yüreğimden okuyun istedim, çünkü ‘Orada bir müze var uzakta, ve o müze hepimizin müzesidir’ duygusunu sizlere hissettirmek, okuyan herkesin gidip bu büyülü deneyimi yaşamasına vesile olmak arzum çok büyük.

Bu uzun girişten sonra size neden Baksı’nın Türkiye ve dünya için çok özel ve kıymeti olduğunu anlatayım.

Öncelikle Baksı sadece bir müze, bir bina, bir sanat ortamı değil.

Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde, ötesinde yolu olmayan ücra bir köşesinde tüm imkansızlıklara rağmen yaratılmış bir adanmışlık hikayesi, içinden doğulan köye ve muhteşem coğrafyaya bir saygı duruşu ve de gurbete en çok göç veren topraklara yaşam ve üretim aşılayarak, tersine göç başlatmak için hayata geçirilmiş sanatsal, kültürel, toplumsal bir platform.

Kurucusu, Bayburt’un 80 haneli Baksı (bugünkü adı ile Bayraktar) köyü doğumlu sanatçı ve akademisyen Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın sözleri ile: “Baksı, gurbete giden ve dönen ya da dönmeyen babalar için, onları bekleyen çocuklar için, yalnızlığını çocuklarına belli etmeyen anneler için, sanatçılar için, zanaatçılar için ve dostlar için dostlarla birlikte üretildi.”

Hüsamettin Hoca’nın hem kendi ailesindeki hem de yöredeki çoğu köylünün ‘gurbet’ hikayesi, Baksı’nın doğuşunda ve konumunda kilit bir kavram.

Bir tepe düşünün…

Ancak 2 yılda bir geri dönen gurbetteki babasının yolunu, bu tepeye çıkıp, özlemle gözleyen bir köylü çocuğu düşünün…

Aynı tepenin, annesi ile iki başlarına, Gocuktur’a ekin toplamak için 2 gün süren yolcuk dönüşünde, sis bastığında dağlardan inen kurtlardan korunmak için onlara sığınak olduğunu gözünüzde canlandırın.

İşte Baksı, Hüsamettin Hoca’nın, babayla kavuşma hasreti, anneyi koruma dayanıklılığı ve gücünü yansıtan bu tepede yer alıyor. 

Öyle muhteşem bir tepe ki;

altındaki vadide akan Çoruh nehri kıvrılarak sanki tepenin eteklerine dokunmak istemiş,

ufuktaki her daim karlı heybetli dağlar doğanın ihtişamını sergilemiş,

alçalıp yükselen yemyeşil tepeler, vadiler insanına yetecek ekip biçmelik, hayvan otlatmalık alanlar açmış,

sırtını yasladığı tepede yer alan, köklerinde şamanların izlerini taşıyan ve yüzlerce yıldır yörelilerin adaklarını kabul eden Huykesen Ağacı bölgeyi tılsımlamış,

geceleri de pırıl pırıl parlayan yıldızlar aşağı inerek sanki yerle gök arasında bir köprü kurmuş…

İşte, Bayburt’tan 1 saat süren daracık virajlı yollardan geçerek – beki de biraz zahmetli yolculuktan sonra- ulaştığınız bu tepe, nefes kesen manzarası ile sizi öyle büyülüyor, öyle huzur veriyor ki, durup saatlerce seyretmek ve doğaya teslim olup onun içinizden geçmesine izin vermek istiyorsunuz. 

Böyle tılsımlı ve çocukluğuna dair derin duygular, anılar yüklü bu konumdaki araziyi alan Hüsamettin Hoca, Baksı sayesinde hem doğduğu topraklara yaşam birikimini taşımış hem de köyleri Türkiye’nin en yoğun göç veren illerinden birisi olan Bayburt’un sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamını canlandırmaya başlamış.  

Hüsamettin Hoca’nın çok kıymetli yaşam birikimini şöyle özetlemeye çalışayım: 1946 doğumlu, önce Bayburt Sanat Okulu, ardından Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu mezunu, resim, heykel ve enstalasyonları Türkiye ve dünyada birçok ödüle layık görülmüş sanatçı, dekanlık yapmış bir akademisyen, sanat dernekleri ve fuarları kurucusu, derin bir sanat ve hayat felsefesi olan, bunları hayata geçirme cesareti ve paylaşma gönüllülüğü gösteren bir sanatçı ve şahane bir insan.  

Bence doğduğu Baksı köyünün kelime anlamı olan ‘Şaman’ ve ‘Şair’ özelliklerini bünyesinde barındıran ve etrafına yayan bir bilge.

Neden böyle düşündüğümü ve kendisinin sanat ve hayat felsefesini yazımın ilerideki bölümünde anlatacağım.

 

BAKSI İLE İLK KARŞILAŞMA VE BENDEKİ İZLERİ

Baksı Kazak ve Kırgız Tükçesinde şair, ozan, şaman, şifacı demekmiş.

Baksı’ya, Çoruh nehri boyunca dizilmiş vadi köyleri arasından kıvrıla kıvrıla yaptığımız yolculukta bize dizi dizi kavaklar, pembe beyaz baharlar açmış ağaçlar, yemyeşil otlaklar, şekil şekil kayalıklar eşlik etti. Manzaralar öyle güzeldi ki, sandalyeni koy ve saatlerce izle.

Yolda giderken soldaki Soğanlı dağları üzerinde şiddetli bir kar yağışını izlerken, sağda masmavi gökyüzünde pamuk bulutlar arasından güneş parlıyordu. Ve ‘bizi Baksı’da hangisi karşılayacak?’ acaba diyerek kendimizi Sırat köprüsünde gibi hissederken, güneşle selamladı bizi Baksı. Ve ilk görüşte mimarisine aşık olduk.

Aracımızdan iner inmez karşımıza çıkan ilk eser ruhumuza Baksı’nın hikayesini işledi.

Hüsamettin Koçan’ın Gitmek mi Kalmak mı? isimli iki metal heykelden oluşan çalışmasından birisi gurbetten gelen temiz, pak, mutlu babayı temsilen kırmızı renkli, diğeri ise Kaf dağına giden gurbetçinin çektiği acı, özlem, yorgunluk ile boynu bükük paslı olan. Bir yandan da bu eseri hayata geçiren çocuğun da hasret ve kavuşma sabrı ile nasıl dayanıklı hale geldiğini hissettirdi bana metali kullanması.  

Sonra bahçesindeki ağaçların rengarenk çiçekleri ve rüzgarın dans ettirdiği kavak yaprakları arasından binayı, doğayla uyumunu izledik bir süre.

Ardından enfes tepeden vadiye doğru yerleştirilmiş ‘Kırçaçta Heykel’ sergisini gezdik. Nefes kesen manzaralara nazır doğanın bir parçası olma yolunda ilerleyen Kemal Tufan, Erdal Duman, Yunus Tonkuş, Nermin Er, İbrahim Koç, Mike Berg, Hüsamettin Koçan gibi sanatçıların heykel ve enstalasyonlarını seyrettik.

Sonra biraz patikalarda yürüdük, dereler, minik çağlayanlar, söğütler gördük, dağ kekiği ve geven otlarının kokularını içimize çektik, hayatımda ilk defa gördüğüm renk renk çiçekler arıları coşturmuştu.

Baksı’dayken tavşanlar, atmacalar, mavi ardıç kuşları, kırmızı turuncu kelebekler gördük, tarihi Huykesen (Ardıç) ağacına tırmanırken şans getirdiğine inanılan bir de tilki ile karşılaştık.

Ve dağın tepesindeki Huykesen ağacına ulaşıp, yukarıdan Baksı müzesini, Çoruh Vadisini ve nehrini, karşı dağları izlerken, Baksı’nın şaman ruhu barındıran tılsımının içime dolduğunu, gözlerimden boşalan yaşlar ile hissettim. 

Baksı’ya ve hocaya duyduğum özlem hikayesinin peşinden çıktığım yolculuk, hayatımın bir dönüm noktasında tamamlanmışlık hissi getiren, yeni bir dönüşüm yolculuğunun başlangıcı oldu benim için.

Emre Zeytinoğlu boşuna dememiş: “Baksı Müzesi, yalnızca kendisine doğru bir yolculuğa çıkanların ve aynı zamanda da geçip gidenlerin müzesidir…”

MÜZECİLİK KAVRAMINI DEĞİŞTİREN BAKSI MÜZESİNE DAİR İZLENİMLERİM

2017’de yaşam için şehirden doğaya kaçmış birisi olarak, Baksı benim için, özlemini duyduğum zihni kışkırtıcı, teşvik edici, canlandırıcı sanatı, içinde yaşamaya saygı duyduğum doğayla bütünleştirdiği için çok özel ve kıymetli.

‘Beyaz Küp’ sergicilik anlayışını tepeden bakan ve ayırımcı bir yaklaşım olarak gördüğüm, ve sanatın salt kendisinden değil de, insan ile, içinde bulunduğu ortam, toplum, kültür, zaman ile etkileşimden ilham alan birisi olarak, Baksı benim için bir masal kahramanı gibi.

Sadece sanat demiyor, köklere saygı, doğaya saygı, topluma saygı diyor, yani çok amaçlı.

İçinde birçok adanmışlık hikayesi barındıran, çok katmanlı, çok derinlikli, çok anlamlı bir serüven.

Hem babaya/köklere bir saygı, hem hemşerisi hasret ve özlem çekmesin diye geleceğe saygı, hem coğrafyasına saygı, hem sanata, yaratıma, üretime saygı, hem de insana saygı hikayeleri iç içe geçmiş, zamanı, mekanı, insanı sanatın birer unsuru olarak görerek, birbirine ören bir karışık teknik (mixed media) sanat eseri gibi adeta Baksı.

Bizi nehir kenarında götürdüğü Yoncalı Orsor Alabalık Çiftliğindeki leziz akşam yemeğimizi yerken yaptığımız sohbette Hüsamettin Hoca’nın anlattıkları Baksı’yı doğuran ve yaşatan felsefeyi ve neden müzenin kendisinin de yaşayan bir sanat eseri gibi gördüğümü anlamamda faydalı oldu:

Hoca doğanın içinde büyümüş. Köyde doğup büyümenin ve gurbette bir babanın çocuğu olmanın getirdiği koşullar ile, çocuk yaşta hayatın içinde üretime katılmış, hayatı erkenden öğrenmek, sorumluluk almak durumunda kalmış. Ancak bir yandan da gurbette de  olsa sonsuz bir baba desteği, sonsuz bir anne sevgisi ile büyümüş. Önce üniversitede İstanbul Makina Mühendisliğini kazanıp, 3 yıl okuduktan sonra güzel sanatlar okumak istediğine karar verip babasına telgraf çeken Hüsamettin Hoca, şu  cevabı almış: ‘Oğlum hayat senin, dilediğini yap onunla’. Hoca’da geçekten bu güvenin hakkını vermiş.  

Hüsamettin Hoca’nın hayatında başka bir şansı da, ona her daim destek, enerji ve güç veren eşi Oya Hanım olmuş. Hoca’nın tüm hayallerine, şehir ve kıraç arasında mekik dokuyan hayatına, özveri ile  yoldaş olmuş. Onun ailesini, topraklarını, ideallerini kendininmişçesine sevip sahip çıkmış. Yanında şans meleği gibi yer almış hep.     

Hüsamettin Hoca’nın – hayatındaki kıymetli insanlardan aldığı sevgi ve destek ile – insana, geleneğe, köklere, doğaya, yaşama sonsuz bir sevgi, saygı ve inancı var. Ama bu inanç bağnaz bir tutunma değil.

Geçmiş – Şimdi – Gelecek arasında nefis bir köprü kuran sanat ve hayat felsefesi var:

  • Geçmişin ağırlığı, kuralları, katlığının aşağı çekmesine, karanlık kuyusunda kaybolmaya izin vermeyecek şekilde geleneğin ve kültürün güzelliklerini hafızada tutup, geçmişin ışığına sahip çıkmak,
  • Geleceğin korku, endişe ve yükü altında ezilmeden umutla, merakla, süreklilikle hayal kurmak
  • Şimdiki zamanı geçmiş ve geleceğin köprüsü haline getirecek şekilde bu iki olguyu sürekli sentezleyerek, yeni izler, özgün işler yaratarak, üreterek, çağı, günü, anı, yakalamak ve tanımlamak.
  • Ve bunu masumca, dürüstçe, doğallıkla, sansürlemeden, coşkuyla, yani yeniden bir çocuk gibi ortaya koy.
  • Böylece sanatın sürekli yaşar, işler, çalışır, durağan, ölü olmaz.

Müthiş bir sanat felsefesi ve aynı zamanda hayat felsefesi değil mi?  

 

İşte bu yüzden bir yandan doğanın ortasında onun koşulları ile yaşayan, doğaya serpiştirilmiş eserleri ile sürekli değişen bir Arazi Sanatı (Land Art), bir yandan da kapalı alanlarında sürekli yeni eserler sergileyen, çağdaş ehram ve kilimler gibi yeni yöntemler öneren, karma teknikler, etkinlikler deneyen cesur, yenilikçi bir müze.

Dönem müzesi olmayı reddedip, hem gelenekseli hem çağdaşı bir arada barındıran, sürekliliği yaşatan bir insanlık müzesi olmaya, unutmayı engelleyip bugünün çocukları için kültürel yozlaşmaya karşı değerler üretmeye çabalıyor.

Köylüyü, sanatçıyı, sanatseveri, insanı, kurumu bir araya getirme, birlikte çalışma, birbirinden beslenme, öğrenme, öğretme, ilham vermenin yollarını arıyor.

Kural ve sınır tanımayan, disiplinler arası bir ‘kültürel demokrasi’ platformu olmaya çalışıyor.

Tabi ki sınırsız kaynağı yok, Hüsamettin Koçan’ın varını yoğunu koyarak yarattığı bu alan, sürekliliğini gönüllükle besliyor, sanatçıların, sanatseverlerin, hayırseverlerin bağışladığı eserler, fonlar ile gelişimine devam ediyor. Ancak bir yandan da gönülden sosyal sorumluluk projeleri üretiyor. Yani sürekli döngüsel bir yaklaşım ve devinim içinde.

İçinde bulunduğu coğrafyayı, köyleri, yöre insanını, geleneğini, kültürünü, tarihini kucaklayan, önemseyen, mimarisiyle, sergileriyle, etkinlikleriyle, felsefesiyle, hem müze olmaya, hem sanatçı olmaya hem de insan olmaya dair ilham veren bir şair gibi, bir şaman gibi Baksı.

Çağımızın ihtiyacı, seyirlik metalar, medyalar, mekanlar, insanlar değil, işte böyle çok amaçlı, çok yönlü,  çok sorumluluğu birden üstlenen, sürekli yaşayan, dönüşen, gelişen oluşumlar ve insanlar değil mi zaten?

 

MÜZENİN KURULUŞU

Şimdi biraz müzenin hikayesi ile devam edelim.

Önce 1990’larda bu tepede rahmetli babasına ithafen bir konak yapma fikri ile yola çıkmış Hüsamettin Hoca.

Fakat akademik yoğunluğu sebebi ile bu fikri biraz ertelemek zorunda kalmış,

Zaman içinde hoca  yörenin yoğun göç sorununa bir çözüm arayışı olabilecek, geleneklerin kaybolmamasını, değerlerin unutulmamasını sağlayacak, insanlarına eğitim, istihdam ve  ekonomik imkân sunacak, bölgede yaşamayı sevinç haline getirecek, ve baba hasreti çektirmemek için gelenek ve gelecek ile arasında köprü kuracak, kendi yaşam birikimini akıtabileceği toplumsal bir sanat alanı fikrini olgunlaştırmış.

Ardından 2005’de Baksi Kültür Sanat Vakfını kurmuş, 2010 yılında ana müze binasını hayata geçirmiş, 2012 yılında Depo Müze ve atölyeleri açmış, sonra da konuk evi eklenmiş.

Baksı, hem Hüsamettin Hoca’nın adanmışlığı, maddi ve manevi birikimi, vizyonu, emeği, özverisiyle, hem eşi Oya Hanım’ın sonsuz desteğiyle, hem de sanatçıların, gönüllülerin, hayırseverlerin, mütevelli heyeti, hamiler, ve yönetim kurulunun katkısıyla, yıllar içinde gerçek bir toplumsal projeye dönüşmüş. Gelirlerin tamamı Baksı Kültür Sanat Vakfına ve gerçekleştirdiği yeni projelere aktarılıyor. 

Dağın tepesinde, neredeyse yol yok, iz yok bir noktada, sert doğa koşulları nedeniyle yılın yedi ayında yaşamın durduğu bir bölgede, böyle bir zorlu bir serüveni yeşertmek ve sürekliliğini sağlamak gerçekten büyük bir başarı.  

Dünyada çağdaş sanat ve geleneksel el sanatlarının aynı çatı altında yan yana olduğu, içinde yaşayan atölyeleri, kütüphanesi, konferans salonu ve konukevinin yer aldığı başka bir örnek yok. Yani sadece seyirlik bir müze olarak sınırlanmış bir alan yerine, sanat gibi yaşayan, organik, dönüşen, üreten bir alan Baksı.

MÜZENİN MİMARİSİ VE İÇİNDEKİ YAŞAM

6 hektarlık bir araziye sahip Baksı Kültür Vakfının, yaklaşık 5000 metrekarelik kapalı alanı var.

1500 metrekarelik Ana Müze binasının, tasarımı Hüsamettin Koçan ve kardeşi Metin Koçan’a, uygulaması Sinan Genim’e ait olan mimarisi, içinde bulunduğu coğrafyanın alçalıp yükselen tepelerini ve doğasını yansıtacak şekilde kademeli bir tasarım.

 

Mimarinin metaforu da çok anlamlı: insan yaşamının doğum, çocukluk, yetişkinlik, yaşlılık ve ölüm döngüsünü yansıtacak  şekilde topraktan kademe kademe yükselip alçalarak yeniden toprağa dönüyor.

Ayrıca bina, ışığını bacadan alan tarihi köy evlerine benzer şekilde yuvarlak tepe pencereleri ile yörenin mimarisine de saygı duruşu sergiliyor.

Ana binada dönemsel değişen sergiler, 10 bine yakın kitap arşivi ile dev bir kütüphane, şimdiye kadar gördüğüm en sanatsal konferans salonu yer alıyor.

 

Biz oradayken sanatçı Osman Dinç’in Gözlemevi isimli sergisini gezme şansını bulduk. Metal ve taş malzemeden eserlerin hepsinde hissettiğimiz ‘devinim’ kavramı bizi çok etkiledi. Gerek yaşam döngüsü, gerek evren döngüsü, gerek atom döngüsü, gerek insan düşünce döngüsü olsun, sanatçı meselesini zaman ve uzam içerisinde, döngüsel bir devinim yansıtacak şekilde ortaya koymuş. Ve de eserleri Tek Taş, Sabit Fikir gibi isimler ile buluşunca, daha da derinleşip anlam kazanıyor.

Ana bina, sanatçı Osman Dinç’ten önce, Aşina ismi ile Şakir Gökçebağ heykel ve enstalasyonlarını, Nuri Bilge Ceylan Baksı’da diyerek sanatçının fotoğraflarını, Toprak ismi ile Alev Ebuzziya’nın seramiklerini, Ayağımdaki Diken ismi ile Hüsamettin Koçan’ın eserlerini sergilemiş. Daha öncesinde de Miro’ya Açılan Heykelli Yol, Toprak, On, Bir Boşluğa İşaret Bırakmak Mesafe ve Temas, Şaman Güncesi, Gelenek ve Sanat, Tılsımlı Eller 1 & 2 sergilerine, Erzurum Erzincan Bayburt Kilimleri, Kültür Turizminin Bölgesel Kalkınmada Rolü gibi atölye çalışmaları ve sempozyumlara ev sahipliği yapmış.

Bizi Baksı açıldığından beri orada çalışan, Bayraktar köyünün Muhtar’ı gezdirdi. Öyle büyük bir sevgi duyuyor ki Baksı’ya ve Hüsamettin Hoca’ya. Zamanla sanatı çok sevmiş; ‘bunca sergiye bizzat şahit olduktan sonra çağdaş sanatı anlamaya başladım, izleyiciyi yormuyor, kendi anlamını veriyorsun’ diyor. Doğma büyüme bir Baksı’lının gözünden çağdaş sanat yorumlarını, özellikle depo müzedeki bazı tarihi eserlerin ve fotoğrafların tanığı olarak anlatımını dinlemek gerçekten müze deneyimimiz zenginleştirdi. 

1000 metrekarelik bir alana sahip Depo Müze ise, Hüsamettin Hoca’nın kendi eserleri ve sanat koleksiyonu, diğer sanatçıların ve kolleksiyonerlerin bağışladığı eserler ile geleneksel ve çağdaş sanatı aynı çatı altında topluyor.  

Türkiye’nin hem olgun hem de genç sanatçılarının çağdaş eserlerinin yanı başında, halk resimleri, cam altı eserler, hat eserler, şifa tasları, alemler, taş baskılar, çömlekler, seramikler, ehram ve kilim dokumalar görmek insana geçmiş ile geleceği bir arada yaşama, farklı bir düşünce ve sorgulama sürecine girme, ve anlamlandırma şansı sunuyor.

Biz oradayken pandemi sürecine özgü geçici bir sergi olan Maske / Çağrışımlar sergisini de gezme şansı bulduk. Ve yaşadığımız 2 yıllık süreci sanatçılar gözünden görmek ve yeniden anlamlandırmak gerçekten çok çarpıcı bir deneyim idi.

Baksı’da zanaat, etnografya, çağdaş sanat atölyeleri de yer alıyor. Hem geleneksel kültürü koruyarak, gelecek kuşaklara aktarmak, hem kadınlara ekonomik özgürlük sağlamak için, unutulmaya yüz tutan geleneksel bir dokuma olan ehramın ve kilimin köylü kadınlar ve genç kızlar tarafından yeniden hayata geçirilmesi amacıyla dokuma atölyeleri ve tezgâhları kurulmuş Baksı’da. Kültürel bir miras olan ehramın, çağdaş bir anlayışla ele alınarak dokunması geçmişi geleceğe taşımanın ne harika bir yolu diye düşündük. Ayrıca müzede çağdaş sanat atölyesi ve seramik atölyesi de yer alıyor.

Baksı yöre kadın, genç ve çocukların gelişimine destek olan birçok Sosyal Yaşama Katkı projeleri gerçekleştiriyor:

  • 2022’de Bayburt Kadın İstihdam Merkezi hayata geçirilecek.
  • 2022’de Bocci işbirliği ile toplumsal çevre sorumluluğu olarak ‘Nehri Sanatla Yıkamak’ projesi kapsamında, Çoruh Nehri boyunca yer alan her yerleşkenin nehri temizleyerek temiz tutması sağlanacak.
  • Yöredeki yetenekli çocuklara, Öğrenci Sanat Şenlikleri düzenleyerek, tasarım, sanat ve kültür alanlarında eğitim bursları Aydın Doğan Vakfı ile ortaklaşa gerçekleşen projede senede 250-300 sayıda çocuğa burs verilirken, Baksı erkek çocukların, Aydın Doğan Vakfı da kız çocukların desteğini üstlenmiş.
  • Anadolu’nun çok kültürlü zenginliği meşrulaştırmak adına, müzik, sinema, edebiyat, plastik sanatlar, arkeoloji, müzecilik, gastronomi gibi alanlarda Türkiye’nin gelişimine katkıda bulunan örnek ve öncü kişi ve kurumlara Anadolu Ödülleri veriyor (çiftli yıllarda kurumlara, tekli yıllarda ise kişilere).
  • Müzenin yemekleri köyün kadınlarının hazırladığı Bayburt’a özgü lezzetler, hem geleneği misafirlere sunuyorlar, hem de kadınlara istihdam sağlanıyor.
  • Ayrıca ‘Konuk Sanatçı Programı’ ile yerli sanatçılara özgürce üretim, konaklama imkanı sunuyor.

 

Baksı Müze Mağazası ise, gerçekten bugüne kadar gördüğüm en güzel müze mağazalarından birisi. Türk tasarımcıların takı, çanta, aksesuar, dekorasyon objeleri, sergi kitapları ve Baksı’ya özgü parfüm koku ile çok özgün ürünler yer alıyor.

Baksı Konukevi ise hem ziyaretçilerin müzeyi ve coğrafyayı doya doya yaşayabilmesi, hem de yörenin turizmine katkıda bulunmak üzere Eskişehir OMM Müzesi kurucusu Erol Tabanca’nın katkıları ile inşa edilmiş. Mimarisi özgün Bayburt evlerinin yerel unsurlarını yansıtan, içlerinde yöreye özgü eşyalar yer alan, bünyesinde barındıran, sade, mütevazi, temiz pak, ferah 22 odası var.  Çoruh Taş Oda, Vadi Taş Oda, Bayburt Taş Evi  olmak üzere üç bölümden oluşuyor. (Konaklama fiyatları 2022 yılında oda tipi ve kişi sayısına göre 600-1250 TL arası değişiyor.)

Bayburt mutfağına özel yemekler eşliğinde restoranda ve terasta kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği yiyebiliyor ve ateş etrafında yıldızları seyredebiliyorsunuz.

Baksı’da iken toprak patikalardan Çoruh vadisine, dereye, etraftaki harika tepelere ve Huykesen ağacına doğa yürüyüşleri yapabiliyorsunuz. 

Huykesen ağacının isminin açıklaması ise şöyle: Ardıç ağacının yaramaz çocukları uysallaştırdığına inanılıyormuş. Ailesi, çocuklarının huysuzluğunu gidermek için ağaca götürüp, çevresinde üç tur attırıp, sonra da yolda ilk karşılarına çıkan kişiden, çocuğun boynuna otlardan yapılma Kem denen bağı koparmasını istermiş. Ve çocukların huysuzluktan arınacağına inanılırmış. 

Sevgili Mehmet Uhri, http://www.harftamircisi.com/huykesen-agaci.html yazısında, bu Ardıç Ağacı gözünden Bayburt kırsalındaki hayatı şöyle anlatmış: Burada hayat zordur. Kışın yağışlar, baharda ise sert esen rüzgar toprağı alır götürür. Bir önceki senenin toprağını yerinde bulamazsın. Eksilen toprağı tamamlayabilmek için her yıl tarladan taş ayıklar bir kenara yığarlar. O taşlar hiç eksilmez, toprak akar gider. Bir sene bakmasan taşlı tarlayla baş başa kalırsın. Burada toprak akışkan iklim serttir. İnsanları da toprağına benzer. Akıp gidiverirler. Baktılar olmuyor terk edip gurbete giderler. Bu hep böyledir. Geriye şu karşı tarlanın taşları gibi kaba saba ama direnmeyi bilenler kalır. Onlar gitmez ve beklerler. Gidenlere iyilik, sağlık, sabır diler ve beklerler. Benim gibi bir ağaçtan keramet bekler, direnirler. Elindekiyle yetinir ama beklemekten vazgeçmezler. Dallarıma bağladıkları çaput ise kendilerine yazdıkları mektup gibidir. Kendine bile söyleyemediklerini çaputa okur getirip dallarıma bağlarlar. Konuşup yüreklerini açarlar. Bu onlara iyi gelir. Dağ başındayız daha ne olsun?

Ne güzel anlatmış.

(Baksı’nın bugüne kadar aldığı ödülleri, hakkındaki yayınları ve detaylı bilgi alabileceğiniz kaynakları, konumunu, ulaşımını yazımın sonunda belirttim)

Şimdi gelelim Hüsamettin Hoca’dan Öğrendiklerime:

Hüsamettin Hoca ile sohbet etmek, köyü de şehri de, yaşamı da ölümü de görüp geçirmiş bir  bilge ile konuşmak gibi. Yaşamın zorlukları onu katılaştırmak yerine daha şefkatli ve cömert yapmış. Tecrübeleri ona içine düşülmesi kolay olan tuzakları göstermiş, nasıl onlardan uzak duracağına dair, nasıl özgün ve ahlaklı bir sanatçı ve insan olunacağına dair düsturları oluşmuş. Sohbetimizden öğrendiklerimi dilim döndükçe aktarıyorum:

  • İnsan yaşamının en güzel amaçları sevmek ve yaratmak/üretmektir.
  • Sorumluluk al: İnsan kendi hikayesine inanır, saygı duyar, fikirde debelenip, zihnin içinde kapalı kalmak yerine, ortaya sürekli üretim ve yaratım koyarsa sanatçı olur. Kendine saklama, paylaş, aç gerçeğini, içini özgünlüğü, yarattığını herkesle. Paylaştıkça gelişeceksin. Boyutların, katmanların farkına vararak derinleşebileceksin.
  • Kendini tekrarlama: Sanatçı tekrara girmemeli, basmakalıp olmadan, yeniden yeniden yukarıdaki döngüyü tekrar edip, sürekli dönüşerek sürekli özgün sentezler doğurabilmeli. Tekrara giren sanatçı artık zanaatçıya dönüşür.
  • Ahlaklı ol: Sürekli derinlik ve anlam arayan, adanmışlıkla zaman ve emek veren, yaptığının en iyisini yapmaya sürekli çaba gösteren, kendine dürüst olan, ihanet etmeyen kişinin ahlakından şüphe etmem.
  • Karşılık beklemeden insan için üret: ‘Bu yol tuttu’ diyerek tekrarlamak; kolaycılık, kendini beğenmişlik ve aslında sanatçının kendine ihanetidir. Kolaya kaçmadan, para için değil sınırlarını zorlayabileceğin üretimi yapmak, fedakarca sanat yapmak ahlaklıdır. Gösteriş hem ruhun hem de içeriğin düşmanıdır, vicdan ise dostu.
  • Duyarlı ol: İçinde yaşadığın toplumun her bir bireyine, çeşitliliğe, farklılığa, kutsalına saygı göster, onlarla kavga etmeden anlamaya uzlaşmaya çalış, sertlik işe yaramaz çünkü insan ruhu nazik bir şeydir, ancak yavaş yavaş dönüşür, değişir, öğrenir.
  • Dayanıklı ol: Merakını, hayatı anlama çabanı, hayal etmeyi, gelişmeyi kaybetme, bırakma, pes etme, uzun mesafe koşucusu ol, vazgeçme.
  • Kaybetmekten korkma: Kaybetme korkumuz en büyük zaafımız, oto kontrol oluşturuyor kımıldayamıyoruz, içine sinen şekilde yaşarsan kaybetme korkun olmaz.
  • İki şeyi kaybetme; Masumiyet, inan elindeki en büyük değer masumiyet! Bir de ne olursa olsun ümidini kaybetme!

 

Öyle derinden etkiledi ki Hocanın içten söylemleri, hala içimde yankıları devam ediyor.

Umarım Hüsamettin Hoca daha uzun yıllar yaratmaya, sanatını, cömertliğini, sevgisini yaymaya ve yaşatmaya  devam eder.

Benim ve eşim için  Baksı ve Hüsamettin Hoca ile ile tanışmak, Alice Harikalar diyarına dalıp büyülenmek gibi bir deneyim oldu.

Hepinizin Baksı’nın tılsımını yaşaması dileklerimle.

Ve dilerim hepimiz  bir gün ‘Orda bir müze var uzakta, o müze hepimizin müzesidir…’  diyebiliriz.

Zeynep Atılgan Boneval

 

 

Baksı’nın Aldığı Ödüller

  • Museums in Short Ödülü 2019
  • Varşova Müzecilik Toplantısı Dünya Müzeciliğini Etkileyen Müze, 2019
  • Avrupa Konseyi Müze Ödülü 2014
  • Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü 2018
  • ELLE STİL ÖDÜLLERİ 2015
  • B.M.M. ONUR ÖDÜLÜ 2014
  • KUDAKA “Yılın Turizm Olayı” ÖDÜLÜ 2014
  • ÇAĞSAV KURUMSAL ONUR ÖDÜLÜ 2011
  • ALTIN PUSULA ÖDÜLÜ, 2010
  • TÜYAP SANATSEVER KURUM ÖDÜLÜ, 2010
  • CONTEMPORARY İSTANBUL SANATA KATKI ÖDÜLÜ, 2010

Baksı ve Prof. Hüsamettin Koçan Hakkındaki Yayınlar

Aslıhan Lodi’nin ‘Bir Dağda Mucize Yaratan Adam’ kitabını

Yönetmenliğini Kadir Saraç’ın yaptığı Ayağımdaki Diken isimli kısa film

Nilay Örnek – Nasıl Olunur – Storytell ve Spotify Podcastleri Bölüm 53

http://baksi.org/tr/basin

 

Baksı Hakkındaki Tüm Detaylı Bilgiler

http://baksi.org/tr/

 

Konum ve Ulaşım

Doğu Karadeniz’de, Bayburt’un 45 km dışında, Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerinde yer alan Baksı müzesi, Erzurum havalimanına 2.5, Trabzon havalimanına 3 saat, Erzincan havalimanına 3 saat uzaklıkta. Yollardaki hava ve yağış koşullarına göre süreler değişebiliyor. Eğer arzu ederseniz Baksı müzesi size şöförlü transfer için kontak sağlayabiliyor.

 

Baybut‘ta ikenKaradeniz’i Basra Körfezine bağlayan ticaret yolu üzerinde inşa edilmiş Bayburt Kalesi’ne çıkıp, Çoruh Nehri’ni ve dört bir tarafı çevreleyen dağların manzarasına bir göz atabilirsiniz. Patatesli, patlıcanlı, biberli, kuşbaşılı Bayburt Tava yemeğinin tadına bakabilirsiniz.