Erzurum civarlarında gerçekten nefis doğa harikaları, tarihi ve mimari güzellikler ile birkaç günlük keşif rotası yer alıyor.
Ve eğer baharda giderseniz, yemyeşil yaylalar ve meralarda otlayan inekler, koyunlar, arka fonda hala parça parça karlı tepeler, aralarda akan dereler, dere boyu dizilmiş söğüt ve kavaklar, baharlar açmış ağaçlar, aralara serpiştirilmiş yayla köyleri seyrederek kendinizi İsviçre dağlarında veya İzlanda’da yolculuk yapar gibi hissedeceksiniz.
Narman Peri bacalarına gittiğinizde ise Petra’da mısınız? Mars’ta mısınız? Diye şaşıracaksınız.
Erzurum ve civarında denizden yükseklik genelde 2000 metreler civarında olduğu için baharda bile serin. Biz gittiğimizde Mayıs ortası olmasına, rağmen havada dirilten bir serinlik vardı ama taptaze ve tertemizdi.
Bizim 1 günde yaptığımız rotanın tamamı ilginiz çekiyor ise size 2 günde yapmanızı tavsiye ederim, çünkü tek güne sığdırmak çok yorucu oluyor. Arada Cittaslow Uzundere’deki ekolojik konaklama seçeneklerini tercih edebilirsiniz.
Doğa harikaları ve tarihi Gürcü kilise / manastırlarını kapsayan rotamız özetle şu şekilde:
- Erzurum’dan Tortum yönüne doğru ilerleyip Haho Manastırı (Hahuli Kilisesi – Taş Cami) Engüzek Kalesi, Öşvank Kilisesi Tortum Gölü, Tortum Şelalesi ziyaret ettikten sonra,
- Cittaslow şehri olan Uzundere (Azort) keşiflerini yapıp
- ardından Artvin il sınırında Yusufeli içlerinde yer alan ulaşımları çok zahmetli ancak ödülü büyük olan İşhan Manastırı ve Barhal Kilisesini görüp,
- sonra Oltu üzerinden geri dönüp Oltu Kalesi, Narman Peri Bacalarını gezip
- Pasinler Kalesi (Hasankale) üzerinden Erzurum’a ulaşmak.
Doğa veya tarihi mimari arasında seçim yapıp tek günde bir kısmını görebilir, ya da tamamını yapmak isterseniz 2 gün ayırabilirsiniz.
Biz bu rotada yolculuk yapmayı çok sevdik, çünkü değişen doğa ve manzaralar ile yolculuğun her anı bir görsel şölen gibiydi. Araba ile yollarda giderken seyretmeye doyamadık, zaman zaman inip manzaraları içimize çektik.
Erzurum’dan ilk çıkınca dağlarla çevrili geniş Erzurum ovasındaki yemyeşil otlaklar, aralara serpiştirilmiş yayla köyleri, otlayan inekler ve ufuktaki parça parça karlı dağ manzaraları, Tortum’a doğru ilerledikçe kızıl, hardal, boz renkli şekil şekil kaya oluşumları ile örülü yüksek tepelerle çevrili dar bir vadi manzarasına dönüştü. Bu sefer de yolumuzda vadi köyleri, ve dimdik yamaçlarda otlayan hayvanlar vardı. Ardından dağlar arasına oyulmuş dar geçitlerden kıvrıla kıvrıla geçerek aşağılara indik. Baharda eriyen kar suları ile gürül gürül çağlayanlar, üzerlerinde taş veya ahşap köprüler eşlik etti yolculuğumuza.
Haho manastırını ziyaret emek için Bağbaşı köyüne girdiğimizde, nehir boyunca ilerleyen daracık bir vadi boyunca uzanan, her tarafı yemyeşil ağaçlar, köylülerin leylak dediği pembe beyaz çiçekli ağaçlar, baharlar ve alt katları taştan ağıl, üst katları ahşaptan evler karşıladı bizi.
Çamlıyamaç köyündeki Öşvank (Oshki) manastırı ise doğanın içinde zamanla doğayla bütünleşmiş gerçek bir hazine bulduk.
Pirin kayalar Geçidini aşarak Tortum Gölü’ne ulaştığımızda ise göle vuran dağların ve pamuk pamuk beyaz bulutların yansıması eşsiz bir manzara sundu bize.
Türkiye’nin en yüksek şelalesi olan Tortum Şelalesi ise çağlayan suları, su buharının oluşturduğu gökkuşağı ile kartpostal güzelliğinde idi. Tortum şelalesinin tam karşı tepesinde yer alan Çağlayan köyünde tortum şelalesini seyrederek yaşamak nasıl bir duygu acaba diye düşündük.
Cittaslow şehri ilan edilen Uzundere bölgesinde ise Ulubağ, Yıkıklar ve Yedigöller gerçekten nefis doğa manzaraları sunan zamanda asılı kalmış yerleşkeler.
Yol boyunca ağaçların arasına gizlenmiş dağların arasındaki vadilere sırtını yaslamış yayla köyleri var. Nar çiçeği, pembe, kırmızı renklerde gelincikler gördük, bu kadar farklı rengi olduğunu bilmiyordum gelinciğin. Ayrıca sapsarı çiçek tarlaları, ve hayatımda ilk defa gördüğüm mor ve mavi çiçeklerle karşılaştım.
Yıkıklardan aşağı Ulubağ’a inip göletin kıyısında bir çay ve yemek molası iyi geliyor insana.
Ardından Artvin il sınırına geçip, Yusufeli yönünde ilerleyip, İşhan manastırına gitmeye çalışırken, yeni açılmış tünelleri navigasyon göstermediği ve telefon birçok yerde çekmediği için tam bir macera oldu bize. Kayalar üzerindeki İşhan Köyü’nü ancak sora sora bulduk.
Tek bir yolu olan İşhan’a ulaşmak dimdik tepelere virajlardan döne döne tırmanan yolu ile biraz zahmetli, ancak yol manzaraları enfes, kanyon ve dağların üzerindeki kıvrımlı yatay yüzey şekilleri sanat eseri gibi gerçekten. Biraz daha yol yapmayı göze alırsanız Barhala Kilisesini görmenizi de tavsiye ederiz, çünkü tarihi Ermeni kiliseleri arasında en etkileyicisi Barhal.
Ardından Oltu istikametine gitmek için 2500 metreye kadar çıkıp indik. Oltu yolda kalesini gördük. Etraftaki dağ köyleri, meralarda inekler, buzağılar, çobanlar, çoban köpekleri Heidi masalı gibiydi.
Aşağılara indikçe Kavak ağaçları ile çevrili yoldan Narman’a ulaştık. Hayatımda hiç bu kadar çok Kavak ağacını bir arada görmedim. Bahar olduğu için her yer yemyeşildi. Etraftaki dağların tepelerinde otların yeşili, erimemiş parça parça karların beyazı ile buluşunca ‘patchwork’ gibi gözüküyor.
Manzaralar öyle güzel ki insan nereye bakacağını şaşırıyor. Her yer şiir gibi, dur sandalyeni koy, saatlerce seyret sıkılmazsın, şimdiye kadar ki en güzel manzaralı yolculuktu.
Narman’a ulaştığımızda ise taze dağ kekiği kokuları arasında bir tarafta kızıl peri bacaları, diğer tarafta pırıl pırıl parlayan fıstık yeşili otlaklar karşıladı bizi. Cilveleşen kuşların ve arıların sesleri arasında yürüyüş yaptık peri bacalarında.
Enine kesitli kayalardan oluşan Narman, ABD’dek Colorado Kanyon’una benziyormuş en çok. Biz kendimizi Mars’ta gibi hissettik.
Sonra yine dört bir yerden minik şelalelerin aktığı, kıvrıla kıvrıla akan dere sularının güneşle parladığı, ineklerin otladığı, masmavi gökyüzünde bembeyaz bulutların 3 boyutlu pamuklar gibi göründüğü manzaralar eşliğinde Pasinler Kalesi ve Erzurum’a ulaştık.
Umarım siz de yağmursuz bir baharda yemyeşil bir Erzurum kırsalı yaşama şansı bulursunuz.
Rotamızdaki ziyaret noktalarının bilgileri ise şöyle:
Haho Manastırı / Taş Cami
Tortum ilçesine bağlı Bağbaşı Köyü’nde yer alan, Gürcü manastırı olan Haho (Hahuli) manastırı Bagratlı Ermeni Kralı III.Davit tarafından 976-1001 yılları arasında yaptırılmış. Meryem Ana Kilisesi olarak da biliniyor. Manastır düzenindeki yapı topluluğu, kilisenin çevresinde yer alıyor. Kilise, kapalı Yunan haçı ile bazilika planının birleştirilmesi ile oluşturulmuş. Yapının içerisine, uzun kenarların ortasındaki yuvarlak kemerli bir kapıdan giriliyor ve kilisenin apsis bölümünün üzeri kule şeklinde yükseliyor. Çok ince bir kesme taş işçiliğinin görüldüğü kilise içerisindeki kabartmalarda aslan, boğa, kartal, horoz, domuz, grifon gibi figürlere geniş yer verilmiş. Ayrıca iç mekânın duvarları ve özellikle apsis, İncil’den alınma sahneleri içeren ve Hz.isa ile Meryem’i tasvir eden fresklerle bezenmiş. 19’uncu yüzyılda camiye dönüştürülen yapı, Taş Cami ismini almış.
Engüzek Kalesi: Tortum-Uzundere karayolu kenarında, Dikyar Kapı mevkiinde yer alan Engüzek Kalesi ya da Ağcakale, çayın kıyısından burgu gibi yükselen sarp ve yüksek bir kayalık üzerinde, mimarisi iyi korunmuş küçük ama etkileyici bir kale. Kalede tarihi bir kitabe bulunamadığı için Ortaçağda derebeylik şeklinde hüküm süren Türk Beyleri tarafından veya Bizans devleti tarafından yaptırıldığı sanılıyor. İç kale surlarının bir kısmı halen ayakta. Kalenin küçük kapısı doğu, büyük kapısı güney yönünde yer alıyor. Kale burçlarının en çok kalenin güney bölümünde bulunması, tarihi akınların bu yönden geldiğini düşündürüyormuş. Kalenin hakim bir noktasında bir kapı yeri ve düşman gözetleme delikleri mevcut. Kalenin düşmandan korunması için yüksek burcun üzerinde taş veya ateş dökmek için balkona benzer bir yer ve delikler mevcuttur. Kalenin tabanında toprak altında kalan ev kalıntıları var. Tapınağı, çok yüksek burçları, iç kale surları, gözetleme kulesi, fırını, süt kuyusu, hamamı, Tortum Çayı’na inen gizli su yolları ve uzun dolambaçlı sokakları ile görülmeye değer. Tek bölmeli hamamı kalenin dışında, aşağıda dere kenarında, toprak boyalı harabe durumunda bir bina.
Öşvank Kilisesi (ÖŞK MANASTIRI) Tortum Vadisinin ve Uzundere ilçesinin en görkemli kültürel ve mimari miras örneği burası. Uzundere ilçesi Çalıyamaç köyü içerisinde yer alan bu eser 10. Yüzyılda Gürcüler tarafından inşa edilmiş. Öşvank Kilisesi güney haç kolundaki giriş alnında bulunan kitabeye göre, 963-973 yılları arasında, Gürcü Bağratlı Hanedanlığı zamanında, Gürcü Kralı III. Kuropalat Adernese’nin oğulları David ve Prens Bagrad tarafından inşa ettirilmiş ve Vaftizci Yahya‘ya adanmış.
Mimarisi Öşk’lü Grigor’a ait olan kilise renkli taş bezemeleri ve kabartma figürleri ile ünlü.
Bölgedeki piskoposluk merkezlerinden birisi olan kilisenin 11. yüzyılda el yazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi konumunda olduğu ve bu önemini 15. yüzyıla kadar koruduğu tarihi kaynaklarda yer alıyor.
1022 yılında bölgenin Bizans İmparatorluğu denetimine geçmesinden sonra kilisenin yıkılan büyük kubbesi Bizans İmparatorları II. Basileos ve VIII. Konstantin tarafından 1022-1028 yılları arasında onartılmış.
Kilisenin iç bölümlerinde bol miktarda görülen freskler, 1036 yılında, Jojil Potrikios tarafından yapılmış. Ve manastırın içi zengin bir şekilde kutsal eşyalarla donatılmış.
Kubbe kasnağında, sivri kemerli ve ince uzun gotik üslubu yansıtan on iki pencere yer alıyor ve pencerelerin dış yüzleri kabartma silmelerle süslenmiş.
Haç Planlı olan kilisenin dıştan çapraz kanatlı (trancept) olmasına karşın içeride apsislerin oluşturduğu üç dilimli bir bölüm ve onun devamı olan uzun bir kol bulunuyor.
Yapının iç bölümlerinde bulunan sütunların kaideleri bitkisel motifler ve dini resimlerle bezenmiş. Apsisin üstü yıkılmış olan kilisenin ön cephesinde, portakaldaki ilave bölüme ait sütunlardan birisi günümüze kadar gelememiş ve onun yerine bir ağaç kütüğü konulmuş. Batı haç kolu; batı, kuzey ve güney cephelerden ek mekânlarla çevrili. İki katlı kuzey mekân ilk yapıma aitken, güney ve batıdakiler sonradan eklenmiş. Kilisenin içerisinde hamam, yatakhane, vaftizhane, rahip evleri, mutfak ve kütüphane gibi bolümler bulunuyor.
Tortum Şelalesi, Tortum Şelalesi Türkiye’nin en yüksek şelalesi ve dünyanın sayılı şelalelerinden birisi deniyor. Deniz seviyesinden yaklaşık 1000 metre yükseklikteki Tortum Şelalesi’nin oluşumunu jeologlar, 1700’lü yıllarda Kemerlidağ’dan kopan büyük bir heyelan kütlesinin Tortum Çayı’na akması ve Tev Vadisini kapatması ile açıklıyor. Tortum çayının suları öncelikle bir heyelan set gölü olan Tortum Gölü’nde birikip, sonra 22 metrelik genişlikten 48 metre yüksekten düşerek Tortum Şelalesini oluşturmuş. Şelalenin suları alt kısımda gölet gibi dev bir kazan oluşmuş. Bizim gittiğimiz Mayıs ayındaki gibi coşkun aktığı güneşli bahar günlerinde, su buharı ile oluşan gökkuşağı eşsiz bir manzara sunuyor. Tortum Şelalesi yılın sadece Mayıs-Haziran aylarında sürekli akıyor, diğer zamanlarda ise elektrik enerjisi üretmek amacıyla suları kesiliyor. Şelalelin aktığı kazan ve nehirde su sporları yapılabiliyor. (Erzurum’dan Artvin yönünde 100 km kuzeyde, Uzundere ilçesine 16 km mesafede ve Tortum Gölü’nün kuzey kenarında yer alıyor.)
Uzundere (AZORT) ilçesi Türkiye’nin 11. Cittaslow kenti oldu. Türkiye’nin en yüksek şelalesi olan Tortum şelalesi, yelken, rafting, kano gibi sporlarının yapıldığı Tortum gölü ve çayı, tertemiz bol oksijenli havasında el değmemiş doğada yürüyüş, bisiklet ve kamp imkanları, Öşk Manastırı gibi değerlere sahip olmasını yanı sıra Uzundere biyo-çeşitlilik açısından da önemli bir yer. Dünyanın en zengin biyolojik çeşitlilik bölgelerinden biri olan Kafkasya Ekolojik Bölgesi’nin batı ucunda, Çoruh Vadisi’nde yer alan Uzundere birçok endemik bitki, memeli, kuş ve kelebek cinsinin yuvası ve yaban hayat ve kuş gözlemciliği için harika bir yer. Otantik yöresel sivil mimarisi, yirmi farklı çeşit elması, tandır ekmeği, gençlik ve enerji veren incir döğmesi gibi yerel ve doğal lezzetleri, cana yakın misafirperver yöre insanlarıyla görülmeye değer bir hazine.
- Uzundere yakınlarında yer alan Yedi Göller isimli Tortum Gölü, havzasından sızan suların oluşturduğu irili ufaklı ve zümrüt gibi yeşillikler arasında sıralanan göllere verilen isim.
- En güzel manzara noktası ise, Tortum Gölü’nün hemen altında yemyeşil ağaçlar arasındaki Ulubağ köyünü, ve turkuaz gölü yukarıdan seyretme imkanı sunan, deniz seviyesinden 800 metre yüksekliğinde Yıkıkbağları bölgesi.
- Sapaca (Eşkisor) kalesi ise Gürcü Bagratlı Devleti dönemine ait ortaçağda önemli tarihi ticaret yolu üzerinde bulunan, bazı bölümleri yıkılmış olsa da, tarihi dokusunu ve ihtişamını hâlâ koruyan bir kale.
- Uzundere merkezinde bulunan İnçer (Türkçe Yeniçeri) Camii ise 1847 yılına tarihlenen, ince bir el işçiliği ürünü olan geometrik ve bitkisel motifleri ve süslemeleri ile görülmeye değer. Yörenin başka bir doğal hazinesi ise Köptek Mağarası.
İşhan Kilisesi – Artvin İşhan Köyü içinde bulunan İşhan Manastırı, kilise ve şapelden oluşuyor. 951 tarihli el yazmasına göre kilise; Rahip Khandza’nın (759-861) yeğeni ve öğrencisi Rahip Seba tarafından, Kral Andernese’nin desteği ve maddi katkısı ile yaptırılmış. Manastırın yapımına 955 yılında Gürcü Kralı David zamanında başlanmış, 1027 yılında Bagratlı Kralı Magistros tarafından bitirilmiş. Manastır piskoposluk makamı olarak da kullanılmış ve bu görevini Osmanlıların Artvin ve çevresini ele geçirdiği 16’ncı yüzyıla kadar devam ettirmiş. Osmanlılar bölgeyi ele geçirdikten sonra manastırın batıya bakan tarafını camiye dönüştürmüş, ve 1983 yılına kadar Cami olarak açık kaldığı için yapının harap olması da engellenmiş. Uzun yıllar toprak altında kalan ve Selçuklu Dönemi’nde bulunup onarılan tarihi yapı Kanlı Kilise diye de biliniyor. Kanlı Kilise’nin Hikayesi ise şöyle: İşhan Kilisesi’nin onarımını üstlenen Selçuklu kale beylerinden birinin kızı olan, güzelliği dillere destan Elen uğruna bir yarışma yapılıyor. Elen ile evlenmek isteyen gençlerin girdikleri ok atma yarışında başarısız olup öldürülmesinden sonra uğruna çok can kaybı verildiği için yapı Kanlı Kilise olarak da anılıyor.
Manastırdan günümüze kilise ve kuzeybatı yönde bulunan şapel ulaşmış. Kilisenin batı haç kolunun, kuzey cephesine bitiştirilmiş ek bir mekanı var. Manastırın odak noktasını teşkil eden bu yapı kubbeli bazikal haç planlı olup, dıştan 35x 21 metre ölçülerinde.
Kilisenin doğu cephesi üç kademeli bölümden oluşuyor. Dışta, dehlizin alt katı ile yanlardaki pastoforion odalarına ait ortak cephe var. Ortada apsis, ve dehlizin üst katına ait oda cepheleri, içte ise kuzey ve güney haç kollarının bu yöndeki cepheleri yer alıyor.
Kilisede yuvarlak kemerli, dikdörtgen formlu, at nalı biçiminde kemerlerle kuşatılan pencereler var. Kilisedeki üçgen alınlıklı bölüm çeşitli yükseklikteki arkadlarla hareketlendirilmiş. Bu arkadlar iki kademeli kaval silmelerle kuşatılmış sivri kemerler yer alıyor. Kemerler kademelenme yapan duvar payelerine oturtulmuş. Kuzey ve güney haç kollarındaki cepheler böyle orijinal mimari unsurlar ile hareketlendirilmiş.
Güney cephede dışta kalan üçgen alınlık ve bu yöndeki yüzeylerdeki arkadların düzenlenişi doğu cephesindekilerle aynı. Orta arkadın ekseninde düz atkı taşlı, iki kademeli yuvarlak kemerden oluşan, taç kemerle olan 1.95 metre genişlikle dikdörtgen bir portal yer alıyor.
Batı cephe, batı haç kolu, kuzeydeki ek mekan, kuzeybatı ve güneybatı köşe odaları ile kuzey ve güney haç kollarının bu yöndeki cephelerinden oluşuyor. Cephe, diğer bölümlerde olduğu gibi kendi içinde dört farklı kademelenme yapmış. Batı cephesinin en dışta kalan kısmının üçgen bir alınlığı var. Burada da doğu cephesinde olduğu gibi yüzey, üçlü arkadlarla hareketlendirilmiş. Yine burada da, yuvarlak kemerli, dikdörtgen formlu pencereler var. Pencerenin üstü öncekilerinden farklı olarak, iç bükey olarak yerleştirilmiş bir şerit ve üzerinde iki kademeli korniş yer alıyor. Pencerenin altında 3 metre genişliğinde yuvarlak kemerli dikdörtgen formlu bir kapı var.
Kuzey cephe, kuzey haç kolu, kuzey doğu yan mekan, kuzey batı ek mekan, prothesis, dehlizlerin üst katı ve kuzey batı köşe odasının bu yöndeki yüzeylerinden oluşuyor. Yapının üstü, üçgen alınlıklı kısımlardan meydana gelen mekanlar çift pahlı, diğer tüm birimler ise tek pahlı çatı ile örtülmüş. Merkezi mekanın üzeri ise kubbe ile örtülmüş. Bu kubbe üçgen prizmalarla oluşturulan sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş. Kasnak içten kubbe, dıştan konik külaha sahip.
Barhal Kilisesi
Yusufeli ilçesi Altıparmak köyündeki kilise, 9.ncu yy.da Kral David Magistros zamanında yapılarak Vaftizci Yahya’ya adanmış. 1677 yılında Hacı Şerif Efendi tarafından onartılarak camiye çevrilmiş. Kilise, yontma taş ve kesme taştan yapılan kiremitlerden çatısı bağlanmış, harçsız bir zemine dayanmadan “Lambalı” denilen planda yapılmış. Yapı, dıştan 29X19 metre boyutlarında, üç nefli bazilika mimarisinde. Gri renkli düzgün kesilmiş taşlarla örtülmüş cepheler güney ve kuzeyde eş boyutlu, doğu ve batıda ortadan yanlara doğru açılan köre kemerlerle hareketlendirilmiş. Pencere üstündeki alçak kabartma tekniğinde yapılmış bitkisel figürlü süslemeler gayet iyi durumda.
Oltu Kalesi: Oltu ilçe merkezinde bulunan Oltu Kalesi, MÖ 4’üncü yüzyılda Urartular tarafından yaptırılmış. Osmanlı Dönemi’nde bir süre kervansaray olarak da kullanılan Oltu Kalesi, 3000 metrekarelik bir alanın üstüne kurulmuş büyük bir kale. Kesme taştan yapılan kale, Bizans, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde onarım geçirmiş, son olarak 1998-1999 yıllarında restore edilmiş ve sağlamlaştırılmış. İç kalenin kuzeydoğu köşesindeki, dik ve yüksek burcun üzerinde bir Şapel yer alıyor. Altı yapraklı yonca planına sahip olan şapel,10 ve 11’inci yüzyıllarda, yörede hâkimiyeti ellerinde bulunduran Gürcüler tarafından yaptırılmış. Yer yer süslemeli blok taşların kullanıldığı yapıda, güneş saati motifi çok güzel. Şapelin batıdan bir girişi, doğu yönde de apsis yuvarlağı yer alıyor. Oltu’nun mahallelerini çevreleyen dış kale surları ise günümüze kadar ulaşamamış. Ama doğal kayalıklar üzerinde yer alan iç kale bütün ihtişamıyla ayakta. İç kalenin çevresi, yüksek ve kalın sur duvarları burçlarla takviye edilmiş. “Ehmedek” de denilen iç kale üzerinde, sarnıçlar, bir türbe, bir şapel ile kale muhafızlarına ait mekânlar yer alıyor. Ehmedek’ten Oltu Çayı’na inen gizli bir su yolu da var. İç Kale’nin doğu eteğinde, aslı Selçuklulara kadar uzanan ve künklerle iç kaleye bağlı olan Selçuklu Hamamı ile kale adeta iç içe geçerek bir bütünlük oluşturmuş.
Narman Peri Bacaları – Topraktan yükselen kırmızı renkli şekil şekil kaya oluşumları ile Narman Peri Bacaları gerçekten görülmeye değer. Kapadokya peri bacalarına benzeyen, dar vadilerdeki bu kırmızı peri bacaları rüzgâr ve yağmurun milyonlarca yıl süresince kumlu toprağı aşındırması ile oluşmuş.
Aslında Kapadokya’dan çok Amerika’daki Colorado Kanyonu’na benziyor. Kapadokya’daki peri bacaları volkanik aktivite sonucu oluşmuş, Narman’dakiler ise 2,5-3 milyon yıl önce, akarsuların bir çökelme havzasına taşıdığı toprak ve tortuların zamanla aşınması sonucunda oluşmuş. Kırmızı renginin sebebi ise tortularda ağırlıklı olarak bulunan kırmızı renk demirin oksitlenmesi. Narman Erzurum şehir merkezine 90 kilometre uzaklıkta Narman-Pasinler otoyolunun hemen üzerinde yer alıyor. Vadinin içlerine doğru1 saatlik bir yürüyüş yapıp, ilginç şekillerdeki kaya oluşumlarını seyredebilirsiniz.
Pasinler Kalesi (Hasankale), Erzurum’un 38 km doğusunda yer alan Pasinlerin kuzeydoğusunda, Hasan Dağı’nın güneyinde yer akan kale, İlhanlı Emiri Hacı Toğay’ın oğlu Haşan Bey tarafından 1339 yılında yaptırılmış. Sırtını kuzeydeki dağın sarp kayalıklarına dayamış kale, ovaya hâkim stratejik bir konuma inşa edilmiş. Kalenin iç ve dış bölümleri var. Kalenin güney yönündeki duvarları, yükseklik farkı yüzünden diğer duvarlardan çok daha yüksek yapılmış. Yaklaşık 125 metre uzunluğunda, ortası 20 metre genişliğinde olan iç kale, kuzeye doğru daralan üçgen bir forma sahip. İç kalenin batıya bakan ana girişinin önündeki uzun dikdörtgen alan, kademeli surlarla takviye edilmiş. Buradaki Demir Kapı ve Erzurum Kapısı ile doğuda Gizli (Oğrun) Kapı, Kalenin yer aldığı Haşan Dağı’nın ovaya uzanan en dik burnunu teşkil ediyor. İç kaleden gizli bir yol, güneydeki Hasankale çayına kadar uzanıyor, kuşatmalar sırasında buradan gizlice su temin ediliyormuş. Kesme taş ile moloz taşın kullanıldığı kalenin İç Kale kapısı ile duvarları günümüze kadar ulaşmış. Evliya Çelebi kalenin çevresinin bin adım olduğunu, etrafında hendek bulunmadığını ve Batı’da çok büyük demir kanatlı bir kapısı olduğunu yazmış. 15. yüzyılda Akkoyunlu Hasan’dan adını alan Hasankale’nin Türklerle ilk tanışması, Büyük Selçuklularla Bizanslılar arasında 1048 yılında yapılan “Hasankale Savaşı” ile gerçekleşmiş. Savaşı kazanan Selçuklu kuvvetlerinin komutanı İbrahim Yınal daha sonra Erzurum’a yürümüş ve şehri kuşatarak adının “Kara Erzen” olarak anılmasına sebep olmuş. Kanuni Sultan Süleyman, 16. yüzyılda onarttığı kaleye bir cami ekletmiş. 4. Murat da Revan Seferi sırasında (1634) kaleye bir köşk yaptırmış. Ancak köşk ve cami günümüze ulaşamamış.
Erzurum civarı diğer keşifler:
- Doğa ile sanatı buluşturan Erzurum’a 2.5 saat uzaklıkta Bayburt’un Bayraktar köyünde yer alan Baksı Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm. Baksı Müzesi hakkındaki tüm bilgileri https://www.yolculukterapisi.com/baksi-muzesi/ yazımda bulabilirsiniz. Baksı’ya giderken Kop geçidi üzerinden gidip dönerken İspir üzerinden dönerseniz yolda 12’inci yüzyıldan kalma İspir Kalesini ve Ovit Dağı’nın güney yamaçlarında yer alann volkanik İspir Yedigöller’i keşfedebilirziniz. Yüksekliği zaman zaman 4 bin metreyi bulan dağların arasında irili ufaklı turkuaz renkli volkanik göllerin sayısı aslında 11. Uzun süre dağlardan kar kalkmadığı için Yedigöller’e gelmek için en iyi zaman, haziran ortaı ile ağustos sonu arasında.
- Kayak tutkunları Palandöken’i ziyaret edebilir: https://www.yolculukterapisi.com/palandokende-kayak-keyfi/
- Erzurum şehri keşiflerini ise https://www.yolculukterapisi.com/erzurum-sehir-kesifleri/ yazımda bulabilirsiniz.
Zeynep Atılgan Boneval