CORONA GÜNLÜKLERİ 3 – İZOLASYON GÜNLERİNDE DERİN DÜŞÜNCELER

İZOLASYON GÜNLERİNDE DERİN DÜŞÜNCELER – CORONA GÜNLÜKLERİ – 3

(15 NİSAN 2020)   

 

Derin düşünceler dolu dizgin hiç durmadan devam ediyor…

Bir yandan soyut sorgulamalar, farkındalılıklar, kavrayışlar, bir yandan somut dünyaya ait korkular, kaygılar hepsi birden, hem makro hem de mikro boyutta dolu dizgin içimde fırtınalar estiriyor.

Tüm dünyada herkesin eş zamanlı evde olduğu ‘sürreal’ bir süreç yaşıyoruz.

Tüm dünyanın ‘aynı anda – hep birlikte – aynı konu’ ile yaşadığı başka bir dönem olmadığının bilinci beni her gün yeniden hayretler içinde bırakıyor.

Tüm sokakların bu kadar boş olduğu, tüm uçakların hava limanlarında ve otomobillerin oto parklarda park halinde olduğu (benzin fiyatların tüm zamanların en düşük seviyesinde), sınırların kapandığı, gökyüzünün kuşlara, tüm sahillerin ve denizlerin balıklara, toprağın çiçeklere, doğanın kelebeklere ve arılara kaldığı başka bir dönem olmadı tahminimce dünya tarihinde.

Herkesin çoğunlukla evinde, adeta nefesini tutup tek bir konu ile ilgilendiği bir durum olmadı sanki?

Savaşlar bile belli ülkeler arasında yaşandı, ve o ülkeler de bile insanlar sokaklarda yaşamlarına devam ettiler birçok zaman.

Ve şu andan insanlar birbirine karşı savaşmıyor, bir virüse karşı yürütülen toplu bir mücadele var ortada.

O zaman diyorum ki topluca yaşanan bu ‘durma’ süreci, kolektif bir sorgulama ne kadar büyük bir fırsat!

…Biz insan olarak hayatımızı nasıl yaşar hale geldik?… değerlerimiz nelere evrildi?… neyi neden tüketiyoruz?… yaşam hedeflerimiz ne oldu?… neden hiç durmadan ileri, gelişim ve büyüme diyoruz?… ilerisi neresi?… gelişmek nedir?… rakamsal büyümelerin peşinde koşarken bunun bedelini hangi ülkeler ödüyor?… ruhsal büyüme, sahip olunanlar ile mi gelir, yoksa sadece doğru var olmak ile mi gelir?… bizi besleyen dünyamıza neler yaptık?…

Oh diyorum, kolektif olarak biraz düşünmek zorunda kalacağız, çünkü bu virüs ‘sen, ben, o’ ayırt etmiyor, din, dil, ırk, sınıf ayırt etmiyor. Hepimiz karşısında eşit derecede aciziz, ve kim olduğumuzun, ne olduğumuzun ne kadar güçlü olduğumuzun bir önemi olmadan bu virüsün insafına kalmış durumdayız.

Ancak sonra bakıyorum, tam da öyle değil. Aslında bu virüs ortamında yine eşitsizlik var.

Evinde oturabilme ya da işini evinden götürebilme ya da işini kaybetse bile direnebilme gücü olanlar ile, işe gitmek zorunda olanlar arasında virüse maruz kalma olasılığında çok büyük farklar var.

Buzdolabını, kilerini 3-4 aylık doldurabilenler ile sokağa çıkma yasağı ilan edilince sabah evde yiyecek ekmeği olmadığı için fırına gitmek için sıraya girmek zorunda olanlar arasında büyük bir korunma farkı var.

Geniş geniş evinde dilediğini pişirip, yiyip, içip, ekran karşısında dilediğini izleyip, okuyup, spor yapıp, oynayıp, birbiri ile görüntülü ‘ev partileri’ yapabilenler ile, her gün işten döndükleri hap kadar evlerde, dip dibe yaşayan 6-8 kişilik ailelerin kendilerini bu süreçte, bedenen ve ruhen sağlıklı tutması arasında büyük orantısızlık var.

Varlığı ve maddi imkanı olanların evde kalma ve mesafeyi koruma lüksünün olduğu, çalışmaya mecbur olanın veya kıt kanaat geçinen kişilerin virüse karşı savunmasının çok düşük olduğu bir eşitsizlik bu.

DÜNYADAKİ EŞİTSİZLİK – BAŞKALARININ ACISINA GÖZLERİNİ KAPATMA DÖNEMİ BİTEBİLİR Mİ?

Dünyada hep eşitsizlik vardı. Peki buradaki fark ne?

Galiba buradaki en büyük fark ‘hastalığın, ölümün bizim de başımıza gelebileceğinin farkındalığı’.

Nasıl mı?

Örneğin dünyadaki ölüm sebeplerinin başında aslında ‘açlık’ ve ‘fakirlik’ geliyordu hep. Ancak ‘açlık bizim başımıza gelmez’ diyerek, kafamızı başka bir yöne çevirip ‘normal’ yaşamımıza devam edebiliyorduk.

İnsanlar açlıktan ölürken biz çılgınlar gibi yemeye, soluksuz satın almaya, duraksız tüketmeye devam ediyorduk.

Çünkü açlık bize uğramazdı. Dolayısı ile bizi ilgilendirmiyordu, yaşayanlar düşünsün idi!

Ancak bu virüs herkese uğrayabilir değil mi?

Şu anda Covid 19 dünyadaki toplam ölüm oranlarının sadece %2 sine denk geliyor, açlık ise neredeyse %20 sine, ancak biz açlığı inkar ederken, Corona’ya karşı kafamızı çeviremiyoruz değil mi?

Çünkü tüm dünyada herkes Corona’dan korkuyor, takip ediyor, konuşuyor, önlem alması gerekiyor değil mi?

Gözümüzü kaçıramayacağımız kadar hem yakınımızda hem de tüm dünyada canlı canlı yaşanıyor.

Ve tek bir hanenin, tek bir semtin, tek bir şehrin, tek bir ülkenin bu işi çözmesi işi bitirmiyor değil mi?

Bir sınırı açmak virüsün geri girmesi anlamına gelir değil mi? 

Yani aslında dünyaca birbirimize bağımlı ve iş birliğine mecburuz değil mi?

İşte bu deneyim, tüm dünyanın gözünün önünde, hem her bireyin içinde tek tek hem de hep birlikte yaşadıktan sonra, herkes aslında insanlığın dayanışmaya ve birbirine muhtaç  olduğu bilincine gelebilecek mi?

Yoksa her şey ‘normal’e döndüğünde yine gözlerimizi bir diğerinin acısına, sefaletine, açlığına kapatacak mıyız? 

Aslında yardımlaşma ve dayanışma ile birlikte hareket edersek çözebileceğimiz sorunları çözmek, yaraları sarmak, acıları dindirmek yerine, hop kaldığımız yerden çılgın tüketimimize ve duyarsız bireyselliğimize devam edecek miyiz?

Acaba ‘açlığı’, Corona kadar insanlığın bilincine, insafına ve eylemine taşımak mümkün mü?

Hem de aslında çok daha kolay bir eylemden bahsediyoruz: Corona’nın tedavisini bilmezken, açlığın çözümü çok bariz ve kolay: ‘Sen biraz az ye ki, o bir şeyler yiyebilsin’… Bu kadar basit!

Ancak biz gözlerimizi başkalarının acılarına kapattıkça, ve zengin-fakir arasındaki bu uçurum devam ettikçe, bizi insanlık olarak daha çok acılar bekliyor. 

YA KENDİ ACILARIMIZA GÖZLERİMİZİ KAPATMAK

Corona öncesi tüm dünyanın gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerinin tek düşüncesi ‘ilerlemek’, idi ve bunun tek yolu başkalarının acısına gözlerimizi kapatmaktan geçiyordu.

Bireyler olarak çok meşgul idik. Gidilecek çok yer, alınacak çok şey, takip edilecek çok insan, giyilecek çok şey, verilecek çok kilo, sergilenecek çok mal, mülk, araba, eşya, imaj, kazanılacak çok güç savaşları, ispat edilecek çok şey vardı.

Bu hızda diğerleri kimin umurunda olabilir ki?

Ancak belki başkalarının ızdırabına ve çilesine gözlerimizi kapatarak, kendimizi koruduğumuzu zannederken, kendi acılarımıza da duyularımızı kapatmıştık.

‘Hafif konular konuşmak istiyorum lütfen derin konulara girmeyelim!… çok ciddi olmayalım… hayatı hafife almak lazım… zaten hayat zor, bir de sen zorlaştırma!…’ diyip kadehleri tokuşturmak ile meşgul iken, yüzleşmemiz gereken acılarımızı da hafife alıp, içimizdeki fırtınaları yok saymaya çalıştık değil mi?

Hep elimizde mutluluğu, tatmini, güzelliği, sevgiyi, gücü tutmak istiyoruz değil mi?

Ancak o elimizdeki madalyonun çevirip bakmaya cesaret edemediğimiz diğer yüzü de bir gerçek.

Ve üzüntü olmadan mutluluk, kötülük olmadan iyilik olmuyor.  

Acımız, korkumuz, öfkemiz, acizliğimiz de bizim gerçeğimiz.

Hepsi içimizde ve hayatın içinde.

Gözleri kapatsan da, kapatmasan da.

Cennet te, cehennem de içimizde.

Ahiret ise bu dünyada, şimdi ve burada.

İnsanın sınavı da bunların hepsi ile ne yaptığı değil mi?

‘Kendinin azımsadığın, istemediğin, kaçındığın ‘gölge’ yanlarını dürüstçe ışığa çıkartıp, sahiplenip, kabullenebiliyor musun?’

Şimdi bu deli düşünceler kafamda önce bir kendime bakıyorum. 

Acaba nelere gözlerimi kapadım?

Önce kendimden başlayıp sonra başkalarının acısına nasıl bakabilirim?

Ve iyileşmek için ne yapabilirim? 

İşte böyle deli düşünceler ile doluyum.

Zeynep Atılgan Boneval

İZOLASYON GÜNLERİNDE DERİN DÜŞÜNCELER

CORONA GÜNLÜKLERİ 1 – (12 MART 2020)  https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri1/

CORONA GÜNLÜKLERİ 2 -(29 MART 2020)  https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri2/

CORONA GÜNLÜKLERİ 3 – (15 NİSAN 2020)  https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri3/

CORONA GÜNLÜKLERİ 4 –  (27 NİSAN 2020)  https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri4/