Bir yıl önce dünyayı ve ülkemizi etkisi alan Corona virüsü ve pandemi süreci ile aralıklarla farkındalılıklarımı paylaştığım günlükler tutmuş ve paylaşmıştım. Son paylaşımım 27 Nisan’da olmuş. (okumak isteyenler için 4 farklı günlüğün linkine, yazımın sonunda yer verdim)
Aradan neredeyse bir yıl geçti ve kendi kendime bu bir yılda neler yaşadım, fark ettim, bir değerlendirme yapmak istedim.
İlk önce Corona virüsü sebebi ile yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı diliyor, ve kendim de ailemde kayıplar yaşamış birisi olarak acılarını paylaşıyorum. Sağlık problemleri yaşayanlara acil şifalar ve iyi enerjiler diliyorum.
Gerçekten pandemi süreci bilinmezlikleri, belirsizlikleri, izolasyonu, mesafeleri, korku ve kaygıları, acı ve üzüntüleri ile mutlaka herkese bir yerden dokundu, ve hepimizin moralini, enerjisini, direncini zorlayan bir süreç oldu.
Bu zorlukları yadsımadan, yaşadığımız süreç ve tecrübeden nasıl biraz olumlu çıkarımlar yapabildik ve neler öğrenebildik onları düşünmeye çalıştım.
Ve bakalım neler fark ettim:
1) Hepimiz mecburen biraz yavaşladık. Ne koşturuyormuşuz. Hiç durmadan bir yerlere yetişiyormuşuz. Daha az deneyim yaşabildiğimiz için, az ve öz deneyimlerin ve yaşadığımız anların kıymetini bilmeyi öğrendik. Belki kimimiz azla yetinmeyi ve şükretmeyi öğrendi. Belki mesafeler ‘bakış açımızı’ genişletti, daha çok gözlem yapmayı öğrendik. Kimimiz daha çok düşünüp veya daha çok dinleyip, daha az konuşmayı öğrendi. Kimimiz ise biraz durmayı öğrendi.
2) Doğanın kıymetini bilir hale geldik. Mümkün olduğu kadar kendimizi açık havaya, açık alanlara, ormana, deniz kıyısına, göllere, dağlara attık. Kapalı alanlara sıkışıp kalmışken, doğayla yeniden bir buluşma yaşadık. Çiçeklerin renklerinin, ağaçların yapraklarının, bastığımız toprağın ve çimenin hissinin, kuşların seslerinin, denizin ve güneşin parıltılarının, rüzgarın içimize taşıdığı kokularının, ufkun ve manzaraların iyice farkına vardık ve kıymetini bildik.
3) Ülkemizin kıymetini bilir hale geldik. Pandemi kısıtlamaları ve riskleri sebebi ile, eskiden sık sık ve belki de her fırsatta yurtdışına giderken, ülkemizin kıyılarında, adalarında, dağlarında, vadilerinde, ovalarında, yaylalarında, ormanlarında, antik şehirlerinde sunduğu güzellikleri keşfetme ve takdir etme şansımız oldu. İyi ki dört bir köşesi cennet bir ülkemiz varmış!
4) Biraz daha sağlıklı yaşamayı öğrendik. Hem Covid’den korunabilmek hem de başka hastalıklara yakalanmamak için bağışıklık sistemimizi güçlü ve de bedenimizi zinde tutmak için beslenmemize, sporumuza, sağlığımıza, kendimize önem verdik. Görüşebildiğimiz az sayıda dost ile güvenli ortamlarda buluşabilmek ve eve dönembilmek için erken yemek yemeye alıştık. Sindirim sistemimize nefes aldırdık.
5) Kimimiz için evde olmak, dış görünüş yerine içe dönüşe yol açtı. Dolapta duran kıyafetlerimiz, işlevselliğini yitiren eşyalarımız ve aksesuarlarımız, neredeyse sadece kendimizin gördüğü saçımız, başımız, yüzümüz, yani dış görünüşümüz – kendimize saygımızdan tabi ki özen göstermeye devam etsek de – çoklu karşılaşmalardaki önemini yitirmeye başladı. Ve başbaşa kaldığımız kendimiz ile iç diyologlarımız, iç sesimiz, düşüncelerimiz, duygularımız biraz daha önem kazandı. İç dünyamızın akışını izleme fırsatımız oldu. Ve belki de iç – dış dengemiz, daha sağlıklı bir noktaya geldi. Kendimizi olduğu gibiye, kendiliğindenliğe bırakmayı öğrendik. Görüntümüz yerine kendi içimizden geldiği gibi konuşmanın, yazmanın, paylaşmanın önemini kavradık. Yapaylık yerine samimi ve doğal olanın kıymetli olduğunu anladık.
6) Toprağa, doğaya yakınlaştık. Kimimiz şehirlerden bir nefes almak için sayfiye yerlerine veya doğada açık havayı daha çok yaşayabileceği yerlere taşındı, kimimiz de çiftçi oldu. Biz Ovacık’taki tarlamızın kıymetini anladık, üzerine tekerlekler üzerine bir küçük ev kondurduk ve bağlarımızı budama, gübreleme, ilaçlamayı öğrendik. Meyve ağaçlarımızı, zeytinlerimizi ve çiçeklerimizi kendimiz ektik. Doğa ile uyumlu merdivenlerimizi kendimiz inşaa ettik. Eşimizin dostumuzun kaktüslerinden çoğaltarak, onların da ismini taşıyacak kaktüs bahçemizi yaptık. Şimdi yazlık domatesimiz, salatalığımız, biberimiz, patlıcanımız, kabağımızı yetiştirmek üzere bostanımız için kolları sıvadık. Bir yandan toprakla uğraşan çiftçinin emeğinin ne kadar büyük olduğunu anladık. Bilgisayarlarla, telefonlarla yaşadığımız hayatta çok hızlı sonuç almaya alışmışken, toprağın sabır gerektirdiğini ve adım adım bu sabrı öğrettiğini gördük. Hayatımızı çevreleyen insan eliyle yapılmış somut şeylerin, çok daha belirli ve durağan olmasına alışmışken, toprağın, mevsimin, havanın, suyun kendi ritmi, zamanı, yolu olduğunu ve bilinmezliklerle dolu olduğunu anladık. Bir yandan da toprakla geçirilen her günün gerçek bir terapi olduğunun farkına vardık. O minicik eriğin, o şeftalinin ilk çiçeklerinin, insanın içine nasıl eşsiz bir mutluluk yaydığını deneyimledik. Emek, zaman, ilgi, özen harcadığın doğal süreçlerin mutluluğu, hiç bir şekilde satın alınabilen hiçbir şeyle kıyaslanamayacak, başka bir mutluluk.
7) Daha fazla yürür olduk. Bir yandan açık havada oksijen ve nefes alabilmek, bir yandan da kapalı taşıtlardan korunmak için yürüyüşlerimizi arttırdık. Pandeminin başladığı 2020’nin Mart başından Haziran sonuna kadar attığım 1 milyon 880 bin adımımın bana kazandırdığı farkındalılıkları www.yolculukterapisi.com/izolasyon-gunlerinde-yuruyus-farkindaliklari yazımda dile getirip paylaşmıştım. 2021 Nisan ortasına kadar bu adımlara 3 milyon daha ekleyerek, 4.9 milyon adıma ulaştım. Kasım ayından beri kullandığım Helpsteps aplikasyonu ile de, farklı yardım kuruluşlarına, aplikasyonu kullanmaya başladığımdan beri attığım 2 milyon adım karşılığında bağış yapabildim. Böylece yürüyüş benim için zaten başlı başına bir terapi iken, artık ihtiyaç sahipleri için ufak da olsa bir iyiliğe vesile olduğum yeni bir terapi haline geldi.
8) Pandemi süreci bize farklılıklarımızın daha da farkına varmayı, ve birbirimizi yargılamamayı, alınmamayı ve kabullenmeyi öğretiyor. Nasıl mı? Gördük ki, herkesin virüse, pandemiye, önlemlere bakış açısı, tepkileri farklı olabiliyor. Güvenlik algısı ve korunma kavramı, kişiden kişiye değişebiliyor. Herkesin riske atabileceği şeylerin farklı olduğunu ve kendine göre korunma biçimi olduğunu deneyimledik. Kimimiz hala eline geçirdiği herşeyi defalarca yıkayıp dezenfekte ederken, kimimiz her ortamda maske takmayı prensip haline getirdi, kimimiz mesafe korumanın gerekliliğine inanırken, kimimiz ise kapalı alanlarda 30 kişilik yemeklere gitmenin risk teşkil etmeyeceğini düşündü. Ve işin ilginci herkes ‘ben korunuyorum’ diyerek, aynı şekilde korunduğunu düşünüyor. Yani her birimizin, korunma, güvenlik, sorumluluk anlayışı çok geniş bir spekturuma yayılabiliyor. Başta belki insanlar birbirini yargıladı, ancak zamanla, ‘herkesin kendi doğrusu’ olabileceğini anladık. Ve hoşgörü ve kabulleniş yaşadık. Biraz daha derinlemesine düşününce, bu bakış açısının, sadece pandemi ile ilgili değil de, aslında hayattaki her konu için geçerli olduğunu görebiliriz. Birbirimizin önemsediği ve değer verdiği şeylerin birbirinden farklı olabileceğini, aynı deneyimi birbirimizden çok farklı yaşabileceğimizi ve algılayabileceğimizi fark edebiliriz. O zaman sadece bizim önemsediğimiz ve bize doğru gelen şeylerin yapılmasını bekleyip, gerçekleşmeyince de alınmak yerine, biraz birbirimize biraz alan tanımak, anlayış göstermek ve gerçekten anlamaya çalışmak, ilişkilerimizi daha sağlıklı ve dengeli bir boyuta taşıyabilir.
9) Kendi adıma benim için en olumlu gelişme: ‘dinlemeyi öğrenmek’ oldu. Hem görsel hafızası kuvvetli hem de yazmaya meraklı bir seyahat anlatıcısı olarak, görsel ve yazınsal tarafımı çok daha fazla kullanırdım bugüne kadar. Pandemi süreci daha önce çok iyi kullanmayı bilmediğimi fark ettiğim bir duyumu geliştirmemi sağladı: Dinlemek. Hem çok az arkadaşım ile karşı karşıya gelebildiğim için yakaladığım bu nadir, kısıtlı ve kıymetli zamanda karşımdaki insanı gerçekten, dört kulağımla dinlemek, hem de kulaklıklarımı takıp, farklı yayınları dinleyerek merak ettiğim bilgileri, insanları, hayatları öğrenmek konusunda yol alabildiğimi görüyorum. Her iki anlamda da duyarak farkına varma ve öğrenme algım gelişti. Mesela sevgili Nilay Örnek’in ‘Nasıl Olunur’ Podcastleri sayesinde birçok yazar, oyuncu, sanatçı, tasarımcı, psikolog, mimar, yani farklı mesleklerden insanların hayat yolculuklarını, nasıl mesleklerindee başarılı olduklarını ve de en önemlisi bugün oldukları insanlara nasıl dönüştüklerini öğrendim. Ya da sevgili Serdar Kuzuloğlu’nun ‘Zihnimin Kıvrımları’ podcastleri sayesinde farklı kavramlara ve olgulara dair bakış açıları kazandım ve zihnim açıldı. Ve dinlediğim daha başka birçok yerli ve yabancı podcastler ve yayınlar, ‘yaşam’ denilen olguyu, insanı ve kendimi anlama çabalarıma katkıda bulundu, beni gözlem yapmaya, farklı bakış açıları kazanmaya ve derinlemesine düşünmeye teşvik etti.
- Dinlemeyi öyle sevdim ki, ve pandemi süreci sebebi ile gezemediğim dünyanın özlemi, içimdeki keşif merakını ve yolculuk tutkusunu öyle tetikledi ki, madem evdeyiz diyerek ‘Dünya Bize Gelsin’ isimli bir podcast serisine başladım. Bugüne kadar gördüğüm 100 ülke arasından beni en çok etkileyenler hakkındaki izlenim ve deneyimlerimi mikrofona okuyup, merak edenler ile paylaşmaya başladım. Her bölümün metnini hazırlarken, yolculukterapisi.com’daki yazılarıma, çektiğim fotoğraf ve videolara ve hatıralarıma geri dönüp, sanki yeniden gitmiş, o deneyimleri yeniden yaşamış gibi oldum. Yani bir yandan dünyanın farklı köşelerini hikayeler ile içimizde canlandırıp, hayal kurarak birlikte keşfedebilmeyi ve de dünyanın büyüsünü birlikte paylaşabilmeyi arzu ederken, kendime de bir Yolculuk Terapisi hediye etmiş oldum. Ve gördüm ki insan yeteri kadar durup, gözlemleyip, sabırla beklerse, hem kendisine iyi gelen, hem de çevresi ile buluşabileceği, kendine özgü bir paylaşım, doğallıkla ve kendiliğinden ortaya çıkabiliyormuş.
10) Pandemi sürecinde eğitimlerin online platforma taşınması, birçok kişinin merak ettiği konularda kendilerini geliştirme fırsatı yarattı! Online eğitim imkanı, benim için de müthiş bir şans oldu. Daha önce öğrencisi olduğum, fakat 4 sene önce İstanbul’dan Alaçatı’ya taşındığım için, fiziksel olarak eğitimlerine katılmaya devam edemediğim, Cem Şen hocamın, Yol ve Erdem derslerine online katılabilme imkanım oldu. Bedensel, zihinsel ve ruhsal farkındalılık için, Tao Te Ching, Dharma, meditasyon, Yi Ji Jing, nefes, zihinsel arınma eğitimleri gibi farklı öğreti ve teknikler ile, kendi hakikatimi kavramak ve geliştirmek için adımlar atmama ve donanımlanma katkıda bulunan bir yolculuğa çıkabildiğim için müteşekkirim.
Birkaç kişisel farkındalığım ve da oldu bu son 1 yıl sürecinde:
- Pandemi ile yaşadığımız son 1 yılda üzüldüğüm bazı farkındalılıklar da oldu tabi ki. Yukarıda bahsettiğim hoşgörü ve kabullleniciliğin bir sınırı varmış. Pandeminin başlarındaki, aşırı bilinmezlik ve korku dönemlerimizde, daha paylaşımcı, daha duyarlı, daha meraklı olur gibi gözüksek de, kimilerimiz çabucak normalleşmeye ve tutunduğumuz alışkanlıklarımıza dönmeye ne kadar çok meğilliymişiz meğer. Başta ‘Dünya bize bir dur, nefes al, bana da nefes aldır’ dedi diye satırlar içimden dökülürken, bundan sonra sosyolojik ve ekolojik farkındalılığımızın ve duyarlığımızın artacağına inanmıştım gerçekten. Bu sağlık krizi aslında ‘dünyadan ve içinde bulunduğumuz toplumdan sorumlu bir birey olmayı’ sorgulamak ve uygulamak için çok iyi bir fırsat gözükmüştü bana. Ve gerçekten başta hepimiz yardımlaşma, ihtiyacı olanları ve de çevremizi destekleme konusunda adımlar atsak da, yazla başlayan bir normalleşme süreci ile, kimileri ‘hayata bir kez geliyoruz’ kafasına büründü çabucak. Başta hiç bilinmeyen Corona virüsü, sanki zamanla sanal bir bilinirlik kazandı, ve bu virüsün etkisi, zararı, hasarı yükselirken, korkusu ne yazık ki azaldı kimileri için. Gerçekte vaka sayıları çok daha korkulacak yüksek rakamlara ulaşırken, ve bizlerin çok daha dikkatli, özenli ve duyarlı olmamız gerekirken, kimilerinin hayatı eskiden olduğu gibi devam ettirme isteği ağır bastı garip bir şekilde. Normalde hepimizin ayakta kalma içgüdülerinin devreye girmesi, kendimizin, birbirimizin ve dünyanın sağlığını korumak için seferber olması gerekirken, kimileri alışkanlıklarını insan sağlığından önemli gördü. Kimi insanlar için sosyal yaşamları, kimlikleri, alışkanlıkları ne kadar elzemmiş ki, kendisinin ve ötekinin hayatını korumaktan ağır bastı. Kimileri için: ‘bir kez bu hayata geliyorum’, ‘yeter çok bunaldım’, ‘gülelim, eğlenelim’ cümleleri havada uçuştu, ve önce kendilerine, ailelerine sonra da etrafına sorumlulularını unutup, çevresini tehlikeye atan, sorumsuz, savruk ve hovarda bir yaşama biçimini içlerine sindirebildiler. Dünya’da ve Türkiye’de bu kadar kişi hastalıkla mücadele ederken, hayatını kaybederken, sağlık yetkilileri ve birçok çalışan büyük mücadeleler verirken, birçok kurum, işletme ve birey ekonomik, fiziksel ve sıhhi olarak çok zorlanırken, sosyal medyada ‘hayat bize güzel’ paylaşımları ile, başkalarının acılarına gözlerini kapatarak, kendi sosyal yaşamlarını daha önemli kıldılar. Başta insana ve doğaya duyarlılığın ve saygının artacağına dair naif bir inancı beslerken, zamanla gördüm ki, dünya ve insan, kimilerinin hiç umurunda değilmiş. Yani kimileri için hayatını korumak yerine, alışkanlıklarını korumak daha öncelikli geliyormuş. Bu süreçte de başkalarının hayatını risk altına almak pek önemsizmiş… Oysa bencillikle hareket etmek yerine, birbirimize sorumluluklarımızın bilincinde ve duyarlı olmamız gereken küresel bir kriz sürecinden geçiyoruz. Pandemi sebebi ile kayıplar yaşamış birisi olarak, ‘ateş düştüğü yeri yakar’ diyebiliyorum.
- Ve son olarak kişisel bir özlem, gözlem ve farkındalılık ile bitireceğim: Hepimiz sarılmayı özledik. Aileme, dostlarıma sarılmayı çok özledim… Şanslıyım eşime sarılabiliyorum. Yalnız başına yaşayanların, başka birisine sarılabilme özgürlüğü ve dokunabilme sıcaklığını nasıl özlediğini ancak empati kurarak tahmin edebiliyorum. Bu mesafeli dönemde, birbirimize sevgimizi ve ilgimizi farklı şekillerde göstermeyi öğrendik. Arayarak, sorarak, yüzyüze olamasak da online ortamlarda paylaşarak. Bu süreçte ailemin, dostlarımın, sevdiklerimin uzaktan da olsa yanında olmaya, önem verdiği şeyleri, emek harcayarak yarattıklarını paylaşmaya, yüreklendirmeye, takdir etmeye dair özel bir çaba sarf ettim. Çünkü SEVGİ bir duygu değil bir eylem. Şarkıdaki gibi, çiçek gibi, bastığın yerde bitmiyor, emek, ilgi, özen ve zaman, yani eylemle gelişiyor ve büyüyor. Haziran 2020’de hayatta en sevdiğim olgulardan birisi olan ‘Sevgi Çemberi’ kavramı ile ilgili bir paylaşımda bulunmuştum: https://www.instagram.com/p/CBpHgehl5m0/?igshid=8ot26bufjez2 . O zamandan bu zamana ne fark ettin derseniz? Çemberler, ortak niyet, özen, ilgi, enerji, emek, destek, zaman, samimiyet, çaba ile gerçek ‘Sevgi Çember’lerine dönüşüyormuş. Pandemi süreci ile yavaşlayıp, zaman zaman durabilip, araya giren mesafeler ile yapabildiğim gözlemler sayesinde, çok önemsediğim sevgi çemberlerimi bir arada tutmak için ekstra kişisel bir çaba harcadığımı fark edebildim. Birbirinin yüreğine ve ruhuna dokunmanın, tek taraflı sürdürülebilir olmadığını anladım. Bunca yıldır çemberlerimi öyle önemsemişim ki, bazen hazıra konulduğunu pek görememişim. Kalbimi, kapımı, soframı, paylaşımlarımı açtığım bazı kişilerin kayıplarımda, zorluklarımda, yarattıklarımda yanımda olmadığını fark edebildim. Ve böylece zamanımın, ilgi ve emeğimin kıymetini bilmem gerektiğini öğrendim. Yani aslında kendi kıymetimi bilmenin önemini. Tabi ki özgür ve özgün ‘ben’ olmayı bencilliğe vardırmadan, sağlıklı bir dengede. Yani kısacası sevgi çemberlerim daha sağlıklı, daha karşılıklı hale gelecek şekilde daralıyor. Ve pandemi bittiğinde, daha az ve öz kişiyi kucaklayarak sarılacağım.
Sağlıkla ve Sevgiyle
Zeynep Atılgan Boneval
İZOLASYON GÜNLERİNDE DERİN DÜŞÜNCELER
CORONA GÜNLÜKLERİ 1 – (12 MART 2020) https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri1/
CORONA GÜNLÜKLERİ 2 -(29 MART 2020) https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri2/
CORONA GÜNLÜKLERİ 3 – (15 NİSAN 2020) https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri3/
CORONA GÜNLÜKLERİ 4 – (27 NİSAN 2020) https://www.yolculukterapisi.com/coronagunlukleri4/