SAVUR – HAKKI BEY KONAĞI – KILLIT (DEREİÇİ) KÖYÜ

 

Kuzey Mezopotamya’nın en yeşil ve en sulak bölgesi olan Savur, dere kıyısında dizilmiş kavak ağaçları, bağları, bahçeleriyle seyre doyumu olmayan, huzurlu ve zamanda asılı kalmış bir ilçe.

Mardin’den Savur’a giderken doğayı seyrederek 47 kilometrenin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.

Hititlerden Asurlulara, Romalılardan ve Bizansa, Sasanilerden Melikşah’a, Artukoğulları, Karakoyunlular ve Akkoyunlulara uzanan tarihiyle, Savur’un her dönem medeniyetler için önemli bir kale olduğunu anlıyoruz. Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlılara katılan Savur, Cumhuriyet’in başlarında, verimli toprakları sayesinde gelişmiş  tarım ve ticaret hacmiyle bölgenin en zengini, en gelişmiş yerleşimiymiş. Öyle ki Savur Beyleri ve ileri gelen aileleri birleşerek Atatürk’e bir uçak hediye etmişler. Bölgenin en yeşili, bağı bahçesi ve verimli toprakları en fazlası ve en çok suyu olan Savur’a o dönemde 300 köy bağlıymış. Ancak terör döneminde ıssızlaşmaya başlamış Savur. Ayrıca eski Mardin Midyat yolu üzerinde yer alırken, yeni inşa edilen İpek Yolu otobanı Savur’dan geçmeyince iyice gözden ırak kalmış. Ancak bu sayede de zamanda asılı kalarak iyi korunmuş ve bozulmamış.

 

Savur’a giderken dikkatinizi yol boyunca dizi dizi sıralanmış Kavak ağaçları çekecek. Çünkü Kavak ticareti, 2300 senedir yörenin önemli bir geçim kaynağı.  Milattan önce 1300’lerde Asur Kralının kuzey Suriyenin büyük bölümünü aldığı seferde bahsi geçen Şaru kenti, yani Savur’dan Musul’ a kavak ticareti kaynaklarda yer alıyor. Kavaklar, Dicle ırmağına taşındıktan sonra şişirilen deri tuluklar üzerine istif edilerek Hasan Kaf’ li (Hasankeyf’li) usta salcılar yönetiminde Musul a götürülüp pazarlanıyormuş.  Günümüzde daha gelişmiş yöntemler ve taşımacılıkla olsa da halen yapilan kavak yetiştiriciliği ve tivcareti Savur’un en büyük gelir kaynağı.

Tarihi Savur’un hemen aşağısından başlayan vadilerde ve geniş düzlüklerde kavakçılık haricinde bağcılık, sebze ve meyve – özellikle kiraz ve yer fıstığı yetiştiriciliği ve de tahıl ekimi yapılıyor.

Yöreye özgü Mazruna, hem yemelik hem de beyaz şarap yapımına uygun harika bir üzüm. Zamanında Savur bağları civarında birçok özellikle Dereiçi (Kıllık) köyünde şaraphaneler ve bir şarap fabrikası yer alıyormuş. Şimdi atıl durumda olsa bile, bölgenin bağ turizmi gelişimi için büyük bir potansiyel taşıyor.

Ayrıca yine yöreye özgü ceviz suyucu geleneği de harika bir gastronomi cevheri. Sancar ailesinin Savur’un hemen eteklerindeki bağ evinde, yapımını deneyimleme şansı bulduğumuz ceviz sucuğu gerçekten harika bir yöresel lezzet. Mazruna üzümü suyu ve yörenin değirmenlerinde çekilen buğday unu ile hazırlanan karışım pişirilip, ipe dizilmiş ceviz halkaları batırılarak asılıp 3 gün kurutuluyor.

Mardin tarafındaki dağların sonu olan tepe ile kuzey tarafındaki doğal kale arasında bir deve boynunu andıran  sırtın üstünde ve iki yamacında kurulmuş Savur, zaten ismini Süryanice boyun anlamına gelen ‘savro’ sözcüğünden alıyor.

Savur tarihi şehri, aslında Mardin’in ufak bir replikası gibi. En tepede hala tarihi taş konaklar ve binaları bozulmamış şekilde görebilirken, aşağılara indikçe sıvanmış ve betonarmeye dönüştürülmüş yapılaşma tarihi dokuyu biraz bozmuş. Dileğim bu yapıların eski haline döndürülmesi ve koruma altına alınması. İşte o zaman Savur muhteşem mimari örnekleriyle sıralanmış tarihi sokaklarıyla, gerçekten muhteşem bir açık hava müzesine dönüşür.

Biz oradayken Savur Kalesi‘ne tırmandık. Şu anda sadece birkaç sur ve burç kalıntıları kalmış kaleye tırmandığınızda uçsuz bucaksız 360 derecelik görüş açısı ile, tarihte önemli bir kale olduğunu anlayabiliyor insan. Gerçekten de tarihi çok eskiye uzanan bu kale, Mardin-Savur-Midyat ve Hasankeyf ile Cizre kervan ve fetih yolları üzerinde yer aldığı için statejik açıdan önem taşımış, Araplarla Bizans’lılar arasında büyük çekişmelere neden olmuş.

Savur’un sessiz, sakin, pitoresk bir tepesinde yer alan 250 yıllık Hacı Abdullah Konağı gerçek bir tarihi hazine. Konağın odalarında derenin ve rüzgarın sesini dinlerken, karşı tepedeki Savur Kalesini, tepeden aşağı inen evlerin teraslarını, ve de semalarda süzülen ters taklacı güvercinleri, atmaca ve şahinleri seyredebiliyorsunuz. Hacı Abdullah Konağı hakkında çok güzel bilgileri şu yazıda bulabilirsiniz: https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/savur-un-oykuleri-yasatan-bey-konagi-21593122

   

Savur’da başka bir cevher ise Cumhuriyet’in 100.yılında 29 Ekim 2023’te açılan tarihi Hakkı Bey Konağı. Bu konak tarihe şahitlik eden bir mimariyi ve yörenin gerçek değerlerini yaşatan bir konaklama deneyimi sunmasının yanı sıra, harika bir adanmışlık hikayesi de sunuyor.

 

Savur’un ileri gelenlerinden Hakkı Sancar tarafından 1940’larda inşaa edilmiş bu konak. Ziyaretçisi çok olunca, Hakkı Bey 1960’larda misafir konakalamaları için odalardan oluşan yeni bir kat eklemiş ve böylece aslında yörenin Mardin, Midyat Savur yöresinin ilk konaklama tesisi burası olmuş. Hakkı Dede’nin vefatından sonra konak uzun bir süre boş kalmış. İşte Savur’a gönül vermiş torunu Enver Sancar, ailenin diğer mensuplarından konağın miras haklarını satın alarak restorasyona başlamış.

Aslında memleketine gönülden bağlı ve seven Enver Sancar, çok daha uzun süredir Savur’un kültürel değerlerine sahip çıkmak ve güzelleştirmek için çaba sarf ediyor. Doğduğu topraklara değer katma misyonu üstlenmiş Enver Bey, 2002’de SAVDERSavur Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneğini kurmuş. 1000 Savur’luyu bir araya getirerek bahar şenliği düzenlemiş. O günden bugüne Savur’un korunarak gelişebilmesi ve güzelliklerinin ortaya çıkartılması için çaba sarf ediyor.

Hakkı Bey Konağının projesi ise 2015’lerde başlamış. Tarihi eser statüsünde koruma altında olan konak binasının restorasyonunu gerçekleştirmek için büyük zorlukları ve engelleri aşmak, büyük masrafları göze almak zorunda kalsa da, hiç yılmadan, bıkmadan çalışmış Enver Bey. Ve Savur’un zamanındaki ilk konaklama durağını yeniden tek konaklama adresi haline getirdi.

Öyle özenli, öyle ince düşünülmüş, öyle aslına uygun tasarlanmış bir konak ki Hakkı Bey Konağıi, kapısından adımınızı atar atmaz mimarisiyle, dekorasyonuyla, atmosferiyle, servisiyle mensubu olduğunuz bir aile konağında olduğunuzu hissediyorsunuz.

Orijinal mimarisine uygun, öyle titizlikle yapılmış bir restorasyon projesi ki; tüm taşları, kapıları, ahşap dolapları tarihi asılları örnek alınarak zanaatkarlarca imal edilmiş.

Konakta bir yandan tarihi dokuyu soluyorsunuz, bir yandan da zevkle, zerafetle, sadelikle döşenmiş odalarda ferahlık yaşıyorsunuz.

Hele bir terası var ki gün doğumları ve gün batımlarında kuşların senfonilerine, gökyüzündeki renk şölenine ve Savur manzaralarına şahitlik ediyorsunuz.

Yöresel mahsullerle hazırlanan kahvaltılardaki köy yumurtasının, yerel zeytinin, balın, muhamaranın, peynirlerin, fırından taze çıkmış sıcak pide ekmeğinin, yöresel kurabiye ve çöreklerin, nefis çayın tadına doyum olmuyor.

Konağın tüm ekibi de size ailedenmişsiniz gibi kol kanat geriyor, her an özenli ve düşünceli davranıyor, bir aile evine, sofrasına misafir gelmişsiniz hissi yaşatıyor.

Büyüklükleri 20-30 metrekare arasında değişen ferah 9 odasının ikisi alt katta kaya odası karakteri taşıyor. Orta katta yer alan 4 oda tarihi konak odaları. En üst katta yer alan 3 oda ise yüksek tavanlı odalar.

En alt katta yer alan kayalara oyulmuş geniş salonu; mahzen, sergi alanı ve yoga-meditasyon alanı olarak çok amaçlı kullanılırken, konağın yüzyıllık kuyusundan gelen su sesi içinize huzur veriyor. 

Hakkı Bey Konağında, Savur ve Mardin’den, hepsi kadın eli ve emeğiyle hazırlanmış doğal yöresel ürünler sunan Gülgün’ün Sepeti ürünlerini ve deneyimlerini yaşama şansı buluyorsunuz.

Ayrıca konak misafirleri için, Enver Bey’in kız kardeşinin bağ evinde ceviz sucuğu yapımı, bağlarda Mazruna üzüm hasadı, odun ateşinde pişen yarma bulgurlu etli dolmanın tadına varacak şenlikler düzeniyor. 

 

Ayrıca Hakkı Bey Konağı missafirlerine, gerçek bir hazine olan Kıllıt (Dereiçi) Süryani köyünü keşfetme imkanı sunuyor.

Misafirler isterse Dara Antik Kenti, Mor Gabriel, Mor Sobo, Mor Evgin, Mor Yakup gibi tarihi Süryani kiliselerini, Mardin, Midyat  keşiflerini yapmak üzere rehberli programlar da düzenliyorlar.

Hakkı Bey Konağı dönem dönem kültürel ve sanatsal etkinliklere, sergilere, yaratıcı yazarlık atölyelerine, yoga ve iyi yaşam kamplarına, sanatçı residansı programlarına ev sahipliği yapacak.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılını kutladığımız 29 Ekim 2023’te kapılarını açan Hakkı Bey Konağı seçtiği açılış günüyle bir yandan Atatürk’e saygı duruşu sergilerken diğer yandan ilkelerinin izinden gideceğini söylemiş oluyor. Savur’a uğurlar, iyilikler ve güzellikler getirerek kaderini değiştiriceğine inandığım Hakkı Bey Konağı aslıda ‘Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır‘ sözünün yaşayan bir örneği. Büyük emek ve özveriyle yaratılmış bu kıymetli hazine, Savur’u ziyaret edenlere yörenin tarihi, kültürel ve aile değerlerini yansıtan eşsiz deneyimler yaşatırken, Savur halkına ve yaşamına da yeni bir can, yeni bir soluk, ve yepyeni değerler, bereketler, mutluluklar getirecek. Böyle vatan sevgisi memleket tutkusu dolu adanmışlık hikayelerine şahit olunca insan, ‘keşke herkes memleketine böyle kıymetli değerler armağan etse, ülkemizin her köşesi aydınlanır’ diye düşünüyor.

Bizim için Cumhuriyetin 100. Yılını, Anadolu’nun kalbinde Savur’da adanmışlık hikayesine şahit olarak kutlamak, bu kadim coğrafyanın büyülü topraklarında hem şanlı tarihimize, hem de memleket sevgisinin mahsulü olan tarihi konağın açılışına şahitlik etmek, kurulan Cumhuriyet sofralarında olmak, marşlarla bayraklarımızı sallandırmak, kalplerimizi gururla coşturdu.

Büyük bir özenle, sevgiyle Anadolu misafirperverliği sunan Hakkı Bey Konağının, tüm misafirlerine unutulmaz deneyimler yaşatacağınız, aileden hissettireceğini, mutlu ve rahat hissettireceğine eminim.

Siz de Savur’u rotanıza ekleyin, ve Hakkı Bey Konağında bir süre konaklayın, bu kadim toprakların büyüsü içinizi kaplayacak.

Savur’da diğer gezilecek yerler ise: Savur kalesi, tarihi taş konak ve kaya evleri ile bezenmiş tepe sokakları, Başkavak Köprüsü, 2023-2024’te restore edilen Ulu Camii diğer görülmeye değer tarihi eserler. 

Savur’da iken Cafe Savur’da mutlaka Incasiye, Alluciye, Kıllıt Tabağı, Sembusek, Meftune gibi yöresel lezzetlerin ve de Savur’da karşınıza çıkmaısını beklemeyeceğiniz lezzette pizzaların – özellikle Savur ve Abbara pizzaların – tadına bakın. Sonra restoranın baş şefi Ahmet Bey ile bir sohbet edin. Ülkesine, mutfağına, toprağına, insanına ve gastronomiye tutkun Ahmet Şef’in başarılarını ve başarılarına rağmen mütevaziliğini, tüm lezzetlerin mükemmel olması için gösterdiği çabayı anlayınca, Savur’da nasıl böyle bir lezzet durağı olduğunu da anlayacaksınız.

Savur hakkında daha fazla bilgi isterseniz, 2008 yılında ÇEKÜL’ün katkılarıyla yayımlanan Geleneksel Konut ve Aile Yapısını Yaşatan Bir Yerleşim: Savur kitabına göz atabilirsiniz. Savur’un doğa-tarih-kültür açısından çok yönlü irdelenmesi, imar koruma çalışmaları, eğitimden restorasyona, ağaçlandırmadan alt yapıya birçok konuda yol haritasını içeriyor.

 

KILLIT – DEREİÇİ SÜRYANİ KÖYÜ

Süryanice Kıllıt, Türkçe Dereiçi Köyü gerçekten Savur’un gizli kalmış bir hazinesi.

Savur’a 7 kilometre uzaklıkta yer alan Kıllıt (Dereiçi) köyü, çatısız, bacasız tarihi taş evlerden oluşan neredeyse tamamı terk edilmiş bir Süryani köyü… Bomboş ve sokaklarında dolaşırken, bir anda Gökçeada Dereköy’ü hatırladım. İki terk edilmiş köyde de benzer bir hüzün, ancak bir o kadar da huzur hakim.  Süryani Ortadoks, Katolik ve Protestan kilisesini birlikte barındıran ender yerleşimlerden birisi olan bu küçücük köy, ayrıca bir camiye de ev sahipliği yapıyor.

Mor Yuhanon Süryani Ortodoks kilisesinin gönüllü rahibi Sami Bey bize köyün tarihini ve kiliseyi anlattı ve gezdirdi.

Sami Bey, 1915’te ve  1974 Kıbrıs Rum harekatında göçler vermiş olsa da, dört bir köşesinden mahsüllerin fışkırdığı verimli toprakları, bağ, bahçeleri ile büyük bir zenginliğe sahip köyün 1980’li yıllara kadar 300’den fazla ilkokul talebesi olduğunu, ancak 1985-1990 arasında Süryani nüfusunun çoğunun Avrupa ülkelerine göç ettiğini anlattı. Süryani nüfus azalıp köy boşalınca, bazı Müslüman aileler köye göç etmiş ve kendi ibadetleri için bir cami inşa etmişler. Şu anda dünya geneline yayılmış yirmi bine yakın Kıllıt Köylü nüfusu olduğu düşünülüyor.

 

3 kez göç vermiş Süryani köyünde şu anda sadece 10 hane ve sadece 2 Süryani aile yaşıyor.

Zamanında bu topraklarda Süryani, Müslüman, Türk, Arap, Kürt ve Ermeniler gibi farklı kökenler, farklı din mensupları, aynı dinin farklı mezhepleri büyük bir ahenk içinde yaşamış, Hatta Savur’un Müslüman beyleri, Kıllıt köyünün Süryani halkını savaş sırasında koruyarak hayatta kalmalarını sağlamış.

Bu küçük Süryani köyünde Ortodoks, Katolik ve Protestan olmak üzere üç Hristiyan mezhebinin ibadethanelerinin bulunması, daracık bir alanda bile farklılıkların kendilerine yaşam alanı bulabilmesi açısından şaşırtıcı bir zenginlik. Hristiyanlık inancının bölgede yayılmasıyla birlikte, dağlardan inen Süryanilerin imece usulü inşaa ettiği ilk köy olan Kıllıt’in Süryani tarihi için büyük önemi var. 1. yüzyıldan itibaren Hristiyanlaşmaya başlayan Savur’da, 4. Yüzyıl Hristiyanlığın çok geliştiği yoğun bir dönem. 4. Yüzyıl ortalarına doğru bir episkoposluk merkezi kurulmuş ve Mor Gabriel Manastırı’nı inşa eden Mor Şmuel’in hocası olan Mor Krafus bu merkezin ilk başpiskoposu olmuş. Sasani kralı II. Şapur Nisibis’i (Nusaybin) aldığında Mor Krafus kılıçtan geçirilerek öldürülünce, MS 370 yılında Kıllıt Köyü’nde Mor Yuhanon Dilimiyo Süryani Ortodoks Kilisesi inşa edilmiş.

Kilisenin adına inşa edildiği Mor Yuhanon, bugün Irak’ta bulunan Haditha şehrinde doğmuş. Küçük yaşta Dahle Manastırı’nda dini eğitimine başlamış ve anlatılara göre rahiplik hayatı boyunca, bölgedeki binlerce putpereste Hristiyanlığı kabul ettirip mucizeler gerçekleştirmiş. Irak bölgesinin Hıristiyanlık tarihi için önemini Mardin merkezde bulunan Kırklar Kilisesi’ni ziyaret ettiğinizde ve kilisenin eski adını duyduğunuzda bu Kıllıt köyünü hatırlıyorsunuz.

Mor Yuhanon Dilimoyo Kilisesi 2006 yılında restore edilerek ibadete açılmış ve şu anda köyde ibadete açık tek kilise.

Sami Bey bize Süryani Ortadoks inanışında, kiliselerin Nuh’un gemisini, vaftizin de büyük tufanı temsil ettiğini anlattı.  4 bölümden oluşan kilise kesme ve moloz taştan mimarisiyle özellikle de çan kulesiyle çok etkileyici.

Hele terasına çıktığınızda gördüğünüz taş konaklarla bezenmiş içinden dere akan köy, kavaklar ve bağlarla kaplı vadi manzaraları çok etkileyici. Sessiz ve kendi halinde bu köyün taş evleri, özellikle gün batımının kızıl pembe renkleriyle boyandığında efsane bir manzara ortaya çıkıyor. İnanışa göre bu kilise romatizma hastalarının şifa bulduğu bir kilise.

300 dönümden fazla üzüm bağı ile çevrili olan köyde Sami Bey’in bağlarına gidip Mazruna üzümlerini topluyoruz. Gurup vaktinin renk şöleninin ardından koyun ve keçilerin otladığı bir köşeye gözümüz takılıyor ve turuncu dolunay’ın tabak gibi doğuşuna şahit oluyor. Gerçekten kadim kültürlere ev sahipliği yapmış bir coğrafyada büyülü bir noktada olduğumuzu hissediyoruz. Tılsımlı topraklar burası. İnsan düşünüyor, Kıllıt köyü aslına uygun restore edilse, bağları yeniden bakılmaya, üzümleri, bağ evleri ve şaraphanesi yeniden işlemeye başlansa ne büyük bir hazine kazanır bu coğrafya.

 

 

Faruk Turinay’ın 2009’da Radikal 2 de yer alan yazısı Kıllıt köyünü, tarihini ve kilisesini en güzel anlatan yazı:

‘TOPRAĞA GÖMÜLEN SÜRYANİ KÖYÜ: KILLIT: Hem Protestan hem Süryani aynı zamanda Katolik kilisesine sahip dünyada kaç tarihi metropol vardır? Bir elin parmakları kadar belki. Bu satırların yazarı öyle bir köyden söz edecek ki; bu köy şu sayılan üç kiliseyi de barındırıyor. Ne metropol ne bir kapital ne de bir şehir, yalnızca bir köy! Üstelik bu köy Türkiye’de. Birkaç ay önce Radikal2’de* anlatmıştım Mardin’i. Savur ilçesinin Kıllıt (Dereiçi) köyü hemen her insanın dudağını uçuklatacak bir hazineyle dolu. Ve aralıyorum eşsiz define sandığının paslanmış kapağını…

Savur-Midyat karayolunda Mezopotamya’nın gizemlerinin peşinde, ilerliyorum. Bahar serinliği, cırcır böceklerinin ıslıkları arasından duyuruyor sesini. Sağ tarafta çatısız, kahverengi evlerin yan yana sıralandığı yerin başladığı, kocaman söğüt ağacının altında duruyoruz. Üç-beş plastik sandalye var gölgelikte. Serin bahar rüzgârı yüzümüzü yalıyor. Sesleniyoruz bir çocuğa, köydeki kiliseyi gezmek istediğimizi söylüyoruz. Çocuk çağırmaya gidiyor rahibi. Kilisenin bir rahibinin olduğunu sanacak kadar iyimser ve habersiziz olanlardan. Beş dakika sonra yaşlıca bir adam yaklaşıyor yanımıza. Hoş geldinlerle karşılıyor, gülümser yüzüyle. Konuşması bir parça zor anlaşılıyor. Başlangıçta hiçbir şey anlamıyorum.

Adının İlyas olduğunu anlıyoruz bizi karşılayan yaşlı amcanın. Kıllıt (Dereiçi) köyünde yaşayan bir avuç insan gibi o da bir Süryani. Dindar bir Hıristiyan. Ağzından ‘Allah’ sözcüğü hiç düşmüyor: Allah korusun. Hepimiz bir tanrıya inanıyoruz. Musevi, Hıristiyan, Müslüman ne fark eder ki. Biraz konuştuktan sonra anlamaya başlıyorum.

Kıllıt (Dereiçi), katıksız bir Süryani köyü. Eski ismiyle ‘Kıllıt’ köyü geçmişi uzun bir yerleşim yeri. 1960 yılında 350 ilkokul öğrencisi varmış köyün. Binlerce insan yaşıyormuş daha o zaman. “Önce rahip göç etti Avrupa’ya” diyor İlyas amca, durmadan yakınıyor, çok dertli, “Köylüler bir bir onun peşinden gittiler. Şimdi köyde yaşayan 15 aile ancak vardır. Eskiden ne zengindi ne verimliydi bu topraklar, her yerden ürün fışkırırdı. Bağ bahçeden geçilmezdi her taraf” üzüm bağları bakımından da zengin Kıllıt köyü. İlyas amca 300 dönümden fazla bağı olduğunu söylüyor; diyor ki; “Bakımsız hepsi, ölüp gidiyor. İnsan yok ki bakacak. İnsan yok! Kim baksın, kimin için bakayım?” Kıllıt’ta üretilen üzümün işlendiği bir şarap fabrikası var. Fakat ağır aksak işler, bazen hiç çalışmazmış. Kimse Süryanice konuşmuyormuş köyde, hep Arapça. “Süryanice biliyor musun?” diye soruyorum; yanıtlıyor: “Birkaç kelime, ‘git, gel’ o kadar!” Kaymakamlığın ne kültürel miras için ne de fiziksel koşullara ilişkin bir çabası yok, ne acı!

Vaktimiz sınırlı olduğu için Kıllıt köyünün ortasında yan yana duran üç eserden sadece Süryani kilisesi Mor Yuhanun’u ziyaret edebiliyoruz. İnanılmaz! Milattan sonra 4. yüzyılda yapılmış. Milenyumlara meydan okurcasına dimdik ayakta duruyor. ‘Mor’ Süryani uygarlığında ‘aziz’lere verilen bir unvan. Mor Yuhanun adına yaptırılan kilise iki kattan oluşuyor. İlk katında klasik kilise mimarisinden ayrı olarak geniş bir antre, Süryani manastırlarına paralel olarak simetrik olarak konumlandırılmış penceresiz ayin odaları var. tavan oldukça yüksekte. Bu yükseklik ambiyansa sonsuzluk havası katıyor. Duvarlarda kızıl giysisi içinde İsa portreleri yer alıyor. Bir kenarda ölen her kilise rahibinin oturur biçimde gömüldüğü bir kabin yer alıyor. Vefat eden rahipler bir iskemleye oturtulur ve iskemleyle birlikte gömülürmüş. Önceki gezintilerimden Süryani manastırlarında böyle bir geleneğin varlığını biliyordum. Tam ortada ise haça gerilmiş İsa rölyefi yüzyıllara yayılan acıyı yüzüne yansıtmış. Vaftiz havuzu ile mumluklar rölyefin hemen sağında. İlyas amca içeri girer girmez mumları yakıyor. Bizim için!

Süryanice, İngilizce ve Türkçe basılmış birkaç incilin üstünde sararmış yaprakları, parçalanmış cildi, yıpranmış kapağıyla elyazması bir kitabın ayırdına varıyorum. Ancak müzelerde karşılaşılabilecek cinsten bu yapıta dokunuyorum parmaklarımla. Büyük bir merak ve özenle çeviriyorum sayfalarını. Asıl olarak Süryanice yazılmış. (Süryanice yazıyı ayırt edebiliyorum) fakat üzerinde her dilden notlar, yazılar, biçimler var. Benzersiz bir define duruyor parmaklarımın arasında. 1969 yılında Mor Yuhanun’a atanan rahibin Türkçe elyazısını okuyorum: “1969 senesinin Mart ayında Kıllıt köyündeki Mor Yuhanun kilisesine tayin oldum.” Elyazması kitabın yaprakları arasında ne harfler ne yazılar var… Kitabın baş kısmında Arapça sözcükler ve süslemeler var.

Antredeki irili ufaklı çanları gösteriyor İlyas amca. En büyüğü 85 kg’mış. “Kaldırabilir misin?” diyor bana. Heyecanla kulpundan tutuyor ve kaldırıyorum koca çanı 3-5 saniyeliğine. Bahçesindeki anıtmezarlar ayrı bir inceleme konusu belki de. Mezartaşlarının üzerinde Süryanice, Arapça yazılar, işlemeler var. Yenilerinde Türkçe tarihleri de fark ediyorum. Sonra bir çırpıda ikinci kata çıkıyor, çan kulesine tırmanıyorum. Asılı duran küçük çanı çalıyorum. Tiz bir ses yayılıyor uzaklara doğru. Benden önce en son kimin çaldığını düşünerek iniyorum kuleden.

Bünyamin Circis 1992 yılında teröristlerce katledilen, Dereiçi köyünün eski muhtarı. Kilisenin bahçesindeki kabirlerden birine gömülü. Mezartaşının üzerinden adını, ölüm tarihini, niçin öldürüldüğünü okuyorum. Teröristlerin yardım isteğini reddeden B. Circis PKK’nın bölgedeki etkinliğini artırdığı sürecin başlangıcında öldürülen onlarca kurbandan biri. Ne yazık ki…

Bütün bunların ardından biraz Süryanice’den söz etmek istiyorum. Alfabesi olan nadir dillerden biri. Kökü binlerce yıl öncesine uzanıyor. Yüzyıllar önce parşömenlere, derilere kazınan kıvrımlı, ilk bakışta Arap harfleriyle benzeşen inciler, şimdi modern baskı tesislerinde kâğıtları boyuyor. Yine de gerekli koruma önlemleri alınmazsa toprağa gömülüp giden pek çok mücevher gibi onun da yok olup gideceğine kuşku yok.

Kulağımda kulesine tırmanıp çaldığım küçük çanın çığlığı, tenimde kilisenin mistik serinliğinin ölümsüz izleri, toprağa gömülen bir Süryani mücevherinden içim buruk ayrılıyorum…’

 

 

 

 

 

Zeynep Atılgan Boneval

 

5 GÜNLÜK YUKARI MEZOPOTAMYA ROTASI

Gün 1: Mardin havalimanına iniş, Zinciriye Medresesi, Şehidiye medresesi, Kız Meslek Lisesi kapısı ve binası, Ulu Camii, Tokmakçılar Konağı, Kırklar Kilisesi, Bakırcılar Çarşısı, Revaklı Çarşısı, Mardin Kasımiye Medresesi ve Sabancı Müzesi gezisi, Sabancı Müzesi Terasından gün batımı, Cercis Murat Konağında akşam yemeği, Mardius Tarihi Konak’ta konaklama

Gün 2: Mardin’den Hah (Anıtlı) Köyü Meryem Ana Manastırı ve Mor Sobo ziyareti,  Savur’a hareket, Savur Kalesi, Abdullah Paşa Konağı ziyareti, Kıllıt Köyü ziyareti,  Hakkı Bey Konağında konaklama

Gün 3: Savur’da bağ gezisi. Midyat’a hareket, Deyr-ul Umur (Mor Gabriel) Manastırı ziyareti, Midyat sokakları gezisi, Gelüşke Hanı, Gümüşçüler Çarşısı, Estel Hanı Beyaz Su’da öğle yemeği, Dara Antik şehri ziyareti, Nusaybin’de Mor Yakup Manastırı ziyareti, Nusaybin Şırnak yolu üzerinde Tur Abidin Dağı yamacında Mor Evgin (Augen) Manastırı ziyareti, Midyat Konukevi terasında gün batımı, Kasr-ı Nehroz’da konaklama

Gün 4: Midyat’ın Altıntaş (Keferze) köyündeki İzozoel Kilisesi, Midyat’ın Güngören (Keferbe) Köyünde Mor Estafanos Kilisesi ziyareti,  Mardin’e hareket, Mardin’de gün batımı ve Zamarot veya Şahin Tepesinde akşam yemeği. Mardius Tarihi Konak’ta konaklama

Gün 5: Özel izin ile Mardin Kale’si, Mardin Müzesi ziyareti, Antik Şarap Fabrikası ziyareti, Deyrul Zaferan Manastırı ziyareti ve dönüş için havalimanı.