CUNDA İZLENİM & ROTALARI

 

TARİH KOKAN ADA 
Çocukluğum yazları Ayvalık’ta babaannem ve dedemin evinde geçti… Arnavut kaldırımlı daracık bir sokakta bir taş evde ilk defa Rum evinin gizemleri ile tanıştım. Dev ahşap kapısı, yüksek tavanları, duvarla gömülü nişlerde eski objeler, ahşap cumbanın içindeki sedir, kalın duvarlarının içinde sıcak yaz günlerindeki serinliği, kocaman arka bahçesinde ekili domatesler, salatalıklar, baklalar…

Bir çocuk için sonsuz inceleme ve oyun imkanı sunan bu evde en sevdiğim anlar, akşamüstü alt katın sokağa bakan penceresinin içine oturup, ayaklarımı demirlerinin içinden sallandırıp gelip geçeni seyretmekti. Çoğunluk mahalleli ‘torun’ olarak bilirdi beni, ben de zamanla aşinalık kazanırdım yüzlere… Tanımıyorsam da hikayeler yazardım gelen geçen için. İnsanlara ve hikayelerine merakım o günlerde başladı işte. Bir Rum evi sayesinde…

Bir de sokağın hemen aşağısında sahile inince karşıda gördüğümüz ada vardı, gidemediğim ancak hikayeleri ve gizemleri ile bir sır olarak beni büyüleyen… Aşıklar adası, Korsanlar adası, Efeler adası, Deliler adası, Güzel kokan ada… o kadar çok şey duyardım ki hakkında meraktan çatlıyordum görmek için. O zamana kadar bildiğim tek ‘ada’ olması bile başlı başına bir semboldü benim için.

Sonunda annemle babam geldiğinde Cunda’ya ilk kez gittiğimde hayallerime dokunmuş gibi hissetmiştim. O zaman adayı gerçekçi bir gözle göremediğim kesin, çünkü anlatılmış bir sürü efsaneyi kafamın içinde yaşamakla meşguldüm. Terk edilmiş sokakları ve babaanemin evine benzeyen yüzlerce Rum evi, kafamın içindeki hikayelere ev sahipliği yapabilecek güzellikte ve gizemdeydi. Hatırladığım kadarı ile sokakları bomboş, sahilinde tek tük insan olan, sessiz sakin bir yerdi.

 

2017 yılında – 25 yıl sonra – tekrar Cunda ile karşılaşacağım için içimde büyük bir heyecan vardı.

Çocukluğumun kahramanı adaya yaklaşırken karmaşık duygular içindeydim, ‘ya ben büyüdüm ve ada küçüldüyse?’ korkusu, ‘acaba neler oldu?’ merakı, biraz nostalji ve de kaybettiğim büyükannem ve dedemin hüznü bir aradaydı…

Adanın ‘Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü’nden geçerken kalbim hızla atmaya başladı…

Önce adanın etrafını dolaştık.

Leka Panaya Manastırı (Koruyan Meryem Manastırı), Alibey/Cunda adasının Dalyan boğazında, zeytinlikler içinde, boğaza egemen bir yapı; ada merkezine en yakın manastır. Leka adının nereden geldiği bilinmiyor. Restorasyonu ve onarımı yapılarak günümüze kazandırılmış olan yapı, bugün, Komili ailesinin malikânesi olarak kullanılıyor.

Tabiat parkına doğru giderken tepede nefes kesen Cunda ve Ayvalık manzaraları var.

Ardından terk edilmiş en eski Rum köyleri olan Pateriça köylerini gezdik, Ayışığı manastırına kadar gittik.  Zeytin ağaçlarını altına kurulu köylerden ikincisini geçtikten sonra ortaya çıkan dar patikadan Ay Işığı Manastırı’na varılıyor. Adının anlamı “Enginarlıktaki Aya Dimitri” olan manastıra, ay ışığında büründüğü büyüleyici güzellikten yola çıkılarak Ay Işığı Manastırı denmiş. Alibey (Cunda) adasının kuzeye uzantısı olan Pateriça yarımadasının en ucunda, dik bir tepenin denizle birleştiği noktada yer alır. Doğasıyla bütünleşmiş bu güzel mekâna deniz yoluyla da ulaşılabilir. Bir kapısında 1771, diğer kapısında 1795 yazılı olan manastır, büyük ihtimalle bu tarihlerde onarım görmüş. Hala nispeten bakir, hala gizemli ve doğallığını koruyor…

 

Pateriça 1. Köyün önünde Bıyıklı’nın Yerinden denize giren birçok insan vardı, Bıyıklı restoranında geleneksel ege lezzetleri ile öğle yemeği servisi yapıyor, sahilde şemsiye ve şezlongları ile deniz ve güneş keyfini kolaylaştırıyor, hatta sessizlikten ve inzivadan hoşlananlar için minik bir taş evde konaklama imkanı da sunuyor. Pateriça 2. Köyünde ise Sobe Otel hoş ve keyifli bir plaj tesisi kurmuş. Ahşap iskeleden denize girerken, neredeyse denizin içindeki terk edilmiş eski taş ev geçmişi size her an hatırlatıyor. Mutfağından çıkan hafif lezzetler ile karnınızı doyurup, şezlongda güneşlenip, ağaçların altındaki gölgede hamakta sallanarak uyuyabiliyorsunuz. Gürültü, müzik ve eğlence yok, sadece doğanın sessizliği ve huzuru…

Ardından Cunda merkeze doğru yol aldık. Ara sokaklarda otelimizi ararken, hala taş evlerin ihtişamını hiç kaybetmediğini, arnavut kaldırımların aynen yerinde olduğunu gördüğümde içimi bir sevinç kapladı. Sanki zaman durmuştu ada 25 yıl önce bıraktığım gibiydi. Harika otelimiz ile kısaca uğrayıp kendimizi sokaklara attık. Kimi yaşanılan kimi terk edilmiş taş evlerin her birinin detayını inceleye inceleye tüm sokakları gezdik.

 

 

Kimisi restore edilmiş, kimisi de boş veya yarı yıkık evlerin duvarlarında çivit, pembe, sarı renkli boya katmanları pul pul dökülmüş, sanki yıllar içinde kat kat giyilmiş elbiseler gibiydi.

Arnavut kaldırımlar hiç elden geçmemiş zamanla farklı yönlere çökerek yamuk yumuk olmuştu, yürümeyi zorlaştırıyor olmasına rağmen ‘kaldırımcılık rantı’ na kurban gitmeyişi, el değmemiş doğallığı hoşuma gitti.

Dev ahşap kapılar, taş çerçeveli kocaman camlar ve renk renk ahşap kepenkler, evlerin tepelerine kadar uzanmış pembe begonviller, cam içleri ve kapı önlerindeki kırmızı sardunyalar, verandaların üzerini kaplamış üzümleri üzerinde asmalar, yarı açık kapıların önünde oturan teyzeler, eşikte miskin miskin yatan kediler, tepelere tırmandıkça karşınıza çıkan eski taş yel değirmenleri, yarı yıkık kilise…

Hepsi zaman tünelinde geriye götürüyor sizi… Her bir köşede yeni bir hazine, farklı bir miras çıkıyor karşınıza.

 

Adanın merkezinin iki uğrak noktası var. Birisi tarihi Rum kilisesi olan Taksiyarhis Kilisesi. Çamlı Manastır anlamına gelen kilise 1873 de inşaa edilmiş. Zamanında zeytin yağı, zeytin sabunu ve zeytin üretimi ile ün salmış bu ihtişamlı Ortodoks kilisesi özenli ve titiz bir restorasyon ile Rahmi Koç Müzesi’ne dönüştürülmüş. Koç ailesi koleksiyonuna ait buharlı tekne modellerinden, maket otomobil ve gemilere, motorsikletten arabalara, zaman ölçüm aletlerinden dalış ekipman ve kıyafetlerine, minyatürlerden oyuncaklara ve bebek arabalarından uzanan geniş bir seçki sergiliyor.

Bir de aşıklar tepesi ve tepede yer alan kütüphanesi ünlü adanın. Herkes gün batımında oraya yürüyor. Bu tırmanışın ödülü, ise muhteşem manzaralar ve yolda bir sürpriz gibi karşınıza çıkan sadece üç duvarı kalmış Panaya Kilisesi.

Buraların bozulmadığını görünce içim huzurla kaplı otele dönüyoruz. Makineme bakıyorum, o kadar çok fotoğraf çekmişiz ki…

 

 

TARİHTE CUNDA 

Cunda adasının resmi adı Alibey adası, ancak pek kimseler bu ismi kullanmıyor. Ayvalığın önünde yer alan irili ufaklı 22 adanın arasında tek yerleşim olan adası Cunda. Yunanlı tarihçi Heredot M.Ö 5.yy’da Ekatos isimli tanrıdan esinlenilen Ekatonisos ismini ile bahsediyor adadan. Daha sonra “mis kokulu” anlamına gelen Moshinos da deniyor. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesi’nde ise çevre adalar ile birlikte Yund Adaları diye geçiyor ismi. Alibey ismini Kurtuluş Savaşı’nda padişahın “Yunanlılara teslim olun” emrine karşı gelip silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya’dan alıyor. Ancak asıl bilinen ve kullanılan ismi Rumca ‘uç nokta’ anlamına gelen Cunda.
Ege’nin 4. büyük adası, ancak ana karaya yakınlığı sebebi ile en çok ziyaret edileni. Türkiye’de adalar ve sahillere genellikle yerleşim birimlerini Rumlar kurduğu olduğu için bu muhteşem taş mimari mirasını onlara borçluyuz. 1924’de mübadele sonucu Girit ve Midilli’den göç eden Türkler hala adada yaşıyor. Alaçatı gibi yerlilerinin bir bir terk etmediği, hala yaşanılan bir ada oluşu, hatta kulağıma çalınan Rumca konuşmalar sayesinde iki yakanın kültür sentezini yaşatması hoşuma gidiyor.

 

CUNDA RUMLARI VE MÜBADELE

M.Ö. 1500’lerde adaya yerleşip, farklı devletler altında ta 1920’lere kadar burada yaşamaya devam etmiş Rumlar. Ayvalık yazımda da belirttiğim gibi bu topraklar 1920’lere kadar gerçek anlamta tam bir Rum yerleşimiymiş. Hatta zeytin, zeytinyağı, sabun, şarapçılık ve dericilik sayesinde çok zengin özerk bir bölge olduğu için Yunanistan’dan göç bile alıyormuş buralar. Ancak önce 1821’de çıkan milliyetçi bir isyan biraz buralara olan talebi azaltmış. 1880’lerde yeniden önemli bir liman kenti olarak canlanmış. 1914’lerdeki nüfus sayımında  30.000 Rum, 184 Türk yaşıyormuş Ayvalık ve Cunda’da. Ancak Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktığı ve Kurtuluş Savaşı’nı verdiği sırada çok ciddi işgaller, ayaklanmalar ile kaynayan bir kazana dönüşmüş buralar. Komşular birbirinin kuyusunu kazar olmuş.

Lozan Antlaşması’nda belirlenen mübadele maddesi ile 1923’te Rumların zorunlu göçü başlamış. Cunda’dan ayrılan Rum nüfusunun yerine Girit ve Midilli’den gelen Müslümanlar yerleştirilmiş. 2800 tarihi taş binası ile Ayvalık ve Cunda ülkemizdeki en büyük Rum yerleşimi mirası. Mübadele tarihine ve hikayelerine meraklıysanız, Yunan çizer Soloúp’un, Ayvalık ve çevresindeki asırlık mübadele tarihini, yaşanmış olayları, grafik roman şeklinde aktardığı “Ayvali-Ayvalık” adlı çizgi romanını okuyabilrisiniz.

 

 

 

 

 

Yazları Cunda sahil biraz insan seli olabiliyor. Tüm balıkçılar tıka basa dolu, dondurmacı ve lokmacıların önlerinde birikmiş insan kalabalığından yürünmüyor. Bir de müzikler eklenince, biraz zorlu bir deneyime dönüşebiliyor. Bu kısmı hiç de hatırladığım gibi değil. En iyisi yaz günleri sahili es geçip ara sokaklara dalmak, ya da kalabalıkların çekildiği sonbahar ve ilkbaharda adayı sakinleri ile birlikte yaşamak.

İlkbaharda burnunuza çalınan mis gibi iğde, kekik ve biberiye kokuları, adanın isminin hakkını veriyor, doğanın uyanışına şahit oluyorsunuz. Sonbahar ve kışın ise denizin ve toprağın bolluk ve bereketi en taze balıklar ve otları tatmanıza imkan tanıyor.

 

Cunda’dan iyi hatıralar ile ayrılıyorum. Kalbime ve ruhuma işleyen Cunda’nın sokakları hala küçükken beni büyülediği kadar güzel. Yüzlerce yıllık taş duvarları ve de tarih kokan kapıları zamanında hayal ettiğim hikayeleri hala fısıldıyor…

Bu ilk seyahatimden sonra her sene bir kez Cunda’ya gitmeye başladım.   Ve her sene ne kadar daha güzel geliştiğine şahit oluyorum.

Cunda sahilinde yürürken hep büyük bir hayranlıkla baktığım bir taş bina vardı. Yarısı yıkılmış olsa da mimari heybetini hemen hissettiriyor ve barındırdığı hikayeleri tahmin edebiliyordunuz. Arşivimde harabe halinin bir kaç fotoğrafı olan bu ev beni çok etkilerdi ve terk edilmiş olması hüzünle kaplardı içimi. 2017 yılındaki ziyaretimde restore edildiğini görüp bu kıymetli tarihi eserin hayata döneceğini öğrenince çok mutlu olmuştum. 2019 yılında Despot Evi nefis bir otel olarak kapılarını misafirlerine açtı ve konaklama şansım oldu. Hem aslına uygun şekilde özenle, titizlikle, incelikle restore ettirerek bu tarihi binayı adeta ‘yaşayan bir sanat eseri’ gibi Cunda’ya kazandırdıkları için, hem de hikayesine sahip çıkarak bizlerle buluşturduğu için İsmail Polat’a ve KHG mimarlığın sahibesi Işıl Gençoğlu hanımefendiye büyük saygı ve şükran duydum.

Ayrıca Cunda’nın ilk butik oteli olan Sobe Cunda‘da konaklama şansım oldu.  Cunda’ya gönül vermiş Ömür & Suat Erzi’nin adaya 20o2’de kazandırdığı büyük bir değer Sobe Cunda. Adada daha rafine deneyimler yaşanabileceğini öngören çift, estetik ve zarafet duygusu çok yüksek 7 odalı Sobe Cunda’yı yaratarak, hem tarihi bir taş ev deneyimiyle Cunda’nın geçmişine saygı duruşu sergilemiş, hem de adada yaşam kültürü yüksek misafirlere hitap edecek yeni deneyimlere imkan tanımış. Ne mutlu ki Sobe Cunda ile ileride adanın doğa yürüyüş rotalarını, gizli hazinelerini keşfedeceğimiz bahar ve kış gezileri gerçekleştireceğiz.     

Hem Sobe Cunda hem de Despot Evi’nin hikayelerini ve izlenimlerimi Cunda Rehber yazımda bulabilirsiniz.

Dilerim hep böyle ‘iyi ki’ dedirten gelişmeler olsun Cunda’da!  

 

CUNDA ROTALARI

  • TAKSİYARHİS KİLİSESİ CUNDA: Bir zamanlar Cunda adasında yaşayan Ortodoks Hristiyanlara hizmet eden Taksiyarhis Kilisesi, bugün Rahmi Koç Müzesi adıyla, Koç ailesi koleksiyonuna ait buharlı tekne modellerinden, maket otomobil ve gemilere, motorsikletten arabalara, zaman ölçüm aletlerinden dalış ekipman ve kıyafetlerine, minyatürlerden oyuncaklara ve bebek arabalarından uzanan geniş bir seçki segiliyor. Kilise, Alibey (Cunda) Adası Rum Ortodoks (Moschonese) cemaati tarafından, 1873 yılında, eski temelleri üzerine Anakent (Metropol) Kilisesi olarak inşa edilmiş. Bu yıllarda, Ada’nın 8.000-10.000 kişilik nüfusunun çoğunluğu Rum imişi. Kilise, ‘Taksiyarhis’e, yani Koruyucu Baş Melekler Cebrail ve Mikhail’e atfedilmiş. Halen Ada’nın en önemli anıt yapısı olan müze, 2011 yılında Vakıflar Meclisi tarafından Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı‘na tahsis edilmiş. Kilise binası uzman mimar ve restoratörler tarafından restore edildikten sonra içerideki koleksiyon, Rahmi M. Koç Müzesi İstanbul ve Ankara Müzeleri’nin daha ufak bir benzeri şeklinde oluşturulmuş. Ziyaret Gün ve Saatleri : 10:00 – 18:00 / Pazartesi Günleri Kapalıdır. Namık Kemal Mahallesi, Şeref Sokak No: 6A

  • SEVİM NECDET KENT KİTAPLIĞI: Cunda Adası’nın en güzel manzarasını gözler önüne seren tarihi Yel Değirmeni, bugün Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmet veriyor. Gidin tarihi kitaplara göz atın, Cunda manzarasının keyfini cafesinde çayınızı, kahvenizi içerek çıkarın. Eski ismi Agios Yannis Kilisesi olan kilise, Patrik Teodosios zamanında İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanan manastırın ana kilisesi adanın kuzeybatı kısmında yer alıyor. 1835 senesinden sonra zenginleşmeye başlayan kilise, dini kitapların yanında 17. ve 18. yy kilise hukuku yayınlarıyla da ün salmış. 1924 mübadelesi sonrası Şapel’i zamanla tahrip olmuş. Şapelin batı tarafında olduğu söylenen ve büyük bir olasılıkla manastıra un sağlayan değirmenden geriye kalan ise sadece temel taşlarıymış. Şimdi ise bina Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı ve harika manzaraları bir kafe. Yıllar yılı harap bir şekilde kalan değirmen ve kilise; Rahmi M. Koç’un kültür varlığı olan bu eski eserlerin kurtarılmasına yönelik girişimleri, maddi-manevi katkıları ile restore edilmiş ve böylelikle Alibey Adası 07.08.2007 tarihinde önemli bir kitaplığa kavuşmuş.

  • Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde hizmet veren kitaplığa; ilerleyen yaşı nedeni ile göz sağlığı bozulan, “Göremediğime değil, okuyamadığıma üzülüyorum.” diyen Emekli Büyükelçi Necdet Kent ve eşinin ismi verilmiş. Necdet Kent’in oğlu Muhtar Kent, merhum babasından kalma bin üç yüzü aşkın kitabı bu kitaplığa bağışlamış. Ziyaret bilgileri: Kitaplık Pazartesi hariç hergün 09:30 – 17:30 saatleri arasında açıktır. Panorama Café hergün saat 09:30′dan itibaren açıktır. Garip Sokak Aralığı No: 5

  • PANAYA KİLİSESİ: Cunda adasının tarihi Rum Ortodoks Kilisesi’nin, bugün sadece 2 duvarı ayakta. Bir demirci ustasının rüyasında azizleri görmesi ve kilisenin yapılacağı yer üzerine azizlerden rüyasında “talimat alması” sonrasında, Cunda psikoposunun da yönlendirmesi sonucu, 1850 tarihinde Cunda halkının imeceyle yaptığı kilisedir. Kilisenin çanı, Berlin’de yaptırılmış, mimarisi ve dekorasyonu için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış. Sanat eseri niteliğinde bir ibadet merkezi olan kilise, mübadele sonrası bulunduğu arsanın sahibi tarafından yıktırılmış. Şu anda Cunda tepelerinde muhteşem deniz manzarası içinden geçen bir kalıntı.
  • Tarihi Değirmen manzara noktası: Agios Yannis’ten biraz ileride tarihi ancak harabe bir değirmen daha var. Merdivenleri restore edildiği için içine girip üst katına çıkabiliyorsunuz ve en müthiş Cunda manzarası orada. 
  • Ayışığı Manastırı – Aydimitri Ta Selina, Patriça Yarımadası’nın en Kuzey noktasında kalan 16. yüzyıl tarihli manastır, mübadele sonrası boş kalmış. 2012’de Suzan Sabancı Dinçer tarafından satın alınıp, 1923’deki haline uygun restore edilerek tekardan ziyarete açılmış. Adanın çok uzak köşesinde olduğu için şahsi aracınız ile gidip epey yürümeniz lazım ve çok kısıtlı bir zaman açık olduğu için mutlaka önden arayıp açık olup olmadığını kontrol edin.
  • Rahibe Okulu: Zeytin ağaçları arasında 1835 tarihinde inşa edilmiş Rahibe okulu şimdi Komili ailesinin özel mülkü. Bu manastırı ancak tekne ile denize çıkarsanız görebiliyorsunuz
  • Denizden Cunda: Tekne kiralayarak veya tekne turuna katırlarak; Cunda Adası’nın batı yakasındaki Pınar Ada, Yellice Adası ve Kara Ada etrafındaki koyları ziyaret edip Akvaryum Koyu ve Yeşil Koy’da denize girmek, Yalancı Boğaz’dan geçmek ve turunuz sırasında Rahibe Okulu’nu, Güler Sabancı ve Cem Boyner evlerini de denizden görmek, Cunda’da en keyifli deniz günü rotası.

  • ATÖLYE PATİKA, Namık Kemal Mahallesi, Selamet Caddesi No:9 / Atölye Patika, doğal ve yalın yaşam kültürünü amaçlayan ve destekleyen çok yönlü bir sanat ve zanaat atölyesi. Maharetlerini, tutkularını ve tecrübelerini paylaşmak isteyen sanatçı, zanaatkar, müzisyen, yazar, otacı, simyacıların atölyelerini düzenleyen bir paylaşım alanı. Ayrıca Patika toprak ananın sunduklarına saygılı ve minnettar bir anlayış ile, sürdürülebilir ve kendi kendine yeten çevre dostu sistemler geliştirme etkinlikleri düzenleniyor Kurucusu Seramik sanatçısı Emine Boyner Kürşat ve eşi zeytinci Ali hem seramik, hem de budanmış zeytin ağaç kollarından ahşap objeler yapımı üzerine atölyeler, kağıt ve sabun yapımı atölyeleri veriyorlar. Cunda’nın tarihi sokaklarında muhteşem bir eski taş Rum binasında yer alan, yaz-kış açık atölyeye mutlaka uğrayın, seramikler, ahşap el işi sofarlık objeler, el yapımı bitkisel sabunlar, aromatik ve şifa niyetine otlar, el yapımı kağıt defterler kalbinizi fethedecek.
  • HEVES BERKSU ATÖLYESİ, Cumhuriyet Cad. 32A / Seramik sanatçısı Heves Berksu’nun kendi adını taşıyan mini minnacık atölyesinde, hem kendi tasarladığı zarif, yalın, zevkli seramik ve porselenlere bir göz atıp satın alabilir,  hem de Pazartesi ve Çarşamba günleri porselen ve seramik atölyelerine katılabilirsiniz. Yaz kış açık.
  • LİTTLE BUDDHART GALERiSİ, Cumhuriyet Caddesi no 17 / Kasım 2014 ‘te Cunda Adası’nda yaşayan Fotoğraf Sanatçısı Emine Berkan, Floret Desaban ile birlikte Ada’ya ilk sanat galerisini kazandırmış. Galeri ismini yakın çevresinde Küçük Buddha (Little Budhha) diye tanınan Emine Berkan’dan ismini alıyor. Emine Berkan ve Gülgün Haksal’ın çalışmalarının bulunduğu artshop ile özgün Ayvalık hediyelikleri sunan mekânda, Resim, heykel, fotoğraf, seramik, vitray sergileri, work shoplar, film gösterimleri de gerçekleşiyor.

 

AYVALIK’TAN KISA KISA

  • Ayvalık izlenim, rota, restoran, otel önerilerimizi www.yolculukterapisi.com/ayvalik  www.yolculukterapisi.com/ayvalikrotalar www.yolculukterapisi.com/ayvalikoteller yazılarımızdan okuyabilirsiniz.
  • TAKSİYARHİS ANIT KİLİSESİ AYVALIK: Bir zamanlar Ortodoks Hristiyanlara hizmet eden yöredeki Cunda Adası’nki Taksiyarhis Kilisesi, bugün Rahmi Koç Müzesi adıyla oyuncaklardan buharlı modellere, bebek arabalarından zaman ölçüm aletlerine uzanan geniş koleksiyonuyla ziyaretçilerini kabul ediyor. Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık’ın ilk kilisesi olup, kilisenin 3 ayrı dönemi olduğu düşünülmekte:  ilk olarak 15. yy.’ da küçük bir kilise olarak inşa edilmiş. Binanın üzerindeki Pavlus ve Petrus’un binanın tanrıya sunumu freskosu ile güney bahçe girişinin üzerindeki 1753 tarihli kitabe üç kubbeli iki katlı bazilikal planlı ikinci dönem yapıya ilişkin veriler. 1893 tarihindeki düzenlemeyle neo- klasik üslupta ve iç dekorasyonu eklektik olarak tamamlamış. 1927 yılından itibaren uzun sure “Tekel Deposu” olarak kullanıldıktan sonra terkedilen yapı 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca restore ettirilmiş ve 2013 yılında “Taksiyarhis Anıt Müzesi” olarak hizmete sunulmuş.
  • ŞEYTAN SOFRASI: Şeytan Sofrası, Ayvalık ilçe merkezinin 8 km güneyinde bulunan hakim büyük kayalık tepelerin üzerinde, tüm Ayvalık Adaları ve Midilli Adası’nın manzarası ayaklar altına seren, üzerinde Demir kafes içine alınan Şeytan’ın ayak izi bulunduğuna inanılan, halkın madeni para atarak dilek dilediği, ancak asıl gün batımları ile ünlü eski bir lav birikintisi tepesi. Sönmüş bir volkandan arda kalan lav birikintileriyle oluşmuş tepe, yuvarlak sofra biçimini andırıyor.
  • ÇARŞI – PAZAR: Ayvalık sokakları, güzel evleri, dini yapıları derken mutlaka yolunuz Ayvalık pazarına düşsün. Ayvalığa özgü otları, mandıra peynirleri, köylü emeğiyle üretilmiş ürünleri alıp , çevre köylerden gelen köylülerle sohbet etmek ve otların yerel isimlerini de öğrenme şansınız olur. Cunda Pazarı Cumartesi Günleri, Ayvalık Pazarı Perşembe Günleri, Armutçuk Pazarı Pazar Günleri,  Sarmısaklı Plajı pazarı Salı günleri kuruluyor.

 

BERGAMA’DAN KISA KISA

  • Bergama Antik şehri ve Bergama kasabası hakkındaki izlenim, rota ve önerilerimizi  www.yolculukterapisi.com/bergama yazımızda bulabilirsiniz.
  • Bergama doğal güzelliği ve tarihî eserleriyle dünyaca ün yapmış bir yerdir. Her yıl mayıs ayının son cuma günü Bergama Kermesi yapılır. Kasabadaki Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nden başka açıkhavada bulunan büyük kalıntılar da görülmeğe değer güzelliktedir. Açıkhava tiyatrolarının en küçüğü restore edilmiştir ve 4 500 kişi alır. Akropol’de birçok tapınak, stadyum, gimnazyum, amfiteatr (15 000 kişilik açıkhava tiyatrosu) bulunur. Asklepieion’daki kutsal koridor Akropol’de görülen azametli tiyatro ve tapmak harabeleri, güzelim sütunlar gibi, görenleri hayranlık içinde bırakır.
  • Bergama’da Asklepieion, M.S. II. yy. ın en ünlü sağlık yurtlarından biriydi.
  • Bergama Antik Kenti: Geziniz listenize mutlaka ama mutlaka dahil etmeniz gereken yerlerden biridir Bergama Antik Kenti. Tarihin tozlu sayfalarını aralamanıza yardımcı olacak bu antik kentin yapılan kazılar sonucu Arkaik dönemde bir yerleşim olduğu anlaşılmaktadır. İzmir’in tarih kokan ilçesi Bergama eski dünyanın başta gelen kültür merkezleri arasında yer alır ve zengin kütüphanesi ile çok ünlüdür. Roma döneminde önemli bir merkez, Hristiyanlık döneminde ise bir piskoposluk merkezi olmuştur burası.
  • Serapis Tapınağı: Bergama’nın ev sahipliği yaptığı Serapis Tapınağı, Roma çağının en yüksek tuğla yapısıdır. İncil’de adı geçen 7 kiliseden biri olan tapınak, Kızıl Avlu olarak da bilinir. Avlusunda birçok heykelin yer aldığı tapınak, genellikle Mısır heykeltıraşlık sanatını yansıtmaktadır. Yıl boyunca yerli ve yabancı turistler tarafından ziyaretçi akınına uğrayan Serapis Tapınağı, geçmişin izlerini sürmenize yardımcı olacak.
  • Bergama Kütüphanesi: Bölgedeki en dikkat çeken yapılardan biri olan Bergama Kütüphanesi, 2. Eumenes zamanında yapılmıştır. 200.000 cilt kitaba ev sahipliği yapan kütüphane, İskenderiye Kütüphanesinden sonra ikinci büyük kütüphanedir. Markus Antonius, düğün hediyesi olarak Kleopatra’ya vermiştir Bergama Kütüphanesini.
  • Her köşesi tarih kokan ve geçmişin izlerini taşıyan İzmir Bergama’da görülmesi gereken ve dikkat çeken yerlerden bazıları; Pergamon,Allianoi Antik Kenti, Bergama Müzesi, Agora, Taş Han, Zeus Sunağı, Roma Tiyatrosu ve Kleopatra Güzellik Ilıcasıdır.
  • Not: Ayvalık – Bergama arası sadece 60 km.

 

 

Zeynep Atılgan Boneval