MARDİN İZLENİMLERİ

Gün sessiz ve güneşe adanan dualarla başlar bu topraklarda… Önce yetmiş iki millete, sonra kendine dua eden kadim yüreklerin kızıla çalan topraklarında… Sabah rüzgarları geceden kalan tüm efsunarı, esraları ve ay ışığının taşlara nakşettiği öyküleri mezopotamya denizine sürer… Mitosların, öykülerin ve ertelenmiş hayallerin denizine bir kaç damla daha ekler yani… Her damla bir deniz… Her deniz bir yitirilmişe yakılan ağıtlarda yanaklardan süzülen bir damla… Her ağıt yarının mitosu, efsanesi, ışığı… Gün aydınlanır… Gün böyle başlar bu topraklarda… Mesut Alp

 

Ovaların ve gökyüzünün selam durduğu, nakış gibi işlenmiş sarı taşların dağı taçlandırdığı Mardin…

Esnafın selam sabahının sokaklarda oynayan çocukların sevinç çığlıklarına, cami ezanının kilise ilahilerine, düğün halaylarının taziye ağıtlarına, taş ve telkari ustalarının alın terinin, kebap ve sembuse dumanına,  fırınlardan yayılan taze çörek ve pide kokularının, yeni çekilmiş kahve aromasına karışarak, tek yürek  teraslardan süzülerek  ovaya aktığı Mardin…

Sofralarında yemeklerini paylaşmış, ‘kirvelik’ geleneği ile doğumdan itibaren kardeşlik kurmuş, birbirinin mutluluğunu kutlamış, yasında ağlamış, zor gününde kollamış, uçurtmaları aynı semalarda süzülmüş, evlerinin teraslarında aynı yıldızların altına yan yana uyumuş, Süryani, Ermeni ve Kürt ‘ben’ lerinin eriyerek ‘biz’ olduğu Mardin…

Sümer’den Akad’lara, Babil’den Asur’lara, Pers’lerden Arap’lara, Roma ve Bizans’dan Emevi’lere, Abbasi’den Selçuklu’ya, Artuklu’dan Osmanlı’ya farklı kültürlere, Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler gibi farklı etnik gruplara, Hanefi ve Şafi Müslüman, Ortodoks Süryani, Katolik Ermeni, Yahudi, Ezidî ve Şemsî gibi farklı din ve mezheplere, Kürtçe, Arapça, Süryanice ve Türkçe gibi farklı dillere, Mezopotamya’nın geçit töreni Mardin…

Suriye’den Türkiye’ye deniz gibi uzanan Mezopotamya ovalarının, maviden yeşile kızıldan mora çalan gökyüzünün selam durduğu Mardin…

 

Yukarı Mezopotamya Topraklarına Yolculuk

Kültürü, gelenekleri, mimarisi ve lezzetleri ile efsaneleşmiş bu toprakları, uzun yıllardır keşfetmek için can atıyordum. Yıllardır hala enerjim var iken, mümkün olduğunca dünyanın uzak köşelerini ziyaret etmeye çalışmıştım. Ancak kendi ülkemde daha görmediğim birçok yer olduğunu bilmenin huzursuzluğu vardı içimde. Ve 2013 yılında tek tek programa alıp keşiflere başladım. O zaman fark ettim ki gördüğüm 100 ülke ve yılların getirdiği evrensel birikim, kendi ülkemin hazinelerini çok daha iyi algılamama ve de takdir etmeme yarıyor. Mardin ve Midyat gezisi de ülkemin engin kültür birikiminin değerini gösterdi bana.

Gezdiğim her yerde, tanıştığım herkeste, yediğim her yemekte, oturduğum her sohbette, geçmişi yüzlerce yıla dayalı gelenek ve görgünün hala yaşadığını  hissettim. Bu kadar farklı din, dil, ırk ve kültürün bir arada uyum içerisinde yaşabilmesi, birbirini etkileyerek organik bir şekilde gelişebilmesi hayranlık uyandırdı bende. Yüzlerce yıl, daracık alanlarda yanyana yaşayan bu çeşitlilik; anlayışa, açık görüşe, hoşgörüye, saygıya, dayanışmaya el vermiş. Ötekileştirmenin yerini dostluk almış bu topraklarda. Tabi ki tarih savaşlara, zorluklara ve sahne olmuş, ancak sonunda taşlar yerine oturmuş ve birbirine saygılı medeni insanlar doğurmuş.

Mardin ve civarını 2 kez ziyaret etme şansımız oldu.

2013’teki ilk gezimizde en büyük şansımız bizi  gezdiren yol arkadaşımız Mesut Alp idi. Bir arkeolog olan Mesut, engin bir bilgi birikimine, berrak bir zekaya, son derece açık görüşlü bir bakış açısına, içten bir misafirperverliğe sahip bir delikanlı. Mesut ile kilometreler boyu ilerleyip dolu dolu keşifler yaptık. Mesut hiç  susmadı, dur durak bilmedi, arkeolojik kazıları, antik şehirleri ve kazı bekleyen höyükleri, yöredeki Ermeni, Süryani, Musevi, Alevi, Ezidi ve Kürt  halkların tarihlerini, gelenek ve göreneklerini,  yörenin sosyal, ekonomik ve siyasi dinamiklerini anlattı, tüm bilgi hazinesini bize akıttı, tüm sorularımızı büyük bir sabır ve iyi niyet ile yanıtladı, merakla yorumlarımızı dinledi. Kapalı kapıları bize açtı. Esnafından müze müdürüne, eski kabadayısından korusuna, dernek kurucularından restoran sahiplerine, bekçisinden ustasına yerel halkla bizi tanıştırdı. Mardin, Midyat, Hasankeyf, Nusaybin, Dara derken sayesinde adım adım, dolu dolu gezdik bu diyarları, hayran olduk insanlarına…

İkinci ziyaretimde ise Mart – Haziran 2023 arasında birlikte Gönül Mutfağında omuz omuza çalışmaktan gurur duyduğum Ebru Baybara Demir’i, artık bir ailem, can kardeşim olarak görerek gitme şansım oldu. 

Çünkü Mardin demek, hem benim için, hem de eminim birçok yöre insanı için Ebru Baybara Demir demek. Neden mi? Anlatayım;

Bilbao – Guggenheim Müzesi, Alaçatı – Taş Otel gibi örneklerinden bildiğimiz gibi bazı girişimler/işletmeler dünyada ve Türkiye’de şehirlerin kaderini değiştirir. İşte Cercis Murat Konağı da Mardin’in kaderini değiştirmiş bir kadın başarı hikayesi. Anadolu’nun kalbinde, ataerkil bir toplumda, terör olaylarının göbeğinde, kadınların yemek yaptığı ve çalıştığı içki sunulan bir restoranı bir kadının açması imakansızı başarmaktı. Ki Ebru önce ailesinden sonra toplumdan çok büyük itirazlar ve zorluklar görmesine rağmen Mardin’e turist getirme, turisti yörenin zengin tarihi, etnik çeşitliliğini, farklı geleneklerini kapsayan mutfak kültürü ile tanıştırarak sevdirme vedaha çok turistin Mardin’e gelmesini sağlama misyonundan vazgeçmedi. Ve her türlü engeli aşarak, her türlü zorluğu yenerek bunu başardı. Mardin hem Türkiye’de hem de dünyada Cercis Murat Konağı sayesinde yüzbinlerce insanın radarına girdi.

Ebru ilk kez Mardin’de 2013’te ziyaret edip yemek yediğimiz Cercis Murat Konağın’da Mesut Alp tanıştırmıştı beni.

Ardından takip ettim hep Ebru’yu. Mardin’de memleketine, kadınlarına sahip çıkmakla başlayan yolculuğu, halka halka civar şehirlere ve ardından tüm Türkiye’ye yayıldı. Topraklarımızın en eski  tohumlarına sahip çıkıp, bunların üretimini yaygınlaştımak, toprağı iyileştirerek verimliliği arttırmak, ‘Topraktan Tabağa Kooperatifi’ ile kadınımızı güçlendirmek ve yetkilendirmek,  sosyal gastronomi öncülüğü ile bulunduğu topluma ve çevreye fayda ve değer katmayı prensip edindiği birçok projeye imza attı,

Sonra ‘Dünyanın en iyi 10 şefi arasında’ hikayesini, Toprağın Kadınları ödülü konuşmasını, Ted X konuşmasını, Türkiye’de en eski buğdayı nasıl ürettiğini ve de dünyanın en iyi sosyal gastronomi şefleri arasında seçildiği izledim. Ardından Nilay Örnek’in Nasıl Olunur podcastini defalarca dinledim. Sonra ‘Yaşamı İyileştiriyoruz’ projesiyle pazarlarda biyobozunur atıkları kompost yaparak toprağın verimliliğini doğal yöntemlerle arttırma emeklerini yakından takip edip, Çeşme Belediyemizde uygulamaya geçebilmesi için destek verdim.

Ve Ebru her işini bırakıp depremin ilk gün depremzedelerin yardımına koştu, ve yapmayı en iyi bildiği işi – mutfağı- üstlendi, Hatay İskenderun’da kurduğu Gönül Mutfağı, diğer şeflerin ve gönüllülerin desteği ile bugün günde 130.000 kap sıcak yemek çıkartabilecek bir kapasiteye ulaştı. Ebru, 4 ay boyunca Gönül Mutfağını hiç bırakmadan gece gündüz depremden zarar görmüş insanların doyabilmesi için emek sarf etti.

Gönül Mutfağına Mart, Nisan ve Mayıs aylarında yaklaşık 1.5 ay süreyle gidip çalıştım ve bu süreçte Ebru’yu çok daha iyi tanıdım, artık bir yoldaşım  vekardeşim haline gelid. Önüne ne engel çıkarsa çıksın, kim ne zorluk çıkarırsa çıkarsın, yılmadan azimle amacına odaklanan ve hedeflerini gerçekleştirmenin yolunu bulan çok güçlü bir kadın olduğuna şahit oldum. Toprağına, hem cinsi olan kadınlarına, tüm insanına, ülkesine gönül vermiş, iyileştirmek için sonsuz bir çaba sarf eden, gücünü, ilhamını, ilkelerini Ata’mızdan aldığını her fırsatta dile getiren doğru, dürüst, çalışkan ve onurlu bir insan olduğuna şahit oldum.

Ebru Baybara Demir Haziran ayında dünyanın en prestijli mutfak yarışması olan Basque Culinary World Prize’da Dünya’nın En İyi Sosyal Gastronomi Şefi seçildi. 23 yıldır sosyal gastronomi öncülüğü ile, toprağına, üreticisine, kadınlarına, insanına, ülkesine gönül vermiş ve değer katmayı prensip edinmiş, gücünü ve ilkelerini Ata’mızdan alan, önüne ne engel çıkarsa çıksın, yılmadan azimle toplumsal hedeflerini gerçekleştiren, ve tanıdığım en güçlü kadın olan Ebru’dan bir başkasının ülkemiz için bu gurur verici  ödüle layık görülebileceğini düşünemiyorum.

Son yıllarda hayat görüşüm; ‘iyi hissetmek için yaşamak yerine, iyilik yapmak için yaşamaya’ dönüşmüştü. Ancak Ebru ve Hatay’da depremzedelere dayanışma için kurduğu Gönül Mutfağı bana asıl meselenin ‘birlikte iyileşmek’ olduğunu öğretti; yaklaşık bir buçuk ay süreyle 3 kez iyileştirmek için diye gitmişken, her döndüğümde bir yaramın iyileştiğini fark ettim, ve ‘iyileştirirken birleşmenin, birleşirken iyileşmenin’ gücünü yaşadım binlerce gönüllü ile birlikte Hatay Gönül Mutfağında. Yan yana geçirdiğimiz gece ve gündüzlerde, pırıl pırıl yüreğine, çalışkanlığına, dürüstlüğüne, samimiyetine, gerçekliğine, dobralığına, yılmazlığına ve onuruna şahit olduktan sonra kardeşim, yoldaşım olarak gördüğüm, inandığım ve sevdiğim Ebru, hem sosyal gastronominin, hem de ülke sevgisinin can damarı. Ve bu ödülü her hücresiyle hak eden bir kadın. Ebru’ya ve Gönül Mutfağından yolu geçmiş her güzel gönüllü yoldaşıma, ‘çok güzel bir millet’ olduğumuzu bana, Türkiye’ye ve dünyaya gösterdiği için sonsuz teşekkür ediyorum ve gönülden kutluyorum.

‘Dünyada görmek istediğin değişimin bir parçası, hatta kendisi ol’ diye boşuna dememiş bilgeler.

Ülkece önce Ebru’ya sahip çıkmamız, sonra Ebru gibi ülkesine, insanına, toprağına inanarak ve severek, iyileştirecek, birleştirecek insanlara, kadınlara destek vermemiz, hatta her birimizin anlaşma, dayanışma, birleşme, paylaşma ve kucaklaşmaya daha çok zaman, emek, gönül ayırmamız gerektiğine inanıyorum.

Son Mardin ziyaretimde Ebru’nun yeni projesi olan Sabunhane Zamarot 1890’u  ziyaret etme şansı buldum. Ebru, hem Mardin, hem Türkiye, hem de dünya için çok özel, çok özgün ve çok büyüleyici bir gastronomi deneyimine imza atmış Zamarot ile.

Mardin çok şanslı. İyi ki Gönül Mutfağının bir parçası oldum, iyi ki kocaman kalpli Ebru var, iyi ki eşi Fatih, iyi ki güzel çocukları, iyi ki mutfağın yöneticisi Savur’lu Kadir var, iyi ki Berfin, Funda,  Nas, Ömer, Okan, Yusuf, Tayfun, Ramazan gibi güzel gönüllü insanlar var. Hatay’daki deneyimlerim ve Gönül Mutfağı sayesinde Mardin’li ve Anadolu’nun dört bir köşesinden tanıdığım insanlar bana gösterdi ki, biz gerçekten çok güzel bir milletiz.

İlk gezimizde bu diyarların en güzel otellerinden birisi olan Kasr-ı Nehroz’da kalmak da başka büyük bir şansımızdı. Bugüne kadar Türkiye’de gördüğüm en özenli, en uyumlu ve en başarılı restorasyon projesi olan Kasr-ı Nehroz, geleneksel doku ile modern beklentileri tam kıvamında buluşturan gerçek bir zanaat eseri. Taşın güleryüzle, avluların mis gibi lezzetler ile, el emeği göz nuru otantik dekorasyonun misafirperverlik ile buluştuğu bu otelin hikayesi de çok etkileyici. Bir Süryani şehri olan Midyat, Müslümanlar ile anlaşmazlıkların olduğu 1700’lerde kendilerini koruması için Nehroz ailesini davet ediyor şehre. Ve şehrin en güzel binalarından olan çift burçlu Kasr-ı Nehroz’u hediye ediyorlar aileye. Süryanilere kol kanat geren Nehroz ailesinin tarihi binası, bugün Mezopotamya ziyaretçilerine kol kanat geriyor ve ev sahipliği yapıyor. Gecelerin mutlak sessizliğinde, itina ve zevkle döşenmiş odamızda, tertemiz yatağımızda bebekler gibi huzurla uyuyup, horozların sesleri ile pırıl pırıl masmavi gökyüzüne ve taptaze bir havaya uyandık. Avlusunda yörenin en meşhur ustalarından birisi olan Nusaybinli Sadık Usta’nın kenger ve sebze çorbası, yeşil elma ve çağlalı zeytinyağlıları, tahinli semizotu, kuzu kol ve kaburga dolması, kavunlu ve hurmalı incir tatlısı, sütlaç gibi yöresel tarifler ile deneysel yaratıcı dokunuşların buluştuğu birbirinden güzel lezzetlerin tadına vardık…. Tabi otelin müdürü Kaya Bey’in spesiyali alabalık carpaccio’nun da tadı damağımızda kaldı. Ayrıca yöre kadınlarının el işlerini modern tasarımlar ile buluşturan ufacık dükkanı Nevi, kucak dolusu hatıra ve hediyeler ile dönmenize vesile oldu.

İkinci ziyaretimiz ise 29 Ekim 2023’te Savur – Kıllıt – Dara rotasınaydı.  Bizim için Cumhuriyetin 100. Yılını, Anadolu’nun kalbinde Savur’da adanmışlık hikayesi olan Hakkı Bey Konağının açılışına  şahit olarak kutlamak, bu kadim coğrafyanın büyülü topraklarında hem şanlı tarihimize, hem de memleket sevgisinin mahsulüne şahitlik etmek, kurulan Cumhuriyet sofralarında olmak, marşlarla bayraklarımızı sallandırmak, kalplerimizi gururla coşturdu. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılını kutladığımız 29 Ekim 2023’te kapılarını açan Hakkı Bey Konağı seçtiği açılış günüyle bir yandan Atatürk’e saygı duruşu sergilerken diğer yandan ilkelerinin izinden gideceğini söylemiş oluyor. Savur’a uğurlar, iyilikler ve güzellikler getirerek kaderini değiştiriceğine inandığım Hakkı Bey Konağı aslıda ‘Vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır‘ sözünün yaşayan bir örneği. Büyük emek ve özveriyle yaratılmış bu kıymetli hazine, Savur’u ziyaret edenlere yörenin tarihi, kültürel ve aile değerlerini yansıtan eşsiz deneyimler yaşatırken, Savur halkına ve yaşamına da yeni bir can, yeni bir soluk, ve yepyeni değerler, bereketler, mutluluklar getirecek. Böyle vatan sevgisi memleket tutkusu dolu adanmışlık hikayelerine şahit olunca insan, ‘keşke herkes memleketine böyle kıymetli değerler armağan etse, ülkemizin her köşesi aydınlanır’ diye düşünüyor. Hakkı Bey Konağı hakkında izlenim ve yorumlarımı Savur yazımda detaulıca anlattım. Ancak Sancar ailesinin bu büyülü toprakları bize çok özel deneyimler ile yaşattığını, ve konağa giden herkesin benzer deneyimler ve duygular yaşayacağını belirtmeden geçemeyeceğim. 

 

 

 

Gelelim Mardin’e…

…BÜYÜLEYİCİ MARDİN…

Bir tepenin yamacından taraça taraça aşağı süzülen evlerin göz kamaştıran mimarisi,  el emeği göz nuru taş işçiliği, teraslardan gördüğünüz pırıl pırıl  canlı mavi gökyüzü ve de  ilkbaharda yeşeren uçsuz bucaksız ova manzaraları ile buluşunca ortaya büyüleyici bir renk uyumu çıkıyor. Gün boyu değişen güneş ışıkları ile adeta bir renk geçidine şahit oluyorsunuz. Sanki burada gökyüzü daha bir mavi, bulutlar daha bir beyaz, güneş daha bir parlak, yeşil daha bir taze, taş daha bir heybetli… Gökyüzüne yükselen minare ve kilise çan kuleleri, size bu topraklardaki çeşitliliği her daim hatırlatıyor. Dar bir alanı paylaşan halk, uçurtmalar ve güvercinler ile gökyüzünü adeta bir oyun alanı haline getirmiş. Her çocuğun elinde bir uçurtma görüyorsunuz, zaten abbaralar haricinde Mardin’de top oynamak çok akıllıca değil, top bir kaçtı mı siz yakalayamadan taa ovaya kadar iner.

 

Gece vakti ise ışıl ışıl parlayan ovala köy ve kasabaları adeta bir gerdan görünümü alıyor. Mardin ‘Gündüz seyranlık, gece gerdanlık’ ünvanının hakkını veriyor gerçekten.

 

İyisi mi siz Mardin sokaklarını, çarşılarını, medrese ve kiliselerini gezdikten sonra, zamanın durduğu gün batımında bir terasa atın kendinizi, muhteşem renkeri ile manzaraların tadına varırken, ters taklacı güvercinlerin oyunlarını seyreyleyin…

 

Dünyaca ünlü parkur/Free Running(serbest koşu) atleti Red Bull Sporcusu Ryan Doyle, Mardin’in, çatılarında, çarşısında, eşsiz tarihi manastır ve medreselerinde yaptığı serbest koşu performansı gerçekten muhteşem. Özellikle taklacı güvercinler ile  eşzamanlı ters taklaları izlemeye değer. Mardin’i yaşamak için müthiş bir video:

http://www.youtube.com/watch?v=IUTXXMdQnio

 

MARDİN MİMARİSİ 

Dağın tepesinden yamaca doğru inen bir yerleşim bölgesi olan Mardin, yüzyıllar boyunca artan nüfusuna yer açabilmek için orjinal ve sofistike mimari çözümler üretmek durumunda kalmış. Ve öyle güzel ve estetik mimari örnekleri ortaya çıkmış ki: Sokakların birbirine bağlanabilmesi için evlerin alt katlarından sokağa terk ettiği dar geçitler olan Abbaralar… Kemerler, revaklar, yüksek tavanlara açılan taç kapılar, merdivenli geçişler,  ocaklıklar, asma katlar, ayakta durmaya destek veren uçan payandalar,  nefes almak ve mahremi yaşamak için avlular, sosyalleşebilmek için teraslar… birbirinin manzarasını kesmeden taraça taraça dağın eteklerine süzülen yanyana yaslanan içiçe geçmiş evler… Sarı kalker taşının sunduğu manevra kabiliyeti ile oyma ve desenler ile  dantel gibi işlenmiş duvar ve kapı girişleri…

 

Mardin evlerinde kapılar haricinde ahşap kullanılmazmış, etrafta ağaç olmadığından değil, taş geleneğine bağlı olduklarından. Ayrıca her ev diğerine saygılı inşaa edilirmiş eskiden, hiçbir evin gölgesi diğerinin üstüne düşmezmiş, onun yerine evleri, sıcak günlerde rahatça dolaşılabilsin diye sokakları güneşten koruyacak şekilde yaparlarmış…

 

Hangi evin kime ait olduğunu nasıl anlıyorsunuz?

Eğer kapı girişinde hayat ağacı, damla ya da haç desenleri işlenmiş ise Süryani veya Ermeni evinin önündesinizdir. Ermeni evleri biraz daha dışa kapalı korunaklı. Kapıda Davud Yıldızı ya da Davud Kalkanı sembolü görürseniz , burası bir Musevi evidir. Eğer boynunda bir kesik olan bir hayvan ya da insan motifi işlenmiş ise girişe Müslüman bir evin kapısındasınız. Müslümanlıkta canlı resmetmek günah sayıldığı için, boynuna bir çizgi atarak, cansız olduğunu ima ediyorlarmış.

 

Evlerin Planları

Önce bir dikdörtgen olarak inşaa edilen ev, ailenin oğlu evlenince yanına eklenen bina ile  L formunu alyor, ikinci oğlan evlenince diğer uca eklenen bina ile de U şeklini alıyor. Üçüncü evlat evlenince inşa edilen son bina ile U kapanıyor ve avlu etrafındaki kare halini alıyor ev. Daha sonra üst katlara eklemeler başlar. Böylece evlerin mimarisi de doğum/evlilik/ölüm döngüsünü takip eden organik bir yapıya sahip.

 

Yazları Evlerde Yaşam

Yazları Mardin halkı teraslara taşınıyor, yerden yüksek ayaklı yatakların üzerine atılan şiltelerde, serin serin yıldızların altında uyuyor.  Akrepten korunmak için ise yatakların ayaklarını maviye boyuyor.

 

YÖRESEL LEZZETLER 

Arap ve Süryani etkileri Mardin Mutfağında kendisini gösteriyor. Osmanlı’nın Halep ilinin yemeklerinin yanı sıra çeşitli baharatlar ile lezzetlendirilmiş çorbalar, etler, tatlılar yörenin tatları arasında yer alıyor. Baharat Mardin mutfağında çok önemli bir yer tutuyor, Otaçağ’da İpek Yolu üzerinde bulunan Mardin’in, baharat yolunun yöreye kazandırdığı Tarçın, kişniş, mahlep, zencefil, pul biber, yenibahar ve sumak gibi tatların yanı sıra yeşil nohut ve kenger kökü gibi yöresel ot ve baharatlar tüm mezelerde ve yemeklerde kullanıyor. Ayrıca Mardin’de enteresan meyve-et ortaklığı lezzetleri tatmak mümkün.

 

Yörenin baharatları ile lezzetlendirilen lokal yemekleri:

  • yoğurtlu nohutlu etli çorba Lebeniyye,
  • haşlanmış içli köfte İkbebet,
  • kızarmış içli köfte Irok,
  • Süryani içli köftesi Kitel Raha,
  • tarçınlı kapalı lahmacun Sembuse,
  • ekşili erik yahnisi Alluciye
  • pekmezli erik tavası İncasiye,
  • ekşili bir nohut yemeği Hımmısiye,
  • işkembe dolması Kibe,
  • bol tarçınlı biber ve patlıcan dolmaları,
  • kuzu çevirme ve kaburga dolması,
  • yufkaya sarılı peynirli börek tatlısı Kahiyat,
  • şekerli pirinç peltesi Zerde,
  • Mahlep ağacı aşınarayak yetiştirilen Kiraz,
  • şekerle veya tarçınla kaplı, kavrulmuş taze badem şekeri Milebbes,
  • Müslüman ailelerin bayram ve mevlüt çöreği olan mahlep’li Kiliçe çöreği (Ortodoks Süryanilerin düğün ve taziyelerde pişirdiği Paskalya Çöreği ile neredeyse aynı lezzete farklı görüntüde)
  • Yabani fıstık Bıttım (aşılanınca Antep Fıstığı oluyor)

Bir lezzet varki tadı hala damağımda. Bize eşlik eden Mesut’un Suriye sınırından bulduğu Domalan mantarları (bir çeşit trüf) ile Beşir Abi’nin yeri Şahin Tepesinde özel pişirttiği trüflü kavurma ve de  trüflü kebap. Yurtdışında el değmez fiyatlara satılan trüfü, Mardin’de çok daha uygun fiyata bulabilme imkanınız var, ve de kebabın ince kıyım etine karıştırılan ince kıyım trüf, şişte pişince öyle lezzetli bir kıvama geliyorki, benim gibi et konusunda çok seçici olanlar bile parmaklarını yiyor.

 

 

YÖRENİN TÖREN GELENEKLERİ

Kutlama ve yas günleri toplum dinamiklerinin aynasıdır, bu yüzden gittiğim her yerde düğün geleneklerini sorarım, mümkünse bir düğüne gitmeye çalışırım… Mardin’de çok farklı kültürler içiçe olduğu için düğün seremonileri de biraz farklılık gösteriyor, ancak hepsinde yaşamın ‘biz’ merkezli olduğunu görüyorsunuz, bireyler değil aileler elveniyor aslında… Nasıl mı? Önce kız ve oğlan birbirini beğenir ya da aile birbirine uygun görür, bir tanışma yemeği için aileler bir araya gelir. Ardından isteme yemeğinde söz kesilir, hayırlara vesile olsun diye el fatiha okunur. Bu arada her gidiş geliş birkaç altın demektir, oğlanın ailesi altınları kızın ailesine sunar. Düğünde karar kılınca davetiye yerine kadın elbisesi veya erkek gömleğine yetecek kadar kumaş gönderilir. Hali vakti yerinde olan taki merasimi yapilmaz.Sırada adeta bir Halil İbrahim sofrasını andıran damadın yolunu açma yemeği vardır. Kızı oğlana helal etmek için imam nikahı kıyılır. Düğünden bir gün önce kız tarafı kına gecesini organize eder.

Damadı da işaretlemek için serçe parmağına kına yakılarak para bağlanır. Düğün günü gelir çatar, erkek dev bir çadır yapar, aşireti ağırlar, pişen koyun kuzu herkese dağıtılır, hayırlara vesile olması için mevlüt okunur. Düğün günü kornalar eşliğinde konvoy yapılır, kim evleniyor herkesin haberi olsun diye. Gelin düğün alanına geldiği an silahlar çekilir. Mertliği yiğitliği göstermek, kan davalıların gözünü korkutmak için. Düğün gecesi davul zurna çalınır halaylar çekilir. Bereket olsun, mutlulukla gelsin diye damat gelin için, içi şeker ve para dolu bir küp kırar Düğünde gelin ve damat çok fazla oynamaz, ancak yakınları kaldırırsa nazlı nazlı oynar… Hem nazar değmesin hem de ayıp olmasın diye.. Kız tarafı da çok fazla oynamaz, ‘Hem kızı verdin bir de üstüne halay mı çekeceksin’… Düğün alayının yarısından fazlası gittikten sonra ilerleyen saatlerde takı seremonisi başlar. Yeni çifte geleceklerini kurmaları için altınlar ve takılar takılır. Eve giderken bir küp su kırılır, yaşamları su gibi aziz ve temiz olsun diye. Bekaret hala önemli olduğu için gerdek gecesi önemlidir, damat kanlı çarşafı anneye gösterir. Düğünün 2.-3. günleri Sabahiye başlar. Kapılar açılır herkese çerez, çay ve şeker ikram edilir, hali vakti yerinde olamayıp düğüne gelememişler yeni evli çiftin evine tabak çanak gibi ev eşyaları hediye eder. Gelin de çorap, havlu, seccadiye hediye eder gelenlere. Kız tekrar babasının evine gider, birkaç gece orada kalır, damat yine hediyeler ile gelir ve kızı son ve kesin olarak alır. Ve de ‘Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine’ hayat tekrar normale döner.

 

Süryanilerin cenaze ve taziye gelenekleri ise çok enteresan. Süryaniler için taziye evi kilisedir, her bireyin vaftiz suyu saklanir cenaze töreninde defnedilmeden önce cenazenin yüzüne sürülür, koro ilahiler okur, ziyaretçilere kutsal ekmek ve kahve ikram edilir. Defin töreninden sonra kilisede 3-4 gün taziyeler kabul edilir. Birkaç sene cenaze yakınları bayramları kutlamaz ancak Suriye Süryanilerin Yas Kaldırma Günü vardır, herkes cümbüş ve halay eşliğinde cenaze ailesini sevindirip evin yasına son verir, herkes gülmeden evden çıkılmaz.

Ezidiler de ise kişi başka yerde yaşasa bile, doğduğu köye defnedilir, birey böylece ‘ait olduğu yerin kucağına döner’. Ezidi din adamı olan  Pesimam cenaze için dualar eder, siyah kesilir, kurban kesilir, ağıtçı kadınlar ağıtlar yakar, taziyeleri 3-4 gün sürer, ve de ezidi aile o güne kadar gözyaşı dökmez, taziyeler bittikten sonra evine çekilnce yasını ve ağıtlarını akıtır.

 

Arap Kürtlerinde ise kadınlar saçlarını örük yapıp kökten keserler ve mezarın etrafına asarlar, ya da heybenin içine koyup mezar yakınına gömerler. Yası yürekten yaşadığını göstermek ve ölüyü onurlandırmak için en kıymetli varlıklarını feda ederek sunarlar.

 

Ebru Baybara Demir’in 2023 Bask Culnary Prize ödülüne giden yolculuğu:

Ebru’nun 23 yıl önce Mardin’de  Cercis Murat Konağı ile memleketine, kadınlarına sahip çıkmakla başlayan yolculuğu; topraklarımızın en eski ata tohumlarına sahip çıkarak, bunların üretimini yaygınlaştımak, Şemim Sabunları ile kadınlara istihdam ve ekonomik katkı sağlamak Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ile yerel üreticimizi güçlendirmek, Türkiye’nin dört bir köşesinde pazarlarda biyobozunur atıkları toplayıp kompost yapıp toprakla buluşturan Yaşamı İyileştiriyoruz  projesi ile toprağın verimliliğini doğal yöntemlerle arttırma projesi, Mardin’de Zamarot 1890 ile Türkiye’nin ilk 6 duyuya hitap eden sıfır atık restoranı projeleri ile halka halka civar şehirlere, ardından da tüm Türkiye’ye yayıldı.

Ebru depremin hemen ardından depremzedelerin yardımına koştu, depremin 3. günü Hatay İskenderun’da Gönül Mutfağını kurdu ve yapmayı en iyi bildiği işi – mutfağı- üstlendi. Ve benim de farklı dönemlerde çalıştığım mutfak, çalışmaya gelen 3000 gönüllüsü ile  Hatay’ın dört bir köşesinde 70.000 depremzedeye günde 2 kez 3 öğün sıcak yemek göndermenin yanı sıra günde 15.000 ana ve ilk okul öğrencisine sağlıklı kahvaltı dağıtır, köy ve kasabalardaki çadırlara erzak, hijyen yardımı ulaştırır ve şeker bayramı, 23 Nisan, 19 Mayıs gibi özel günlerde yöre halkı, çocuklar ve gençlerle buluşarak onlarla kıymetli paylaşımlar yapan, hem gönlü hem de etki alanı dev bir organizasyona dönüştü. Ve Ebru Gönül Mutfağını neredeyse hiç bırakmadan gece gündüz depremden zarar görmüş insanların doyabilmesi için emek sarf etti.

Ebru’nun bugüne kadar aldığı ödüller:

  • 2023 Basque Culinary World Prize- Dünya’nın En İyi Sosyal Gastronomi Şefi ödülü. Daha önce 2 kez bu yarışmada ilk 10 şef arasına giren Ebru, bu ödülü kazanan ilk Türk şef
  • Dünyanın 12 Zero Waste şefi arasında seçilerek belgeseli hazırlandı
  • Toprağın Kadınları Türkiye Ödülü
  • Yılın Sosyal Girişimcisi Ödülü
  • Biyobozunur Atık Projesi ile Çevre ve Hizmet ödülü
  • Şemim Sabunları ve Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi projeleriyle dünyadaki 120 şef arasında yer aldı.
  • Dünya Gastronomi Turizm Forum’unda katılan tek Türk şef
  • Dünya Çapında Toprağın Kadınları Türkiye ödülü
  • Kırsalda Kadın İstihdamına Katkı Sağlama ödülü
  • 2018’de Basque Culinary World Prize’da, Topraktan Tabağa Projesi ile 30 farklı ülkeden 140 aday arasından ikinci kez en iyi 10 şef arasına giren tek Türk şef oldu.
  • 2017’de Basque Culinary World Prize’da Harran Gastronomi Okulu Projesi ile 30 farklı ülkeden 110 aday arasından en iyi 10 şef arasına giren ilk Türk şef oldu.
  • 2017’de Suriyeli mülteci kadınlara istihdam projelerinden dolayı “Başarı Ağacı” ödülü
  • Türkiye’nin Geleceğe İz Bırakan Kadını ödülü
  • Mardin’in başarı öyküsü Japon TV kanalı NHK tarafından belgesel olarak çekildi ve Japonya’da yayınlandı.
  • Türkiye’nin Yöresinde Fark Yaratan Kadın Girişimciler Ödülü
  • Dünyanın Kadın Liderleri ve Sürdürülebilir Projeler’i ödülü

 

 

5 GÜNLÜK YUKARI MEZOPOTAMYA ROTASI

Gün 1: Mardin havalimanına iniş, Zinciriye Medresesi, Şehidiye medresesi, Kız Meslek Lisesi kapısı ve binası, Ulu Camii, Tokmakçılar Konağı, Kırklar Kilisesi, Bakırcılar Çarşısı, Revaklı Çarşısı, Mardin Kasımiye Medresesi ve Sabancı Müzesi gezisi, Sabancı Müzesi Terasından gün batımı, Cercis Murat Konağında akşam yemeği, Mardius Tarihi Konak’ta konaklama

Gün 2: Mardin’den Hah (Anıtlı) Köyü Meryem Ana Manastırı ve Mor Sobo ziyareti,  Savur’a hareket, Savur Kalesi, Abdullah Paşa Konağı ziyareti, Kıllıt Köyü ziyareti,  Hakkı Bey Konağında konaklama

Gün 3: Savur’da bağ gezisi. Midyat’a hareket, Deyr-ul Umur (Mor Gabriel) Manastırı ziyareti, Midyat sokakları gezisi, Gelüşke Hanı, Gümüşçüler Çarşısı, Estel Hanı Beyaz Su’da öğle yemeği, Dara Antik şehri ziyareti, Nusaybin’de Mor Yakup Manastırı ziyareti, Nusaybin Şırnak yolu üzerinde Tur Abidin Dağı yamacında Mor Evgin (Augen) Manastırı ziyareti, Midyat Konukevi terasında gün batımı, Kasr-ı Nehroz’da konaklama

Gün 4: Midyat’ın Altıntaş (Keferze) köyündeki İzozoel Kilisesi, Midyat’ın Güngören (Keferbe) Köyünde Mor Estafanos Kilisesi ziyareti,  Mardin’e hareket, Mardin’de gün batımı ve Zamarot veya Şahin Tepesinde akşam yemeği. Mardius Tarihi Konak’ta konaklama

Gün 5: Özel izin ile Mardin Kale’si, Mardin Müzesi ziyareti, Antik Şarap Fabrikası ziyareti, Deyrul Zaferan Manastırı ziyareti ve dönüş için havalimanı.

Zeynep Boneval

Yazının başına dönmek için tıklayın