3 Ocak 2025 – Yayınlama Cesareti: Kadınlar için MÖ ve MS kısaltmasındaki M’lerin Milat değil Menopoz olduğunun biliyor muydunuz?
Kasım 2023’te yazmaya başladığımda, sadece içimi dökmekti amacım. Menopozla karşılaşma sürecimde yaşadığım şok ve şaşkınlığı kimseyle paylaşamayacağımı anladığımda, defterimdeki satırlara sığınıp rahatlamak istedim. Çünkü gerçekten büyük bir şeyler oluyordu. Ve hem hayret, hem de çaresizlik içindeydim. En zoru da ‘yalnızdım’.
– Zamanla MENOPOZ’un konuşulmasının nasıl ‘ayıp’ bir TABU haline geldiğini,
– daha önceki yanlış hormon tedavileri sebebiyle onlarca yıldır milyonlarca kadının nasıl karanlıkta, tedavisiz ve çaresiz bırakıldığını,
– menopoz sürecindeki 50 yaş üstü kadınların nasıl ‘yaşlı’, ‘doğuramadığı için işe yaramaz’ diye nitelendirilerek, kendi köşesinde yapayalnız bırakılmış olduğunun
– ve kadınlar için hayatın MÖ (MenopozÖncesi) ve MS (MenopozSonrası) diye iki apayrı evresi olduğunun farkına vardım.
Özellikle en zorlandığım gecelerin ve günlerin sonrasında yazdığım bu günce zamanla herşeyi kapsadı;
Menopozla tanışma sürecimi, hayatın, bedenimin, zihnimin ve ruhumun nasıl dramatik değişimlere uğradığını, çözüm arayışlarımı, duvara tosladığım ve yeniden ayağa nasıl kalktığımı, araştırdığım, okuduğum, izlediğim ve dinlediğim kaynaklardan öğrendiklerimi, bilginin nasıl bende içselleştiğini ve kendi pratik çözümlerimi, geçmişe dönük farkındalık ve iç hesaplaşmalarımı, ve de bu sancılı süreçten öğrendiklerimi, almaya devam ettiğim hayat derslerini not ala ala bugünkü haline geldi.
Yaşadığım tüm süreçleri, içimden gelebilen en samimi, dürüst ve sansürsüz şekilde paylaşmaya çalıştım.
Kendi kendime yazdıklarımı paylaşma arzum ve cesaretimi nasıl ve neden buldum?
Her kadın – ömrü izin verirse – bir gün menopozu tadacak.
Yani dünyanın en doğal durumlarından birisi menopoz.
Utanacak, çekinecek, gizlenecek birşey yok.
Doğal ve rahatça konuşulabilen bir konu haline gelmeli ki yeterince bilgi ve anlayış gelişsin.
Ergenlik, hamilelik, doğum konuları konuşulabilirken neden menopoz utanç verici olsun ki?
Hele yaşlandığı için işe yaramaz görülüp, kendi içinde hallet denerek bir kenara atılan kadın olmayı asla kabul etmiyorum.
Yolculuk Terapisi platformunun konuyla ilgisi nedir? diye sorarsanız, bu da bir kadının yolculuğu.
Amacım menopozun çok doğal kabul edilen, rahat konuşulabilen, paylaşılabilinen ve dayanışılabilinen bir yolculuk olması.
Ve hiçbir kadın kendisini artık ıssız, çaresiz ve utanç içinde hissetmemeli!
Özellikle ülkemizde ve hala dünyada kadının bastırıldığı, yalnız bırakıldığı çok konu var.
En azından menopoz bunlardan birisi olmasın!
NOT: Güncemi 14 aydır farklı zamanlarda yazdığım gibi aynen paylaştım. Paylaşacağım için yeniden düzenlemedim. Okuması biraz zor olabilir ancak Menopoz’un tüm iniş çıkışlarını, bir ileri iki geri gidişlerini, ve kısır döngülerini yansıttığı için böyle bırakmaya karar verdim.
Güncemin içinde, Menopoz sürecinde yaşadığım tüm zorluklar, çaresizlikler, isyanları tüm çıplaklığı ile paylaştım. Çünkü hepsi gerçek. Yaşadığım tüm fizyolojik ve psikolojik sıkıntılar, beni geçmiş ile hesaplaşmalara, daha önce kendimi içinde bulduğum diğer çaresizliklere, tıp dünyası ile yaşadığım diğer hayal kırıklıkları ile yüzleşmeye de götürdü. Hüzün ve yas da içeren deneyimlerimin hesaplaşmalarını içimden geldiği gibi yazmıştım zamanında, Yayınlarken de sansürsüz bir şekilde paylaştım. Belki benzer süreçlerden geçenler, dikkat etmesi gereken kadınlar veya ebeveynler olabilir. Veya sadece duyguları ve deneyimleri merak edenler için bu kısımlar bir hikaye. Ancak gerçek bir hikaye. Yani içinde kan, ter, gözyaşı barındıyor… Ancak düştüğüm çukurdan nasıl çıkabildiğimi, tünelin ucunda nasıl ışığı görebildiğimi, ve karanlıktan aydınlığa nasıl çıkabildiğimi de paylaşıyorum. Sonuçta bu bir hüzün değil, huzur yolculuğu aslında.
Yazımın BÜYÜK HARFLİ kısımları Menopoz hakkında öğrendiğim bilgileri içeriyor. Eğer Menopoz’un genel anlamda ne olduğunu, bu süreçte kadın bedenindeki fizyolojik değişimleri, faydalı olabilecek hareket ve beslenme biçimlerini, takviyeleri, potansiyel tedavi yöntemlerini merak ediyorsanız, sadece BÜYÜK HARFLİ kısımları okuyabilirsiniz. Bu kısımlar bir Menopoz kullanım kılavuzu gibi. Tabi ki bunun için çok daha detaylı anlatımları olan faydalı kitaplar var. Yazımın içinde hepsinin ismi geçiyor.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
3 Kasım 2023 gecesi…
3 Kasım 2023 gecesi, 50 yaş + 9 ay + 15 günlük Zeynep olarak yatağıma yattım.
Herşeyin normal seyrinde olduğu bir akşam. Alaçatı’dayım. Bol salata ve sebzeli, erken bir akşam yemeği yemişim. İçki içmemişim. 10’da yataktayım. 11’e kadar kitabımı okuyup, güzel bir uyku çekmek üzere lambayı kapattım.
O geceden itibaren hayatımın nasıl bir serbest düşüşe dönüşeceğinden habersizim.
Çoğunlukla yaşadığım deliksiz, mışıl mışıl uykular yerine, kabusa dönen gecelerin beni beklediğini bilmeden, ellerimi başımın altında birleştirip cenin pozisyonunda uykuya daldım.
Ancak 2 saat sonra terler boşanarak uyandım. Tüm bedenim, saçlarım, pijamam, nevresim, çarşaf, yastık, her yer sırılsıklam.
Şaşkınım. Bir anlam veremedim, çünkü böyle bir etkiyi yaratacak hiçbir şey yapmadım ki? Ne acılı yedim, ne aşırı yedim, ne alkol aldım, ne de çay kahve içtim?
Kalkıp üstümü değşitirdim, ve yeniden uykuya dalmaya çabaladım.
Ancak nafile. Vücudumdan adeta alevler çıkıyor, sanki içimde bir yangın var.
Durmadan terliyorum, alnımdan, boynuma, göğsümden karnıma, bacaklarımdan ayaklarıma sanki bir dere yatağı bedenim.
Yatak zaten sırılsıklam.
Uyumaya çalıştıkça büyük bir huzursuzluk gelişiyor içimde. ‘Yarım saat uyuyamazsanız, yataktan kalkıp ortam değiştirin, biraz farklı şeyler yapın, sonra yatın’ derler ya, ben de kalkıp biraz dolanıyorum. Biraz kitap okuyup, ‘tamam şimdi uykum geliyor’ diyerek yatağıma geri dönüyorum.
Uzun salınımlı bir melatonin içip, ışığı kapatıyorum.
Ancak 2 saat sonra yeniden kan ter içinde uyanıyorum.
‘Acaba ateşim mi çıktı, hasta mı oluyorum?’ diye düşünüp, aşağı inip, termometreyi bulup, ateşimi ölçüyorum. Ancak vücut ısım 35.8 derece, normal. ‘O zaman neden böyle terliyorum?’
Şaşkınım, çünkü benzer bir sıcaklamayı, ancak kırmızı şarabı biraz fazla kaçırmışsam yaşıyorum. Fakat o zaman da bundan çok daha hafif oluyor terlemelerim. Şimdi ise bildiğin yatağa akıyorum. Eee bu gece de hiç içmedim ki?
Neyse, ışığı kapatıp, bu sefer beden tarama meditasyonu yaparak uyumaya çalışıyorum. Genelde kafama bir problem takılıp uyuymazsam veya bedenimde bir yerde ağrı, acı veya sıkışıklık hissedersem uyguladığım bir teknik. Ve de genelde meditasyonun ortasında uykuya dalarım. Bu sefer yaklaşık 1 saat beden tarama yapıyorum. Ve hala uyuyamıyorum. Işığı açıp kitap okuyorum. Ve bu sırada uykuya dalmışım.
Fakat yeniden alevler ve terler içinde uyanıyorum. Bir önceki uyanışımdan 2 saat sonra, yani tahmini yarım saat uyuyabildim.
Ve aynı gece bu döngüyü 2 kez daha yaşıyorum.
Sabah çalan saat ile bir anda şaşkınlıkla uyanıyorum.
Sanki gece hiç uyumamışım. Hesaplıyorum tahmini 3-3.5 saat uyuyabilmiş olmalıyım.
Öyle yorgun ve gerginim ki?
Ancak hayat devam ediyor. Zorlansam da kalkıp yürüyüşümü yapacağım, bilgisayarımı açıp çalışacağım, yemek hazırayacağım, evdeki diğer işlerimi yapacağım.
Kendi kendime şöyle diyorum: ‘bir gecelik bir öykü bu, geçecek’.
Ancak ertesi gece aynı sahneler yinelendiğinde, ve de üzerine bir de kalp çarpıntısı eklendiğinde endişeleniyorum biraz.
Kalbim küt küt atıyor. Sanki yerinden çıkacak. Acaba bir problem mi var?
Terleme ve çarpıntı ile uyandığım her seferinde derin nefesler alıp veriyorum. Anapanasati denilen farkındalık nefesi çalışması ile kendimi sakinleştiriyorum.
Fakat 4 gece üst üste aynı kabus tekrarlanıyor.
Her seferinde şaşkınlıkla uyanıp, kendimi sakinleştirip, yeniden uyuyabilmek için büyük çaba sarf edip, gündüz de yorgunluğuma rağmen enerjimi ve moralimi yüksek tutmaya çalışıyorum. Hep kendime ‘geçici bir durum bu’ diyorum.
Bu arada aklıma hiç menopoz gelmiyor.
Çünkü adetlerim arada sırada düzensiz de olsa, devam ediyor.
Ve menopoza giren arkadaşlarımdan ‘gündüz sıcak basması’ şikayetini duymuşum, ancak gece terlemesi denilen kavrama dair en ufak bir fikrim yok.
Yani dipsiz bir kuyunun içine yuvarlandığımdan habersizim.
5.gece öyle bir zirve yapıyor ki terlemeler, ertesi sabah eşimle yatağı ters çeviriyoruz. Çünkü yatağa öyle bir akmışım ki dere olmuş gidiyor. Kendi kendine kurumasına imkan yok.
Kendimi bir zombiye dönüşmüş hissediyorum.
Dikkatimi hiçbir şey üzerinde toparlayamıyorum.
Yaşadığım şeyin ne olduğunu, geçip geçmeyeceğin, ne kadar zamanda ve nasıl çözülebileceğini bilemediğim için şaşkınım.
Zihnim yavaşlamış, geriden geliyor adeta. Yorgunluk ve çaresizlik duygusu karışık bir mutsuzluk hissediyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
8 Kasım 2023… Menopoz sürprizi ile tanışmam…
Artık canıma tak ediyor ve 5. Gün internete girip bakıyorum.
Arama bölümüne ‘Gece terleme’ diye yazıyorum. Hoooop; karşıma ‘gece terlemeleri’, ‘night sweats’, ve ‘menopoz’ çıkıyor.
Sürpriz!..
Düşünüyorum, aslında son adetim 15 gün gecikti. Zaten son dönemlerde biraz düzensizdi. Hatta son senede 1 kez adet dönemim bir ay geciktiği için, doktorumun reçete ile verdiği ilacı içerek regl olabilmiştim. Ama son 6 aydır herşey kendi kendine düzenli gidiyordu.
Yani adet döngüm 1 senedir kesilmiş durumda değil. Menopoz bu demek değil mi?
Bu kadar yoğun ve ağır etkiler ancak öyle bir evrede yaşanmıyor mu?
Fark ediyorum ki ben aslında menopoz hakkında hiçbir şey bilmiyorum!
O akşam bir yemeğe davetliyiz.
Arkadaşlarım benden yaşça büyükler. 60’larındalar.
‘Oh’ diyorum ‘onlara sorar öğrenirim, bana yardımcı olurlar’.
Ve misafirlikte eşlerimiz ile birlikte oturduğumuz sofrada konuyu açıyorum:
‘Geceleri felaket sıcaklarla uyanıyorum, bir türlü uyuyamıyorum, bu menopoz mu? Ne yapmak lazım?’
Bir anda hızlıca ‘normaldir, geçecek, mühim değil’ gibi kısa ve kaçamak cevaplar ile konu kapatılıyor.
Daha sonra arkadaşlarımdan birisi ile yan yana koltukta otururken; ‘Zeynep’çim bu konu özel bir konu, kendi içinde çözeceksin, paylaşmayacaksın, hele kocana hiç hissetirmeyeceksin, ilişkinizi zorlar’ diyor.
Küçük bir şok yaşıyorum.
Çünkü hissettiğim şaşkınlık, yorgunluk, uykusuzluk ve mutsuzluk üzerine bir de suçluluk ve utanç duygusu ekleniyor.
‘Tanrım ben bunu kimseyle paylaşamayacak mıyım?’
‘Kocam benim en yakın arkadaşım, yoldaşım, bugüne kadar ister sağlık olsun, ister aile, ister başka problemler… her türlü zorluğu birlikte aştık, onunla herşeyi konuşabilirim ve paylaşabilirim’ diye düşünürken, bir anda bir yumruk yemiş gibi oluyorum.
Ertesi gün benden yaşça büyük başka bir arkadaşıma ağlamaklı bir sesle anlatıyorum çaresizliğimi ve benzer bir yaklaşımla karşılaşıyorum:
‘Zeynepçim, abartma, her kadın bunu yaşıyor, atlatıyor, herşeyi geçecek, düşünme, kafaya takma, çok fazla da konuşma’. Yine duvara tosluyorum.
Zaten çaresizim, bilgisizim, üstelik de konuşmak da ayıp olduğu için yalnızım.
Başka bir arkadaşıma başbaşa iken bahsettiğimde, çok şükür geri tepmiyor beni.
Kendisi daha tam menopoz sürecine girmemiş ve semptom yaşamıyor. Fakat ‘çok yakın bir arkadaşının 5 sene boyunca bu gece terlemelerinden çektiğini, herşeyi araştırdığını ve denediğini, hiçbir çözüm bulamadığını, bunu çekmekten başka çare yok dediğini’ anlatıyor.
Ve işte o an kafama en büyük balyozu yiyip, yıkılıyorum:
‘Neeee 5 yıl mı? Çaresi yok mu? Geçmiyor mu? Hiç mi ümidim yok?’
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
15 Kasım 2023 – En iyisi bir bilene danışmak…
Ve sonunda artık gece terlemelerimin kendi kendine geçmeyeceğine kanaat getirerek jinekoloğum ile iletişime geçiyorum.
‘Kadın doğumcu ve jinekolog, menopoz konusunu en iyi o bilir’ diyerek, asistanına hemen bir mesaj atıyorum.
Son reglemin üzerinden 38 gün geçtiğini, 6 aylık menstural döngümün tüm tarihlerini belirtiyorum. Uzun uzun da geceleri yaşadığım zorlukları yazıyorum.
Sağolsun doktorum Hüsniye Hanım birkaç saate beni arıyor.
Anlattıklarımdan menopoz başlangıcı olduğunu tahmin ettiğini, artık adet görmem için yeniden ilaç vermeyeceğini söylüyor ve birkaç hormon testi yaptırmamı istiyor. Yaşadığım zorlukları biraz rahatlatmak için bir bitkisel takviye tavsiye ediyor. Testlerin sonuçları gelince de haberleşelim diyor.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
23 Kasım 2023 – Hala geceleri sıcaktan uyku uyuyamıyorum…
Testlerimin sonuçları çıkıyor, ve hemen doktorumun asistanı Yasemin Hanım’a gönderiyorum. Akşamüzeri yeniden doktorum arıyor beni.
‘Zeynepçim bu seviyeler menopoz seviyeleri. Tam olarak anlamak için seni muayene etmem lazım. Önce kendiliğinden adet olabilir misin diye sana 14 gün haricen vajinal olarak kullanman için progesteron hormonu yazacağım. Onu bir kullan, nasıl tepki verecek vücudun bakalım, ve de muayene edelim seni’ diyor Hüsniye Hanım.
Ben de; tavsiye ettiği bitkisel takviyeyi kullandığımı, ancak gece şikayetlerimin aynen devam ettiğini, başka önerebileceği bir takviye veya ilaç olup olmadığını soruyorum.
Çok hafif bir anti depresan reçete yazıyor. Serotonin ve noradrenalin seviyelerini dengeleyen ve uyku veren bu anti depresanandan, geceleri yatmadan önce sadece ÇEYREK içmemi rica ediyor.
Ayrıca Mustafa Atasoy’un menopoz kitabını alıp okumamı tavsiye ediyor.
Muayene için de 8 Aralık için randevulaşıyoruz.
Normalde ilaç kullanmaya çok temkinli yaklaşan ben, bir heves eczaneye koşup, hemen alıyorum.
Çünkü artık uyuyacağım.
Ancak nafile, gece defalarca ter boşalmaları devam ediyor.
Uyuyamadığım gibi daha da ajite kalkıyorum sabahları.
Öyle gerginim ki. Sürekli hırlayan ve ısırmaya hazır bir köpek gibiyim.
Anti depresanın prospektüsünü okuyorum, ve bazı kişilerde ajitasyona yol açabildiğini öğreniyorum.
Kullanmayı bırakıyorum. Zaten geceleri uyuyamıyorum, bir de gündüzleri kendime bile tahammül edemeyeceğim ekstra gerginlik yaşamak istemiyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
27 Kasım 2023… Menopoz öğrenciliği…
Sipariş veridiğim Mustafa Atasoy’un ‘Hormon: Menopoz Öncesi-Sonrası’ kitabı geldi.
Menopoz öğrencilik sürecimin ilk adımı.
Bu kitapa başladığımda ‘uzun’ bir süre, tek okuduğum, araştırdığım, izlediğim ve dinlediğimin artık menopoz olacağından habersizim.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
30 Kasım 2023… Mecburi Araştırmacı Gazetecilik Başlasın!…
Anlamaya çalışıyorum. Menopoz Nedir? Neden böyle semptomlar yaşıyorum? Nasıl geçebilir? Biran evvel çözebilir miyim? Başka neler beni bekliyor?
Bir çırpıda Mustafa Atasoy’un kitabını bitirip araştırmalarımı genişletiyorum.
Önce kendisi çok erken menopoz sürecine girmiş jinekolog doktor Banu Çiftçi’nin videoları gibi Türkçe kaynakları araştırıp buluyorum. Sonra daha da araştırıp, menopoz konusuna eğilmiş bir çok yabancı doktor, bilim insanı olduğunu öğrenip, farklı kitaplarını sipariş veriyorum. Kimini sanal, kimini elime ulaştıkça okumaya başlıyorum. Ardından kitaplarını aldığım doktorların podcastlerini bulup, onları dinliyorum.
Menopozla yatıp kalkacağım bir sene geçireceğimden habersizim.
Geceleri uyuyamama ve gündülerii yorgun olmama rağmen, kendimi yataktan kaldırıp, bedenimi ve zihnimi yürüyüşe ikna ediyorum her gün.
Günde 15.000 adım atmaya çalışıyorum.
Kulağımda kulaklıklar profesör ya da doktor Lisa Mosconi, Mary Claire Harver, Lara Briden, Lisa M. Caroll, Annice Mukherjee, Jerilynn Prior, Stacy Sims, Gabrielle Lyon’ın podcastlerini dinliyorum.
Eve geliyorum kitap listem uzun: Menopause Brain, The New Menopause, Hormon Repair Manual, The Complete Guide to Menopause, Estrogen’s Storm Season, Transitions Through the Perimenopausal Years: Demystifying Your Journey, The Estrogen Errors: Why Progesterone is Better for Women’s Health, Menopause Makeover, Forever Strong…
İşi gücü bıraktım, bildiğin akademisyen, bilim insanı veya araştırmacı gazeteci gibi menopoza daldım.
Menopozun ne olduğunu anlamaya çalışırken bayağı enteresan bilgiler öğreniyorum.
Kadın tüm yumurtaları ile birlikte doğarmış?!
Biz kadınlar, henüz anne karnında bir bebekken, tüm yaşamımız boyunca işlevsel olacak yumurtalarımızın hepsi gelişiyormuş ve dünyaya bu yumurta rezervi ile geliyormuşuz.
Yani doğduktan sonra, büyürken, ergenlikte veya sonrasında hiç yeni yumurta üretmiyormuşuz.
Aksine artan yaşla birlikte, sağ ve sol yumurtalıklarımızın içinde depolanan potansiyel yumurta rezervi azalıyormuş.
Bu doğal bir süreç; Her ay yumurtlamamız için rezervlerimizde zaten bulunan yumurta sayısı, yaş aldıkça, normal ve fizyolojik bir süreç sonucu azalıyormuş.
Bir kız çocuğunun anne karnında 5 aylıkken sahip olduğu yumurta sayısı ortalama 6-7 milyon kadarmış. Bu sayı doğumda 1-2 milyona düşüp, çocukluk çağında yavaş yavaş azalarak ergenlik döneminde 400.000’lere iniyormuş. 30 yaşlarımızda ise toplam yumurta rezervimizin %10’u kadar yumurtamız kalıyormuş. 35 yaşına geldiğimizde ise yumurta rezervlerindeki azalma iyice hızlanıyormuş.
Buraya kadar herşey normal seyrinde. Hala adet görüyoruz (düzenli veya düzensiz), üreme şansımız devam ediyor, bazı hormonal değişiklikler yaşayabiliyoruz, ancak bunlar büyük fizyolojik değişiklikler değil.
İşte bu sürece pre-menopoz deniyor. Yani pre-menopoz; perimenopoz veya menopoza dair herhangi bir belirtinin olmadığı dönemin ismi. (Premenopoz ve perimenopoz bazen birbirinin yerine kullanılıyormuş ancak teknik olarak anlamları farklıymış)
Menopoz Hakkında Bilmediklerimiz – ya da bize anlatılmayanlar
Menopoz süreci aslında 40 yaşından sonra kendini göstermeye başlıyormuş.
40’larımızda yumurta rezervlerimiz belirgin olarak azalıyormuş. Artık iyice bozulmaya başlayan yumurtlama işlevi, östrojen hormonu üretiminde aşırı dalgalanmalar yaşamamıza neden oluyormuş.
Ve her geçen sene daha az östorjen üretiyormuş yumurtalıklarımız.
Bu östrojen dengesizliği veya azalması, çeşitli fizyolojik belirtiler yaşamıza sebep oluyormuş.
İşte menopoz geçişi olarak adlandırılan bu evreye peri-menopoz deniyor.
Menopoza hazırlık evresi olan peri-menopoz 40’lı yaşlarda başlıyor, tam menopoza girene kadar devam ediyor. Peri-menopoz ortalama olarak 4-5 sene sürse de kimi kadınlarda 10 sene kadar sürebiliyormuş..
Peki östrojen ne ve neden bir kadın için önemli, ve de etkileri neler?
Kadınlık hormonu diye geçen östrojen, temel olarak ergenliğe girmemizle, rahmin iki yanında yer alan yumurtalıklarda üretiliyor.
Kana karışan östrojen meme, kemik, kalın bağırsak, idrar torbası, cinsel organlara ve diğer dokulara ulaşıyor, ve onun etkisiyle hem fizyolojik hem de psikolojik yapımız değişiyor.
Hatta bu sürece çocukluktan kadınlığa geçiş deniyor.
Yumurtalıklarımız haricinde, vücudumuzda başka dokularda da östrojen hormonu üretiliyor ama çok çok az.
Bir kadın için sadece östorjen değil, Progesteron da önemli bir başka hormon
Bir kadının sağlıklı gelişimi ve üreme fonksiyonu için progesteron da önemliymiş.
Yumurtalıklarımızda üretilen bu iki hormon birlikte çalışıyor.
Adet dönemi başlangıcında önce östrojen hormonu seviyesi yükseliyor; östrojen seviyesi azalmaya başlarken progesteron seviyesi yükseliyor ve yumurtlama gerçekleşiyor. Adetin son kısmında ise her iki hormonun seviyesi de düşüyor ve hamilelik için hazırlanmış olan rahim içi dokusu, eğer gebelik gerçekleşmemiş ise adet kanaması ile atılıyor. Ve bu periyodik döngü genellikle 28 günde bir devam ediyor.
Menopoz ise bir kadının 12 ay boyunca hiç âdet görmediği sürecin sonuna verilen isim. Yani peri-menopozun tamamlandığı dönem.
Bu ne demek? Yumurtalıklar hem yumurta hem de östrojen üretmeyi neredeyse tamamen bıraktı demek.
Post-menopoz da, 12 ay boyunca âdet görmeyen kadının menopoza girdiği günden sonraki döneme verilen isim.
Şaşkınım; bugüne kadar tüm doktorlar ‘Menopoz’ konusunu ‘tamamen 1 sene boyunca adet görmediğinde’ gel konuşalım dedi.
Oysa Menopoz sadece bir günden ibaret.
Asıl menopoz öncesindeki ve sonrasındaki 10’ar sene, yani Peri-Menopoz ve Post-Menopzo süreçleri çok önemli süreçlermiş.
Özellikle peri-menopoz.
Çünkü Peri-menopoz dönemde bir yandan adet görüyoruz, ancak bir yandan da bazı menopoz semptomlarımız başlıyor.
Adetlerimiz düzensizleşebiliyor, birkaç ay kanama olmadan geçebiliyor, kanamalar zaman zaman çok azalıyor, bazen de aşırı kanama şeklinde olabiliyor. Adet sırasında sıcak basmaları, aşırı terleme nöbetleri olabiliyor.
Çünkü bu dönemde hormon dengemiz tamamen bozulmuş durumda, kimi zaman östrojen veya progesteron hormonlarımızın düzeyi aşırı yükseliyor, kimi zaman da çok düşüyor.
İşte hormonlarımızdaki bu aşırı yükseliş ve düşüşler, ve ardından tamamen tükeniş, zamanla çok çeşitli hassasiyet ve semptomlara yol açıyormuş:
‘Sıcak Basması’ denilen olgunun sebebi, gündüz veya geceleri, hem derimizdeki kılcal damarların kontrolsüz olarak aşırı genişlemesi sonucu, derimizdeki kan dolaşımının ani artışı. Hem de beynimizdeki hipofiz bezindeki termostat ayarımızın, östrojen dengesizliği sebebiyle, yanlış alarm vermesi.
Terlemelerin yanı sıra, yorgunluk, huzursuzluk, gerginlik, kaygı, uykusuzluk, hayattan keyif alamama, depresyon, gibi psikolojik değişiklikler yaşıyormuş kadınlar.
Ayrıca ürogenital sorunlar baş gösteriyormuş peri-menopoz sürecinde. Yani mesane (idrar torbası) rahim, vajina gibi organlarda östrojen hormonunun eksilmesiyle ‘atrofi’ yani doku ve işlev kaybı başlıyormuş. İdrar yaparken yanma, ağrı, idrar tutamama, kaçırma, vajinal kuruluğu ve cinsel ilişki sırasında ağrı, cinsel isteksizlik gibi sorunlar ortaya çıkıyormuş.
Üstelik peri-menopoz dönemindeki homon dalgalanmaları ve düzensizlikler, sadece bu süreçte yaşam kalitemizi zorlaştıran etkilere yol açıyormuş.
Peri-menopoz ve post-menopoz, öyle çeşitli sağlık problemine zemin oluşturuyormuş ki:
kalp ve damar sağlığının bozulması, kalp damar hastalıklarının ve de kalp krizi risklerinin artması,
beyin kimyasının bozulması ile beyin sisi, unutkanlık, demans, alzheimer, hafıza kayıpları gibi nörolojik hastalıklar,
kemiklerin zayıflaması ve hatta erimesi yani osteoporoz gibi kemik ve omurga hastalıkları
Ve tüm bu semptomların bazı kişilerde 10 yıl veya daha uzun bir süre devam etmesi mümkünmüş.
Büyük bir şaşkınlık yaşıyorum.
Aslında bir kadın için MÖ (MenopozÖncesi) ve MS (MenopozSonrası) şeklinde çok önemli dönemler var…
ve ben bunlardan tamamen habersizim?
Şok içindeyim.
Neden kimse – özellikle doktorlar – biz kadınlara böyle riskler taşıdığımızı anlatmadı?
Neden Menopoz’un kendisi ve etkileri hakkında konuşmak için 12 ay boyunca tamamen kesilen adet bekleniyor?
Bizi bu risklerden koruyacak, yaşadığımız semptomları hafifletecek yöntemler yok mu?
Varsa niye 50 yaşımda öğreniyorum bunları?
İşte al sana TABU!
Neden gece terlemeleri ve sıcak basmaları?
İçimde hafif bir isyanla, bulabildiğim her kaynağı okumaya, dinlemeye, izlemeye devam ediyorum. Araştırmalarımı derinleştiriyorum.
Tabi ki ilk odağım, gecemi gündüzümü etkileyen, ve en çok zorlandığım ‘gece terlemeleri’. Çünkü uykusuzum ve yavaş yavaş bir umutsuzluğa sürüklendiğimi fark ediyorum.
Gece terlemeleri denilen olgunun, östrojenin aşırı dalgalanmasına bağlı olduğunu anladım da, bu termostat bozulması neden? Kılcal damarlardaki aşırı genişleme neden?
Sorunun tam kaynağına inmek için bu süreçte sürecinde beyin kimyasallarının nasıl işlediğini ve hormon mekanizmasını iyice anlamaya çalışıyorum:
İçinde bulunduğum peri-menopoz sürecinde bir tavan bir taban yapan östrojen, öncelikle bedenimin salgıladığı seratonin seviyelerini düşürüp, duygu ve mod değişimlerine sebep oluyormuş.
Ayrıca vücudumu yanlış alarm ile sıcak bastırıp, terletiyormuş bu östrojen.
Nasıl mı?
Beynimdeki hipokampüs bölgesinde yer alan östorjen alıcıları, bedenimin termostat ayarlarını belirleyen bölgeymiş.
Dengesiz östrojen salımı, hipocampüse sürekli yanlış sinyaller göndererek, sinapslar oluşturup, aslında vücudumun ısısı artmasa bile, ‘sıcak, çok sıcak’ sinyallleri yolluyormuş.
Beden beyinden gelen bu mesaj ile adrenalin pompalamaya başlıyormuş.
Kılcal damarlar da kontrolsüz bir şekilde genişleyip, derimde kan dolaşımı ani ve aşırı artıyormuş.
Ve işte şenlik böyle başlıyor!
Bir anda bedende bir kaos başlıyormuş.
Bedenin otomatik mekanizması, ‘yanlış alarm’ sonucu sıcaklığın arttığını düşünüp, vücut ısısını düşürmek için vücudu terletmeye başlıyormuş.
Yani ‘sıcak, çok sıcak’ yanılsamasına kanan bedenim, bu sıcağı alt etmek üzere, beni terletiyormuş.
Ama nasıl terletmek!
İşte geceleri uyutmayan gece terlemeleri (night sweats) ve gündüzleri yaşatmayan sıcak basmaları (hot flashes) bu şekilde çalışan bir mekanizmaymış.
Peki ben, gerçekler öyle olmadığı halde, sinyaller sıcak dediği için, ardı arkası kesilmeyen ter boşalmalarının kurbanı olan bedenime, bunun masum bir yanlış alarm olduğunu nasıl kabul ettirip hayatıma devam edeceğim?
İşte bu bozuk alarm yüzünden, geceleri defalarca ter içinde uyanan birisi olarak, uykum sürekli bölünüyor.
Ve yeniden uykuya dalmam gerçekten imkansız hale geliyor.
Sürekli üzerimdeki pijama, t-shirt, iç çamaşırlarını değiştiriyorum.
Terletmeyen kumaşlardan seçiyorum. Kendimi serin tutmaya çalışıyorum. Ama nafile.
Geceleri terleyip terleyip, çarpıntı ile uyanıp, dereler gibi yatağa akıp, hiç uyuyamayıp, gündüzleri de bir anda sıcak basması ile üstümdekileri fırlatıp atıp, 5 dakika sonra üşüyerek yeniden giyinip, aynı sahneyi defalarca yeniden mi yaşayacağım?
Adeta bir Roller Coaster, yani sürekli zirveye tırmanıp ardından aşağı serbest düşüş yapan bir hız treninde gibiyim.
Ancak bedenim bir eğlence parklı değil. Ve yaşadıklarım da hiç eğlenceli değil.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
2 Aralık 2023…Yeni icatlar çıkaran menopoz…
Gece terlemelerim ve uykusuzluğum aynen devam.
Sadece bu kadar mı? Tabi ki Hayır!
Bir yandan uykusuzluğa, çarpıntıya, yorgunluğa yeni şeyler eklenmeye başlıyor.
Geceleri hep yan yatarak uyurum. Ancak artık bir türlü yan yatarken rahat edemiyorum.
Sanki bacaklarım kaskatı kesiliyor, ve sürekli hareket ettirme ihtiyacı hissediyorum.
Bacaklarımı bir kendime kıvırıyorum, bir uzatıyorum, bir sağa dönüyorum, bir sola dönüyorum.
Ancak bir türlü rahat edemiyorum.
Acaba çok mu yürüdüm, bacaklarım mı yoruldu diyorum, birkaç gün az yürüyorum, yürüdükten sonra çok iyi esniyorum, ama nafile.
Kaynaklarıma bakıyorum ve buyrun size ‘Huzursuz Bacak Sendromu: beyinde yeterli miktarda dopamin salgılanmadığı durumda kas hareketlerinin kontrolününün azalmasıyla ortaya çıkan bir hareket bozukluğu.’ Menopoza bağlı östrojen dengesizliği yüzünden azalan dopamin etkisi.
Bitti mi? Hayır!
Saçlarımı taradıkça, elimde tutam tutam kalıyorlar.
Bildiğin öbek öbek saçlarım dökülüyor. Al sana yeni bir mesele.
Bitti mi? Hayır…
İdrarımı kaçırmaya başlıyorum ufak ufak. Genelde yürüyüşte oluyor, soğuktan diyorum.
Çoraplarımı ve belimi saran bölgeyi kalınlaştırıyorum, ama nafile.
Zaten çok sık su içen ve tuvalete giden birisiyim ancak bu başka birşey.
Resmen kaslar tutamıyor idrarı ve sızdırıyor. Sürekli yıkanıyorum, iç çamaşırı değiştiriyorum.
Hemen elimdeki kitaplara bakıyorum. Bunlar peri-menopoz sürecinin doğal semptomları diyor.
Bu süreçte, Estriol, E3 östrojen türlerinin dengesizlikleri, saç dökülmesine, cilt elastikiyetinin bozulmasına, idrar kaçırmaya yol açıyormuş.
Yaşadıklarım kaynağına ışık tutuyorum ama moralimi düzeltmiyor bu bilgilere erişmek aksine, gittikçe karanlık bir umutsuzluğa doğru ilerliyorum.
Ve okudukça bunun da kaçınılmaz bir peri-menopoz süreci olduğunu öğreniyorum:
Östrojenin beyne yolladığı dengesiz alarmlar, seratonin eksikliğine, gereksiz adrenalin pompalanmasına, kortizolün artmasına yol açıyor.
Yani beynimizdeki amigdala bölgesi bize sürekli ancak gereksiz yere ‘kaç ya da savaş’ sinyalleri göndererek tüm bedenimizde ve zihnimizi stres altına alıyor.
Artan stres sebebiyle, östrojeni iyice baskılıyor beyin.
Stresin artması, daha fazla uykusuzluğa ve yorgunluğun iyice artmasına yol açıyor.
Östrojenin iyice rayından çıkması da, uykusuzluk, yorgunluk, stres, konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık ve beyin sisi (o da ne?) döngüsünü başlatıyor.
Tüm bu kaosu kaldıramayan insanda duygu durum bozuklukları başlıyor.
Eee insan bedeninin de bir sınırı var. Bir anda binen yükleri, ne fiziksel, ne zihinsel, ne de ruhsal olarak kaldıramayan kadınlar kaygı bozukluğu ve depresyona doğru ilerliyor.
Peki ben de yaşayacak mıyım bunları?
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
3 Aralık 2023… Menopoz tedavisi HRT hakkında öğrendiklerim…
Bu arada okuyup dinlediğim tıbbi araştırmalardan tünelin ucunda bir ışık görüyorum: HRT – yani hormon replasman tedavisi.
Son 10-15 yılda sentetik ve ağızdan alınan ilaçlar yerine kadın vücudunda menopoz ile dalgalanan hormonları yerine koymak için geliştirilmiş, harici uygulanan biyo-eşdeğer hormonlarla yapılan bir tedavi. Doğru şekilde kullanılır ise bir kadının pre-menopoz-post dönemlerinde yaşadığı birçok sağlık sorununa, yaşam kalitesini alt üst eden faktörleri dengelediği ve de bunun karşılığında, diğer sentetik hormon tedavisinin aksine, kanser riskini çok minimal arttırdığını öğreniyorum.
Ayrıca peri-menopoz sürecinde doğru HRT tedavisinin kan yağlarını azalttığı ve buna bağlı olarak gelecekte kalp ve damar hastalıklarını azalttığını, HRT ile birlikte alınan biyoeşdeğer östrojen hormonu kemik yıkımını yavaşlattığı için osteoporozun gelişmesini yavaşlattığını, ve yine biyoeşdeğer östrojen hormonu takviyesinin, antioksidan etkisiyle beynin plastisitesini arttırıp, Alzheimer hastalığından etkilenen sinir hücrelerinin patolojik hale gelmesini tersine çevirebildiğini okuyorum.
Yani östrojenin sadece üreme değil özellikle beyin fonksiyonu için çok önemli bir hormonmuş. Hatta ‘yumurtalıkların sağlığı beyin sağlığına bağlıymış’.
Keşke hamile kalmaya çalıştığım dönemde bu konuları biraz daha araştırsaydım diyorum.
Ancak geçmiş geçmişte kaldı. Şimdi günümüze bakalım.
Rahmetli Demirel’in dediği gibi; ‘dün dündür, bugün bugün.’
Artık bugün için bir umut doğuyor içimde.
Ve doktorumla görüşmeme sadece 5 gün kalmış olmasına rağmen, hemen heyecanlanıp kadın doğum doktorumun asistanına yazıyorum; ‘HRT diye bir tedavi varmış, acaba muayene için gelmeden hemen başlayabilir miyim?’
Düşünün, öyle tahammül edilemez durumdaki gece terlemelerim, 5 gece daha dayanamayağım!
Doktrum mesajımdan birkaç saat sonra arıyor. Ve diyor ki; ‘Zeynepçim bu konu çok hassas dengeleri içeren bir konu, hormon replasman tedavisine başlamadan önce bazı incelemeleri yapmamız gerekiyor. Zaten ben seni geldiğinde olası polip, myom, rahim ağzı ya da rahim kanseri ve endometrium (rahim içi zarı) kalınlığı gibi bulguların var mı diye jinekolojik muayene edeceğim. Olası hormon tedavisi öncesindeki durumu saptamak için geçmiş mammogram ve meme ultrasonunu değerlendireceğiz. Rahim ağzından smear testi yapacağız. Senden zaten hormon tetkikleri istemiştim. Senin ve ailenin sağlık geçmişini yeniden değerlendireceğiz. Konu yalnızca gece terlemeleri ve sıcak basmaları gibi yakınmalardan ibaret değil. Ailede veya sende meme veya herhangi bir kanser öyküsü var mı? Yine ailede yaşa bağlı kalp krizi gibi kalp damar hastalığı, bunama gibi nörolojik hastalık, kemik erimesi gibi sorunlar var mı? Tüm bunların ışığında hormon tedavisine başlayıp başlamayacağına karar vereceğiz.
Nasıl güzel bir doktor Hüsniye Hanım…
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
4 Aralık 2023… Menopozun diğer etkileri…
Bu arada araştırmalarıma devam ediyorum. Menopozla birlikte başka ne gibi arızalar olabilir?
Östrojen dengesizliğinin yol açtığı diğer hasarlar arasında; kemiklerin ve kasların zayıflayıp erimesi yani osteoporoz riski var.
Östrojenin düşmesi hem kemik sağlığının bozulmasına hem de kas kaybına sebep oluyor. Çünkü östrojen ve sema3A proteini seviyelerinin azalması, kalsiyum emiliminin azalmasına yol açıyormuş.
Kalsiyum metabolizması değişimi, kemik ve eklem ağrıları ile başlayan, kemiklerin yapısını korumayı olumsuz etkileyen, kemik yoğunluğunun düşmesine ve iskelet sisteminin hasar görmesine kadar bir dizi sorunları yanında getiriyormuş.
Yani bir yandan kemikleriniz eriyor, bir yandan onları saran kaslar eriyor. Siz de çıt kırıldım bir hal alıyorsunuz. Şaka değil, yaşlı kadınların düşüp kalçasını kırdığını çok sık duyuyoruz, ve öğreniyorum ki aslında kalça kırıldığı için düşüyorlar.
Çünkü bu bilgileri kendileri ile paylaşan hiçbir bütünsel doktor olmadığı için kemik erimesine karşı Omega 3 gibi önlemler alınmamış, vücudun omurgasını desteleyecek kasların gelişmesi için spor, ağırlık önerileri yapılmamış. Ve çıt diye kırılıvermiş kadınlar.
Hemen hastaneye gidiyorum, ortopedist doktora durumumu anlatıyorum, rica ediyorum, yaşımı da dikkate alarak kemik dansitesi ölçümü tetkiki yazıyor bana.
Osteoporoz nedir tıbbi açıdan öğrendiklerime bir bakalım. Kemiklerde bulunan mineral yoğunluğunun azalması sonucunda kemiklerin zayıflaması ve kırılgan hale gelmesi, halk arasında kemik erimesi olarak tanımlanıyor.
50 yaşından sonra her 3 kadında bir görülemesi ise korkutucu. Peki neden kemikler zayıflıyor? Normalde 30 yaşına kadar kemiklerimizin yeniden yapılması devam ediyormuş, kemik yapısı ve kütlesi 30’larda en güçlü noktaya ulaşıp, 40’lardan itibaren kemik kütlesi yavaş yavaş azalmaya başlıyormuş.
Ancak özellikle menopozdan sürecinde östrojen azalması kadınlar hızla kemik kaybetmeye başlıyormuş. Ve eğer doğru beslenme takviye ve egzersizler uygulanmaz ise 5-10 yıl içinde kemik yıkımı, tamirinden daha hızlı olduğu için, kadınlar kemik kütlesinin üçte birine yakınını kaybediyormuş.
Kütlesi azalan zayıf kemikler; özellikle kalça, el bilekleği ve bel omurları, küçük bir düşmede bile kırılabiliyormuş. Hatta kemik erimesi çok ileri bir seviyede ise hareket halinde iken kemikler kendiliğinden kırılıverdiği için düşmeler yaşanabiliyormuş. Hatta tüm vücut kemik miktarında ciddi azalmalar olduğu için özellikle osteoporozlu kadınların vücutları küçülüp, boyları kısalıp, omuzları yuvarlaklaşıyormuş.
Bir de kadınlar menopozdan ayrı olarak osteoporoz konusunda erkeklerden daha şansız, çünkü bizim kemiklerimiz zaten erkeklerinkinden %20-30 daha azmış. Yani zaten kemik açısından erkeklere göre baştan ekside başlayıp, menopoz ile daha fazla kayıp riskimiz oluşuyormuş. osteoporoz riskini arttıtan diğer faktöreler ise; yetersiz kalsiyum alımı, ince, narin ve minyon kemik ve vücut yapısı, kırık öyküleri, düşük testosteron seviyeleri, sigara içmek, günde 2 kadehten fazla alkol içmek, egzersiz (özellikle güçlendirici ve kas yapıcı) yapmamak, genetik, ve de romatizma, romatoid artrit, ankilozan spondilit, lupus gibi iltihaplı eklem hastalıkları.
Peki nasıl kemiklerimizin durumunu ve osteoporoz riskimiz olup olmadığını nasıl anlayacağız? DEXA (Dual-Energy X-ray Absorptiometry), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve bilgisayarlı tomografi (BT) gibi çeşitli tarama ve görüntüleme yöntemleri var.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
5 Aralık 2023… Kemik uzmanı DEXA ile tanışmam…
Benim gittiğim hastande, 30 dakika süren, düşük radyasyonlu bir işlem olan ve de osteoporoz tanısında en çok kullanılan DEXA mevcut. Ve randevu alıp giriyorum ölçüme.
DEXA’da hastaya iki farklı seviyede enerji içeren fotonlar gönderiliyor ve fotonların kemiklerin farklı dokuları içerisinde ilerleyişi, absorpsiyonu ve geri yansıması ile oluşturulan görüntülerle, kemik yoğunluğu bilgisi elde ediliyor. Sonuçları anlamak da epey zor. Çünkü rapor olarak elinize bilgisayardan çıkmış birkaç eğri ve gr/cm2 cinsinden rakamlar veriyorlar. Bu şifreli bulmaca gibi sonuçları çözene kadar bayağı araştırmak zorunda kaldım. Testte değerlendirme için iki farklı skor var: T skoru genç yaşlar ile, Z skoru ise aynı yaş grubu ile karşılaştırılan değerlermiş. Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre, kişinin T skorunun, 25 yaşındaki sağlıklı hemcinsinin kemik yoğunluğuna göre -2.5 SD ve altında olması osteoporoz (kemik erimesi), -1 ile -2.5 SD arası ise osteopeni (düşük kemik yoğunluğu) olarak kabul ediliyormuş. Eksik olan her -1 SD T skoru, kırık riskini 2-3 kat arttırıyormuş. Genel görüş 50 yaş altında Z skoru’nu, 50 yaş üstünde ise ise T skoru’nu dikkate almak yönündeymiş. Bu arada DEXA taramasının sağlıklı sonuç verebilmesi için hem femur boynu hem de lomber kemiklerinin taranmasının yapılması öneriliyor.
DEXA nasıl bir deneyim diye sorarsanız?
Her tarafı açık, ancak aşağı yukarı ilerleyen bir görüntüleme monitörünün, vücudunuzu taradığı MR makinesi gibi. Düz bir düzey üzerine sabit ve kıpırdamadan yatıyorsunuz. Ve sizden 30-40cm uzaklıktaki bir monitor üzerinizde bir aşağı bir yukarı gidip ölçüm yapıyor. Makinede 30 dakika yatarak kemik ölçümü yaptırıyorum.
Sonuçlar çıkıyor kemik ölçümüm T değerim +2.5. Okuyup öğrendiklerime göre kemiklerim epey kuvvetli. Ancak emin değilim tabi ki. Kontrol ile ortopedistim ile konuşabildiğimde ‘Maşallah, Kuvvetli kemikleriniz’ diye teyit. Seviniyorum, hiç olmazsa elde var 1.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
8 Aralık 2023. Doktorumla ilk buluşma…
Ve sonunda doktorumla kavuşma günü geliyor.
Çok mutluyum, çünkü bana çözüm getirecek, inanıyorum!
Tüm tahlil ve tetkik sonuçlarımı paylaşıyorum. Hem yaşadıklarımı, hem de okuyup öğrendiklerimi bir çırpıda anlatmaya çabalıyorum. Öyle soluksuzum ki, ‘bir dur nefes al, menopoza hoş geldin Zeynepçim’ diyor Hüsniye Hanımcım.
Acı acı gülüyorum.
Bir yandan şanssız bir azınlık olduğumu öğreniyorum, bir yandan da tedavi umudum olduğunu.
Şanssızlığım aşırı yoğun menopoz semptomlarım ile alakalı.
Neredeyse eksiksiz menopoz semptomlarını yoğun şekilde yaşamamı, hem ergenlik döneminde doktorumun uyguladığı yanlış hormon tedavisine, hem de tüp bebek süreçlerinde aldığım aşırı hormon yüklemesine borçluymuşum. Ve işin kötüsü hamile kalıp doğuramadığım için vücucum bu hormonları dengeleyememiş.
İşte yaşadığım tüm semptomların yoğunluğunun kaynağı, önceki hormon tedavileriymiş.
Araya girip, bir konuya dikkat çekmek istiyorum. 12-13 yaşında düzensiz ve sık regl sebebi ile gittiğim doktor, bana juvenil kanama teşhisi koyup, doğum kontorl hapına başlatmıştı. Ve bana hiçbir zaman hiçbir jinekoloğum ‘doğum kontrol hapı bir hormondur, senede 1-2 ay bırak vücudun dinlensin, ileride testler yapalım ihtiyacın var mı kontrol edelim’ demedi Ve ben 30 seneye kadar aralıksız kullandım. Hiçbir doktor ‘bu çocuk, erken, genç kız, kadın, belki birgün hamile kalmak isteyecek, doğurmak isteyecek, biz onun hormon dengesi ile oynayarak geleceği, hayalleri ve umutları ile oynuyoruz’ demedi. Hiçbir doktor bu hormon yükünün doğurganlığım ve menopoz sürecimde bedenimdeki etkilerini düşünmedi, tartmadı, engellemeye çalışmadı. Hatta tüp bebek tedavisi için gittiğim tüm doktorlar ‘alakası yok önceki tedavinin’ dedi.
Oysa literatür ve doğurma kaygım kalmadıktan sonra İzmir’de gitmeye başlalığım kadın doğumcu doktorum, çocukluğumdan beri gelen bu tedavinin yol açtığı hasarlara parmak gösterdi.
Ancak tabi ki tüp bebekçilerin ekmek kapısı olduğu için işlerine gelmedi. ‘Şu konuyu bir takibe alalım, hormon seviyelerini birkaç ay gözlemleyelim, acaba hormonal bir dengesizliğin kısırlığa yol açıyor olabilir mi? Bu konu için çözüm üretebilir miyiz? demedi gittiğim 4 farklı tüp bebek doktoru.
‘Önemi yok, alakası yok’ dediler hep.
Zaten hastanın öyküsü onların umurunda değildi. Bizler fabrikada montaj hattındaki birer üründen, istatistiklerde başarı oranları tutturmak için labratuar deneklerinden başka birşey değildik.
Ez cümle: çocuğunuza ve kendinize yazılan hormon tedavilerini mutlaka çok iyi araştırıp, farklı endokrinolog ve bütüncül doktorlara sorup, ona göre uygulayın. Ve eğer tüp bebek tedavisine başlıyorsanız, bilin ki eğer hayalleriniz gerçekleşemezse sadece duygusal ve zihinsel olarak değil, bedensel olarak da büyük yükleri geleceğe taşıyacaksınız. Tüm bunları bilerek, hissederek, göze alarak başlamak gerekiyor.
Eminim ben çocukken doktorum juvenil kanama için hormona başlarken, yeteri kadar açıklama yapmış olsa idi annem bu sürece girmeme izin vermezdi. Ve tüp bebek sürecine başlamadan önce doktorlarım, menopoz sürecinde kadın doğumcumun empatik yaklaşımı ile detaylı açıklamaları yapsaydı, nasıl bir yolculuğa çıktığımı, risklerimi, gelecekte bedenen yaşayabileceklerimi bilirdim ve süreci farklı yönetir, ve muhtemelen çok daha kısa keser, az sayıda risk alırdım.
Menopoza geri dönersek…
Hüsniye Hanım ile tam 1 saat 10 dakikayı birlikte geçirdik. Beni 20 dakika boyunca muayene ettikten sonra, geriye kalan süre boyunca bana seçeneklerimi etraflıca anlattı.
Hormon Replasman tedavisini en ince ayrıntısına kadar açıkladı. Hüsniye Hanım Amerika’daki menopoz kongresinden yeni gelmişti, tüm güncel bilgiler ile bana süreci, risklerini uzun uzun anlattı. Hormon tedavisi konusunu çok ciddiye alıyordu.
Yeniden hatırlayalım tıp dünyasının kadına ne yaptığını: 1950-1990 arası, sırf ilaç firmaları kar etsin diye, kimyasal bileşenler ile patentlenen, pahalı ve zararlı hormon ilaçları, doktorlar tarafından, riskleri ve sonuçları hiç düşünülmeden, araştırılmadan, bol kepçeden dağıtılmış kadınlara. Ancak kullanılan sentetik/kimyasal hormonların kanser riskini arttırdığına dair araştırma sonuçları ortaya çıkmış. Ve 1990-2015 arası dünyada neredeyse hiçbir kadına hormon verilmemiş. Oysa bu sentetik, zararlı hormon ilaçları yerine, kadınların menopoz sürecinde yaşadığı dengesizlikleri düzenleyebilecek, erişilebilir, zararsız ve çok uygun fiyatlı biyo eşdeğer hormon içerikleri zaten doğada varmış. Ancak doktorlar açıklalanan kanser araştırma sonuçlarından ve ilaç firmalarından korktukları için; ‘bu işin farklı bir yöntemi de var, doğal hormonlar verebiliriz’ diyememiş. Ve kadınlar uzun süre kaderine terk edilmiş, yapayalnız ve çaresiz bırakılmış.
Sonra yavaş yavaş biyo eşdeğer hormon çalışmaları hızlanmış. Hatta bunun dünyada öncülerinden birisi bir Türk göz doktoru olmuş. Kadınların terleme, uykusuzluk, depresyon, kemik erimesi, hafıza ve beyin fonksiyonları kaybı, kalp damar tansiyon hasarları, cilt elastikiyeti bozuklukları, idrar kaçırma, üriner sistem iltahapları, enerji düşüklüğü, yağlanma ve kilo alma gibi sorunlarının kaynağı menapoz ile östorjen ve progesteron hormon seviyesindeki ani düşüşlerinden kaynaklandığı ve biyo eşdeğer hormon replasman tedavisi ile bunların önlenebileceği ve yaşam kalitesinin düzeltilebileceğine dair araştırma sonuçları mevcut. Ve bunun bedeli meme ve rahim kanseri oranında sadece %0.1 artış riski olduğu araştırmalar ile kanıtlanmış.
Bu arada zaten menopozun kendisi, hiçbir tedavi olmadığında kadınlar için bir kanser riski yaratıyormuş. Mesela östrojen pre-menopoz veya geç menopozda çok yüksek seviyeye çıkarsa, östrojen yüksek, progestreon düşük olduğunda kanser için uyarıcı etki olabiliyormuş. Ya da yumurtalıklarda östrojen üretimi kesildikten sonra, sadece vücudun yağ hücreleri östrojen üretmeye başlıyormuş. Bu da testesteronu östrojene çeviren ‘aromatase’ enziminin artmasına yol açıyormuş. Ancak aromatase kanser tümörünü besleyen bir enzimmiş. E1, E2, E3 (estrone ve estradil) östorjen bileşenleri, kimyasal maddelere metabolize olup, meme kanserinin ilerlemesine neden olabliyormuş. Östrojen artar progesteron düşerse rahim kanseri riski artıyormuş. Östrojen tedavisiyle birlikte Progesteron kullanılması rahim kanseri riskini azaltmak için gerekliymiş. Progesteron, rahim zarının (endometrium) aşırı büyümesini önleyip, östrojenin olası yan etkilerini dengelemeye yardımcı olup, ayrıca derin uykuyu arttırmada, gece terlemelerini ve depresyonu azaltmada fayda sağlıyormuş.
HRT’nin ağızdan alınan sentetik hormondan da çok farklı. Uygularken dikkat edilmesi gereken kurallar var.
Yalnızca ve muhakkak, insan vücudundakine eşdeğer, doğal, yani biyoeşdeğer hormonlar kullanılmalı.
Bunların taklitleri meme kanseri başta olmak üzere birçok ciddi hastalığa davetiye çıkarmak anlamına geliyormuş. Krem, jel, fitil ya da patch şeklinde olan hormon preparatlar şeklinde olan biyoeşdeğer hormonlar, zaten ciltten ya da vajinal yolla alınmak üzere hazırlanıyor. Ama yumuşak kapsül formunda olanları da ağızdan değil kesinlikle harici kullanmak gerekiyormuş.
Mesela ağız yoluyla alınan östrojen karaciğerde metabolize oluyor. Ve bu da kan basıncını yükselten faktörlere yol açıyormuş. Dolayısı ile pıhtılaşmayı artırarak kalp krizi, akciğerde damar tıkanıklıkları, felçler gibi sorunlar doğurabiliyormuş.
Biyoeşdeğer tedavide hormonlar, ağızdan alınmak yerine, deriye uygulanan jel veya vajinal kapsül olarak alındığında, karaciğeri by-pass edilerek, karaciğer ve kalp damar sağlığı üzerindeki yük azalıyormuş.
(Araştırmalara göre hap şeklinde oral östrojen tedavisi kullanan kadınların yüksek tansiyon geliştirme riski, bant veya jel gibi topikal östrojen kullananlara kıyasla %14, vajinal krem veya fitil kullananlara kıyasla ise %19 daha yüksek. Ayrıca, hayvanlardan elde edilen konjuge at östrojeninin kullanımı, vücudun menopozdan önce ürettiklerini yakından taklit eden sentetik bir östrojen olan estradiol ile karşılaştırıldığında %8 daha yüksek riskle ilişkilendirilmiş.)
Hüsniye Hanım da 2 senedir HRT tedavisini uyguluyordu ve ‘en fazla 3 sene daha uygularım, şimdilik düşüncem bu yönde, ama araştırmalar daha uzun kullanmanın sağılığıma zararı yerine faydası olacağını söylerse, o zaman devam da edebilirim dedi’ dedi.
Tahlil ve muayene sonuçlarıma bakınca; östrojenim düşük, 3 aydır regl olmuyorum, zaten son 1 sene içinde de 2 kez ek ilaç ile regl oldum, peri menopoz evresinde olduğum kesin. Geciktirmeden tedaviye başlamak benim için mantıklı gözüküyor.
Tedaviye başlamak istediğimi söyledim.
Bana tam 3 sayfalık ‘tüm riskleri anladığıma ve kendi sorumluluğumu alarak, kendi rızamla bu tedaviye başladığıma’ dair evraklar imzalattı.
Bana en komik gelen, bu hormonların kat kat fazlasını tüp bebek tedavisinde gani gani alırken kimse bana herhangi bir risk anlatmadı veya bir ‘kendi öz iradem ile tedaviyi istiyorum’ kağıdı imzalatmadı.
Çocuk doğurmak için herşey mübah, anne olmak öyle kutsal ki, anne olmak için kobaya dönüşüp aşırı hromon yüklenmekten gelecek kanser riski hiç önemli değil. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez gibi bir mantık.
‘Ama artık doğuramayan ve yaşı ilerlemiş bir kadın için neden risk alalım ki?
Hatta tıbba göre atıl birisinin kanser olma riskiyle uğraşalım?
Rafa kalkması gereken kadın sağlık sistemimizi uğraştırsın?
Tedavi falan yapmayalım, varsın uyumasın, varsın depresyona girsin, varsın kemikleri erisin,varsın kalp krizi geçirsin, , varsın aklını, hafızasını, beynini yitirisin. Ne çekecekse çeksin, bize ne?
Hatta mümkünse çöpe atalım, gitsin!
Daha önce uyduruktan bir tedavi bulmuştuk, o kanser yapmıştı, şimdi kanser yapmayanı var mı diye kim uğraşacak? Tüm bu uğraşlar bu ıskartaya çıkmış kadın için değmez ki!
Zaten bu bir tabu, kadınlar bile kendi ortamlarında, ailelerinde bunu konuşamıyor, en iyisi biz de salağa yatalım ve yokmuş sayalım kadınların menopoz sürecini.’
Tüm bunları fark etmek insana kendini nasıl işe yaramaz, yetersiz ve değersiz hissettiriyor, biliyor musunuz? Üstelik zaten kendinizi çukurun dibinde patinaj çeker gibi çaresiz, güçsüz, enerjisiz, moralsiz hissettiğiniz bir dönemde, tıp dünyasının kadını böyle yalnız bıraktığı, azımsadığı hatta aşağıladığını anlamak büyük bir darbe oluyor insana.
Neyse ki Hüsniye Hanım araştıran, paylaşan, progresif bir doktor.
Uzun uzun detaylıca konuşmamız, son 1.5 aydır menopoz konusunda dünyadaki en saygın kadın doğumcu, endokrinolog, nörolog profesörlerinin kitaplarından, podcastlerinden öğrendiklerimi teyit etti. Kendisine giderken niyetli olduğum Hormon Replasman Tedavisine başlamak üzere gelecek için bir yol haritası çıkartıyoruz.
Çünkü; birincisi demin dediğim gibi tedavi olmasam da kanser riskim var… sonra ailemde ve kendi geçmişimde bir kanser vakası yok… ayrıca dünyada menopoz semptomlarını yoğun yaşayan %5 kadın arasındayım ve bu 3-5 sene sürecek bir ağır yük… Özellikle gecelerim büyük kabusa dönüştü… Gündüz terlemelerine razıyım, gündüz ter bassın, soyunup giyinirim, dert değil diyorum. Ama neredeyse hiç uyuyamamak büyük bir kabus. Uykusuzluk, yorgunluk gerçekten beni çok zorlayan bir sarmal. 2 ay süresince tünelin ucundaki ışığı hiç göremeyince, aksine beden, zihin ve ruh sağlığımın, enerjimin ve moralimin nasıl hasar aldığına şahit olunca, yaşam kalitem ve sağlığım için hormon replasman tedavisini tercih ettim. O günün koşullarında farklı bir karar vermem mümkün değildi.
Süreç nasıl işliyor?
HRT ye başlamadan önce, 14 gün boyunca vajinal fitil olarak biyoeşdeğer progesteron kullanıyor ve ardından 14 gün hiçbirşey kullanmadan kanama olacak mı diye bekliyorsunuz.
Eğer kanama olmaz ise, doğal döngüyü takip edecek şekilde 3 ay boyunca, ilk 14 gün haricen biyoeşdeğer östrojen (derinize jel sürerek veya patch yapıştırarak) kullanıyorsunuz.
Ardından gelen 14 gün boyunca harici biyoeşdeğer östrojene ve progesteronu ekliyorsunuz, ve ikisini birlikte kullanıyorsunuz.
14 gün östrojen, 14 gün de östrojen + progesteron kullandığınız 28 gün geçtikten sonra, 1 hafta hiçbir şey kullanmadan bekliyorsunuz.
Çünkü bu sürede yeniden kanamanız olabilir ve regl döngünüz yeniden başlayabilir.
HRT’nin asıl amacı, östrojen seviyelerini dalgalanmalarını hafifletmek ve menopoza girişi geciktirmek. Daha önce östorjenin bir anda düşerek beyindeki yarattığı hormonal dengesizliğin nasıl bedenimizde bir kaos yarattığını anlatmıştım. İşte HRT östrojenin ani düşüş veya dalgalanmalarını hafifleterek dengeleyip, menopoza girişin zamana yayılarak geciktirldiği dışarıdan bir müdahale.
Eğer kanamanız olur ise 14 gün östrojen, 14 gün östrojen + progesteron, 7 gün boş geçmeli, 35 günlük tedavi ile devam ediyorsunuz. Kanamanız devam ettiği sürece bu döngü böyle işliyor.
Eğer HRT’ye başladıktan sonra 3-4 ay boyunca kanamanız hiç olmazsa, HRT kullanım şeklini, regl düzenini taklit eden 7 günlük döngülere indirgeyecek şekilde harici biyoeşdeğer östrojen ve progesteron tedavisine geçiyorsunuz.
Bu arada jel formundaki biyoeşdeğer östrojen Türkiye’de bulunmuyor. Ya da çok az sayıda eczanede yurtdışı fiyatının 10 katına satılıyor. Oysa bu jeller Fransa ve Almanya gibi medeni ülkelerde kadınlar kolayca erişebilsin, satın alabilsin diye çok uygun fiyatlara satılıyor. Almanya havalimanlarında veya Fransa’da Türk doktorların reçetesi ile satın alınabilir eczaneler olduğunu söylüyor Hüsniye Hanım.
Doktorum 2 hususa daha parmak basıyor. Hormon kullanımına başlarsak, her bireyin tepkisi farklı olacağı için, benim vücudumun aldığım hormonları ciltten ne oranda emebildiğini ve ne yönde metabolize ettiğini tetkiklerle ortaya koymamız ve ona göre devam veya tamam dememiz, veya doz ayarı yapmamız gerekiyor. Bu da tedaviye başladıktan 6 – 8 ay sonra İdrarda Östrojen Metabolitleri testi yaptırmamız gerekiyor. İşlevini tamamlayan östrojen hormonu uygun yolla vücuttan atılamıyorsa sağlığım için tehdit oluşturabiliyormuş, ayrıca olası kanser riski belirleyicisi olarak Koruyucu ve Tümörojenik östrojen seviyelerime bakılması için gerekli bir testmiş. Tabi ki yaparız diyorum.
Ayrıca bana şöyle bir açıklama yapıyor. Tedaviye başlarsak sadece ve sadece verilen dozda kullanacağım. Daha fazla değil. (Bunun önemini daha sonra anlatacağım)
Bu arada doktorum zaten beni DIM plus’a 2 sene önce başlatmıştı, meğersem peri-menopoz sürecinde olduğumu tahmin ederek beni doğal bir koruma altına almak istediği için bu takviyeyi vermiş. Oysa ben sadece rahim içinde bir miyom problemi yaşadığım, miyomu aldığı, biyopsiye gönderdiği, temiz çıktığı ancak koruma amacı ile DIM plus verdiğini zannediyordum. Peri-menapoz ve menopoz dönemlerinde, lahanagillerin öztülerini içeren DIM Plus’ın östrojeni dengelemekte önemli rol oynayan bir takviye olduğunu detaylıca anlatıyor. Ve DIM Plus dozu günde 2’ye, sabaha akşama çıkartıyor.
Ayrıca semptomları azaltmak için doğal takviye olarak Ashwagandha öneriyor.
Binlerce yıldır geleneksel Hint tıbbında, Ayurvedik bir takviye olarak Ashwagandha, adaptojenik bir bitkinin özütü. Stres ve anksiyeteyi azaltma, uyku kalitesini iyileştirme, bilişsel fonksiyonları destekleme, bağışıklık sistemini güçlendirme, depresyon belirtilerini hafifletme, fiziksel performansı artırma, iltihap veya enflamasyonu azaltma, kan şekerini düzenleme ve kolesterol seviyelerini iyileştirmeye yaradığına inanılan Ashwagandha tüm bu özellikleri sebebiyle menopoz belirtilerini azatlmak adına birebir bir doğal takviye olarak geçiyor. Uyku problemleri, stres, kaygı, depresyon gibi ruh hali değişimleri, metabolizma yavaşlıkları, hafıza performansı, düşük kas gücü ve düşük libido gibi menopozda beliren semptomlar ile savaştığı için özellikle öneriliyor. Şaşırıyorum. Ben hamile kalmaya çalıştığım sırada Ayurveda ile ilgilenen jinekolog ve tüp bebek doktoru olan rahmetli Bora Bey, takviye olarak Ashwagandha önermişti. Ancak Türkiye’de bulunamadığı için yurt dışından getirtmiştim. Birkaç ay kullanmıştım. Fakat sürekli yurt dışından getirmek zor olduğu için kullanmayı bırakmıştım. Kapsül, toz, tablet ve sıvı özüt gibi çeşitli formlarda bulunuyordu. Ancak asıl menopoz için faydası olduğunu öğrenmiş oldum. Tabi bir de hala Türkiye’de bulunamadığını. Hatta Ashwagandha Türkiye’de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından onaylı bir gıda takviyesi olmadığı için satışı ve ithalatı yasakmış. Şaşırdık mı? Hayır. Bazı eczanelerin preparate olarak hazırlayabildiğini öğrendim sadece.
Ayrıca doktorum farklı birkaç takviyeye de değiniyor.
45 yaş üstü her kadının düzenli olarak Magnezyum, D3K2, C, B12 vitaminleri, Omega 3 kullanmasının sağlık açısından önemli olduğunu belirtiyor.
Uzun salınımlı doğru Melatonin’in kadınlarda kanser riskini düşürdüğüne dair araştırmalar olduğunu söylüyor.
Benim gibi daha önce çocukluğunda ve tüp bebek tedavilerinde hormon almış ve doğuramamış kadınlar için, glutatyon seviyesini arttırmak için, Q 10 ve Alfa Lipoik Asit (ALA) takviyelerinin dönüşümlü olarak kullanılmasının faydalı olacağını söyledi.
Ve de sadece hormon ve takviyeler yetmez, kardiyo ve kas çalıştıracak egzersizlerin mutlaka yapılması gerektiğini ekledi.
Sağlıklı yaşlanmak ve kansere karşı korunmak için bunlar vazgeçilmezler dedi.
Kapıdan keşke her doktor böyle olsa diye çıktım. Çünkü bana ilk başta yanlış tedaviyi veren ilk jinekolog ile başlayarak hiçbir kadın doğumcu, tüp bebekçi, veya diğer uzmanlık alanındaki bir doktorum bana bunlardan bahsetmedi.
Oysa tıbbın görevi bu, kadınlarında hakkı. Kadınların hem yaşam kalitesi açısından, hem de sağlığlık riskleri açısından öyle zor, öyle tehlikeli olabilen bir süreç ki bu, doktorlar hastaları bilgilendirmekle yükümlü diye düşünüyorum.
Zaten 14 gün progesteron kullanıp gitmiştim doktoruma.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
6 Aralık 2023.. doktor tastikli menopoz süreci ve Hormon Replasman Tedavisi…
Görüşmemizden sonra tek düşünebildiğim, sonraki 14 günü boş geçip, biran evvel biyoeşdeğer östrojen tedavisine başlamak.
Çünkü gece terlemesi, uykusuzluk, çarpıntının dibine kadar yaşamaktan yoruldum. 35 gündür uykusuzum ve şu anda benim için uyku bir hayal. Yatağa akıp nehir olmamak bir hülya. Uyansam da yeniden bir şekilde uyuyabilmek, sabah dinlemiş, enerjik ve mutlu kalkabilmek bir rüya.
Hemen aklıma geliyor Burcu ve Berrak Almanya’da, ve benim için herhangi bir mücevherden çok daha değerli Estrava jelden 3lü paket alıp getirdiler bana. Kendilerine müteşekkirim. Kadının değerinin ve hatta adının olmadığı kendi ülkemizde bulamadığımız için, sürekli Almanya’yadan, Fransa’dan temin edilecek bir cevher yani bu Estrava.
14 günü herhangi bir tedavisiz ve yine uykusuz, yorgun geçirdikten sonra biyoeşdeğer östorjen ile HRT’ye başlıyorum.
Bu arada güzel bir gelişme oluyor. Östrojen ve progesteronu bilrikte kullandığım sırada adetim geri dönüyor. Hemen doktoruma haber veriyorum. Bana sesli bbir mesaj gönderiyor. Zeynepçim çok sevindim. ‘Senin adet döngünü ne kadar uzun devam ettirebilirsek ve tam menopoza girişini ne kadar erteleyebilrsek o kadar iyi bedenin için, tedavinin sonuç vermesine çok sevindim, bu bir müjde, sevin’ diyor.
Seviniyorum tabi ki.
Ancak bir yandan uyumaya dair umutlarım her gece karşılıksız kalıyor, terler içinde uyanmaya, yatağa akmaya, bir daha uyuyamamaya devam ediyorum.
Bu tedaviye geçmiş hangi tanıdığım ile konuşsam ‘15-30 gün arası etkilerini görürsün’ diyorlar.
‘Sabret Zeynep’ diyorum. Ve bekliyorum…
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
10 Ocak 2024… Sisli Beyin Şoku…
Asıl kitaplarda ve podcastlerde denk geldiğim ‘Beyin Sisi – Brain Fog’ ile tanışıklığım muhteşem oluyor.
Hala uykusuzluk ve yorgunluk ile zombi gibi kalkıyorum.
Ve günler geçtikçe herşeyi unutmaya başlıyorum. Düşüncelerimi toparlayamıyorum.
Hatta düzgün konuşamıyorum bile. Çünkü anlatırken kelimeleri unutuyorum, ‘neydi neydi neydi’ diyip duruyorum.
Önce ‘düşük kapasite çalışıyor beynim bu aralar’ diyerek, kendimle dalga geçip, baş etmeye çalışıyorum bu durum ile.
Hatta eşim; ‘zaten fil hafızalıydın ve fazla hızlı çalışıyordu beynin, şimdi anca denk olduk, iyi oldu’ diye espiri yapıyor.
Gülüyoruz. Her gün unuttuklarıma – konuşurken bir anda durup hülyalara dalmama, söyleyeceklerimi unutmama, telefonumu nereye koyduğumu unutmama, şarj etmeyi unutmama, yapılacak alışverişi unutmama, kapıdan dışarı çıkıp anahtarı içeride unutmama, hatta ocağı açık unutmama – bol bol gülüyoruz.
Sürekli ‘ben ne yapacaktım?’ diyip duruyorum. Ne için ayağa kalktığımı, ya da telefonu elime aldığımı hatırlayamadan boş boş bakıyorum uzunca bir süre.
“Sen böyle çok iyisin’ diyor Alp moralimi düzeltmek için. ‘sanki çakır keyif gibisin’. Gülüyoruz.
Ancak her geçen gün fark ediyorum ki, aslında içimden acı acı gülüyorum.
Çünkü yavaş yavaş konsantre olup yazamadığımı görüyorum.
Eskiden gün içinde bir sürü iş halleder ve de bilgisayar başına oturup yazılarımı tamamlarken, artık günde sadece bir iş halledip, geriye kalanları bir türlü bitiremez hale geliyorum.
Fikirlerini, sözlerini, yazılarını, eylemlerini toparlayamamak, kendini yazılı sözlü ifade ederek yaşayan bir insan için epey moral bozucu bir deneyim.
Yolculukterapisi websiteme uzunca bir süre yeni bir yazı ekleyemiyorum.
Yeni bir podcast kaydedip yayınlayamıyorum.
İklim Krizi, Sürdürülebilirlik, Dünyamıza İyi Bakan bir Gezgin olma konularında konuşmacı olarak çağırıldığım yerlere gelemeyeceğimi söylüyorum. Instagrama haftada bir paylaşım yapmak bile zor geliyor.
Gerçekten kafamı toparlayamıyorum. Hayatımda ilk defa başıma böyle birşey geliyor.
Hep etrafımdan ‘nasıl yetiştiriyorsun herşeyi birden, ne kadar üretkensin, sürekli yeni bir icatla geliyorsun, canavar gibisin, kafan zehir gibi çalışıyor’ sözlerini duymaya alışkınım.
Oysa şimdi atıl ve ataletsiz hissediyorum kendimi. Şaşkınım.
Öyle bir yere varıyor ki iş, artık tamamen unutkanım.
Çöpe, yumurtaları içinde yediğimiz kaplarıyla birlikte atıyorum. Eşim ‘bunlar ne?’ diye tesadüfen görüp çıkarmasa atılıp gidecekler.
Ama unuttuğumu unutamayacak ve dalga geçemeyecek bir durumdayım
Izdırabımı unutamıyorum yani.
İşte beyin sisine buyrun.
Ve yine okuyorum, dinliyorum, izliyorum. Bu arada öğreniyorum, depresyon ve artan beyin sisi, hafıza iyice gerilemesine yol açıp, demans ve alzheimer ihtimalini arttırıyormuş.
‘Tanrım nasıl bir yola girdim ben?’ diye dehşet içindeyim.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
14 Ocak 2024… Kadının çilesi haline gelen ‘Menopoz’…
Araştırdıkça menopoz hakkında bilgi sahibi olmanın yanı sıra, çok çarpıcı ve üzücü bir şeyi öğreniyorum: Son 40 yılda menopoz sürecindeki kadınların nasıl yalnız bırakıldığını!
Hatta çoğu doktor, menopoz döneminde kadına uygulanan ihmalin: ‘tıp dünyasının en büyük rezaleti’ olarak nitelendiriyor.
Özetle şöyle bir durum yaşanmış tıp dünyasında:
1980’lere kadar menopoz sürecine giren kadınlara, jinekologları tarafından, ağızdan kullanılmak üzere sentetik hormon ilaçlar verilmiş. Aslında doğada kadın hormonlarının eşdeğerleri kolaylıkla ve ucuza bulunabilecekken, ilaç şirketleri hormonları patentleyebilmek ve yüksek fiyatlara karla satabilmek için, yapay içerikler ve yeni bileşenler eklemiş bu ilaçlara. Öyle ki, at çişinden östrojen gibi, etik olmayan ve sağlığa etkileri tartışılır yerlere varmış bazı bileşenler.
Ardından WHO, 10 yıldır hormon kullanmış kadınlar üzerinde bir araştırma yapmış. Ve hormon alan kadınlarda, meme kanseri oranın yükseldiği ortaya çıkmış.
Bu araştırma önce tıp dünyasına, sonra da medyaya bomba gibi düşünce, tüm tıp sus pus olmuş, adeta ‘tıp’ oynamaya başlamış.
Sanki bu ters tepen tedavinin sorumlusu, ilaç şirketleri ve bu ilaçları reçete eden doktorlar değil de, kendilerine uzmanlar tarafından verilen ilaçları içmek dışında hiçbir şey yapmayan kadınların kendisiymiş gibi bir izolasyon başlamış Menopoz ile ilgili.
Tüm kadınlar yapayalnız bırakılmış. Menopoz öncesi, sırası ve sonrasında büyük zorluklar çeken kadınlar, menopoz semptomlarını sentetik tedavi ettiği için büyük bir fiyaskoya imza atan ilaç şirketleri ve tıp dünyası tarafından, çaresizce kaderlerine terk edilmişler.
Menopoz, hem doktorlar arasında, hem de toplumun içinde bir tabuya dönüşmüş resmen.
‘Çaresi yoksa hiç konuşmayalım, sağlıklı tedavisi var mı diye de hiç kafa yormayalım’
‘Yokmuş farz edelim, belki görmezden gelirsek gerçekten unutulur gider.’
Aslında en derinde ‘zaten kadına doğuramıyorsun, işe yaramazsın, senle mi uğraşıcaz’ demenin bir yolu olmuş.
İçimdeki öfkenin sesi: ‘Napalım ölelim mi?’ …
Ben zaten doğuramadım. Hem de sebebini bilemeden. Çünkü ne bende ne eşimde bir sebep, bir eksiklik, bir hata bulunamadı. Dünyada kısırlığın %35’i böyle bilinmeyen sebeplerden diye geçiyormuş.
6 sene boyunca 12 tüp bebek tedavisi gördüm, kendime binlerce hormon iğnesi yaptım.
Hormonlarım ‘yo yo’ gibi bir alçalıp bir yükselirken; moralimi, gücümü, enerjimi yüksek tutup, hamile kalabilmek için uğraştım.
Defalarca hamile de kaldım. Ancak bu sefer de, kalbi duran ve hayata tutunamayan bebekler ile 4 düşük, 1 kürtaj yaşadım.
İçimde bir bebeği bile yaşatamayacak kadar aciz olduğum için öyle kötü hissettim ki kendimi.
Her kadının zahmetsizce, doğallıkla yaşadığı anneliği yaşayamadığım için çok üzüldüm, çok kırıldım.
Kayıplarım sırasında adeta yıkıldım.
Ancak her seferinde, ruhen ve bedenen yaşadığım yasları sindirmeye çalışıp, yeniden ayağa kalktım, ve yola devam ettim.
En sonunda hem bedenen, hem ruhen, hem de zihnen, ve de işin bir başka boyutu olarak madden bu süreci kaldıramayacağıma karar vererek, yaşım da artık ilerlediği için, eşimin de tam desteğini alarak, tüp bebek sürecinden vazgeçtim.
Bu anne olma isteğimden de vazgeçmek demekti.
Çünkü eşim evlat edinme konusunda çok hassas bir noktadaydı; ‘Eğer bir gün bir saniye bile içimde ‘sen benim evladım değilsin zaten’ diye geçirirsem asla kendimi affedemem. Zaten yaşımız ilerledi (Ben 43 o 50 yaşındaydı). Herşeyde bir hayır vardır. Biz birbirimizin en yakın dostu, takım arkadaşı, hayat yoldaşıyız, birbirimize yeteriz. Hayatta arzu ettiğimiz şeyleri birlikte yapalım’ dedi. Ben de tamam dedim.
Tüm yaşadıklarımın bende bıraktığı yaraları sarmak için, yerimi yurdumu değiştirdim. Kendi yakın dostlarımdan, yaşamaya alışkın olduğum ortamdan uzaklaştım, ve kendime kapandım.
Derin bir hüzün ve acı ile yas tuttum.
Sakinlemem 6 yıl sürdü.
Anne olamadığım, beceremediğim için duyduğum utanç, yetersizlik ve suçluluk duygularımdan sıyrılmam 6 yıl sürdü.
Önce İstanbul’un iyileştiremeyeceği yaraları Alaçatı’nın sarıp sarmalayacağını sandım.
Kendime yeni bir kabile kurup, onların beni ayağa kaldıracağını sandım.
Sürekli sevgi çemberi yaratmaya çalıştım.
Herkesin herşeyini düşünüp, sürekli organizasyonlar yaparsam, doğumgünlerini, özel günlerini özenle kutlar, zor günlerinde hep yanlarında olursam, onların da benim yaralarımı saracağını sandım.
Ancak yavaş yavaş bu beklentilerimin birer yanılsama olduğunu anladım.
Öyle büyük bir hevesle ve enerjiyle atılmıştım ki bu kabilemi kurma işine, sarıp sarmalayan ben olduğum sürece insanlar vardı, ancak ben el uzatmazsam elimi tutan insan pek yoktu.
Aslında yalnızdım.
Ne Alaçatı, ne de insanlar beni kurtaracaktı.
Bunu tam olarak idrak etmem 6 yılımı aldı.
Bir kurtarıcım olamayacağını anlamam 6 yıl sürdü.
Birisine ihtiyacım olmadığına inanmam, kendi ayaklarım üzerinde yeniden doğrulmam 6 yıl sürdü.
Bedenimle barışmam 6 yıl sürdü. Kendimi affetmem 6 yıl sürdü. Anne olamasam da kendimi kabullenmem ve sevmem 6 yıl sürdü.
…
Ve işte tam kendime yeni gelmişken, hiç beklemediğim yeni bir darbe alıyorum.
İşe yaramadığım için ıskartaya mı çıktım? İnsanlıktan mı atıldım?
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
10 Şubat 2024. Menopoz Kilolarıyla Birlikte Gelir…
Kasım ayında gece terlemeleri ve uykusuzluk ile tanışmama, ve HRT ile bu semptomlar birazcık azalsa bile hala uykusuz olmama ve de menopozun tetiklediği tüm psikolojik travmalarıma rağmen, moralimin tamamen çökmemesini sağlamaya çalışıyorum.
Kendimi aktif, dinamik ve enerjik tutmak için çok çaba sarf ediyorum.
Zaten hep yürüyen birisiydim. Özellikle Peri-Menopoz sürecine girdiğimi anlayıp, bedenim üzerindeki etkilerinin neler olabileceğini öğrendiğim günden beri, hareketsiz kalmamak için çok özen gösterdim.
Moralimi etkileyecek başka bir faktör de kilo almak olacağı için, hep kendimi şöyle ikna ediyorum yürümeye; ‘Uyuyamıyorum, yorgunum, gerginim, stresliyim, hatta depresyon eşiğindeyim, beyin sisiyle dünyayı bulanık görüyorum, sürekli unutuyorum, kalbim ve omurgam tehdit altında, bir de üstüne kilo alamam’.
Çünkü okuduklarım şöyle diyor: östrojen dalgalanmaları kadın bedeninde kronik enflamasyona yol açıp, ayrıca vücudun metabolik hızını düşürerek kilo almaya neden oluyor.
Çözüm: bol hareket! Kalp için kardiyo, kas için ağırlık, omurga için esneklik içeren çeşit çeşit sporları yapmak.
Hatta deniyor ki yere ayaklarınızı vurun, zıplayın, atlayın, hoplayın, dans edin.
İlk aşamada uyklusuzluktan dans edecek enerjiyi bulamasam da kendimden umutluyum çünkü, çoook yürüyorum ve hareket ediyorum.
Ancak bir gün yeni yıkanıp kurumuş bir kotumu giyerken kalçalarımı sıktığını ve fermuarı zorladığını fark ediyorum. Bir tartılıyorum ki, 4 kilo almışım. ‘Aman Tanrım’ diyorum.
Gece gündüz terliyorum, uykusuzum, yorgunum, unutkanım, çişimi tutamıyorum, saçlarım dökülüyor ve bir de üstüne kilo alıyorum.
Beni tanıyanlar bilir: ana öğünlerim hep yeşilliktir. Gerisi tefferuattır.
Kocaman, kocaman salatalar yaparım. Çoğunu da ben yerim. Kendimle ‘eski hayatımda ya bir inektim ya da bir tavşan’ diye dalga geçerim.
‘Böyle bitkisel bazlı, özellikle koyu yeşillike beslenen birisiyken, ve de üstelik her gün hareket ederken, nasıl kilo alıyorum?’ diye şaşkınlık içindeyim.
Bakıyorum kitaplara, bu da menopoz. Metabolizma yavaşlıyor. Vücutta enfalamasyon artıyor. Su tutuluyor. Eskiden yeten hareket artık yetmemeye başlıyor. Eskiden tam gelen yemek şimdi fazla geliyor. Daha az enerji alıp daha fazla enerji harcamak gerekiyor.
Hadi bakalım gel de halsizlik, yorgunluk, uykusuzlukla birlikte daha fazla hareket et.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
21 Şubat 2024… Depresyona buyrun…
Yavaş yavaş bir çeşit depresyona doğru sürükleniyorum.
Oysa ben 50 yaşıma girerken kendimi en verimli dönemimde zannediyordum.
Artık en donanımlı, en güçlü, en enerjik, versiyonum olduğumu sanıyordum.
Bunca yıllık yaşam ve iş tecrübemle, öğrendiklerimle, kavradıklarımla, dostlarımla, ektiğim güzel tohumları biçme ve paylaşma zamanım geldiğini sanıyordum.
50 yılın meyvelerini toplayacakken, beni tamamen dipsiz bir kuyuya sürükleyen bu büyük fizyolojik ve psikolojik değişime hiç hazır değildim.
Kendimi duvara toslamış gibi hissediyorum.
Zihinsel, ruhsal ve fiziksel olarak en verimli zamanım geldi diye düşündüğüm bu dönemde, bedenimin değişimi ile boğuşmak inanılmaz enerji, zaman alıyor.
Ve de üstelik üretmeye, paylaşmaya hiç moralim ve halim kalmıyor.
Bir de üzerine, toplumun, hatta kadının kadına uyguladığı sansür, baskı ve utanç yüklemi de eklenince, gerçekten içimden isyan sesleri yükseliyor ve adeta fırtınalar kopuyor.
Bu isyan, bu yük öyle ağır geliyor ki!
Yavaş yavaş bu isyan, fikirlerime, sözlerime, eylemlerime yansıyor.
Ortalıkta, sanki bana sürekli elektirik veriliyormuş gibi dolaşıyorum.
Yüzüm, bedenim, zihnim, kalbim, ruhum gergin.
Bıraksan uzaya fırlayacak bir füze gibiyim.
Eşim Alp bana hep ‘püsküllü belam’ derdi.
Ancak şimdi ‘dedim dedim başıma getirdim, tam püsküllü belam oldun’ diye dalga geçiyor.
‘Gel de sen menopoza gir!’ diyorum ben de.
Bir yandan da içimde bir isyan var. ‘Maşallah, epey başarılı bir menopoz öğrencisiyim, olası hiçbir semptomundan’ geri kalmıyorum’;
Gece terlemeleri, çarpıntı, uykusuz bacak sendromu, uykusuzluk, gündüz sıcak basmaları, odaklanma güçlüğü, beyin sisi, gerginlik, depresyon, yavaşlayan metabolizmanın neden olduğu kilo artışı, kolesterol artışı, saç dökülmesi, cilt kuruluğu, idrar kaçırma, baş, eklem ve kas ağrısı. Ne ararsan var. Hem de köküne kadar.
Yaşamadığım 2-3 semptom da; omurga sağlığımın bozulması (o da şimdilik), vajinal kuruluk ve geçici hafıza kaybı.
‘Pes be kardeşim, tam püsküllü belayım’ diyorum!
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
5 Mart 2024…Son senelerde yükselen kolesterol aslında bir menopoz habercisiymiş…
Yine okuyorum, acaba hayat kalitemi veya sağlığımı etkileyebilecek başka neler gelebilir başıma diye?
Göz kuruması diyor, bende yok çok şükür. Genital sistem, kan lipit ve glikoz düzeyleri, bağırsak sistemi, beyin ve kalp sistemi menopoz süreçlerinden olumsuz etkilenir diyor. Kalp damar sertleşmesi, tıkanıklığı ve kalp krizi ihtimalinin artma sebebinin yine östrojen dengesizliğinin marifeti olduğunu öğreniyorum.
Çünkü östrojen dalgalanmaları, hem total ve kötü kolesterolün hem de trigliseridler yükselmesine ve iyi huylu kolesterolün düşmesine yol açıyormuş.
Bunun üzerine sağlık ocağındaki doktorumdan checkup için kan tahlilleri istiyorum. Zaten hormon testlerimi yaptırmıştım.
Doktorum ‘yeniden hepsine bir bakalım ve de genel olarak bir check up’ olsun diyor. Östrojen, Progesteron, LH, FSH, Kolesteroller, Trigliserid, Trioid hormonları, HbA1c, açlık şekeri, 3 aylık açlık glukoz kan şekeri, LPa, ApoB, İyot, Sodyum, Keratin içeren bir kan tahlili yaptırıyorum.
Kolesterol yine yüksek. Aslında son 3 senedir yüksek. Ve zaten 3 senedir şaşkınım.
Çünkü 4 sene öncesine kadar kolesterolüm hep sınırın altında idi, iyi kolesterolüm hep çok yüksek, kötü kolesterolüm de çok düşük idi.
Zaten benim gibi bitkisel bazlı beslenen ve bol hareket eden birisinden beklenecek tablo da buydu.
3 senedir total ve kötü kolesterolümün yükselmesine ne doktorlar ne de ben anlam veremiyorduk. Kardiyolog dahiliyeci check up doktorum ‘az et’ yiyin diyordu. Haftada sadece 1-2 kez et yiyen birisinin kolesterol yükselişini çözemez ki daha az et yemek?
Yani kimsenin anlam veremediği bir şekilde 3 yıldır total kolesterolüm ve kötü kolesterolüm yüksek, ve iyi kolesterolüm düşük çıkıyor.
Hemen kitaplara bakıyorum. Bu da pre ve peri menopoz göstergesiymiş. Öğrendiklerim ışığında herşey aydınıyor. Ancak neden 50 podcast dinlemem, 6 kitap okumam gerekiyor.
Bunu neden doktorlar bilmiyor? Sadece jinekolog değil, kadın sağlığını takip eden kardiyolog, dahiliyeci, endokrinolog, ve de her doktorun bilgisi olması gerekmiyor mu bu belirtilerden?
Ben mi kendimi iyileştireceğim?
Yani ehil bir doktor, kardiyolog, dahiliyeci, endokrinolog veya jinekolog bu değişimi gördüğünde, menopoz sürecine doğru ilerlediğime dair bir uyarıda bulunsa, bu sürece daha sağlıklı hazırlanabilir ve yönetebilridim…
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
12 Mart 2024…Genel Geçer Menopoz Tanımına ve Tabusuna bir Savaş…
Daha fazla okuyorum, daha fazla dinliyorum, daha fazla araştırıyorum. Artık tıp öğrencisi gibiyim. Tezlere, araştırma raporlarına, medical dergilere daldım. 90 podcast dinledim. Sayısızı video izledim. 8 kitap bitirdim.
Menopoz’un genel tanımına karşı çıkacak duruma geldim.
Hayır kardeşim menopoz bizim üreme sistemimiz ve doğurganlığımızdan ibaret değil diye bağırmak istiyorum!
Menopoz aslında doğurganlığın kaybı değil, beyinde limbik sistemde bir değişim süreci.
Çünkü Limbik sistem içinde yer alan, hafızadan sorumlu Hipokampus, ve korkudan (kaç ya da savaş refleksleri) sorumlu Amgidala nın hepsi östorjene çok duyarlı mekanizmalar.
Menopoz da önce kadının beyninde özellikle Hipotalamusta gerçekleşen, uzun soluklu bir endokrinolojik bir dönüşüm süreci.
Ve bu değişim sürecinde beynin limbik sistemi öyle control dışına çıkıyor, öyle büyük dalgalanmalar oluyor ki, vücut termometresi, ısısı, uyku, kan basıncı, tansiyon, iştah, vücudun suyu tutma seviyesi, kimyası, nörolojisi, ve de beyin, kalp damar, iskelet ve kemik, bağırsak, üriner ve genital sistemlerinin hepsi büyük çalkantılar yaşıyor.
Yani menopoz üreme sisteminden öte, kadının beyniyle başlayan ve tepeden tırnağa uzanan total bir yıkım süreci adeta.
Evet genç yaşlarda östrojen yumurtalıklarda üretiliyor. Premenopoz ve perimenopoz dönemlerinde yumurtalıklar yavaşlıyor, ve östrojen üretimi önce şiddetli dalgalanmalar yapıp sonra düşüyor. Ancak herşeyi beyin yönetiyor ve herşeyden önce beyin etki görüyor. Sonra bu tüm bedenimize dalga dalga yayılıyor. Yani menopoz ile sadece doğuramıyor değiliz.
Östrojenin işe yaradığı alan sadece yumurtalarımızla değil. Kolesterol, trigliserid, kalp damar sağlığı, hafıza, serbest radikallere karşı beyni koruma, alzheimer ile savaşma, seksüel yaşamımız, cilt ve saç sağlığımız, beden termometremiz, ruh halimiz gibi konularla direk alakalı bir hormon.
Ancak benim için en önemlisi: ‘östrojen beyindeki termostat ayarını düzenlemede, gece terlemelerini azaltıp, uykuyu düzene sokmada, psikoloji ve duygusal duruma yani depresyona iyi gelmede faydalı’ diyor okuduğum tüm kaynaklar.
Fakat ben dalgalanan/eksilen östojeni yerine koymak üzere hormon replasman tedavisine (HRT’ye) başladım. Neredeyse 3 ay oldu. Buna rağmen, gece terlemesi, uyku düzeni ve ruh sağlığı konusunda neden bir düzelme yaşayamıyorum???…
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
1 Nisan 2024 … Hala Sıcak hem de çok Sıcak…
HRT bende işe yaramıyor. Çıldırıcam.
Herkesin 1-2 ayda etkisini gösterir dediği biyo-eşdeğer hormon tedavisi uygulamama rağmen hala çok büyük sıkıntılar yaşıyorum.
Uyuyamıyorum!
Uyuyamadıkça daha da yorgun oluyorum.
Sanki birisi bir yandan gözlerimi içeriden çektiriyor, bir yandan da şakaklarıma bastıyor.
Gözlerimin yuvalarında ve başımda hissettiğim ağırlığa, kalbimin küt küt atışı eklenince, geceleri tam bir kabus olarak yaşanmaya devam ediyor?
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
8 Nisan 2024…Harekette bereket vardır…
Daha fazla okuyorum, dinliyorum, araştırıyorum. Bu gece terlemelerini ve dolayısı ile uykusuzluğu, depresyonu azaltmak için ne yapabilirim?
“Hareket” diyor tüm doktorlar ve spor antrenörleri.
Ne kadar çok hareket edersen o kadar sağlıklı bir menopoz ve yaşlılık süreci geçirirsin diyorlar.
Beyin sağlığı, alzheimer, kardiyovasküler sistem sağlığı, kas ve iskelet sağlığı, ve psikolojik sağlık için ilk savunma hattı hareket diyorlar.
Zaten her gün en az 1 saat yürüyen bir insanım ama daha dikkatlice araştırıyorum.
Çünkü hergün 1 saat spor yapamama ve gerçekten çok iyi beslenmeme rağmen, neredeyse her ay 1 kilo aldım. Ve bu kilo artışının önünü hiçbir rejim ile alamıyorum. O zaman bu işte bir iş var?
Ve öğreniyorum ki; kardiyo, ağırlık, esneklik egzersizlerini bir arada, dengeli bir şekilde yapmak ancak sonuç verecek. Her 3 egzersiz türünü birlikte yapmak, beden & ruh sağlığı için ideal ve verimli çözüm.
Eğer bedenini yeteri kadar yorarsan gece de uyursun şeklinde bir düz mantık ile dalıyorum spora.
‘Özellikle iki ayağı yere vuran hareketler; yerinde ayak vurma, zıplama, ip atlama, trambolin, jogging, koşu, dans çok iyi geliyor’ dedikleri için başlıyorum koşuya.
Koşu dediğim aslında ‘jogging’ yani hızlı yürüyüş ile yavaş koşu arasında bir denge.
Saatte 8 – 8.5 kilometre hızla, bacaklarımı çok fazla açmadan, mümkün olduğu kadar yere daha fazla adım vuracak şekilde koşmaya başlıyorum. Önce aralıklı yürüyüp – koşu yapıyorum. Koşuya alıştıkça ve sevdikçe koşunun süresini artttırıyorum. 7-8 sene önce de böyle koşmuştum. Hafıza geri geliyor. Ve hatırlıyorum ‘Runners High’ diye birşey var. ‘Koşucu Rüyası’ diye çeviriyorum onu kendimce. Koşarken salgılanan endorfin, serotonin ve dopaminden öte, koşunun verdiği ayrı bir mutluluk, sevinçle havalara uçma hali bu ‘Koşucu Rüyası’.
Aslında bu sadece koşuya özgü değil.
Yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet, dans, yani her türlü Kardiyo, beyne kan ve besin akışını arttırdığı için bedeni ve beyni birlikte stimüle ediyormuş. Ve bu beyin sağlığını, bağışıklık sistemini korumaya büyük destek sağlıyormuş.
Visceral fat yani karın bölgesi yağlanmasını azaltıyormuş. Visceral fat’i ilk defa duyuyorum ve öğrendiğim için mutlu oluyorum. Çünkü Visceral fat, sadece dışarıdan gözüken karın çevresi yağlanma değil, karnın içindeki ve karaciğer, pankreas, böbrek, kalp gibi iç organların etrafındaki yağlanmayı kast ediyor. Sitokin kimyasalı salgılayarak hormonal düzeni bozan ve kronik bir enflamasyona sebep olan bir illet kısacası. Kalp krizi ve felç geçirme riskini artırıyormuş. Ayrıca demans riskini artırıyormuş. Tip-2 Diyabete yol açıp, insülin direncini etkiliyormuş. Sağlıklı kilo kontrolünü engelleyip, depresyon ve mood değişikliklerine sebep oluyormuş. Visseral yağ oranı basitçe mezuro ile bel çevresi ölçülüp hesaplanabiliyor. Elektronik tartılar da ölçüyor tabi ki. Hemen ölçüyorum, benimki normal seviyelerde.
Bir de ‘kardiyonun en önemli faydası beden sıcaklığını regüle etmede yardımcı olup, sıcak basmalarını, gece terlemelerini azaltıyor’ diye okuyunca, koşularımın sıklığını arttırıyorum.
50’den sonra kas geliştiremediğimizi hatta hızla kaybettiğimizi biliyor muydunuz?
Asıl egzersiz ve sporla ilgili öğrendiğim en önemli bilgi, hayatım boyunca kaçtığım ağırlık çalışması ile ilgili.
Yıllardır alet kaldırmaktan nefret ettiğim için, spor salonuna gitmiyorum. Hatta Alaçatı’ya taşındıktan sonra tamamen açık havada yürüyüş, koşu ve tenis yapabildiğim için çok mutluyum.
Hep söylemim; ‘beni kapalı alana sokmayın, açık havada spor yapmayı seviyorum, hem gerçek oksijen olmayan yerde spor olmaz’.
Böyle diye diye 50 yaşın 30 yılı boyunca kaçtım ağırlık çalışmasından.
Ancak artık anlıyorum ki daha fazla kaçamayacağım. Çünkü durum acil.
Yaşlandıkça kaslarımı kaybediyorum. Zaten hep yürüyüş, koşu, tenis yaptığım için bacaklarım kuvvetli, ama üst bedenim ve karın kaslarım çok gelişmemiş.
Olanlar da yazın yaptığım yüzme ve yoganın fayda ettiği kadar.
Kendim de yoga eğitmeni olmama rağmen, sadece havalar ısınınca yoga yapmak içimden geldiği için senenin 4-5 ayı matın üzerine çıkıyorum. Yüzme de senede 25-30 gün, günde 1-1.5 saat yapabildiğim bir hareket. Düzenli olamadığı için spor denemez.
50’den sonra istesek de yeni kas geliştiremediğimizi öğreniyorum.
O zaman fena! Omurgamın üst kısmı, omuzlarım, sırtım, kollarım, belim ve karnım için yoga ve yüzmeden zamanında geliştiridiklerimi aktive edip, ayakta tutmam lazım!
Çünkü kaslar yaşlandıkça daha da zayıflayacak. Bir yandan da omurgam, iskeletim ve kemiklerim zayıflayacak hatta erime riski var. Kemiklerimizi sarıp sarmalayıp, düşmekten, kırılmaktan koruyacak tek önlemim, kaslarım olacak.
Bunların üstüne, kas geliştirmek için yapılan ağırlık çalışmasının, gece terlemelerine iyi geldiğine dair bir bölüm de okuyunca; ‘tamam, sağlıklı ve ayakta yaşlanmak için ne gerekirse yaparım!’ diyorum.
Fakat hala pazarlık içindeyim. İçim hala kabullenemiyor ağırlığı. Yan yollar arıyorum.
Araştırıyorum. Acaba beden ağırlığı ile yapılan yoga ve pilates kas geliştirmek için ağırlık çalışması olarak sayılıyor mu? İnternete Türkçe, İngilizce bu soruları bir yazıyorum, benim gibi çok soran insan olmuş.
Bir yandan ‘yoga ve pilates’ ağırlık çalışmasıdır diyen var, bir yandan hayır diyen var.
Beden ağırlığı ile yoğun ve güçlü bir şekilde çalışan bir yoga türü olan Vinyasa Power Yoga’nın ağırlık ve kas çalışması sayıldığına kanaat getirip, üyesi olduğum aplikasyondan yogaya başlıyorum.
Ancak yoga yaparaken, ‘aşağı bakan köpek’ pozisyonunda yerçekimine hiç direnemen karnımı, kollarımı ve dizlerimi görünce bir silkelenip kendime geliyorum.
Uzun kas ile kısa kas aynı şey değil!
Kas kütlesini, yoğunluğu ve gücünü arttırmak başka bir iş.
Neler yapmam lazım diye okuyorum.
High Intensity Interval Training yani yüksek yoğunluklu interval antrenman anlamına gelen HIIT, Fonksiyonel antreman veya ağırlık çalışması öneriliyor.
Bu antremanlar kasları stimule ederek metabolik regülasyonu arttırıyor, şimdi ve ileride kemiklerin korunmasına fayda sağlıyor.
Ayrıca insulin ve şeker regülasyonunu düzenliyor, beyin sağlığını koruyor, seratonin, dopamin, endorfin salgısını arttırıyor. En önemlisi uyku problemleri ve mood değişimlerini azaltıyor. Çiling çiling çiling….
Peki yoga, pilates ne işe yarıyor diye eski ders notlarıma dönüyorum.
Yoga ve pilatesin en önemli faydasının esneklik olduğunu hatırlatıyor bana.
Omurgayı korumak için en faydalı hareket türü tartışmasız yoga.
Yoganın ayrıca şöyle bir faydası da var; eş zamanlı olarak beden ve beyin koordinasyonu çok yüksek. Beynin ve bedenin eş zamanlı stimule edilmesi stresi azaltıyor ve insanın psikolojisini düzenliyor.
Bir yandan da, beden zihin arasındaki bu pozitif etkileşim, beyin sağlığını koruyor.
Esneklik beden duruşu ve omurga bozukluklarını önlüyor ve düzeltiyor.
Yine esneklik mitokondrinleri güçlendiriyor ve vücuttaki enflamasyonu azaltıyor.
En önemlisi de uyku bozukluklarını düzenliyor. Yaşasın!
Üyesi olduğum aplikasyonda Yoga ve HIIT’i birleştiren antremanlar var.
Kolları sıvıyorum, ve 30 dakika ile başlıyorum güçlü bir egzersiz programına:
Sabahları kahvaltı öncesi koşuyorum.
Öğleden sonra 16.00-16.30 gibi karbonhidrat krizlerinin baş gösterdiği ve en acıktığımı hissettiğim aralıkta, telefonumdan aplikasyonu açıp, yoga ve HIIT karışımı antremanı yapıyorum.
Nasıl terliyorum anlatamam size.
‘Geceleri terleyip gözyaşı dökmek yerine gündüz terlerim, geceye kaynaklar tükenir’ diye kendimi motive ediyorum.
Zamanla egzersizlerin dozunu arttırıyorum. Haftada 6 gün koşuyorum. Ağırlık ve yogayı da gün aşırı 45-50 dakika yapıyorum.
Zorlandıkça kendime tekrarlıyorum: ‘Kaslar bedenimin en önemli zırhı, koruyucusu, kurtarıcısı!’
Şöyle bir gerçek var. Alışmadığın bir spora, yeni bir egzersize başlamak ne kadar zor gelse de, hiçbir zaman egzersiz sonrası en ufak bir pişmanlık duymuyorum.
Aksine hissettiklerim; bedenimde tatlı bir yorgunluk, kendim için iyi birşey yapmış olmanın zafer duygusu ve gurur, ve yüzümde kocaman bir gülümseme tüm bunlara eşlik ediyor.
Çünkü artık iyice anladım; terlemenin tek mutlu hali sporla geleni.
Ve gerçekten zamanla uykularım biraz daha rahatlıyor.
Ya yaptığım tüm çalışmalar beyin ve beden kimyama katkı sağlıyor, östorjen dengesizlikleri söylendiği gibi azalıyor diye düşünüyorum.
Ya da çok yorulduğum için beynimdeki termostat alarmlarına rağmen, beynim beni eski sıklığında uyandıramıyor!
Gecede hala 3-4 kez uyanıyorum. Ama uyansam da artık biraz daha kolay uykuya dalabiliyorum.
Ancak ne terlemeler ne de uykusuzluk bitmedi.
Gecede maksiömum 5-6 saat uyuyabiliyorum.
Hala uykusuz geçen gecelerim ve yorgunum hissettiğim gündüzlerim var.
Ancak belki ben daha güçlendiğim için daha iyi tolere ediliyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
5 Mayıs 2024… Menopoz kilolarıyla birlikte geliyor dememiş miydim?
Çok ciddi bir antreman takvimine sadık kalmama, ve tüm yaptığım spora rağmen, az da olsa kilo almaya devam ediyorum.
Şok içindeyim! Bu kadar hareket ve de HRT tedavisinin artık vücudumdaki kilo alışını önlemiş ve tüm değerlerimi dengelemiş olması gerekirdi? Kas yapmışımdır belki diyorum, ancak tartının ibresinin yükselmemesi lazım artık.
Kilo alışımı dizginleyebilir miyim diye beslenmemi gözden geçiriyorum:
Menopoz sürecinde önerilen Akdeniz Diyeti. Yani bol yeşillik, sebze, meyve, zeytinyağ, tam tahıl ağırlıklı bir beslenme.
Benim alnımda neredeyse ‘Akdeniz Diyeti’ yazıyor zaten. Beni tanıyan kime sorsanız ‘yeşillik = zeynep’ der.
Akdeniz Diyetinin; beyinde amiloid plaklarının birikimini azaltarak Alzheimer hastalığını engellediğini, ALDH düşürerek endometrium kanseri riskini azaltıtığını ve de sıcak basmalarını azaltığını okuyorum.
Ayrıca diyetimde anti-oksidan ve anti-enflamatuar besinler olmasına daha çok dikkat etmem gerektiğini anlıyorum. Serbest radikalleri düşürdükleri için kanser riskini azaltıyormuş.
Özellikle brokoli ve karnıbahar E3 östrojen seviyelerini düşürerek meme kanseri riskini azaltıyormuş.
Lahanagillerin özütünden olan doğal DIM plus takviyesini alıyorum zaten son 2 yıldır. Indol 3 carbinol de benzer işlevi gören doğal bir takviye imiş. Ayrıca beslenme listeme brokoli, karnıbahar, lahanayı ekliyorum.
Sabah kahvaltımın yanında yediğim tek dilim ekşi maya tam buğday ekmeği haricinde, karbonhidratı bir süreliğine tamamen çıkartıyorum.
Kahvaltılarıma maydonoz ve dere otu salatası ekliyorum.
Öğlenlerime yoğurt ve salatalık.
Akşamlarıma sebze ve salata koyuyorum.
Eskiden her akşam bir kadeh şarap içerken, artık haftada 2-3 kadeh kırmızı şarapla kısıtlıyorum kendimi. Uzun bir süre kararlılıkla devam ediyorum.
Beslenmenin Önemi…
Bu arada menopozal dönem süresince doğru, dengeli ve yeterli beslenmenin sadece fazla kilo almayı engellemenin yanı sıra, menopozal semptomların dengelenmesine, iskelet ve kardiyovasküler sistemlerin sağlığına, diyabet ve kanserden korunmaya faydası olduğunu öğreniyorum.
Genel olarak posalı ve kalsiyum bakımından zengin, enerji, kafein ve yağlar açısından fakir ve de bir takım özel besin öğelerini içeren bir beslenme öneriliyor. Neler mi var?
Öncelikle içinde doğal olarak Fitoöstrojen bulunan bitki, sebze, tahıl ve bakliyatları tüketmek gerekli. Bu sayede vücudumuz kendi östrojenimizi üretmiş gibi tepki veriyor. Keten tohumu, ay çekirdeği, susam taneleri, badem, ceviz, fındık gibi tohum ve yemişler. elma, havuç, nar, çilek, üzüm, yaban mersini meyveler, yer elması, mercimek, fasulye, lahana, brokoli, karnıbahar gibi sebzeler, soyalı ürünler, koyu yeşil otlar, zeytin yağı, yulafi arpa, buğday gibi tahıllar, bira ve kırmızı şarap (tabi ki kararında)
Çocukluk ve ergenlik evresinde yetersiz ve dengesiz beslenme kadınların menopoz yaşını erkene çekiyor. Doğru enerji, karbonhidrat ve protein alımı ise menopoz yaşını geciktirebiliyor. İçerdiği antioksidanlar sayesinde ağırlıklı olarak sebze ve meyve tüketmek hem menopoz yaşını geciktiriyor hem de doğurganlık süresini uzatıyor. Hatta sebze tüketimi, yumurtalarımızın sayısı ve kalitesini düşüren reaktif oksijen bileşenleri ile savaşıyor.
Yediğimiz tahılların mümkünse tamamının tam tahıl grubundan olması, fazlasıyla tuz, doymuş yağ, trans yağ asitleri ve şeker gibi zararlı maddeler bulunduran, işlenmiş ve paketli gıdaların tüketilmemesi öneriliyor.
Yüksek karbonhidrat içerikli besinlerin kadınlar üzerinde çok büyük olumsuz etkileri ispatlanmış (Tüm gün süresince ihtiyaç duyulan enerjinin %82’ni ve üzerinei karbonhidrattan alan premenopozal kadınlarda meme kanseri riskinin %100 artırdığı gözlenmiş).
Menopozla ve yaşlanmayla birlikte osteoporoz (kemik erimesi) kapıda bekleyen bir sorun diye anlatmışım. İşte bu sebeple beslenmede, osteoporozu tetikleyen besinleri yememeye ve önleyen besinler olan kalsiyum ve proteini doğru şekilde ve dozda almaya dikkat etmek lazım.
Protein: Az veya fazla protein tüketimi osteoporoz için bir risk faktörü. Aşırı protein yüklü beslenmede, idrarla birlikte kalsiyum atılmasına ve kemikten kalsiyum çekilmesine neden oluyormuş. İşte bu yüzden peri-menopoz, menopoz ve post menopoz döneminde protein miktarı ve içeriği çok önemli. Bu süreçteki bir kadının, günlük kalori ihtiyacının yaklaşık %35’ini proteinden karşılaması, ve vücut ağırlığının kilogramı başına en az 0,8 gram en fazla da 1.3 gram protein tüketmesi öneriliyor. Tüketilecek toplam proteinin dörtte biri hayvansal kaynaklı, dörtte üçü ise bitkisel kaynaklı olsun deniyor. Haftada 2 kez balık ve deniz mahsullerinin, haftada 1 kez kırmızı veya beyaz etlerin, haftada 3-4 tez de kuru fasulye, mercimek ve nohut gibi baklagillerin tüketilmesi öneriliyor. Ve de et, tavuk ve balık ürünlerinin çok az yağ ve tuz eklenerek pişirilip yenmesi önemli.
Kalsiyum: çocukluk, yetişkinlik ve de menopoz döneminde kemik sağlığının korunabilmesi için önemli bir madde. Bir kadının bedenindeki toplam kalsiyumun %99’u iskelet sisteminde yer alıyor. Ve eğer yeteri kadar kalsiyum alınmıyor ise, beden kalsiyum düzeyinin normale getirebilmek için iskelet sisteminden kalsiyum alıyor. Menopoz dönemi öncesi kemik yoğunluğundaki kayıp, 10 yılda bir %3-5 iken, menopoz sırasında; östrojen yetersizliği, idrarla kalsiyum atımındaki artış, bağırsaklarda kalsiyum emiliminin azalması, besinlerle yeterli kalsiyum alınamaması gibi sebeplerle, yılda %1-3 oranlarına yükseliyormuş. İşte bu yüzden doğru miktarda kalsiyum, D vitamini ve protein almamız kemik erimesini önlemek için önemliymiş. Menopoz sürecinde günde 1200 mg kalsiyum alınması öneriliyor. Ve de kalsiyum emilimini azaltan, idrarla vücuttan atılmasını arttıran ve de kemik mineral içeriğini düşüren çay, kahve, alkol ve kafeinin çok az tüketilmesine dikkat etmek gerekiyor.
Özellikle Covid sırasında doktorların çok önemsediği ve hepimizi kullanmaya teşvik ettiği D vitamini neden burada da gerekli diye sorarsanız? Vücuda giren kalsiyumun emilimi ancak yeterli D vitamini düzeyi ile mümkün oluyor. Yani perimenopozal ve postmenopozal kadınlarda kemik kaybı ve kırıklarını %50’lere varan oranda önlemek için kalsiyum kadar D vitamini almak de elzem. Kalsiyum kaynağı süt, süt ürünleri ve yumurta, brokoli, ıspanak, lahana gibi yeşil yapraklı sebzeler, sardalya ve somon gibi balıklar (ancak ağır metal içermeyen), kuruyemişler, tohumlar ve baklagiller en iyi kalsiyum kaynakları. Ancak süt ve süt ürünlerinin ise düşük (%1 ya da %2) yağ içermesine dikkat etmek gerekiyor.
Yağ demişken; menopoz dönemdeki kadınlar için diyetle alınan günlük enerjinin 1/3’ünden daha azı yağlardan sağlanmalı deniyor. Ve de sağlıklı ve dengeli bir beslenme için alınan besinlerin toplam yağ içeriği kadar yağ asitlerinin örüntüsü de önemli; günlük enerjinin %10’undan azı doymuş yağlardan, en fazla da %1’i ise trans yağ asitlerinden elde edilmeli. Zeytinyağı gibi çoklu doymamış yağ asitlerinin, menopoz sürecinde kemik kaybını azalttığı da gözlemlenmiş.
Menopoz sürecindeki bir kadının beslenmesinde kolesterol içeriğinin günlük 300 mg’ın altında kalması da önemli bir husus.
Tüm bu öğrendiklerimin ışığında, beslenme sürecinde doğru yolda olduğumu fark ediyorum.
Zaten doktorumun önerdiği C, D3K2, E, B12 vitaminlerini, Omega 3, Magnezyum, Q10, ALA takviyelerini aralıklı olarak alıyorum.
Koyu yeşil sebze, yemiş, baklagil gibi topraktan ve ağaçtan elde edileni her zaman önceliğine koyan ve çok az karbonhidrat tüketen birisiyim.
Belki biraz düşük protein ve kalsiyum tüketiyor olabilirim. Bu sebeple denizden çıkanların, doğal tavuk ve hindinin beslenmemdeki miktarını biraz arttıyorum.
Ancak şimdlik kemik erimesi problemim yok gözüktüğü için çok yüksek seviyelere çıkarmıyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
31 Mayıs 2024…Biraz da olumlu gelişmeler…
Son 6 ayda aldığım 6 kilonun 2 kilosunu artan spor tempom son 1 kilosunu da değişen beslenme düzenimle birlikte kaybedebildim. Ancak diğer +3 kilo kalıyor.
İşin garibi şu anda umutsuz ve kızgın değilim.
Pasif olmaktan aktif olmaya geçtiğim, kendi adıma elimden geleni yaptığımı bildiğim için yavaş yavaş gerginliğim azalıyor, içeriden bir huzur çıkmaya başlıyor.
Eskiden olsa kafaya takardım bu 3 kiloyu.
Onu da vermek için elimden geleni yapardım, vermeden kendimi bir türlü rahat ve mutlu hissedemezdim.
‘Yaparım olur!, Bu iş çözülecek!’
Hep istediğim gibi olmayan şeyleri değiştirebileceğime, biran evvel onlardan kurtulacağıma, istediğimi olduracağıma, ve hatta olacakları kontrol edebileceğime dair bir inatçı bir inanç vardı içimde.
Şimdi ise çabam farklı bir yerden doğuyor ve başka bir alevle ateşleniyor.
Bir an evvel kaçıp kurtulma hevesi yerine daha sakinim.
Hemencecik oldurma peşinde değilim de, daha uzun soluklu bakıyorum.
Kısa mesafe koşucusu yerine bir nevi maratoncu gibi hissediyorum.
Sanki artık konu sadece ‘kilo’ veya sadece ‘menopoz semptomları’ olmaktan çıkıyor, biraz daha sağlıklı düşünme, sağlıklı hissetme, sağlıklı yaşama ve sağlıklı yaşlanmaya doğrue evriliyor.
Beden, ruh ve zihin sağlığım için iyi adımlar attığımın farkındayım.
Artık fazladan eklenen kilolardan biran evvel kurtulup kiloyu kaçma peşinde değilim.
Herşeyi ‘eskisi gibi’ olsun, herşey ‘istediğim gibi’ olsun demiyorum.
Bu benim için çok yeni bir duygu ve oluş biçimi.
Hiçbir zaman sabırlı ve soğukkanlı bir insan olamadım.
Bu sebeple biraz şaşkınım.
Tam anlayamıyorum, ancak ‘kendim için iyi bir yerdeyim’ diye hissediyorum, çünkü hem depresyonumdan yavaş ayavaş sıyrıldığımın göstergesi benim için, hem de sakinlediğimin.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
3 Haziran 2024… Uykusuz her gece…
Uyuyamadığım ilk gecenin ardından 7 ay geçti.
Hormon Replasman Tedavisi, yoğun spor ve egzersiz, doğru beslenme ve takviyeler ile semptomlarımı bir yere kadar azaldı. Eskiden 100 idiyse gece terlemelerim ve uykusuzluğum, şimdi 70 seviyelerinde.
Eskiden 3-4 saat uyurken şimdi ancak 5-6 saat uyuyabiliyorum.
Evet depresyonum, stresim azaldı.
En baştaki gece terlemeleri – uykusuzluk – stres – hareket edecek gücü bulamama – beyin sisi – unutkanlık – hayattan hiçbir zevk alamama – umutsuzluk – depresyon kısır döngüsünden kurtulmayı başardım.
Ancak hala uykusuzluk çarkındayım. Hala yorgunum.
Eskisi gibi karanlık ve umutsuz bir yerde değilim.
Daha az gergin, daha sakin, daha salim bir yerdeyim.
Uyku için çırpınmıyorum, ağlanıp, sızlanmıyorum, dert yanmıyorum.
Bir nevi hayatımın akışı gibi kabullenmeye başladım.
Ancak şöyle bir gerçek var ki; 7 ay süren kronik uykusuzluk ve yorgunluk insanı epey yıpratıyor ve enerjisini tüketiyor.
Ve insan çözemediği konuları kabullenmeye başlasa bile paylaşabilmek istiyor. Menopoz bir tabu değildir!..
Bu arada menopozu konuşmak konusunda, en başta yaşadığım talihsiz tecrübelerden ve çekingenliğimden sıyrılıp, hangi kadın arkadaşım ile konuşuyorsam ‘menopoz’ konusunu açıyorum.
Ve fark ediyorum ki, benden büyük ya da küçük olsun, menopoz konusundan muzdarip ve bu konuyu konuşabilmeye, paylaşabilmeye aç öyle çok kadın var ki.
Herkes menopozu bir tabu olarak almış.
Herkes kendini yalnız, çaresiz hissetmiş. Herkesin farklı semptomları farklı yoğunluklarda gelişmiş.
Her kadın kendince çözümler üretmeye çalışmış.
Birbirimizle konuşmak iyi geliyor.
‘Keşke o zaman dayanışabileceğim birileri olsaydı, öncelikle doktorum bana yol gösterseydi ve başka kadınlarla konuşabilseyim’ diyorlar.
Bir kenara atılmış gibi hissettirilmemiz ve yalnız bırakılmamız çok yalnış.
Aslıda utanılacak hiçbir şey yok.
‘Menopozu konuşabilmemiz lazım’ diyorum.
‘Anlat bunu, sen yaparsın’ diyorlar.
Nasıl yapayım ki? yolculukterapisi.com websitem ve sosyal medya hesaplarım, yolculuklarımı, izlenimlerimi, öğrendiklerimi paylaşım alanım.
Bir anda küt diye ‘Menopoz’ paylaşmak çok alakasız geliyor.
Ama yine de yaşadıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi ve önemli olduğunu düşündüğüm deneyim ve bilgileri not almaya devam ediyorum. Günü gelir paylaşacak platformu veya cesareti bulurum!
Konuştuğum kadın arkadaşlarımın çoğu benim kadar ağır semptomlar yaşamamış.
Çoğunluk birkaç sene süren hafif gündüz sıcak basmaları ve beyin sisi yaşamış.
Gece terlemeleri ve uyku bozuklukları yaşayanlar ile konuştuğumda, şikayetlerini azaltmak için bazı doğal destekler almışlar.
Gece terlemeleri ve diğer menopoz semptomları için HRT yerine diğer yöntemler neler?
Zaten Ashwagandha kullanıyordum. Arkadaşlarımın veya araştırmalarımın söylemlerine göre fayda sağlayan doğal desteklerin bazılarını tekil, bazılarının da karışımlarını 1’er aylık sürelerle, gece terlemelerimi azaltmak için deniyorum:
Karayılan Otu (Klymadinon),
Siyah Yılankökü (Black Cohosh),
Kantaron (St Johns Wort),
Soya isoflavonları,
Altın Kök (Rhodiola),
Chastebery, Wild Yam, Red Clover, Creatine Monohydrate, L Theanin, Ginseng, Kedi Otu Çayı…
Ancak hiçbirisi fayda etmiyor.
Geceleri -dolayısıyla tüm yaşantımı- epey olumsuz etkileyen bu şikayetlerime çare bulmak için daha da çok okuyup araştırıyorum.
Artık bilimsel makaleler, araştırma sonuçlarına geçtim.
Eğer HRT tedavisi işe yaramıyorsa veya hastaya zaten HRT verilemiyorsa neler yapılıyor diye bakıyorum?
İlk önerilen tedavi, SSRI ve SNRI grubu antidepresanlar. Menopoz döneminde hormonal değişikliklerin yol açtığı sıcak basmaları, gece terlemeleri, uyku sorunları, yorgunluk, halsizlik, düşük enerji seviyesi, kadınlarda, sürekli hüzün, umutsuzluk hissi, keyifsizlik, uyku düzensizlikleri, iştah değişiklikleri ve düşünce karmaşasına yol açan, menopoz depresyonunu tetikliyormuş. Beyindeki serotonin, norepinefrin ve dopamin gibi kimyasalların dengesini düzenleyici antidepresan ilaçlar menopoza bağlı ruh hali bozukluklarının tedavisinde etkili olabiliyormuş. Tabi ki doktor tarafından reçete edilip düzenli bir şekilde kullanılırsa. Serotonin, kişinin ruh hali, uyku, iştah, sindirim ve diğer birçok hayati işlevini düzenleyen, mutluluk hormonu olarak bilinen bir nörotransmitter. Norepinefrin ise, enerji ve motivasyon seviyelerini düzenleyen bir nörotransmitter. Beyindeki serotonin seviyesini arttırarak depresyon semptomlarını hafifleten; SSRI (Selektif serotonin geri alım inhibitörleri) ve SNRI (Serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri) türü antidepresanlar, menopoz depresyonu tedavisinde en çok kullanılan ilaç sınıfı. Diğer antidepresan ise yine beyindeki serotonin ve norepinefrin seviyelerini etkileyen TCA (trisiklik) antidepresanlar ve beyindeki farklı kimyasalları hedefleyen atipik antidepresanlar.
Ağır uyku problemi yaşayanlar için ise birkaç uyku ilacı türü var: beyin üzerine hipnotik etki ederek uyku getiren psikoterapötik siklopirrolon türü ilaçlar ve beynin merkezi sinir sisteminin aktivitesini azaltan benzodiazepin türü ilaçlar.
Ayrıca diphenhydramine veya doxylamine gibi etken maddeler içeren antihistaminik ilaçlar.
Ve beyin hücrelerindeki yüksek elektrik aktivitesini ve kimyasal dengesizliği düzenleyen antiepileptik ilaçlar. Babamın beyin ameliyatı sonrasında hayati tehlike yaşadığı 3 akşam üst üste hiç uyuyamadığımda nöroloğu bana bir antiepileptik damla ilaç vermişti. Ve tüm korku ve üzüntülerime rağmen bebekler gibi uymuştum.
Ancak tabi ki bu ilaçların neredeyse tümü reçeteli, doktor kontrolünde ve kısa süreli almak gerekiyor.
3-4 gece üst üste uykusuzluk atağı yaşayıp, çaresiz kaldığım zamanlarda, reçetesiz olan bir antihistaminik içiyorum. Ancak kendimi alıştırmamak için 15 günde birden fazla içmemeye çalışıyorum. Bir de melatonin var ancak onu zaten her gece alıyorum. Ve bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor.
Bu arada araştırmalarım sonucu FDA’in (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi) yeni onaylamak üzere olduğu bir ilacı keşfediyorum: Veozah (12 Mayıs 2023’te onaylanan bu ilaç, menopoz sürecindeki vazomotor semptomlar için umut verici bir tedavi olarak lanse ediliyor. Vasomotor semptomlar, kan damarlarının daralması veya genişlemesi nedeniyle meydana gelen semptomlar. Menopoz sırasında neden tavan yapıyorlar? Yaşanan aşırı östrojen ve progesteron dalgalanmaları yüzünden, vücudumuzdaki kan basıncı ve sıcaklık kontrolünü kontrol eden vasomotor mekanizmalar aşırı etkileniyor. Gündüz sıcak basması, gece terlemeleri, çarpıntı, titreme gibi yaşaşm ve uyku kalitemizi aşırı etkileyen problemler yaşıyoruz. İşte aktif maddesi Fezolinetant olan bu ilaç, hormon tedavisi olmayan bir yöntem olarak, büyük umutlar ile Amerika’da piyasaya sürülüyor. İlaç piyasaya çıkmadan önce kadınlar üzerinde yıllardır yapılan araştırmalar, Bir reseptör antagonisti olan Fezolinetant’ın, östrojen ve beyin nörokinin reseptörleri arasındaki dengeyi yeniden sağlayarak, menopozla ilişkili sıcak basmaların sıklığını ve yoğunluğunu azalttığı, ve de beynin termoregülasyon merkezindeki aktiviteyi sakinleştirdiği yönünde. Ancak benim için bu tedavi çok uzak. Önce Amerika’da çıkacak, sonra Türkiye’de….
Hatta bir gün internette ‘özellikle gece ateş basması şikayeti olan hastalar için bir antikonvulzan bir ilaç düşünülebilir’ diye okuyunca iyice araştırıyorum. İsmini vermeyeceğim bu ilaç hakkında bir sürü makale ve araştırma sonucu okuyorum. Gerçekten işe yarıyor diyor. Hatta hızımı alamayıp, linklerini jinekoloğuma gönderiyorum. Randevum çok yakında, kendisine ‘bu ilacı yazabilir mi?’ diye soracağım.
Artık araştırmacılığım bir dedektif boyutunda.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
8 Haziran 2024… Büyük Yüzleşme!
Menopoz süreci ile tanışmamın 7. ayını tamamladım. Ve doktor kontrol zamanı geldi.
İlk önce ultrason ve mamogram randevum var, arkasından da jinekoloğuma gidiyorum.
Doktorum Hüsniye Hanım Hormon Replasman Tedavisi konusunda çok hassas olduğu için meme kontrollerimi de sıkı takip ediyor.
Zaten hormon tedavisine başlamadan önce var olabilecek polip, myom, rahim ağzı ya da rahim kanseri ve endometrium (rahim içi zarı) kalınlığı gibi bulguları sıkı bir muayene ile kontrol etmişti. Rahim ağzından smear örneği alıp labratuara gönderip temiz çıktığından emin olmuştu. Ve de Haziran 2023’te çektirdiğim meme ultrasonumu kerterez alacak şekilde dosyama bulguları işlemişti. Hormon tahlillerimin sonuçlarını da dosyama işlemişti.
Yani hormon tedavisi öncesinde bedenimdeki duruma hakim olup, ardından da düzenli kontroller ile hem rahimde, hem göğüslerimde hem de hormonlarımdaki değişimleri saptamak, hiçbir şeyi kaçırmamak konusunda ısrarcı.
Meme ultrasonu ve MR’ı için İzmir’de konunun uzmanı olarak bilinen doktor Feray Hanım’a gidiyorum. Kendisi geçen seneki tetkiklerimi de yapmıştı. Kısaca menopoz sürecimi ve 6 ay önce HRT’ye başladığımı anlatıyorum Feray Hanım’a. Ultrason sırasında öyle ince eleyip sıkı dokuyor ki Feray Hanım. Bir yandan eski tetkikler ile karşılaştırıyor, bir yandan da göğüslerim, koltuk altım her yeri inceliyor ekranda. Öyle ki ultrason muayenesi kırk beş dakika sürüyor.
Bir yandan sohbet ediyoruz. Menopoz sürecimnde o da benzer zorluklar yaşamış.
Kendisinin, uykusuz geceler sonrası çalışırken güç toplayabilmek için geliştiridiği ‘power nap’ tekniğini anlatıyor bana. Hastaları arasında azıcık vakti olduğunda, koltuğuna oturup, arkasına yaslanıp, gözlerini kapatıp, gözlerinin arasından karanlıkların ötesinde hayali bir noktaya odaklanıp, nefes alıp verirken hızlıca uykuya daldığını anlattı. 5 dakika için bile olsa, bu gündüz uykusunun onun yorgunluğunu aldığını söyledi. Kendisine minnet duyuyorum, hem duygudaşlığı hem de paylaşımı için. Gündüz hiç uyuyamam ancak deneyeceğim bu yöntemi.
Muayenesi sonucunda bana ‘temizsin’ diye müjdeledi.
Kendisine, hem bana verdiği iyi haber için hem de beni dinleyip, empati kurup, kendi deneyimini, bulduğu çareyi paylaşma şefkati ve cömertliği gösterdiği için teşekkür ediyorum. Ve 9-10 ay sonra yeniden görüşmek üzere ayrılıyoruz.
Yürüyerek jinekoloğuma gidiyorum. (Bu arada eşim Alp hep yanımda, bana verdiği desteğin önemini ayrıca anlatacağım)
Başlıyorum Hüsniye Hanım’a tüm gelişmeleri anlatmaya.
Eskisine göre daha az telaşlı, daha az hararetli ve daha sakinim.
Ancak hala uyuyamıyorum. Ve hiçbir ilaç etki etmiyor.
Arkaşlarımın dünyanın farklı köşelerinden taşıdığı ‘bu kesin iyi gelecek’ dedikleri her türlü dil altı, dil üstü, sprey melatonin ve melatonin kokteyl türevleri de işe yaramdı.
Beyin sisi tamamen kalkmadı. Kafam hala bulanık.
Günde 1.5 saat spor yapmama ve inanılmaz sağlıklı beslenmeme rağmen kilom takıldı.
En sonunda; ‘Çok araştırdım, gece terlemeleri için faydalı olabilecek bir ilaç buldum, hatta size de linklerini yolladım, acaba bana XXX ilacını yazabilir misiniz?’ diye soruyorum.
Hüsniye Hanım; ‘Zeynepçiğim, ne kadar zorlandığını anlıyorum, ancak XXX kırmızı reçete bir ilaç, fazlasıyla alışkanlık yapan bir ilaç, hatta insanlar bu ilaç için hastanelerde doktorları bıçaklıyor, ne yazık ki hem ben yazamam hem de doğru bir tedavi olmaz. Birlikte bir çözüm bulacağız, bir anlat bakalım tedaviyi nası uyguluyorsun?’ diyor.
Ve ben anlatıyorum; ‘her sabah ve her akşam, kolumun içinde, derimin en ince, en geçirgen olduğu yere Estrava Jel sıkıyorum, zaten minicik bir mercimek büyüklüğünde çıkıyor, onu da diğer bilek içimle yayıyorum cildime.’
‘Bir dakika mercimek büyüklüğü ne demek?’ diye soruyor.
‘İşte’ diyorum, yanımda getirdiğim jeli kutusundan çıkarıp, dirsek içime sıkıp gösteriyorum.
Ve Ta Ta….. Hazin gerçek ortaya çıkıyor.
Ben 6 aydır tedavi oluyorum zannederken Estrava Jel’in pompası bozukmuş, 1 dirhem 1 çekirdek çıkıyormuş!
Hüsniye Hanım birkaç denemeden sonra bir anda çok güçlü bastırınca, foş diye normalde çıkanın 10-15 katı çıktı.
‘6 aydır aynı Jel kutusunu kullanıyorum, bunda bir terslik olabilir mi?’ diye yanımda getirmiştim.
Bir süre bakışıyoruz birbirimize.
Güler misin, ağlar mısın?
Doktorum ‘iyi ki getirmişsin yanında, pompası bozuk bunun, ve de gerçekten çok azıcık çıkartıyor, sen de çok nazik basmışsın, ve ne yazık ki tedaviye başlayamamışsın’ diyor.
Aslında ‘naziksin’ durumumu anlatmak için çok kibar bir söz oldu ????
Fakat nereden bileceğim ki o pompadan ne kadar çıkmalı?
Mercimek büyüklüğü yerine, neredeyse 1 tatlı kaşığı jelin normal doz olduğunu nasıl bilebilirim ki?
Meğersem bir kutu Estrava jel 100 pompalıkmış.
Sabah akşam birer pompa kullanıyorsan bir kutu Estrava jel maksimum 50 gün kullanılabiliyormuş.
Ben 6 ayda 184 kez pompaladım, daha içinde 184 pompalık jel var.
Yani kullanmam gereken miktarın neredeyse onda birini kullanmışım!
Hüsniye Hanım ‘çok iyi oldu Zeynep, bundan sonra tedaviyi anlatırken çekmecemde bir estrava jel bulunduracağım, ve uygulamalı göstereceğim’ diyor.
Ben bu arada içimde küçük bir şok yaşıyorum; ‘Sen bu kadar oku, araştır, öğrenmeye çalış, ama tedaviyi doğru düzgün başlatama’ diye kendime kızıyorum önce.
Sonra sakinliyorum. Olan oldu.
Gerçek HRT tedavisine başlayacağım, ve gece terlemelerim, uykularım, beyin sisim, yorgunluğum, moralimin daha da iyileşmesi için yeni bir umudum var!
Hüsniye Hanım Mart 2025’te tekrar kontrole çağırıyor.
Bir önceki görüşmemizde, tedaviye başladıktan 6-8 ay sonra idrarda Östrojen Metabolitleri testi yaptırırız demişti.
Ancak tedaviye doğru dozda ve şekilde başlayamadığım için testi de Mart 2025’te yaptırmayı kararlaştırıyoruz.
Doktordan çıktıktan sonra ‘Rumuz: gerzo zeyno’ diyerek durumu arkadaşlarıma anlatan bir mesaj gönderiyorum.
Olur da benim gibi menopoz sürecine giren, ve de HRT tedavisine başlayacak olan olursa, aynı hataya düşmesin, boşuna zaman geçirmesin!
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
1 Temmuz 2024… Eşimin desteği…
Doğru dozda ve şekilde Horman Replasman tedavisine başladım, ve gece terlemelerim, uyanmalarım %50 azaldı.
Şimdi biraz daha sağlıklı düşünebilir hale geldim.
Ve geriye dönüp tüm yaşadıklarımı değerlendirmeye çalışıyorum.
Öncelik tüm bu süreçte eşim Alp’in her adımda yanımda olmasının, roller coaster gibi tüm iniş çıkış ve dalgalanmalarıma bilgece yaklaşmasının, elinden geldiği kadar beni dengelemeye çalışmasının, ne zaman umutsuzluğa düşsem beni ayağa kaldırmak için çabalamasının, menopoz konuşmaktan hiç kaçmayan, en ince ayrıntısına kadar konuşabileceğim bir dost olmasının, doktorlara giderken hep yanımda olmasının ne büyük bir nimet olduğunun iyice farkına varıyorum.
Sonuçta menopoz tabusu toplumun tamamında ve her erkekte yokmuş…
Evliliğimiz hep bir dayanışma alanı idi. Çok zor süreçleri birbirimize yaslanarak, moral, enerji ve destek olarak atlatmıştık. Hatta yaşadıklarımızdan ve kayıplarımızdan dolayı çok üzülsek de, çok yıpransak da, ilişkimiz her seferinde daha da güçlenmişti.
Menopoz sürecinde de Alp’in her zamanki soğukkanlı, şefkatli ve sevgi dolu tavrı, gece terlemelerinin sellerine kapılıp gitmek yerine, bizi sağ salim öteki kıyıya geçirmeyi başardı.
Çok şanslıyım. Hem de çok!
Hayatı paylaşmak üzere 20 yıl önce çıktığımız yol arkadaşlığı için şükrediyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
14 Temmuz 2024… Yol Hikayeleri…
Temmuz ortası araba ile çıktığımız 5 saatlik bir yolculukta uzun uzun konuşuyoruz Alp’le.
Son birkaç senemizi değerlendiriyoruz.
Benim için, son 8 aya damgasına vuran menopoz ve depresyon süreci…
Onun için, ailesindeki tüm büyükleri kaybetmenin getirdiği ‘çocukluğum gitti’ hissi…
İkimizin de yaşam istencinin, hevesinin nasıl azaldığını konuşuyoruz.
Ve hayat enerjimizi nasıl yeniden kazanabiliriz diye fikirlerimizi paylaşıyoruz.
Bu arada yolda yağmur, kar, fırtına, hepsini birden yaşıyoruz.
Neredeyse tüm yolu silecekler tam gaz, yine de göz gözü görmüyor şeklinde geldik.
Sanki kendi ruh halimizin aynası gibiydi.
İki önemli bulgu çıkartıyoruz bu konuşmamızdan;
1)İnsan yaşlandıkça zaten işler zora koşuluyor, büyüklerimizin ve kendimizin sağlığı, bedensel gücümüz, toleransımız, heyecan ve neşemiz doğal olarak azalıyor.
İniş diye nitelendirebileceğimiz bu süreci göğüsleyebilmek ve istekle devam edebilmek için, kendi yaşlanma süreci için cephanelerimizi belirleyip, kendimizi donanımlandırmamızda fayda var.
Kimi ne motive ediyorsa: iş, sosyal uğraş, hobi vs.
Neyi tutkuyla yapıyoruz? Adanmış olduğumuz neler var?
İşte yaşlılık öncesi bunları belirlemek önemli.
Özellikle kadınlarda.
Çünkü menopozdaki ani ve aşırı hormonal değişimin getirdiği çöküş, eğer kendi yaşam istencini kaybettiğin, yerine koyacak şeyleri bulamadığın zamana denk geliyorsa – ki bende öyle oldu – o zaman çok ağır vuruyor menopoz depresyonu.
Daha önce en yakın arkadaşlarımdan Selin bana anlatmaya çalışmıştı ama anlamamıştım.
‘Ne kadar kötü olabilir ki, ne kadar ağır olabilir ki?’ demiştim içimden.
Ancak gerçekten çok ağır olabiliyormuş.
Bu sebeple hayata tutunmak, istek, sevinç duymak için donanımlı mı insan?
Değilse, neler yapabilir?
Gerçekten yaşlandıkça insanın psikolojisini, sağlıklı ve iyi tutmak üzere aktif ve etken olması gerekiyor. Olumlu ve enerjik psikoloji yöntemleri üzerinde çaba sarf etmek insanın kendisine düşüyor.
Kendimce; okuduklarım, eğitimlerim, eylemlerimle, kendimi geliştirmek için zaten epey çaba sarf eden birisi oldum.
Ancak son 3 yılda babamın ve annemin sağlık durumları, ameliyatları, komplikasyonları, 6 Şubat depremi, depreme çok fazla angaje olmam, 45 günü deprem bölgesinde geçirirken fiziken ve ruhen çok etkilenmem, ailemizdeki ve çevremizdeki kayıplar derken, ruhsal bağışıklığım çok düşmüş.
İşbirliği yaptığım bir markanın işbirliğimizi: ‘çok fazla deprem bölgesi yayını arasında kayboluyoruz’ diyerek bitirmesi, hem iş hayatına olan inancımı kırmış. Hem kendimi haksızlığa uğramış hissetmişim, hem de işsiz kalıvermişim bir anda.
Kendimi anlamlı hissettiğim, beslediğim işimi kaybedince, önemli bir hayata tutunma aracımı da kaybetmişim.
Tüm bu koşulların üstüne gelen menopoza, epey hazırlıksız yakalanmışım.
Oysa Kasım 2023 için kendime şöyle bir söylemim vardı: ‘önümüzdeki 6 ay geçmişi değerlendirip, ne yapmak istediğime karar vermek için kendime izin vereceğim, kendime nazik ve yumuşak davranacağım’ Ancak bunları dediğimin 3. gününde, geceleri 3-4 saat uyuyabildiğim menopoz süreci başlamış. Kısa bir zaman sonra da depresyonun karanlık tüneline girmişim.
Değil ne istediğimi düşünmek, yataktan zor kalktığım uzunca bir süre geçirmişim.
İşte, böyle hazırlıksız bir şekilde menopoz tuzağına düşmemek için, insanın kendini ayakta tutacak temel taşlarını belirlemesi; işi, çocukları, tutkuları, sporu, sanatı, hobisi, sağlığı, hangisi onu hayata bağlayacak ise, ona sarılıp sürekli olarak yaşatması çok önemliymiş.
2)İkinci konuştuğumuz konu da, hayatımız boyunca ‘duran, yerinde sayan, hiçbir şey yapmayan’ insanlar olmaktan korkmamızdı.
Ben ömrüm boyunca ‘durmamak’ için çaba sarf ettim.
Hep kendimi ‘içten yanmalı motor’ diye niteleyip, yeni fikirler, projeler üreterek, işler geliştirerek, kendi hayal edip ürettiklerimle, halinden memnun ve tatmin olmaya çabaladım. Aslında varoluşum yaptıklarımdan, çoğunlukla da işimden geçti.
Hiç durmadım. Motivasyonum hiçbir zaman ‘kurban’ psikolojisinin tuzağına kendimi düşürmemek oldu. Ailemin ve benim en derinliklerimizde sessizce pusuda duran ‘kurban’.
Menopoz sürecinde düşündüğüm, hissettiğim, ağzımdan çıkanların ve davranışlarımın çoğunun, kaygı dolu, ‘dırdır’ şikayet eden bir yerden geldiğini fark ettim.
Üretecek fikri, hayali, isteği kalmadığı için hayıflanan, işsiz, acı ve alaycı bir tonda konuşan birisi olarak kendimi gördüm.
Aslında tam da korktuğu pozisyona düşmüş bir kurban.
İşte bu kurban halimden dolayı en derinde kendime öfkeli olduğumu fark ettim.
Abartmıyorum. Dramatize etmiyorum. Ve umutsuzlukla söylemiyorum.
Hepsinin geçici olduklarını, zamanla dönüşebilmesinin benim elimde olduğunu biliyorum.
Amacım sadece, tüm bunları fark ettiğimde, içine düştüğüm gördüğüm koyu bataklığı iyice görüp, onu oluşturan zihin halini anlamak, tanımak, onunla barışmak.
Hep dışarıdaki koşullara, insanlara, başıma gelenlere, bedenime kızmışım…
Mesela uzunca bir süre anneme babama kızdım, onları suçlarım bir sürü arızam için, sevmediğim huylarını eleştirdim, ancak zamanla sevmediğim aynı huylara sahip bir insana dönüşebildiğimi gördüm.
Ve aslında bu ‘kurban’a dönüşme süreci bir anda olmuyor.
Yaş aldıkça, karşımıa çıkan problemler, zorluklar, değişimlere nasıl tepki verdiğimi, hangi seçimleri yaptığımı sürekli gözden geçirip, sorgulamayı hiç elden bırakmam gerekiyormuş.
Bilinçli bir şekilde aile programıma, derinde pusuda yatan savunma mekanizmalarıma kaymadığımdan emin olup, otomatik pilto yerine özgür iradeyi devreye sokmak için çaba sarf etmem gerekiyormuş.
Kendimce bunu da yaptığımı sanıyordum ama pek başarılı olamamışım.
Amacım karanlıklarda kendimi boğup, kendimi cezalandırmak değil.
Dersimi alıp, aydınlığa çıkmak, ve yeniden tuzaklara düşmemek için daha dikkatli, özenli, şefkatli olmak.
Araba yolculuğumuz boyunca yaptığımız bu sohbette fark ettiklerimiz, Alp’e de bana da, hayatta her an kendi sorumluluklarımızı almayı seçmenin önemini yeniden hatırlattı.
Ve şikayet etmek yerine, geçmişle, kendimizle barışıp, yolu doğru enerjiyle yürümeyi!
Belki koşullar zorluydu, belki herşey üst üste geldi.
Ancak bundan sonrası benim elimde.
Kurban olmamak benim elimde.
Umutsuzlanmak, mızmızlanmak değil, farkına varıp, bilinçli seçimlerle, bataklığa doğru değil, aydınlığa doğru yürümek kendi seçimim.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
30 Ağustos 2024… Yaz bana iyi geldi.
Aslında sıcaklarda daha kötü olur muyum diye korkarken, yazın hafifliği hem bedenimi hem de ruhumu yatıştırdı. Defterime hiçbir şey yazmadığıma göre yaz bana iyi gelmiş.
Kışın kat kat giyinip sıcaktan kat kat soyunmak yerine, bütün yazı bir elbise veya tşhirt, şort, bikini, terlikle geçirmek, sıcaklayınca üzerinde kurtulanacak bir yük olmaması, hep açık havada olabilmek, kendini denizin serinliğine bırakabilmek, hepsi iyi geldi.
Geceleri zaman zaman uykusuzluk çeksem de, moralim, enerjim daha yüksek oldu.
Bunda Mayıs ayından beri günde en az 1.5 saat egzersiz yaptığım antremanların da faydası oldu. Uzmanlar, menopozdaki kadınlar için ayaklarınızı yere vurun, zıplayın, dans edin, trambolin yapın, koşun dedikleri için haftada en az 4-5 gün jogging yapıp, yanına da gün aşırı HIIT, Yoga, Ağırlık, Fonksiyonel Antreman ekleyerek, adeta bir sporcu gibi çalıştım.
HRT’ye de Haziran’da tam anlamıyla başladığım düşünülürse, sporun etkileri ile HRT’nin etkileri tahminim eş zamanılı bedenimde kendilerini göstermiştir.
Ve hangisinin gece terlemeleri konusunda daha fazla fayda sağladığını bilemiyorum.
Durum değerlendirmesi yapıyorum ve 3 aylık HRT tedavisi ile 4 aylık sıkı egzersiz programını birlikte yürüttükten sonra, terlemeler ve uykusuzluk başlangıçta 100 iken, şu anda ancak 50’ye düştü.
Belki de bende ki etkileri bu kadar olacak diye düşünüyorum. Tabi ki 50, 100’den çok daha iyi, çok şükür.
Sonuçta her türlü spor hem anında, hem de uzun vadede insanın moraline, zihnine, ruhuna, bedenine iyi geliyor.
Zaten o yüzden zorla değil, severek yapıyorum, başta istemediğimi, alışmadığımı da, zamanla seviyorum.
Menopoz ile tanıştığım ilk 8 ay uykusuzluk, yorgunluk, beyin sisi ve depresyonum öyle ağırdı ki, zombi gibiydim. Hayatta en sevdiğim şey olan yürüyüşü bile çok zorlanarak yapmıştım.
Sadece irade gücüyle kendimi ikna edip, bazı günler de gerçekten zorlayarak.
Ancak şimdi daha mutlu mutlu yapıyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
28 Ekim 2024 – Herşeyi sağlıklı ve doğru yapacak gücü olmayabilir insanın.
Havaların serinlemesi ve yağışların başlaması ile yavaş yavaş yazki enerjim azalıyor.
Alaçatı’dan el ayak çekildikçe, sokak köpekleri de biraz vahşileşinde, artık koşamıyorum. Buraların ciddi bir sorunu 3 mevsim saldıran sokak köpekleri ne yazık ki.
Ayrıca yogadan biliyorum; yazın yang / ateş enerjisi fazla olduğu için, bizim de enerjimiz, gücümüz ve direncimiz artıyor. Ancak havalar soğumaya başladıkça, daha yin bir enerjiye bürünüyor bedenimiz. Daha sakin, daha yavaş, daha esnemeye yönelik egzersizler iyi geliyor insana.
Koşamasam da yürüyorum, zıplayamasam da foknsiyonel antremanıma devam etmeye çalışıyorum.
Ancak bu süreçte hem fiziksel koşullar hem de ruh halimdeki dalgalanmalar ile gece terlemeleri biraz daha artıyor.
Ve gözlemliyorum: ‘sağlık için doğru olan’, ‘yapılması gereken’ lerin bilgisi çok net, açık, ve ortada oluyor. Ama yapamıyorum işte.
Çünklü bazen insanın fiziksel ve ruhsal durumu ‘doğru’ olduğu apaçık bilinenleri yapmaya yetmiyor.
İşte menopoz süreci ile tanıştığım ilk 11 ay, tüm bu ‘doğru’ları öğrenmek ve anlamak için kafamı, uygulamak için de gücümü toparlamaya çalışmakla geçti.
Çoğu zaman gece yatak görmek istemeyip, gündüz de yataktan çıkamayacak haldeyken, kendimi zorlayarak ‘sağlıklı olan’ı, doğru olan’ı uygulamaya çalıştım.
Ancak insanın her zaman ‘doğru’ları yapacak gücü, istenci bulamadığını da çok iyi anladım.
İnsanın morali ve enerjisi yerlerde sürünürken, yapması gerekenlerin ne olduğunu çok iyi bilse bile, uygulayacak motivasyonu ve kararlılığı kendisinde bulamayabiliyor.
İşte biraz böyle bir süreç yaşıyorum. Elimden geldiği kadar hareket ediyorum, ama yazki kadar aktif, dinamik, coşkulu, azimli olamıyorum. Hem bedenim hem de ruhum izin vermiyor.
Ve görüyorum ki, fiziksel, ruhsal ve zihinsel gücümüz kuvvetimiz yerindeyken, yapabileceğimiz en ‘sağlıklı’ ve ‘doğru’ olanları yapıp, yapamayacağımız dönemler olduğunda, o dönemler için moral ve direnç depolamak en iyisi.
Bir yandan da insanın mutluluğu ve tatminini salt iyi olma haline koşullandırmamak gerektiğini öğreniyorum.
1 ay önce güle oynaya koşup zıplarken, şimdi elimden sadece yürüyebilmek geliyorsa bu da OK.
Günde 1.5 saat aktif sporun sağladığı seratonin, endorfin, dopamin beni daha iyi hissettiriyordu evet.
Ancak mutluluğum bu salgılanan hormonlara, spor bağımlısı olmaya veya bedenimin tam istediğim gibi olmasına bağlı olmamalı.
Hiçbirisi olmasa da halimden memnun olabilirim.
Çünkü spor yapamayacağım günler de olabilir.
Herkes gibi yaşlanmaya ve hastalanmaya tabiyim.
Mutluluğu ve tatmini, aktiviteme, bedenime, insanlara, dışarıdan gelenlere bağlamak yerine, koşullar her ne olursa olsun, içeriden hissedebilecek bir zihne gelebilir miyim acaba?
Üzerinde düşünmeye değer…
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
11 Kasım 2024– Menopozu ve tedavi olanaklarını doğru şekilde anlatmak doktorların görevi…
Gece terlemelerim ve uykularım beni zorladıkça, yeni şeyler okumaya, araştırmaya devam ediyorum. Artık menopoz öğrencisiyim nasıl olsa. Öğrendikçe arkadaşlarımla da paylaşıyorum.
Tüm yaz ve sonbahar boyunca konuştuğum, benzer dertlerden muzdarip tüm kadınlardan, okuduklarımdan, dinlediklerimden, menopoz konusunda kadınların ne kadar çok ihmal edildiğini daha da çok anlıyorum.
Hatta dünyanın en önemli jinekologları, profesörleri, araştırmacı bilim insanları bile bundan şikayetçi.
Biyoeşdeğer östrojenin aciliyetini, önemini ve faydalarını tıp dünyasına zar zor kabul ettirmişken, Progesteron’un önemini gösteren araştırma sonuçlarını yayınlatacakları medikal yayın organı bulamadıkları için feryat ediyorlar podcastlerde.
Tıp dünyasının, sadece kadınlara özel bulgular yerine, önce erkekleri veya herkes için geçerli hastalıkları önemsediğini, ve progesteronun kadınlarda kanseri önleme potansiyelini ispatlayan araştırmalarını bir türlü yayınlatamadıkları için dert yanıyorlar.
Kadınlara şifa olabilecek HRT’nin tıp dünyasında kabul edilme süreci zaten sancılı olmuş.
1980-2005 arası kadınlara hem herhangi bir tedavi verilmeyip, hormon yasaklanıp, hiçbir çözüm üretilmemiş. Kadınların, tıp dünyası tarafından organize bir şekilde böyle tek başına bırakılması, şimdilerde tıp tarihinin en büyük ayıbı diye nitelendiriyor.
Ve tüm bunlara rağmen günümüzde hala progesteron’un önemini vurgulayan büyük araştırma sonuçlarını ve makaleleri yayınlatamayan bir çok araştırmacı profesör var.
İşin en acıklı tarafı hala tıp dünyası, doktorlar, menopoz sürecini yönetmeyi beceremiyor.
Ve kadınlar hala ya çok yalnız, çok şikayetçi…
HRT Pompalaması büyük tehlike…
1 senedir yürüttüğüm menopoz araştırmalarım sırasında, dünyada başka bir problemin de baş gösterdiğini fark ediyorum.
Bazı doktorlar, hatta tıbbi bir uzmanlığı olmayan yeni nesil şifacılar, çok fazla Hormon Replasman Tedavisi promosyonu yapıyor.
Sanki HRT tüm dertlerin devasıymış, hatta gelecekte hiç hastlanmamanın sırrıymış gibi, HRT bombardımanına boğuluyor kadınlar.
Hem de sosyal medya gibi tıbbi bilgileri paylaşmak için doğru olmayan bir kanalda.
Neden doğru değil? Çünkü hastalık aynı olsa bile her hasta farklıdır.
Yani menopoz tüm kadınlar için geçerli bir fizyolojik değişim olsa da, her kadının beden ve sağlık koşulları, öyküsü farklıdır. Menopoz sürecinde yaşayacakları da parmak izlerimiz gibi birbirinden farklıdır.
Hastalık yoktur, hasta vardır der iyi doktorlar.
Bu sebeple kimseye bol keseden HRT kullanın fikri dağıtmamak gerekiyor.
Kimin hangi koşullarda, hangi hormon türüyle, hangi dozda hormon replasman tedavisi uygulayacağına karar vermek için, mutlaka doktorun muayene, tahlil, tetkik ve takibi gerekiyor.
Oysa şu anda sosyal medyada bir HRT furyası esiyor. Ve kadınlar gereksiz bir şekilde ve dozda hormon almaya yönlendiriliyor.
Hatta öyle şeyler duyuyorum ki podcastlerde…
Her terleme ve her sıcak basmasında, sular seller gibi kendilerini jellere bulayan kadınlar, maximum dozların 10 katına çıkanlar!..
Oysa HRT daha çok yeni bir tedavi türü. HRT kullanan kadınlar arasında yapılmış 20 yıllık bir araştırma bile yok. En eskisi bildiğim kadarı ile 7-8 senelik.
Bedenlerimiz üzerindeki uzun vadeli etkileri bilinmiyor.
Kanseri tetikleyip tetiklemediğine dair bulgular daha hala göreceli ve zamana göre değişebilir.
Kalp damar, beyin, omurga sistemlerimizdeki faydaları da göreceli.
Hiçbirisi daha tam ispatlanmamış durumda.
Aslında her kadın HRT’yi, kendi rızası ile, kendi riskini alarak tedavi olarak uyguluyor.
Yani bir furyaya veya modaya kapılıp uygulanabilecek bir tedavi değil HRT.
Kendi sorumluluğunu alırken çok iyi bilgi sahibi olması gerekiyor her kadının.
Ve bu sorumluluğu onunla paylaşması gereken doktoru da, hastasını çok iyi ve doğru analiz etmeli, bilgilendirmeli ve asla yanlış yönlendirmemeli.
Çaresizliğin nasıl birşey olduğunu bilsem de, bol keseden dağıtılacak birşey değil hormon jelleri.
Sosyal medyada bunun çığırtkanlığını yapan doktorlar veya uzman olmayan şifacılar, kadınları çok tehlikeli sulara yönlendirdiğinin farkında mı acaba?
Gördüğüm kadarıyla Türkiye’de HRT konusunda aşırı pompalanan bir durum yok çok şükür.
İşte tüm bu ihameller ve yanlış yönlendirmelere dur diyebilecek en doğru merci doktorlar.
Doktorların hastalara gösterdiği özen ve ilgi çok önemli.
Tıp dünyasındaki araştırmaları, literatürü takip edip önce kendileri en güncel ve doğru bilgilenmek, ve de ardından da hastalarını mümkün olduğu kadar erken bilgilendirmek doktorlara düşüyor.
Hatta tüm jinekologların 45 yaşındaki kadınlarla – ister peri menopozda olsun ister olmasın –kendilerini gecelekte bekleyen süreçlere bilinçli hazırlanabilmeleri için bilgileri paylaşması ve kitaplar önermesinin çok elzem olduğuna inanıyorum.
Tabi ki bu sürece daha girmemiş, ya da girmediğini düşünen kadınları korkutacak şekilde değil.
Ancak rutin kontroller dışında, konuşulacak ve hazırlanılacak hiçbir şey yokmuş gibi hastalarının yüzüne boş boş bakmalarının büyük bir ihmal olduğuna inanıyorum.
Menopoz, sadece semptomlar gelişince tedavi etmeye çalışılınca, yani iş işten geçtikten sonra düzeltmeye çalışılması çok yorucu ve zorlayıcı bir süreç.
Ehil doktorların pro-aktif davranarak, hastalarını kendilerini bekleyen fizyolojik ve ruhsal değişimlere, hem bilgi, hem de hareket, beslenme ve takviye önerileri ile hazırlamasının doğru anlayış ve yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
Ben hem şanslıydım hem de şanssız.
Şanslıydım çünkü doktorum bu süreci epey iyi yönetti.
Şanssızdım çünkü herşey çok ani gelişti.
Damdan düşer gibi bir gecede ansızın başlayan gece terlemelerime ikimiz de hiç hazırlıklı olmasak da, sonrasındaki süreci yönetmek için çok yardımcı ve paylaşımcı oldu Hüsniye Hanım.
Ancak bu benim bireysel şansım idi.
Türkiye’de ve dünyada menopozun kadınların yalnız bırakıldığı bir tabu olmaktan çıkması lazım.
1 sene önceki sözlerimi hatırlıyorum: ‘Türkiye’de uzun süre menopoz hakkında yazılmış tek kitabın, bir erkek göz doktoruna ait olması çok saçma değil mi?’
Oysa kadınların bir şekilde kendilerini menopoz süreçlerine hazırlayabilmeleri için hem kaynaklara hem de doktorlara ihtiyacı var.
45 yaş üstü kadınların bu geçiş sürecini jinekologların hastalarını ürkütmeden, korkutmadan doğru bilgi ile besleyerek yönetmesine ihtiyaç var.
Benim deneyimimdeki gibi, damdan düşererek -hatta uçurumdan diyelim – birkaç gecede korkunç bir şekilde perimenopozu yaşamak, insana kendisini çok çaresiz hissettiren bir durum.
Kimse benim yaşadığım gibi bir şok yaşayıp, 1 sene boyunca 100’en fazla podcast, 10’dan fazla kitap okuyup, bu yoğunlukta menopoz ile ilgilenmek durumunda kalmamalı.
Oturup bütün arkadaşlarım için sayfalarca özet çıkartıp paylaştım, sırf sevdiklerim benim çektiklerimi çekmesin diye.
Tabi ki öncelikle kadın olarak bizlerin kendi sorumluluğumuzu almamız gerekiyor. Beslenme adına, hareket etmek adına, kas geliştirmek adına, ve bilgilenmek, kendi seçimlerimizi yapmak adına çalışmamız gerekiyor.
Ancak kadınların en doğru şekilde menopoza kendini hazırlaması, yüksek moralli, enerjili, olumlu şekilde karşılayabilmesi için kadınların yanı sıra doktorlara da görev düşüyor.
Hamile kalmam için bana milyonlarca akıl, hormon, farklı yöntem verirken iyiydi, ama hiçbir doktor ‘ileride böyle komplikasyonlar olabilir’ demedi, hatta ileride menopoz var bile demedi.
Doktorlar sadece hastalık için yok. Onlar ayrıca birer danışman ve mentor. Uzmanlıklarını ve bilgilerini geliştirmeleri, doğru zamanda doğru şekilde paylaşmaları birçok kadının hayatını kolaylaştırabilir.
Hastaları ‘sudan çıkmış balık’ gibi hissetmesin ve de ileride büyük sağlık problemleri yaşamasın diye hastalarına olası tedavi yöntemlerini söylemeleri, kadınlar için çok kıymetli bir adım.
Galiba menopoz konuşmanın tabu olmasının yıkılması gerektiğine inandığım için, teması sadece yolculuk olan websitemde ve instagram hesabımda, öğrendiğim ve yaşadıklarımı paylaşacağım.
Ne alaka deseler de desinler, bu da sonuçta bir menopoz yolculuğu. İnsanlığın yarısını ilgilendiren bir yolculuk!
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
30 Kasım 2024– Mid Term: Menopoz tedavilerinin ara değerlendirmesi…
Peri-menopoza 13 ay önce çok ani ve ağır bir giriş yaptım.
Doğru egzersizleri, beslenme ve takviye biçimini uygulamak konusunda fazlasıyla azimli ve özenli olduğum ve Hormon Replasman Tedavisini de doğru şekilde uyguladığım Haziran-Ekim ayları arasında, beni en çok zorlayan semptom olan gece terlemeleri yüzünden uykusuzluğumu 100 birim üzerinden 40 birime düşürebilmiştim.
Günde 1 saat mutlaka hareket etsem de, Ekim-Kasım ayları egzersizlerimin yoğunluğu azaldı ve yavaşladı. Ve gece terleme ve uykusuzluğum arttı. Son iki ay 60 birimlerde diyebilirim. Dönem dönem, özellikle 7 gün HRT’ye ara verdiğim zamanlarda geceleri hala çok zorlanıyorum. Sanki hiç tedavi olmamışım gibi ilk akşamın geri geldiği bazı gecelerim olabiliyor. Ancak yine de tolere edebiliyorum.
Galiba zihinsel, ruhsal ve fiziksel dayanıklılığım ve direncim arttı. Ne mutlu diyorum.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
15 Aralık 2024– Menopozu ele alanların sayısı artıyor – Ne mutlu!
15 ay önce Menopoz konusunda sadece tek bir Türk kaynak olduğunu sanıyordum.
Kendimi yalnız hissetmemek ve de menopoz hakkında daha fazla bilgilenmek için Deniz isimli bir arkadaşımın önerdiği ‘menopasuematters’ instagram hesabını takip etmeye başlamıştım.
Hatta bu hesabın paylaşımları sayesinde, sanatçı Naomi Watts’ın menopoz konusunun konuşulabilir hale gelmesi için öncü olarak, kendi menopoz süreci konusunda paylaşımlar yaptığını öğrenip, onu da takip etmeye başladım.
İnsan, bilgilenmenin yanı sıra, yalnız olmadığını hissetmek istiyor.
Özellikle topluma malolmuş kişilerin, kırılgan oldukları konuları paylaşabilmesi, tabuları yıkmak için güzel bir zemin oluşturuyor.
Sonra Türk doktor veya uzmanların yazdığı başka kitaplar olduğunu da öğrenip, bazılarını alıp okudum.
Hatta Türkiye’de son Kasım 2024’ten beri hem kitaplarda hem de sosyal medyada menopoz konusuna dair büyük bir hareketlenme var.
Melis Alphan’ın MenopozSeyirDefteri sosyal medya hesabı açıldıktan sonra sadece 1 ay içinde 15.000 takipçiye ulaştı.
Pelin Bozkurt Bilgiç’in Yeni Menopoz Yeniden Genç Olmanın Sırrı kitabı birçok kadının başucu kitabı oldu.
Tüm bu gelişmeler, menopozu paylaşmaya ne kadar çok ihtiyacımız olduğunun göstergesi.
Menopozun konuşulabilir hale gelmesi, kadınların arasında bir dayanışmanın gelişmesi çok sevindirici.
Ben de bu adımlara bir adım eklemeye karar veriyorum.
Çünkü, hepimiz elimizen geldiğince paylaşırsak, sadece kadınlar arasında değil, toplumun tamamında, menopoz konuşulabilir bir konu olabilir zamanla.
Ne kadar çok konuşursak, kadının menopoz sürecinin, ‘sessizlik ve ıssızlıkla’ yalıtılması gereken bir TABU olmaktan çıkacağına inanıyorum.
Kasım 2023’te gece terlemeleriyle ve uykusuzluk ile başlayan perimenopoz sürecimde, adım adım kendimi nasıl çaresiz, yapayalnız ve utanç içinde hissettiğimi hatırladıkça, hiçbir kadın bunları yaşamasın diye diliyorum.
Çünkü peri-menopoz sürecinde, biz kadınlar dışarıdan hırçın veya asabi gözüksek de, aslında sadece kaygılıyız.
Kararsız, sağı solu belli olmayan bir haldeyiz, çünkü korkuyoruz.
Mantıksız veya saçma şeyler yapıyor ve unutuyoruz, çünkü kafamız karışmış, beynimiz dumanlı bir durumdayız.
Kilo alıyoruz çünkü metabolizmamız yavaşlıyor.
Seksten ve hayattan kaçıyoruz, çünkü bizi mutlu eden hormonlarımızın hepsi baskılanıyor.
Kimimiz uyuyamıyoruz, kimimiz hareket edecek gücü kendimizde bulamıyoruz, kimimizin kemikleri eriyor, eklemleri ağrıyor, kimimiz çok kilo alıyoruz, kimimiz altımıza kaçırıyoruz, kimimiz depresyondayız.
Kendimizi yalnız, duyulmamış, anlaşılmaz hissediyoruz.
Oysa menopoz konuşulabilir bi konu haline gelirse, birbirimiz ile paylaşabilirsek, gerekli bilgileri doktorlarımızdan talep edersek, tedavileri zamanında olmak için yardım istersek, kadınlar için hayat 45’lerinden sonra böylesi zor olmak durumunda değil.
Yeteri kadar sesimizi çıkartırsak, menopozun gerçekten kadının psikolojisini, beyin ve hafıza fonksiyonlarını, iskelet ve kemik sağlığını, kalp damar sağlığını, uyku düzenini, üriner ve bağırsak sistemlerini epey etkileyen bir olgu olduğunu önce kadınlara, sonra da tüm topluma duyurabilirsek, büyük bir tabuyu kırabilir, ve kadının fiziksel ve ruhsal sağlığı için büyük bir adım atabiliriz.
Hayatımda yaşamımı en zorlayan kabus peri-menopoz sürecim oldu.
Tabi ki daha önce hastalandım, ameliyatlar geçirdim, hatta tüp bebek süreçlerimde birçok kayıplar yaşayarak, derin üzüntülere gömüldüm.
Ancak bunların hepsi bir zaman sonra geçiyordu. 1 sene boyunca böylesine yoğun bir zorluk hiç yaşamak zorunda kalmamıştım.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
31 Aralık 2024… Menopoz sürecinin öğrettikleri…
2024’ü kapatırken, yazdıklarımı da yeni yılda yayınlamaya karar vermişken, geriye dönüp son 14 ayı düşünüp değerlendiriyorum.
14 ay önce damdan düşer gibi tanıştığım menopoz, uzunca bir süre ağır semptomları ile beni çok zorladı, hala da zorlamaya devam ettiği gecelerim çok.
Gece olsun istemediğim, yatak görmek istemediğim, gündüz de yataktan çıkmak istemediğim, kadın olmak ne zormuş ya! dediğim yoğun bir değişim süreci yaşadım. Hala da yaşıyorum.
Semptomlarım hafiflese de hala çok zorlandığım gecelerim, gündüzlerim oluyor.
Çok sabır göstermeye çalıştım.
Başlangıçta biran evvel bitsin, kurtulayım, normale döneyim diye çok çırpındım.
Ancak şimdi geriye dönüp bakınca bu zorlu sürecin, herşeyi kontrol edemeyeceğime ve değiştiremeyeceğim dair önemli bir öğreti olduğunu görüyorum.
‘Olanı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmek’, ‘elinde ne varsa onun kıymetini bilmek’, daha önce dilimde olan sözler idi, ancak idrak edip içselleştirebildiğim olgular değillerdi.
Epey uzun süre boyunca, zorlu semptomlar ile birlikte yaşamak zorunda kalmam, hayata bakış ve ele alışımda bazı değişikliklere yol açmış.
Hepimiz başımıza gelenlerle başa çıkmak için kendimize göre yöntemler uyguluyoruz.
Benimki daha önceleri ‘bir an evvel kaçma, kurtulma isteğiyle, aceleyle, aşırı basınç uygulayarak’ hareket etmekti.
Ancak menopoz sürecinde bu şekilde davrandığım her iyileşme çabamda çoğunlukla duvara tosladım. Ve zamanla, önümde baraj gibi duran duvarın, aslında sürekli sonuç odaklı düşünmek ve çözüm arzulamak olduğunu anladım.
İstemediğim durumlardan ‘lütfen hemen şimdi düzelsin’ diye kaçma çabamın beyhude olduğunu gördüm.
Hep içimde ‘ben elimden geleni yaparım, ve olur, yani oldururum!’ yanılsamasıyla yüzleşmek zorunda kaldım.
Ve her seferinde otomotik olarak içimden çıkan ‘kontrol etme ve oldurma’ çabamdan, bir süre sonra sıyrılmam ve farklı bir bakış açısı geliştirmem gerektiğini anladım.
Hayat bundan sonra hep zorluklar çıkarabilir karşıma, çabam onlardan kaçmak veya onları yenmek olduğu sürece duvara toslayacağım. Sıkışmışlıktan biran evvel kurtulmak için koşturdukça, kendi çukurumu daha da derinleştireceğim.
Oysa sakince, tepkisel olmadan, ‘olan bu’ diye biraz kabullenebildiğimde, içimde bir barış alanı açılıyor. O alan bana objektif gözlem yapabilecek ve yere sağlam basabilecek bir zemin sağlıyor. Çukurdan çıkabilmek için enerjimi toplayabilecek, yukarı doğru adım adım çıkabileceğim basamakları bulabilmek için zaman sağlıyor.
Çukuru derinleştiren hararetli, gergin, savaşçı bir füze olmak yerine, sakin, sabırlı ve barışçıl bir toprak gibi.
Başka yanılsamalarımla da yüzleştim.
Kendimle, illa ’fiziken, bedenen ve ruhen ideal veya hatta optimal Zeynep olursam’ sevmek gibi çarpık bir ilişkim olduğunu fark ettim mesela.
Ancak ‘Spor yapan, iyi beslenen, dolayısı ile bunların iyi sonuçlarını yaşayan Zeynep’ olursam kendini kabul edebilen!
Artık görüyorum ki, bu hem gerçekçi hem de sürdürülebilir bir tablo değil!
Çünkü herkes ve herşey gibi ben de yaşlanmaya, hastalığa ve entropiye tabiyim.
Bu salmam anlamına mı geliyor? Hayır!
Tabi ki koşullarım el verdiğince, fiziken ve manen, ‘doğru’ ve ‘iyi’ şeyleri yaparım.
Ancak koşullar değişebilir ve sürekli zorlamak, oldurmaya çalışmak çözüm olmayacak.
İşte kendimle olan bu çarpık ilişkimle bu kadar net ve açık olarak ilk defa yüzleştim.
Önce kendimi kabullenmek için adım atmaya başladım.
Sonra da hep çözüm ve sonuç odaklı yaşayan, hep oldurmak için koşturan, kontrol edemeyeceklerini yine de kontrol etmek için sonsuz çaba sarf eden Zeynep’ten herşeyi çözemeyeceğimle, bazı şeyleri sadece kabul edebileceğimle barışan bir Zeynebe doğru adımlar.
Hepsinin özünde de, galiba, ilk defa asıl konunun ‘oh bitti gitti’ ya da ‘biran evvel bitecek gidecek’ olmadığını, asıl o süreci nasıl yaşadığım olduğunu anladım.
Herşeyi kontrol etmem mümkün değil.
Başıma birçok şey gelebilir.
Üzücü ve zorlu şeyler de gelecek.
Daha büyük ızdıraplar da yaşayacağım.
Ama dünyanın sonu gelmeyecek.
Sakince kabullenip, soğukkanlılıkla ele alıp, adım adım her birinin içinden geçebilecek sağlamlığa gelebilirsem, yaşlılığımı daha iyi bir zihin haliyle yaşabileceğimi anladım.
Mesela menopozun ilk 8 ayı kabustu, ve ben bunu unutup üstünü örtmüyorum.
Benimle bir hatırlatıcı olarak yaşıyor ilk 8 ayım.
Ama bedbaht bir şekilde değil.
Sadece her şeyin her an değişebileceğinin hatırlatıcısı olarak.
Bir de hem olanı, hem de kendimi olduğu gibi kabul edebilmeye başlamamın çok güzel bir meyvesi oldu. Kendi kendimin kabilesi hissetmeye başladım.
Kimselere beni arasın, sorsun, çağırsın, beni düşünsün diye bağımlı olmadan…
Kendi içimde sakince ve şefkatle kalabilen…
Yeri geldiğinde kendine annelik, babalık, arkadaşlık, sırdaşlık yapabilen…
Gel kardeşim elini ver bana diyerek her organizasyona atlamayan…
durumlara ve insanlara tutunmayan…
daha az beklentili…
daha az alıngan, daha az kırılgan…
ilgi, özen ve sevgi geldiği zaman onu sakince kucaklayabilen ama bağımlısı olmayan…
kendiliğindenliğe kendini alan açabilen bir Zeynep olabilmek daha huzurlu ve memnun kılıyor beni!
Düşünüyorum da, 14 Ocak 2024’te, 50. yaşıma girerken isyandaydım, umutsuzdum, yorgundum. Şüpheciydım, alıngandım, karamsardım.
Önümüzdeki günlerde 51 olacağım.
Ve yaşam hevesimin, neşemim yeniden canlandığını hissediyorum.
Hem de bu sefer dışarıdan değil içeriden gelen bir canlılıkla.
Yeniden, merakla yaşamın tazesi olabiliyorum.
Sürekli koşturan bir kurşun asker, sürekli çalışan bir makineyken kaçırdığım anlara artık eşlik edebiliyorum.
Çünkü gücüm bitmek tükenmek bilmeyen bir oldurma çabası yerine, yaşamak başlı başına bir mucize duygusundan geliyor.
Yeniden hayata ve insanlara karşı naif olabiliyorum.
Hem de bu sefer, ‘beni kurtaracak’ gibi bir beklentiyle, büyük umutlarla değil.
Çünkü kurtarılacak bir Zeynep yok.
Her kadın gibi, her insan gibi ben de zor şeyler yaşadım, yaşayabilirim ve yaşayacağım.
Tek çabam, geleni, dozunda ve dengede bir oluş ile göğüsleyebilmek.
Mutsuzluktan kaçmak için çırpınarak kurtulamıyor insan.
Mutluluğun da peşinde koşarak bulamıyor.
Yani istemedğin şeylerden kurtulmak için kendini hırpalamadığın ve istediklerini oldurmak için zamanda mutluluk huzur kendini açığa çıkartıyor.
Asıl mutluluk hali onu aramadığın anlar.
Hele mutluluğun ‘bir sonraki’, ‘daha fazlası’, ‘daha iyisi’ ile hiç mi hiç alakası yok.
İşte tüm bu aydınlattığı yanılsamalar ve açtığı nefes alma alanları sebebiyle menopozu da kucaklıyorum.
Olanı olduğu gibi görüp kabul edebilmek yolunda öğretmenim olduğu için…
Bana hayatımda olumlu ve olumsuzun birbiriyle el ele gittiğini gösterdiği için…
Bana yaşlandığımı gösterdiği için…
Çünkü utançla, küskünlükle ve yapayalnız yaşlanmak yerine, yaş almayı mutlulukla, bilgelikle kucaklamayı seçebileceğimi de gösterdi…
Sevdiklerimle birlikte yaş alabilmem bir mucize, buna sadece şükredebileceğimi gösterdiği için…
Hani diyorlar ya öldürmeyen şey güçlendirir.
İşte benim menopoz sürecim biraz böyle oluyor. Bakalım daha neler bekliyor beni?
Zeynep Atılgan Boneval