GÖKÇEADA ROTALARI – TEPE KÖYLERİ VE REHBERLERİ

 

 

Zeytinliköy

Eski adı ile Ayatodori olan Zeytinliköy, yemyeşil zeytin manzaraları, tepelere tırmananan Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarında şiir gibi geleneksel Rum taş evleri, yollarda yürürken size eşlik eden keçi ve tavukları, kapı önlerini, balkonları, pencere içlerini, duvarları bezeyen renk renk çiçekleri, şirin meydanları, mis gibi kokular ve Rumca sohbetler yükselen tatlı kahveleri, adanın en eskisi olan Agios Georgios kilisesiyle, bizim adada en sevdiğimiz köy oldu.

Etrafını sarmış zeytin ağaçlarından ismini alan köy, 16. yy. da Rumlar tarafından kurulmuş. Fiziksel dokusu ve Rum ruhu en güzel korunmuş Zeytinli, sit alanı olarak mimari koruma altında. Son yıllarda Yunanistan’dan köylerine geri dönen Rumların açtığı birçok kafeleri, yaz kış yaşayan 50-60 civarında yerlisi ile adanın en sosyal Rum köyü.

Zeytinli’nin Ortodokslar için özel bir anlam ve önemi var. 1940 yılında burada doğmuş 1. Bartholomeos, 300 milyon Ortodoks Hıristiyan’ın ruhani lideri olan köyün gurur kaynağı. 1991 yılında Patrik ilan edilen, okur yazarlığı ile ünlü Bartholomeos’un, köyün kilisenin önündeki park alanında kitap okuyan şekillenmiş bir bronz heykeli var. Patrik senede birkaç kez doğduğu evi ziyarete geliyor.

 

Zeytinliköy’de iken size tavsiyelerimiz:

  • Barba Hristos’un tatlı evinde efsaneleşmiş sakızlı muhallebisi, krem karameli ve çikolatalı tatlısının tadına bakın. Eğer Hristo’nun kendisine denk gelirseniz ve iyi gününde ise harika hikayelerini anlatsın size.
  • Nostos’ta, Sıcak Kahve’de, Mina’da, Arassia’da, Cafe Garaj’da köyün yerlileri ile birlikte sabah kahve ve akşamüzeri frappe ve tatlı keyfi yapın. Gerçekten hepsinin tadı ayrı. Her gün kahvaltı veya akşam yemeği sonrası farklı birisini denemenizi öneriyoruz. Dibek kahvesiyle ünlenmiş Madam Maria’nın kahvesinde, kahvenin yanında da bir Rum geleneği olan antepfıstığı reçelini yudumlayın.

  • Adanın en güzel hikayelerinden birisini bizzat deneyimleyeceğiniz İlissos İmbros Restaurant ‘ı Haziran 2023’te deneyimlemiş Eylül Görmüş‘ün anlatımı ile okumanızı istedim: ‘Hikâyenin ilk cümlesi şu: Elimin dokunduğu masa 130 yaşında, kendisi İskenderiye’den geliyor. Hikâye toplamaya ve karşılaşmalara bayılan ben, dün muazzam bir gece geçirdim. Burası @ilissos_imbros, Gökçeada’nın bence en güzel köyü olan Zeytinliköy’de bir meyhane. Bir yemek yiyip bir tek rakı içelim diye geldiğimiz bu yerde çok umulmadık bir hikayenin ve itinanın içinde buluverdik kendimizi. Bir zaman tüneline girip gözlerimi apansız yüzyıl sonu İskenderiye’sinde açmayı hiç beklemiyordum, ama işte hayat nasıl şaşırtıcı ve tam da bu yüzden çok güzel. Mekanın sahibi Stelyo Bey’den uzun uzun dinledik öyküsünü. İçinde oturup yemek yediğimiz avlu ve yanındaki bina, Stelyo Bey’in dedesinin değirmeniymiş vaktiyle. Yağ sıkımı yapılan değirmenin taşlarından kalanlar ve avludaki kuyu hala duruyor. 70’lere dek aktif kullanılan değirmen, malum olaylardan sonra kapanmış. Yapı bir süre bakkal olarak kullanıldıktan sonra tamamen atıl kalmış. Birkaç sene evvel Stelyo Bey geri dönmüş ve dedesinden kalma bu mekanı yaşatmaya karar vermiş. Şu anda burası Zeytinliköy’ün tek meyhanesi. Ama ne meyhane. Stelyo Bey’in büyük dedesi, 19. yüzyılın sonunda ticaret yapmak için İskenderiye’ye gitmiş, limanda bir küçük mekan açmış. O kafe / birahanenin çok iyi korunmuş eşyaları şimdi Ilissos’ta yaşıyorlar. Fotoğraflardaki saat, masif dolap, işte o mermer masa, duvarlarda gördüğünüz tabelalar – hepsi bir asırdan yaşlı, hepsi İskenderiye’den geliyorlar. Stelyo Bey avluyu onarırken çimento yerine Romalıların yüzlerce yıl kullandığı geleneksel Horasan harcını kullanmış; anlayacağınız mekanın her yeri ilmek ilmek, büyük bir özenle örülmüş, yılların ve yolların sonu buraya varmış. Yediğimiz yemekler muhteşemdi, özellikle Rum usulü musakka, sıcak fava ve kuskuslu enginarı bir daha hiç unutmam. O kadim avluda oturup olağanüstü şeyler yemek, bu hikayeyi dinlemek, Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü’nü okuduğumdan beri zihnimde yaşayan o büyülü şehirden gelmiş eşyalarla göz göze gelmek, onlara dokunmak… Ne diyeyim bilmiyorum. Ne gece, ne sürpriz, bu bana ne güzel bir hediye. Lütfen adaya gelirseniz Ilissos’ta bir akşam geçirmeden dönmeyin. Bana teşekkür edeceğinize eminim. ‘

 

  • Son Vapur’da mutlaka bir akşam yemeği yiyin. Son Vapur restoranın lezzetleri gerçekten adanın en rafine lezzetleri. Enginarı, patlıcanı, deniz börülcesi, bakla fava gibi tazecik mezelerin, sıcak ot tabağı, balık simidi, mantar kavurma, beğendili ahtapot, asma yaprağında keçi peyniri gibi ara sıcakların pazı sarma levrek, fener kavurma, kekikli ada oğlağı gibi nefis balık ve etlerin hepsinde Son Vapur’a özgü dokunuşlar var.

  • Ayrıca Mina’da ev yapımı pizza, tatlılar yiyebilir, kahvaltı yapabilir, reçellerinden alabilirsiniz.

  • Köyün girişinde yeni açılan Parea’da ve Gökçeada’dan köye çıkmadan önceki ayırımda yer alan Keçi’de adanın meze ve deniz ürünlerini yiyebilirsiniz.
  • Zeytinliköy’de ve adada konaklama için en güzel adreslerin başında Son Vapur Otel geliyor. 2001’de İstanbul Ortaköy’de Son Vapur’un kapılarını misafirlerine açmış Arek, ardından İstiklal’de Rumeli Han’a demirliyor, sonra da dümeni Ada’ya çevirip önce Kaleköy, sonra Eski Bademli derken Zeytinliköy’de hem otel hem de restoranı Tepeköy’de de meyhaneyi demirliyor. Böylece İmroz’un havasından, suyundan, rüzgarından, kültüründen, insanlarından gücünü alan Son Vapur, bir gezgin gemici gibi, yıllar içerisinde adanın her köşesini lezzetlendirip şenlendirmiş.

Hiçbir zaman sadece bir otel veya restoran olmamış zaten, yemeği, müziği, sohbetleriyle Ada kültürünün ve yolculuklarının yaşayan bir temsilcisi adeta. Maksat yer içerken, uyanıp yatarken dostlar edinmek, hafızalarda hikayeler ve anılar biriktirmek. 2014’den beri Cunda’da da bir Son Vapur oteli ve restoranı var. Ama bana sorarsanız Arek tam bir Gökçeada gönüllüsü ve aşığı. Figen Durusel ile birlikte 2018’de Zeytinliköy girişinde daha önce bahçe içinde bir ev olarak inşaa edilmiş binayı restore edip, 5 odalı ev gibi sıcacık, doğal ve huzurlu bir mekana çevirmişler. Son Vapur’un duvarlarında gördüğünüz resimler, çizimler, seramikler, odalardaki zeytin dalı tabloları ve yastıkların hepsi Güzel Sanatlar duayeni Figen Durusel’in elinden çıkma.

Sabah erkenden uyanıyoruz horoz sesleriyle. Üst katta 2 numarada kalırsanız eğer denizin oradan gün doğumunu bile izleyebiliyorsunuz. Tertemiz bir havaya uyandıktan sonra, içinde renk renk çiçekler ile bezenmiş bir bahçede, önünde zakkumlar, hayıtlar, zeytinler ufukta meşeler uzanan Arassia tepesinin müthiş manzaralarına nazır, kuşların ve horozların korosu eşliğinde tazecik köy kahvaltısı yapıyorsunuz. Yerel peynir, bal, reçel, muhammara, zeytin, yumurtaya, el yapımı poğaçalar, sigara börekleri eşlik ediyor. Gerçekten dinginlik diz boyu.

Üst kattaki odalar tertemiz, pırıl pırıl, açık renk ahşap mobilyalar ile ferah, tatlı yastıklar, pikeler, resimler ile tatlı bir sadelik ve doğallık sunuyor. Sabah uyandığınızda karanlık severlerdenseniz akşam yatmadan önce pencerelerinizin demir kepenklerini kapatmanızı öneririz. Yoksa Son Vapur’da güneşin ışıkları, günün başladığının habercisi oluyor ışıl ışıl bir aydınlık ile. Yıllardır bir arada olan Son Vapur ekibi bir aile olmuş adeta. Hepsi sahiplenmiş oteli, bahçeyi, misafirleri, gece gündüz güleryüzle, samimiyetle çalışıyorlar.

  • Son Vapur’dan sonra Zeytinliköy’ün ve adanın başka bir keyifli oteli Zeydalı Otel. Ada kültürünü, tarihini ve mimarisini yansıtan örnek bir otel olan Zeydalı otelin 17 odası, adlarını gizemli mitolojik öykülerin kahramanlarından alıyor, ve içlerinde bu mitolojik öykülerin ipuçlarını barındırıyor.
  • Ayrıca köyde uygun fiyatlı bir alternatif olarak ufak bir ev otel işletmesi olan Yeşil Ev’de konaklayabilirsiniz.

 

Zeytinliköy Gökçeada merkeze 3 km. uzaklıkta

 

 

Tepeköy

Eski adı Agridia olan Tepeköy, Volkanik Aya Dimitri tepesinin yamacında nefis manzaralara nazır Gökçeada’nın en yüksekte konumlanan köyü.

 

17.yüzyılda kurulmuş ve nüfusu 1200’lere ulaşmış köy, iki zeytinyağı ve  sabun imalathanesi, dokuz dokuma atölyesi, üç peynir imalathanesi, dört marangoz atölyesine ev sahipliği yapıyormuş.

Fakat 1964 sonrası bir hayalet köye dönüşmüş, ve şimdi bu yapıların tamamı kalıntı halinde.

 

Son yıllarda köylerine geri dönen Rumlar sayesinde Tepeköy yeniden yavaş yavaş canlanmaya başlamış.

 

Dönüşün öncüsü Tepeköy’de doğmuş, 1960’larda İstanbul’a göçmüş Yorgo olmuş. 2003’de doğduğu köye geri dönen Yorgo köy meydanında Barba Yorgo isimli ufak bir Rum tavernasını işletmeye başlamış. Zaman içerisinde hem tavernası hem de ürettiği ev şarapları Gökçeada’nın vazgeçilmezi haline gelmiş. Reçineli beyaz şarabı gerçekten enteresan bir tat. Birkaç sene önce köyün girişinde ilk okulun karşısında daha büyük bir alana taşınmış. Taşındıktan sonra eski ruhunu kaybetti diyenler var.

Ancak 2018’de 80 yaşını kutlayan Yorgo hala hikayeleri ve dizeleri ile adanın en efsane ismi:
Iki yabancı gibi karşılıklı iki yakada,

uzo ve rakı ile dumanlı kafaları,

dillerde aynı şarkı,

dudaklarında aynı tebessüm

kim inanırki dost olmadıklarına…

 

Dizeleri Barba Yorgo’nun girişindeki tahtada hep yazılı. Sadece onunla tanışmak ve geleneksel mezeleri tatmak için gidebilirsiniz.

Yorgo’nun ardından birçok Tepeköy’lü geri dönerek eski evlerinde tavernalar ve kahveler açmaya başalmış ve köy yaz kış yaşayan 60 haneye ulaşmış.

Tepeköy’ün kaçırılmaması gereken lezzet durağı Angelikis. Doğma büyüme Tepeköylü olan Angeliki, meydandaki bakkal dükkanının üst katını 2016’da bir tavernaya çevirmiş. Angeliki, aile lokantası atmosferinde, Rumca ve Türkçe müzikler eşliğinde, restoranın şefi ve müdürü Görkem Bey ile birlikte, trikotteri, igandes barbunyası, girit ezmesi, enginar ahtapot, tereyağında karides, oğlak tandır ve fırında irmik helva gibi nefis lezzetleri, eli bol porsiyonlar ile çok makul fiyatlara sunuyor.

Meydanda başka bir adres ise her daim dolu Tepeköy Köy Kahvesi. Daha önce Niko’nun işlettiği kahveyi, artık 2 yıl önce ailesiyle Atina’dan köyüne dönmüş Vasil işletiyor. Duvarları adanın tarihine şahitlik yapan fotoğraflar ile dolu olan, köyde yaşayan Rumların buluşma mekanı olan kahvede, köylü teyzeler ve amcalar ile sohbet etme fırsatını kaçırmayın. Kahve, frappe içerken Rumlara özgü bir tatlı olan süt böreğinin tadına bakın.
Köyün en yeni lezzet durağı ise 2018’de köyün girişindeki dut ağacının altında canlı müzikli taverna olarak açılan Son Vapur Meyhane. Bizim vaktimiz kalmadığı için Son Vapur Meyhane’ye gidemedik. Ancak Zeytinliköy’de iken tatma şansı bulduğumuz Son Vapur’un muhteşem mezeleri burada da mevcut, Ezgi’nin Günlüğü solisti veya farklı sanatçılar ile hep birlikte söylenen şarkılar ile son derece keyifli akşamlar yaşanıyormuş.
Köyde iken 1832’de inşaa edilen Evangelismos Teotoku Kilisesini ve tepede nefis manzarala sunan eski Rum mezarlığını gezebilirsiniz.

Köye birkaç kilometre uzaklıkta Çınaraltı veya Pınarbaşı diye anılan bir piknik alanı bulunuyor.  1994 yılında anıt olarak tescil edilmiş 625 senelik çınar ağacı ve memba suyu akan antik pınar çeşmesinin bulunduğu bu alan, Ege denizine dimdik inen yemyeşil yamaçları ve ufuktaki Semadirek Adası’nı ayaklar altına alan manzarası ile özellikle gün batımı saatlerinde muhteşem renklere bürünüyor.

 

Gökçeada’ya 15-25 Ağustos arası yolunuz düşer ise mutlaka Tepeköy’e uğrayın. Ortodoks Rum’ların en önemli kutlamalarından birisi olan Meryem Ana Yortusu sebebi ile her sene Tepeköy’de 15 Ağustos’ta başlayan ve 10 gün süren şenlikler gerçekleşiyor. Meydanda kurulan koca kazanlarda yemekler pişiriliyor, sofralarda hep birlikte yemekler yeniyor, ev şarapları içiliyor, canlı müzikler eşliğinde şarkılar söyleniyor, danslar yapılıyor, Zamanında köylerinden göç edenler geri dönüyor. Akrabalarını bu özel günlerde ziyarete geliyor. Ve Tepeköy sokakları Rumların müzikleri, yemeklerinin nefis kokuları ile dolup taşıyor.
Tepeköy’de konaklamak için sadece Agridia ve Barba Yorgo pansiyonları mevcut.

 

Tepeköy Gökçeada merkeze11 km. uzaklıkta

 

   

Eski Bademli Köyü

Eski adıyla Gliki köyü, nefis deniz ve gün batımı manzaralarına nazır tarihi bir Rum köyü. Püfür püfür esen yüksek bir tepe üzerine kurulu köy, ufukta kuzey Ege denizi ve Semadirek Adası, Kaleköy’ün kale kalıntıları ile bezenmiş tepesi, Kaleköy mendireği, limanı ve balıkçı tekneleri, vadi ve ovaları ayaklar altına alıyor. Tepedeki konumu sebebiyle adanın balkonu olarak da anılan Bademli köyü, koruma altında olan 4 Rum köyünden birisi. Türkçe Bademli ismini zamanında etrafını saran çok sayıda badem ağacından almış. Rumlar döneminde meyvecilik, süngercilik ve hayvancılıktan elde edilen verim ile adanın en zengin köyüymüş.

Köyün daracık sokaklarında, kimi restore edilmiş kimi de harabe halinde olan tarihi taş evleri arasında dolaşırken yol sizi ufacık köy meydanına çıkartacak. Sizi üzerinde 1903 tarihli bir güneş saati bulunan köyün Filos isimli tarihi kahvesi karşılayacak. Binanın yanındaki dut ağacının büyümesi ve güneşi engellemesiyle işlevini kaybetmiş olsa da tarihi bir simge olarak çok güzel. Meydanda kahvenin yanı başında dut ağacının altında yer alan dünya tatlısı Sevgi Atölyesi’nde ise harika el yapımı ürünler bulabilirsiniz.

Köyün asıl en güzel kahvesini içebileceğiniz adresi ise Sevgi Atölyesinin önünden devam eden ara sokaktaki Sten Ada. Sahibesi Andrula’nın elinden buz gibi frape veya sıcacık bir latte için, ve kendisinden ada hikayelerini dinleyin. Kafenin bulunduğu yer Andrula Hanım’ın babasının bakkal dükkanıymış ve kendisi köye dönerek aile tarihini yaşatmak için bu kafeyi açmış. Duvarları süsleyen ailesine, köyüne ve adaya ait fotoğraflar gerçekten tarihi canlandırıyor. Derin ve hüzünlü bakan gözleri sanki adanın acılarını yansıtıyor, ancak sohbeti çok tatlı.

Köyün sessiz ve evsiz bir köşesinde, doğal anıt olarak kabul edilen yaşlı ve ulu bir Çınar ağacı var. Gidip altında durun. Heybetini, kocaman gövdesi ve yanlara uzanan kollarını seyredin, rüzgarla salınan yaprakların sesini dinleyin, gölgesinin serinliğinin farkına varın. Sonra da çınarın hemen yanıbaşındaki eski çamaşırhanesine bir göz atın, tarihi çeşmesinden doğal kaynak suyu için. Eskiden Rum kadınların, çamaşırlarını yıkadıktan sonra bu ulu ağacın altında oturup ne güzel yorgunluk attıklarını tahmin edebiliyor insan.

 

 

Köylülerin kendi olanakları ve imece usulüyle inşa ettiği ilkokul şimdi İmbros Otel ismi ile hizmet veren bir konaklama yeri. Sadece yazın açık olan otelin nefis bir manzarası var. Restoranında gün batımına nazır bir yemek yiyebilirsiniz.

Tepelerde yer alan Eski Bademli Rum köyünün ada, deniz ve gün batımına nazır iki katlı güzel evlerinden birisi, orjinaline uygun bir şekilde renove edilerek elden geçirilerek Dimitri Ada Evi isimli bir otel haline getirilmiş. Antika eşyalar ve dededen kalma gemi resimleri ile süslenmiş 7 odasının çoğu manzaralı. Muhteşem gün batımı manzaralarına nazır Dimitri’nin Meyhanesi (eskiden Son Vapur restoran idi) isimli bir tavernası da var.

Eski Bademli’de biraz daha uygun fiyatlı konaklama alternatifi ise yeşilliklerin ve çiçeklerin arasında yer alan yeni bir aile pansiyonu olan Panos Çiftliği.

 

160 hanelik köyde, eski evleri satın alıp restore eden İstanbul’lular, köyün estetiğine epey katkıda bulunmuş. Ancak Rumların kendileri, kültürleri, kahveleri, tavernaları ile bütünleşen bir hayat tarzı yerine, Rumlara folklorik bir öğe gibi tepede bakan bir snob atmosfer hissettik ne yazık ki.

Gökhan’ın Bal Çiftliği de köyde iken ziyarete değer bir organik çiftlik. Bal çiftliği, çocukluğunda adaya yerleşmiş tam bir doğa sever Gökhan Bey’in yarattığı bir başka cennet. Arı ve bal yapımı ile ilgili sonsuz bir bilgiye sahip olan Gökhan, hem organik balın nasıl yapıldığını hem de balın doğru ve yanlış kullanımlarını çiftliği gezdirerek aşama aşama ziyaretçilerine anlatıyor. Farklı çiçek ve çam balı çeşitlerini tattırıyor.  Bal yarışmalarından ödüller alan gerçek organik sertifikalı ballarını, eşinin yaptığı doğal zeytinleri, reçel ve pekmezleri gayet uygun fiyata satın alabiliyorsunuz. Ayrıca organik bahçesinden kendi ellerinizle sebze toplayıp, onları tartıp alabiliyorsunuz. Kızı için inşaa ettiği ağaç eve mutlaka çıkıp nefis ova ve deniz manzaralarının tadına varın.

 

Gökçeada merkezden 4 km. mesafedeki köyde bir de tarihi Meryem Ana Kilisesi yer alıyor.

 

Kaleköy

Eski ismi ile Kastro, antik dönemden kalma adanın ilk yerleşim merkezi. Kıyıda mendirek ve limanın yer aldığı Aşağı Kaleköy, ve denizin yanıbaşında yükselen heyebetli bir tepede yer alan tarihi akropol ve kale kalıntılarına ev sahipliği yapan Yukarı Kaleköy olarak iki bölümden oluşuyor.

Yukarı Kaleköy’de Pelasgianlar zamanından kalan akropol, dik uçurumları korumak için taş duvarlar ile inşaa edilmiş korunaklı surlardan oluşuyor. MÖ. 5. yy’ın ortalarında Yunanlılar, kaleyi kendilerine idare ve savunma merkezi olarak merkez alıp, surların çevresine yerleşmiş, agora, tiyatro, evler ve tapınaklar inşaa etmişler. Kalenin sur duvarları Bizans devrinde onarılmış ve yenileri eklenmiş. Dinsel törenlerin merkezi olan kale çevresinde yürürseniz, antik Roksades sarnıcınına, Hermes tapınağının kalıntılarına, yazıtlara, mermer mimari kalıntılara ve heykel parçalarına rastlayacaksınız. Şimdi arkeolojik sit alanı olan Kaleköy Kalesi koruma altına alınmış, ancak kalenin dibinde inşaa edilmiş evlerin duvarlarında bu tarihi taşların kullanıldığı gözünüze çarpacak.

 

Yukarı Kaleköy Kalesi ve Akropol kalıntıları ayaklarınızın altında Ege denizi, ufukta ihtişamlı Semadirek Adası, solunuzda Kaleköy Limanı ve sağınızda Yıldızkoy ve ulu tepeleri ile kesintisiz manzaraları seyredebileceğiniz adanın en güzel gün batımı noktası.

Size tavsiyemiz Yukarı Kaleköy’e gün batımından iki saat kadar önce gidin. Ve köye herkesin girdiği açıdan yaklaşmayın, Mustafa’nın KayFesi ve İmroza Atölyesi oklarını takip ederek diğer uç noktasına çıkıp arabanızı park edin. Köyün dar sokaklarından azıcık tırmanıp önce köy kilisesinin yanı başında, ulu çınarın gölgesinde Mustafa’nın Kayfesi’nde oturup, kahvenizi yudumlayın ve zeytin çiçeği kolonyasını sürüp ferahlayın. (Kahvaltısını ve peynirli omletini de çok tavsiye ediyorlar, ancak biz denemedik)

Ardından köyün en muhteşem manzaralı bir bahçesinin içinde adanın ekolojik sabun ve mum atölyesi olan İmroza’ya tırmanın. Önce nefis kokular, çeşit çeşit renk renk sabunların, mumların, kolonyaları hikayesini dinleyin ve koklayın. Burası adanın büyüsüne kapılıp, ekolojik bir yaşantı hayali ile buraya yerleşen İstanbul’lu Şule ve Aziz çiftinin adaya kazandırdığı harika bir değer. Ada’nın sunduğu doğal yağmur suyu, zeytinyağı, keçi sütü, bal kekiği, biberiye, lavanta, papatya, aloe vera gibi hazineleri mis kokulu sabunlara, yağlara, kolonyalara ve mumlara dönüştüren bir Ekolojik Yaşam Atölyesi. Seramik gibi farklı el yapımı ürünleri de bulabileceğiniz mekanda ayrıca sabun ve mum atölyelerine de katılabiliyorsunuz.

Sonra rica edin Aziz Bey size kaleye arkadan nasıl gideceğinizi tarif etsin. Gerçekten muhteşem manzaralar eşliğinde antik kalıntılar arasında yürüyeceksiniz. Kale duvarına gelmeden önce düzleşmiş bir taş var, üzerine oturun ve sessizce güneşin denize batışını seyredin. Böylece az ileride kale duvarları arasında sürekli ‘selfie’ ve fotoğraf çeken ve hiç durmadan konuşan insanlardan biraz uzaklaşmış olursunuz. Gün batımı kalabalık ve gürültü anı değil bize göre.

Kalenin hemen altına çakılmış ahşap platformlar üzerinde yer alan Poseidon gün batımına nazır en güzel lokasyonda yemek yemek için doğru adres. Yemekleri çok güzel ancak fiyatları biraz pahalı.

Tepenin arkasından benzer bir manzarayı sunan Yakamoz Restoran ise başka bir keyifli akşam yemeği adresi. Dilerseniz güneşi rakı ve meze eşliğinde masanızdan batırabilirsiniz. Çankırılı’lı Latif Bey ve Güllü Hanım’ın 1997’den beri işlettiği restoran tazecik mezeleri, salatası ve balıkları ile gün batımına nazır yemek yemek için sade, leziz ve keyifli bir adres.

Yukarı Kaleköy’de konaklamak isteyenler için Gökçeada’nın en yenisi olan Beyada Butik Otel‘i, otelde Haziran 2023’te konaklayarak deneyimlemiş ve muhteşem  kelimelere dökmüş Eylül Görmüş‘ten okuyun isterim:  ‘Ben tatillerde hep çok okurum ama Gökçeada’da normalden de fazla okumamın bir sebebi vardı: kitaplarla, kelimelerle, öykülerle çevrelenmiş olmam. Mekanların ruhları var şüphesiz; onları yapanların, yaşatanların, içlerinden geçenlerin ayak izlerini ve fısıltılarını taşıyorlar. Kaldığım otelin, @beyadaa‘nın ruhu da içime işledi, bana nasıl iyi geldi. Odaları, lobisi, her köşesi kitaplarla dolu bir yer burası. Adanın sakin, minik köylerinden biri olan Kaleköy’ün sırtlarında bir taş bina. Odaların her birinin ismi var, ayrıca hikayeyi anlatan bir mektup karşılıyor sizi. Şöyle yazıyor: “Beyada, Mustafa beyden aldığımız feyz ile Rıfat & Celal beylerin kıymetli hatıralarından oluşmaktadır. Hatta dahası da var. Kelimelerin gücünü bize öğreten Nazım bey, her daim içimizdeki sesi hatırlatan Cemal bey, Kemal beyin hayallere olan inancı ve Rauf beyin sahip olduklarımızın kıymetini her daim hatırlatmasıdır. Beyada, bu 7 kıymetli beyefendinin evidir. Şu anda bu mektubu okuyorsanız Nazım beyin odasında bulunmaktasınız. Dileriz, izzet-i ikramda bir kusuru olmaz ve hayal ettiğinizden de güzel bir tatil geçirirsiniz.” Ah. İzzet-i ikramda hiçbir kusur olmadığı gibi; etrafımı kuşatan maviler, yeşiller, saman kağıtları, testiler ve kadim taşlarla hiç unutamayacağım birkaç gün geçirdim. Epeydir bu kadar sakince kendi içime bakabildiğim, bu kadar odaklanıp okuyabildiğim olmamıştı. Çok ama çok iyi geldi. Otelin sahibi İpek, ben ayrılmadan odamın önüne bir de lavantalarla sarılı bir küçük hediye bırakmış – kendi kitaplığından bir hatıra. Yazdığı not bana kalsın ama o notun ve orada geçirdiğim birkaç günün bana pamuklara sarılmış gibi hissettirdiği burada dursun, bir de buradan teşekkür etmiş olayım. Bir teşekkür de Lodos hanıma gelsin, kendisi neşesi ve güzelliğiyle özellikle kahvaltılarımıza eşlik ederek bizi ihya etti, canım Lodos. Bu yaz Gökçeada planınız varsa siz de @beyadaa ile tanışın, onun hikâyeli duvarları arasında konaklayın çok isterim. Teşekkürler, çok teşekkürler.’

Yukarı Kaleköy’de konaklamak isteyenler için Gökçeada’nın güzel otellerinden bir başkası olan Anemos Otel’i öneririz.  Yukarı Kaleköy’e tırmanırken harika bir manzaraya nazır konumlanmış Anemos otel, adanın orijinal taş mimarisine sadık kalınarak yapılmış binalarında 24 odası, doğa manzarasına nazır havuzu ile huzurlu ve zevkli bir butik otel. Cihan & Levent Tutluoğlu kardeşler ve Alexandros Massavetas Gökçeada’nın ruhuna öyle uygun bir otel yapmışlar ki,  Anemos adanın medar-ı iftiharı haline gelmiş.

Yukarı Kaleköy’deki diğer güzel oteller ise 2018’de açılan 8 odalı tatlı mı tatlı Eflin Otel, 7 odalı Değirmen Konuk Evi. Biraz daha uygun fiyatlı alternatifler ise 10 odalı The Castle ve 24 odalı Yakamoz otelleri.


Aşağı Kaleköy ise 1964’te inşaa edilip, 2006 ve 2013 yıllarında genişletilen mendireği ve limanı sayesinde adanının balıkçılarının barınağı görevi görüyor. Ayrıca liman boyunca sıralanan taverna, çay bahçesi, otel ve pansiyonları ile turistlerin yeme-içme-konaklama adresi. Ancak bize çok turistik geldi.

Yeni restore edilmiş Aya Marina Metropolitan Kilisesini görmenizi tavsiye ederiz. Burası eskiden Rum balıkçıların denize açılmadan önce Tanrı’ya kendilerini koruması ve bereket vermesi için dua ettikleri kiliseymiş. Ancak illa ki deniz kenarında yemek yemek istiyorum diyorsanız, adanın en meşhur (ve pahalı) Rum tavernalarından birisi olan Eleni’de veya oğlak için Kale Motel Restoranda yemek yiyip, Karadut Bar’ında bir içki içebilirsiniz.

 

Kaleköy’ün Gökçeada merkeze uzaklığı 5 km.

 

 

Dereköy

Eski ismi Shinudi olan Dereköy, adanın en hüzünlü noktası.

Adadaki Rumların uğradığı haksızlık ve yaşadığı acıların adeta bir aynası olan bu terk edilmiş köy, zamanında Türkiye’nin en büyük ve kalabalık köyüymüş. İçinden dere akan karşılıklı Halakasi ve Madrabodus tepelerinin yamaçlarına yayılan korunaklı konumu ve Pirgos Limanına yakınlığı sayesinde, zamanında 1950 hanesi, 22 kahvesi, 2 sineması, tiyatrosu, 3 zeytinyağı imalathanesi, dev çamaşırhanesi, çok sayıda fırın, pastane, berber, bakkal, terzi gibi dükkanları ile adanın ekonomik ve sosyal açıdan en gelişmiş köyüymüş. Osmanlı gezgini Piri Reis 16.yy’da adayı ziyaret ettiğinde anlata anlata bitiremediği köy Dereköy.


Türk Hükümetinin politikaları sonucu Rumlar adadan göçmek zorunda kaldığında, Dereköy hayalet kasabaya dönüşmüş ne yazık ki. Köyün sokaklarında keçiler eşliğinde terk edilmiş harabe taş evler, kiliseler, zeytinyağı imalathaneleri ve tarihi çamaşırhaneyi gezerken içinizi derin bir hüzün kaplıyor.

Şu anda sit alanı olan Dereköy’de sadece 140-150 hanede yaşam sürmekte. Nüfusun yarısını Rumlar yarısını Güneydoğu’dan yerleşen Türkler oluşturuyor. Rumlara köyün yaşayan adresi olan meydan köy kahvesinde rastlayabiliriniz. Türk ailelerin çocukları ise, siz köyü dolaşırken çamaşırhaneyi ve kiliseleri göstermek için eşlik ediyorlar. Dereköy’de şimdi kullanılmayan 18. Yüzyıldan kalma tarihi çamaşırhaneyi, ikisi de 1800’lerde inşa edilmiş ve ibadete açık olan yukarı kilise Panagia ve aşağı kilise Agia Maria’yı ziyaret edebilirsiniz. Binalara bakınca zamanında bu köyün nasıl ihtişamlı olduğunu gözünde canlandırıp, hazin kaderine üzülüyorsunuz.

 

Merkeze 14 km. uzaklıktaki köyde Natura isimli bir otel, birkaç tane pansiyon, bir kır restoranı ve restore edilen eski bir Rum evinin bahçesine kurulu Kalyopi Köy Evi isimli bir kafe bulunuyor.

 


Gökçeada Merkez

Eski adı Panayia olan Gökçeada merkez köyü, adanın en fazla nüfusa sahip yerleşim yeri. Eski bir Rum yerleşimi olan Çınarlı Mahallesi özgünlüğünü koruyan taş mimari örnekleri, Aya Panayia Kilisesi ve iki eski çamaşırhanesi ve trafiğe kapalı caddesindeki birkaç dükkan, pastane ve Rum kahvesi ile tarihi bir mahalle. Merkezin geriye kalan kısmı estetik zevkten yoksun toplu konutlar ile geliştiği için biraz hayal kırıklığına uğruyorsunuz.  Ancak Efibadem kurabiyesi ile ünlü Meydani Pastanesi , Kokina ve GökçeMadam adresleri için ziyarete değer.

 

  • Gökçeada merkezde yer alan Mine ve Önder Bolluk çiftinin bu tatlı dükkanı Kokina, Önder Bey’in lodos tahtası ve pazar kasalarından yaptığı yelkenli tekneler, Mine Hanım’ın keçeden ürettiği süs eşyaları, kök boyası ile boyanan toprak heykeller, vazolar, çanaklar, kaseler gibi özgün seramik çalışmaları, bürümcük dokuma şallar, keten elbiseler, bez çantalar, sabun, otantik takılar, imroz baskılı özel tasarım hediyelikler eşya, takı ve aksesuarlar sunuyor. Kokina’nın Kaleköy limandaki renkli tezgahların arasında da bir yeri var (Çınarlı Mah. Kadri Üçok Sok.No:29)
  • Yine Gökçeada merkezde yer alan dükkan & sanat evi olan GökçeMadaM Sanatevi, sahibesi Gülay Hanım’ın adadan topladığı lodos tahtası, deniz kabuğu, ağaç kökü, diken, taş gibi doğal malzemeler ile yaptığı özgün ve eşi benzeri olmayan panolar ve heykelleri sunuyor. İçinde kafes de olan bu atölyeyi adeta bir sanat galerisi hissi ile dolaşıyorsunuz. (Çınarlı Mah. Kadri Üçok Cad. No:42)
  • Gökçeada Merkez’de yer alan Meydani Pastanesi ünlü Efibadem kurabiyesinin yaratıcısı. Adalı Madam Efi’den aldıkları tarifi geliştirerek yarattıkları Efibadem, ‘sadece bir kurabiye değil, Gökçeada tarihi ve kültürü ile bir bağ’ olarak lanse edilen adanın en iyi marka çalışmalarından birisi. Meydani pastanesinden paketlenmiş efibadem kurabiyeleri, günlük taze ekmek ve pastane ürünlerinin yanı sıra İmbrassos isimli zeytinyağı, karadut reçeli, ada balı, dibek kahvesi, her derde deva olduğu söylenilen bitkisel cilt kremi ve ada mıknatısları gibi ada hatıraları ve hediyeler de alabilirsiniz.

 

Gökçeada Merkez’in en tatlı sokağında yer alan, bir zamanlar papazın yaşadığı tarihi güzel bir restorasyon ile 6 odalı, Petrino isimli bir butik otel haline getirilmiş. Evin tavan döşemeleri, yer mozaikleri, gömme dolapları orjinal hali ile korunmuş. 100 yıllık otelin, Rumcada ‘taş yapı’ anlamına gelen Petrino ismini almasının sebebi. taştan binasının zamanında Rus bir mimar tarafından daha sonra mozaikle kaplanmış olması. Adada bu şekilde kaplanmış sadece 3 bina var.

 

Gökeçada merkezde yemek yiyecekseniz, mezeleri ile lokallerin favorisi, yaz kış açık olan Asmalı Konak doğru adres.

 

Ancak yemek için asıl önerimiz merkezin biraz dışında yer alan Ecem Mantı. Gökçeada merkezden Kuzu Limanına doğru giderken, sağda bir Ecem Mantı tabelası göreceksiniz, hiç tereddüt etmeden sapın o yola, ve tepelere doğru tırmanın. Tepede nefis bir bahçe ve bostana varacaksınız. Keçiler karşılayacak sizi, neredeyse evcil olmuşlar diyebilirim, yanaşıp kendilerini sevdiriyorlar. Merdivenleri çıkıp ağaçlar ve asmalar altındaki ahşap masa ve sandalyelere oturun. Vadi ve deniz manzaralarına nazır püfür püfür esen bu nokta, güneş kıpırdamasa zamanın nasıl aktığını bilemeyeceğiniz bir sonsuzluk noktası. Çanakkale’li Gülser Hanım ve eşi 1990’da emekli olunca Gökçeadaya gelmişler ve görür görmez vurulup bir tepedeki bu arsayı almışlar. Bahçesine üzümler, meyve ağaçları dikip, koyun tavuk keçi yetiştirmeye başlamışlar. Gülser Teyze ‘işte hayat bu kadar dedik’ diye anlatıyor. 1997’de adada lokantalar bir elin parmağını geçmezken Gökçeada merkezde açtığı Çoban Yıldızı isimli aile lokantasında zeytinyağlılar ve ev yemekleri yapmaya başlamış. Arından ismini kızı Ecem’in adı ile değiştirmiş ve nefis börekler, mantılar, fırında oğlak eklenmiş lezzetlere. Adaya ilk sakızlı muhallebiyi Ecem Mantıyla gelmiş. Mahareti ve elinin tadı ile tüm ziyaretçilerin damaklarını ve gönlünü fetheden Gülser teyze, ayrıca zamanla adanın dert küpü haline gelmiş. Adada yaşayan herkes bir yandan yemeklerini yiyip, bir yandan gelip sırlarını paylaşıp, tavsiyelerini almak için geliyor. 2015 de 1990’dan beri gözleri gibi bakıp büyüttükleri tepedeki bahçelerine taşımışlar Ecem Mantıyı. Mutfakta kendisi, kızı Ecem ve 2 gelini ile birlikte, bahçeden topladıkları maydonoz, roka, biber, domates, salatalıklar ile nefis manzaralara nazır kahvaltılar hazırlıyorlar, su böreği, patlıcan böreği, mantısı, zeytinyağlı sarması, bamyası, etli nohut çorbası, oğlak fırını meşhur. İsterseniz kendi balığınızı getirip pişirmelerini rica edebiliyorsunuz, ya da önceden sipariş ile balık pişiriyorlar.  Yaz kış açık olan Ecem, artık adalıların evi gibi gördüğü bir yer haline gelmiş. Gülser Hanım tam bir ada gönüllüsü: ‘ada büyük bir aile, her memleketten insan var, herkes yüzyüze bakıyor, adada kötü insan yok’ diye anlatıyor.

 

 

 

Diğer Gökçeada Köyleri

Diğer Gökçeada köyleri ise sonrada Anadolu’dan gadaya getirilen hanelerin yerleşimleri için kurulmuş köyler. Şahinkaya 1975 yılında Trabzon Çaykara ilçesine bağlı Şahinkaya köyünden 61 hanenin adaya yerleştirilmesi, Uğurlu köyü 1985 yılında Burdur ve Muğla’dan gelen hanelerin buraya yerleştirilmesi, Şirinköy 1990 yılında Bulgaristan’dan göç eden aileler, Eşelek köyü ise 2000 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesine bağlı Eşelek Köyü’nün Bakacak Barajı’nın etkilenme alanında kalması nedeniyle kurulmuş.

 

 

Organik Keşifler ve Alışveriş

  • İmroza: Yukarı Kaleköy’de yer alan İmroza, adanın büyüsüne kapılıp, ekolojik bir yaşantı hayali ile buraya yerleşen İstanbul’lu Şule ve Aziz çiftinin adaya kazandırdığı harika bir değer. Ada’nın sunduğu doğal yağmur suyu, zeytinyağı, keçi sütü, bal kekiği, biberiye, lavanta, papatya, aloe vera gibi hazineleri mis kokulu sabunlara, yağlara, kolonyalara ve mumlara dönüştüren bir Ekolojik Yaşam Atölyesi. Seramik gibi farklı el yapımı ürünleri de bulabileceğiniz mekanda ayrıca sabun ve mum atölyelerine de katılabiliyorsunuz.
  • Gökhan’ın Bal Çiftliği: Eski Bademli Köyü’nde yer alan bal çiftliği, çocukluğunda adaya yerleşmiş tam bir doğa sever Gökhan Bey’in yarattığı bir başka cennet. Arı ve bal yapımı ile ilgili sonsuz bir bilgiye sahip olan Gökhan, hem organik balın nasıl yapıldığını hem de balın doğru ve yanlış kullanımlarını çiftliği gezdirerek aşama aşama ziyaretçilerine anlatıyor. Farklı çiçek ve çam balı çeşitlerini tattırıyor. Bal yarışmalarından ödüller alan gerçek organik sertifikalı ballarını, eşinin yaptığı doğal zeytinleri, reçel ve pekmezleri gayet uygun fiyata satın alabiliyorsunuz. Ayrıca organik bahçesinden kendi ellerinizle sebze toplayıp, onları tartıp alabiliyorsunuz. Kızı için inşaa ettiği ağaç eve mutlaka çıkıp nefis ova ve deniz manzaralarının tadına varın.  (0541 459 75 16)
  • Cugura Organik çiftliği: Zeytinliköy’den Kapıkaya Plajına giden yolda yer alan Cugura Organik çiftliği, Gülsüm ve Tayfun Ciğerim çiftinin adaya gönül verip burada yaşamak için, 2011 yılında aldığı 14 dönümlük verimli arazide, 7 senedir ilaçsız organik tarım yapmaya başlaması sonucu nefis bir doğa cennetine dönüşmüş. ‘Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil’ diyen Gandhi’nin sözünü ilke olarak benimseyen toprağa gönül vermiş çift, 43 çeşit yerli tohumu ve yöresel ağaç, sebze ve üzüm fidelerini ekerek sebze ve meyve bahçeleri ve bağlarını yaratmışlar. Yöreye ait arı ırkından oluşan arı kovanlarını yerleştirmişler. Tamamen doğal yöntemler ile yetiştirilen bademler, ballar, pekmezler, reçeller, salça ve soslar, fasülye, biber, domates, çilek, üzüm, elma gibi meyve ve sebzeler, zeytinyağları, şifalı bitkileri veya Hayal Evi dükkanından ailenin kurucusu ve destekçisi olduğu ‘Kadın Emeği Kooperatif’ine dahil yerel hanımların el işi göz nuru ürünlerini satın alabiliyorsunuz. Ayrıca Önceden rezervasyon yaparak organik köy kahvaltısının keyfine varabiliyorsunuz (http://www.cuguraorganik.com 05331234446)

  • Kokina: Gökçeada merkezde yer alan Mine ve Önder Bolluk çiftinin bu tatlı dükkanı, Önder Bey’in lodos tahtası ve pazar kasalarından yaptığı yelkenli tekneler, Mine Hanım’ın keçeden ürettiği süs eşyaları, kök boyası ile boyanan toprak heykeller, vazolar, çanaklar, kaseler gibi özgün seramik çalışmaları, bürümcük dokuma şallar, keten elbiseler, bez çantalar, sabun, otantik takılar, imroz baskılı özel tasarım hediyelikler eşya, takı ve aksesuarlar sunuyor. Kokina’nın Kaleköy limandaki renkli tezgahların arasında da bir yeri var (Çınarlı Mah. Kadri Üçok Sok.No:29)
  • GökçeMadaM Sanatevi: Yine Gökçeada merkezde yer alan dükkan & sanat evi, sahibesi Gülay Hanım’ın adadan topladığı lodos tahtası, deniz kabuğu, ağaç kökü, diken, taş gibi doğal malzemeler ile yaptığı özgün ve eşi benzeri olmayan panolar ve heykelleri sunuyor. İçinde kafes de olan bu atölyeyi adeta bir sanat galerisi hissi ile dolaşıyorsunuz. (Çınarlı Mah. Kadri Üçok Cad. No:42)
  • Efibadem Meydani Pastanesi: Gökçeada Merkez’de yer alan Meydani Pastanesi ünlü Efibadem kurabiyesinin yaratıcısı. Adalı Madam Efi’den aldıkları tarifi geliştirerek yarattıkları Efibadem, ‘sadece bir kurabiye değil, Gökçeada tarihi ve kültürü ile bir bağ’ olarak lanse edilen adanın en iyi marka çalışmalarından birisi. Meydani pastanesinden paketlenmiş efibadem kurabiyeleri, günlük taze ekmek ve pastane ürünlerinin yanı sıra İmbrassos isimli zeytinyağı, karadut reçeli, ada balı, dibek kahvesi, her derde deva olduğu söylenilen bitkisel cilt kremi ve ada mıknatısları gibi ada hatıraları ve hediyeler de alabilirsiniz. efibadem.com
  • Lavanta Adası: Gökçeada’nın güzelliğine hayran olan ve ona lavantalardan bir taç yapmak isteyen Hakan Eyi, çiftliğinde yetiştirdiği lavantaları adanın birçok farklı dükkan ve kafesinde satışa sunuyor. Yakında lavanta turları düzenlemeye başlayacak Hakan Bey misafirlerinin ‘Gökçeda ziyaretinizden dönerken, “Gökçeada’da huzuru yaşadık, mutluluğu kokladık!’ demesini diliyor.
  • Timo Bal: Timo italyancada kekik anlamına geliyor. Ada florasında kekik yoğun olduğu için ada balında kekik tadı alıyorsunuz mutlaka. Eski Tekel müdürü Zerafettin Bey, görev icabı geldiği adadan kopmamış ve burada kendine arılarla içiçe bir hayat kurmuş. Zaten aileden balcı, abisi Ardahan Kafkas Arıcılığın sahibi. Organik tarımın gerektirdiği tüm vasıflara sahip, organik belgeli bir bal üretiyor adada. Her yıl yenilenen analizler Almanya’da yapılıyor. Timo Balı ile 2015 Çanakkale birincisi olmuş. 3 kuşaktır balcı olan bir aileden gelmek, adayı ve yaptığı işi sevmek ortaya kaliteli bir marka çıkarmış. Timo Bal’ın propolis, kantaron yağı ve polen gibi ürünleri de bulunuyor. (http://timobal.com)
  • Alomiya Dondurma: Gökçeada’nın serbest gezen keçilerinin sütleri ile yapılan Alomiya Dondurma, adanın ilk dondurma üretim iznine sahip markası. Gastronomi bölümünde hocalık yapan Özkan Bey, cittaslow (sakin ada) ünvanına sahip adaya yakışan bir marka yaratmaya çalışmış. 2011’de çıktıkları yolda adanın yerel ürünlerini kullanarak yerel bir marka yaratmak istemişler. Alomiya Dondurma, adada hangi meyvenin dönemiyse ona göre üretiyor dondurmalarını. Gerçek sahlep çekirdekleri öğütülerek yapılıyor dondurmalar. Alomiya etkisiyle ada köylüsü sütün değerlendiğini görüp keçilerini sağmaya başlamış. Alomiya’nın merkeze yakın bir tepe üzerinde kurulu kafesinde, manzaraya karşı dondurma yiyebilirsiniz. Yukarı Kaleköy’de Mustafa’nın Kayfesi, Tepeköy’de Kardeliz, Kaleköy limanın sonu dondurmayı bulabileceğiniz diğer yerler.

 

GÖKÇEADA KEŞİFLERİ VE ÖNERİLERİ YAZILARIMIZ

 

Zeynep Atılgan Boneval