GERÇEKÜSTÜ BİR DÜNYA: GALAPAGOS
Dikkat! Her an bir iguana, yavru deniz aslanı, kırmızı bir yengeç ya da ufaklık bir kuşa basabilirsiniz… Ya da yüzerken bir deniz aslanı burnunuzun dibine kadar girip sizinle oyun oynamak isteyebilir, veya mini bir penguen yanınızdan jet hızı ile geçebilir, ya da dev bir kaplumbağa size çarpabilir ve de balık avındaki bir mavi ayaklı sümsük suyu delip geçebilir… Tekne ile denizde ilerlerken 500 veya 600 yunus size eşlik edebilir veya balinalar size harika bir şov yapabilir… Akşam üzeri güvertede manzarayı izlerken bir pelikan yanıbaşınıza konup sizi ziyarete gelebilir, bir yürüyüş sırasında soluklanırken Galapagos alaycı kuşu gelip ayağınıza konabilir, yemek yerken masanıza şirin sapsarı bir bülbül konup gözlerini size dikebilir… Şaka değil gerçek, Galapagos’ta bunların hepsi birden mümkün!
‘No Man’s Land’ hatta ‘Neverland’!
Gerçekten başka bir dünya burası… Hayvanların insanlardan hiç korkmadığı, tüm canlıların alıştığınızdan farklı ve tuhaf renk ve şekillere sahip olduğu, tüm meraklı hayvanların size ilk defa bu kadar yaklaştıkları ve sizin hiç korkmadığınız, aynı kareye bir deniz aslanı, bir iguana, bir yengeç ve bir kuş sığdırabildiğiniz, sürekli garip gerçeklikler ile karşılaştığınız bir diyar burası. Tüm bildiğinizi zannettiklerinizi alt üst eden Galapagos adaları, el değmemiş doğanın ortasında, adeta fantastik bir gezegen.
Teknoloji ve telefonlara iyice bağımlı hale geldiğimiz bu günlerde, Galapagos’ta bir iphone’un ne kadar kifayetsiz kaldığına şahit oldum. Burada doğanın haşmeti ve büyüklüğü, hiçbir ‘akıllı telefon’ kadrajına sığmayacak ölçekte. Akıllı telefonunuzla kazara bir fotoğraf çektiniz diyelim, zaten onu paylaşacak ne bir internet, ne de telefon bağlantısı var. İşte ilk defa sadece ham doğanın hüküm sürdüğü bir diyardayım. Napıyoruz, tabi ki doğal olarak adapte oluyoruz! Ve eski usül kameralara geri dönüp, sadece anı yaşıyoruz, zaten yaşanılan deneyimler o kadar doyurucu ve sürreal ki!
‘Birbirinin dibinde adaların her biri ötekinden farklı olur mu canım?’ diyoruz. Ve sonuçta her birinin ayrı bitki örtüsüne, hayvan türlerine, coğrafya, kaya ve toprak oluşumlarına hatta benzemez iklime sahip ayrı birer gezegen olduğuna şahit oluyoruz. Kiminde su iguanası, kiminde dev kaplumbağa, kiminde Albatros, kiminde penguen, kiminde kırmızı ayaklı sümsük var. Kimi tamamen kurak ve kara iklimi, kimi ise tropik iklimi yaşıyor. Kimi simsiyah volkanik taşlarla kaplı, sarp kayalıklar ile yükselip alçalıyor, kiminde kıpkırmızı yosun çimenler adayı kaplamış. Kiminde tropik yeşillikler adayı sarmış, kiminde ölü gibi duran ancak bal gibi yaşayan gri, boz, sarı ağaçlar etrafı sarmış. Tropik kuşakta dev kaktüsler ve penguenler görmek ise epey şaşırtıcı!
Hayvanlar o kadar korkusuzca etrafınızı sarıyor ve sizinle etkileşime giriyorki, bir süre sonra kim kimi izliyor diye düşünmeye başlıyorsunuz. Sanki tüm bu hayvanların ‘ooo yine kimler gelmiş?’ edasıyla sizi izledikleri hissine kapılıyorsunuz. Öyleki bazen dibinize kadar gelip sizi merakla yokluyorlar.
İmkansızı Başaran Şansılar: Uyum Sağlayabilen Türlerin Zaferi
Galapagos denince ilk akla gelen Darwin ve Evrim Teorisi tabii ki. Ana karadan bu kadar uzak ve de insan eli değmemiş dünya üzerindeki tek kara parçası oldukları için, adaptasyon geçirmiş birçok özgün biyolojik tür barındıran, ve türlerin çeşitliliğini en güzel sergileyen adalar Galapagos.
Nispeten dünyanın yeni (5 milyon yıl) oluşumları olan Galpagos adaları, Kaynayan magmanın bulduğu çatlaktan fokurdayarak su üzerine püstürüp donması ile oluşmuş volkanik adalar. Tektonik hareketler ile zamanlar okyanusun üzerinde farklı yere kayan adalar, volkanın merkezini boşaltıp yeni ada oluşumlarına yer açmış. Ve Pasifik okyanusunun ortasında, Amerika kıtasından 1100 kilometre uzaklıkta 19 ada ve onları çevreleyen birçok ufak adacık & kayalık ortaya çıkmış. Şu anda ‘hot spot’ üzerinde olan 1 milyon yıllık Fernandina ve Isabella adaları hala oluşumu devam eden aktif volkanik adalar. Fernandina adasında son 4 yılda 4 volkanik aktivite gerçekleşmiş. En son 2009 Nisan’da kızıl turuncu lavların sızıntısına şahit olunmuş.
Okyanusun üzerinde beliriveren adalar oldukları için, orjinal olarak üzerlerinde yaşam yokmuş. Tüm canlılar sonradan gelmiş buralara; hayvanlar bir kütük üzerinde akıntı ile sürüklenerek, bitkiler de rüzgarla uçarak… Uzak ve izole oldukları için epey zaman almış yaşamın başlaması. Adaların olağanüstü doğa koşullarına göğüs gerebilenler ayakta kalmış, ve ardından evrim süreci başlamış. Doğanın sunduğu iklim ve besin şartlarına adapte olarak hayata tutunabilmek için zamanla -yüzbinlerce yıl- farklı özellikler geliştirmişler. Ayakta kalanlar, dış dünyaya kapalı bu ortamda, yırtıcı vahşi hayvanların tehdidi olmadığı, ve türlerin rekabeti olmadığı için serpildikçe gelişmiş, ve karşımıza rengarenk kocaman çeşitlerler olarak çıkmış.
Galapagos’taki ilklim, flora ve fauna çeşitliğinin bir başka sebebi de beş farklı akıntının buluştuğu yegane nokta olması. Adalarda kesişen Humboldt, Panama, Cromwell, Güney ve Kuzey Ekvator akıntıları, hayvanların yaşam ve çiftleşme döngüsünü etkileyen sadece buralara özgü çevresel koşullar oluşturuyor. Adaların akıntılara göre konumları da şahsi iklimsel ve coğrafi karakterlerini ve de üzerlerinde yaşayabilen canlı türlerini belirliyor. Ekvator kuşağında oldukları için hepsinin tropik bir yeşilliğe sahip olması beklenirken sadece batıdakiler yeşil ve bol besinli, doğudakiler ise kurak, kayalık ve çorak. İşte bu yüzden tropik kuşakta kaktüs veya penguen görebiliyorsunuz. Gri dalları ile hayalet gibi ağaçlar ise sanki kuruyup yanmış gibi, oysa canlılar. Galapagos dünyadaki tek tropik çöle evsahipliği yapıyor.
Korkusuz Hayvanlar
Galapagos’un başka bir entersan tarafı, buradaki hayvanların çok naif ve zararsız olması. İnsanlardan korkmuyorlar, geri çekilip kaçmıyorlar. Hatta ilgiyle sizi izliyorlar. Sebebini sorduğumuzda, adalarda bu hayvanların yaşamlarını tehdit eden vahşi hayvanların olmayışı sonucu stres barındırmadıklarını öğreniyoruz. Gerçekten adaların hiçbirisinde yırtıcı, sivri dişli veya zehirli hayvana rastlanmıyor. Onların zamanında tek derdi, bu kurak ve zorlu koşullarda hayatta kalabilmekmiş, bunu başaranlar ‘tamam biz kurtulduk’ deyip rahatlamışlar. Artık kollektif bilinçlerinde korku olmadığı için ziyaretçileri olan insanlardan korkmuyorlar.
Aslında karadan çok deniz Galapagos. Sanki üzerinde sürreal hayvan ve bitkilerin yaşadığı birer serap gibiler.
Efsunlu Adalar
Galapagos Adaları’nın 1535’te, Peru’ya gitmekte olan Panama piskoposu İspanyol Tomas de Berlanga tarafından keşfedildiği yazıyor. Ancak adalardaki arkeolojik kazılarda bulunan İnka resimli toprak çömlekler, İspanyollar öncesinde Güney Amerika yerlilerinin de bu adalara uğradığını gösteriyor.
Bu vahşi ve hırçın adalara İspanyollar yerleşmeyi akıllarından bile geçirmemişler. Hatta denizciler bu suların efsunlu olduğuna inanırmış. Hava koşulları sebebi ile denizin üzerindeki su buharı yeteri kadar soğuyup yağmur olarak düşemediği için hemen yüzeyde o kadar yoğunlaşıyorki, bir kara parçasıymış yanılsamasına kapılıyorsunuz. İşte İspanyol denizciler bir türlü yaklaşamadıkları bu kara parçalarının, birer hayalet gibi yerlerinden oynadıklarına ve Bermuda üçgeni gibi efsunlu olduklarına inanarak, buralara gelmek bile istemezlermiş.
Denizciler bu vahşi, kurak ve bereketsiz kayalıklar yerine daha çok anakaradaki altınlar ile ilgilenmişler! Adalarada sadece durup seyir erzağı olarak dev kaplumbağa depolamışlar, ve bu kaplumbağaların kabuklarını İspanyol eyerlerine benzettikleri İspanyolca ‘eyer’ anlamına gelen Galápagos ismini vermişler.
Darwin’in Evrim Teorisini Olgunlaştırdığı Adalar
17. ve 18. yüzyıllar boyunca sadece korsanlara sığınak olmuş adalar. Adaların kaderi, kronometrenin keşfi ile okyanuslara açılma cesaretini bulan İngiliz keşif gemisi Beagle’ın taşıdığı yolcu Charles Darwin sayesinde değişmiş. 1831’de seyire başlayan Beagle, 1835’te Galapagos adalarına gelmiş, ve Darwin 6 hafta boyunca bölgeyi keşfetmiş. Seyir boyunca değişik iklim ve coğrafyalarda gördüğü canlı farklılıkları, zaten Darwin’in zihnine olan evrim teorisinin tohumlarını olgunlaştırmış.
Darwin, bu adalardaki hayvanların anakara ile hiçbir ilişkisi olmadığına şahit olunca, doğanın canlılar üzerindeki değiştirici gücünü ilk kez telaffuz etmiş : ‘Zaman ve mekan içerisinde benzer türler birbirinin yerini alır: GalapagosDefteri.
Darwin’in görüşünü en çok etkileyen, her adada uzaktan aynı gibi gözüken ispinozların aslında birbirinden farklı gaga yapılarına sahip olmaları olmuş. Sizi Darwin’in hayatı ve evrim teorisi ile sıkmayacağım burada, ancak bir arkadaşımın hediye ettiği Alan Moorehead’in ‘Darwin ve Beagle Serüveni’ isimli kitabını meraklılara şiddetle tavsiye ederim. Enfes bir kitap.
‘Yaşadığı çevreye uyum sağlayabilen canlı neslini devam ettirir’ ya da ‘en güçlü olan değil en uyumlu olan hayatını devam ettirir’ diyen evrim teorisine, Galapagos’ta gördüklerimizden sonra biz de inandık.
1832’de Ekvator, Galapagos’u kendi topraklarına kattığını ilan etmiş, ancak adaları sadece askeri üs olarak kullanmış. Daha sonra adalara Avrupalı birkaç tacir gelip yerleşmiş ve yaşamaya çalışmış, ancak çoğu adapte olamayıp terk etmiş (Galapagos yerleşimcileri hakkında da efsane hikayeler var, ancak oralara girersek çok uzatırız). 1959’da Ekvator, Galapagos’u Doğal Park ilan etmiş. Doğa turizminin başlaması ile adalarda yerleşim de artmış. Galapagos 1986’da, UNESCO tarafından doğa mirası olarak koruma altına alınmış. Ve şimdi kısıtlı sayıda gemi ve yolcuların kontrollü ziyaretine açık.
Uçsuz Bucaksız Manzaralar, Vahşi Coğrafya & Bitki Örtüsü, Muhteşem Gün Batımları…
Denizin ortasında üst üste binmiş lav akıntılarından oluşan adalar, yüksek yanardağ tepeleri, kraterler, sarp kayalıklar, ve yer yer karşınıza çıkan yarlar ile epey vahşi bir görünüm sergiliyor. Kimi adalarda siyah, kahve ve boz kaya katmanları üzerinden tırmanarak düzlüklere ulaşıyorsunuz. Engebeli patikalarda ve kayalar arasında ilerlemek bazen zorlu olsa da, ulaştığınız yerlerdeki uçsuz bucaksız enfes manzaraları görmek tüm zahmetlere değiyor. Yine doğanın haşmeti karşısında hayranlıkla kalakalıyoruz.
Akıntılar ve rüzgarlar sayesinde bitki örtüleri bu çorak kaya parçalarına ulaşabilmiş. Ancak onlar da evrim geçirmişler. Yağış alan sulak adalarda muzlar, yemyeşil büyük yapraklı ağaçlar ve sahilde beyaz, kırmızı ve siyah mangrovlar ile tam bir tropik görüntü hakim. Buralar ufak kuşlar için adeta birer cennet. Kurak ve kıraç adalarda ise lav kayalarının arasından dev şamdanları andıran giant candelabralar ve top gibi yuvarlak opuntia kaktüsleri yükseliyor. Tepelerdeki dimdik sarp çatlakların arasına yerçekimine rağmen tutunmayı başarmış kaktüsler.
Espanola adasında ise karşımıza hayret verici bir görüntü çıkıyor, sanki ada kırmızı bir halı ile kaplanmış gibi. Sesuvium isimli bu bitki, en kurak ve yağışsız dönemlerde, güneşin kızgın ışınlarından kendini koruyabilmek için ‘malic acid’ salgılayarak kırmızı, pembe ve mor renklere bürünüyor.
Bir yandan aynı adanın içinde de çok enteresan manzaralara şahit olabiliyorsunuz. Kıyıları son derece çorak ve kurak gözüken orta yaşlı yüksek adaların içlerinde ilerledikçe, yemyeşil bereketli bir tropik atmosfere dalıyorsunuz. Ve en tepelerde sislerin arasına gizlenmiş rengarenk orkideler iyice mistik bir dünyaya yaratıyor.
Ve en muhteşem manzara sahildeki gün batımlarında ortaya çıkıyor. Kapkara lav kayalar ile yanyana duran bembeyaz kumsal, çok dramatik bir kontrast oluşturuyor. Buna bir de gün batımının kızıllığı eklenince, ışık oyunları ile parlayan renklerin enfes bir görsel şöleni ortaya çıkıyor. Bir de deniz aslanları, iguanalar ve kaplumbağaların yanıbaşınızda sizinle birlikte güneşi batırdığını eklerseniz, ‘gerçekten başka bir gezegendeyim’ duygusu kaçınılmaz.
Tüm bu canlıların, bu izole volkanik adalara tesadüfi varışını, zorlu koşullarda ayakta kalışını, çoğalmasını, kolonileşmesini, serpilip gelişmesini ve yüzbinlerce yıllık adaptasyon ve evrim yolculuğunu düşününce insanın aklına sonsuz hikayeler geliyor.
Her bir canlının yaşamını sürdürebilmek için, binlerce yıl süresince, ihtimal dahilindeki tüm seçenekleri deneyerek, anakara atalarından farklılaşma serüveni aklınızı kurcalarken, bu adalarda yaşadığınız sürreal manzaralar ve şahit olduğunuz hayranlık verici deneyimler, hiç silinmemek üzere hafızanıza kazınıyor.
Ne Zaman Gidilir?
Aslında Galapagos adaları yıl boyu ziyaret edilebiliyor ve her dönemin farklı bir özelliği var. Yüksek sezon 15 Haziran – 15 Eylül ve 15 Aralık 15 Ocak arası. Aralık – Mayıs arası su ve hava sıcaklıkları daha ılık, deniz daha sakin, gün boyu ara ara kısa süreli yağmurlar olabiliyor. Çiçeklerin açtığı, balıkların bollaştığı, deniz kaplumbağalarının sahilde yuvaladığı bu dönem kuşların çiftleşme dansını görmek için en doğru aylar. Haziran – Kasım arası ise Humboldt akıntısı ile hava ve su serinliyor, akıntının getirdiği besinler Albatros kuşlarını (Española) ve penguenleri de adalara çekiyor. Ayrıca bu dönem mavi ayaklı sümsüklerin çiftleşme dönemi. Bulutlu olan bu dönemde yağış çok az, ancak deniz biraz daha dalgalı.
YOLCULUK TERAPİSİ EKVATOR YAZILARI
- Galapagos izlenimleri için: www.yolculukterapisi.com/galapagos
- Galapagos rotaları için: www.yolculukterapisi.com/galapagos-rotalari
- Galapagos canlı türleri için: www.yolculukterapisi.com/galapagos-canlilari
- Guayaquil izlenim, rota ve rehberi için: www.yolculukterapisi.com/guayaquil
- Ekvator izlenim, rota ve rehberi için: www.yolculukterapisi.com/ekvator
- Cuenca izlenim, rota ve rehberi için: www.yolculukterapisi.com/cuenca
- Quito izlenimleri için: www.yolculukterapisi.com/quito
- Quito rotaları için: www.yolculukterapisi.com/quito-rotalar
- Quito rehberi için: www.yolculukterapisi.com/quito-rehber
Nasıl Gidilir?
Galapagos’a gitmek için Ekvator’un Quito veya Guayaquil şehrine uçmanız gerekiyor
Zeynep Atılgan Boneval