BAŞKA BİR ZAMAN BAŞKA BİR DÜNYA
Beklentilerim neydi bilmiyorum ama Etiyopya o kadar daha fazlasını sundu ki, gördüğüm 100 ülke arasında tepelere yerleşti. Etiyopya tek bir ülke olamayacak kadar çok farklı kültürü, etnik grubu, gelenekleri ve ritüelleri barındırıyor içinde. Bir yanda kuzeyde mistisizm ile harmanlanmış enteresan bir Hristiyan toplum, Güney’de ise hala eski inanışlarını, ritüellerini ve yaşam biçimlerini devam ettiren kabileler, diğer yanda güneydoğuda yaşayan Müslümanlar, bir yandan da insanlığın beşiğine ev sahipliği yapan arkeolojik kazı alanları.
85 milyon insan, 83 etnik kabile ve 88 farklı lisanın sunduğu inanılmaz çeşitlilik, renklilik ve farklı katmanlar ile sürekli sizi şaşırtıyor Etiyopya. Tropik, dağlık, ovalık ve çöl, hepsi bir arada. Ve güneye indikçe bildiğiniz modern dünyadan tamamen kopup yarı çıplak insanların arasında resmen ilk çağlara dönüyorsunuz.
Bir yandan da Etiyopya’ya yolculuk çok zorlu; eğer gerçekten el değmemiş deneyim istiyorsanız, yollara, otellere, restoranlara ve iletişime de el değmemiş olmasını kabul etmeniz gerekiyor. Tüm koşullar çok ilkel, ve güneye indikçe daha da zorlaşıyor, artık dünya ile bağlantınız da kalmıyor. Ama seyahatin her anı tüm zorluklara değiyor gerçekten. Senede sadece 50.000 turist gidiyor, ve biz bu şanslı insanlar arasındaydık. Ve de Etiyopa herkesin düşündüğünün aksine gayet güvenli bir ülke, size yaklaşmak, dokunmak isteyen çok insan olsa bile, hep gururlu ve onurlular.
Sonuçta ‘Aids’ ve ‘Açlık’ başlıkları ile bildiğimiz Etiyopya, aslında inanılmaz zengin bir kültür mozaiği sunuyor.
Başka bir zaman…
Dünyada hem kendine özgü bir takvime, hem de farklı bir saate sahip olan tek ülke Etiyopya! 2007 Eylül’ünde yeni milenyuma giren Etiyopya, tüm dünyadan 7 yıl 8 ay geride yaşıyor. Tüm Hristiyan dünyası Gregorian takvimine geçmiş olmasına rağmen ülkede hala Julian takvimi kullanılmaya devam ediyor.
Saatleri ise gün doğumu ve gün batımına göre ayarlıyorlar. Bizim saatimiz ile sabah 6, onların 12’si. Akşam 6’da ise tekrar saat 12 oluyor. Gün ve geceyi ayırt etmek için gündüz 2 ya da gece 2 diyorlar. Ve gerçekten de tüm halkın, rehberlerin, şöförlerin, saat kulelerinin ve havalimanlarının saatleri kolumuzdaki saatten 6 saat geride idi. İşin enteresan tarafı hiçbirşey aksamıyor, siz kolunuzdaki saatle yaşamaya devam ediyorsunuz, rehberiniz buluşma saatini kendi kolundaki saate 6 saat ekleyerek bildiriyor, ve tam zamanında arabalar beliriveriyor.
Gururlu Kuzey Etiyopya…
Afrika’daki tüm ülkelerin arasında tek kolonize olmamayı başarmış ve özgün bir kültür yaratmış Etiyopya’lılar. Sadece 5 yıl süresince (1935-1940) arasında İtalyanlar tarafından işgal edilmişler. Tüm Afrika’nın aksine kendi yağlarında kavrulmuşlar, ve çok fakir olmalarına rağmen özgür olmanın getirdiği büyük bir gurur taşıyorlar.
Tamamen siyah ırkın yaşadığı ülkenin resmi dini Hristiyanlık. Etiyopya Hristiyanlığı daha doğuşunun başlarında -kendi rızası ile- kabul eden ilk ülkelerden. Hatta efsaneye göre 10 Emir Tableti’nin orjinali Aksum’da yer alıyor. Tablet kimsenin giremediği bir manastırda saklanıyor, manastırın içinde sadece bir rahip yaşayabiliyor ve ömrü boyunca tableti koruyor. Biz uzaktan manastırı gördük, her ne kadar inandırıcı olmasa da sonuçta bu efsane Etiyopya’lıların gurur kaynağı.
Etiyopya’daki Hristiyanlık ise enteresan, farklı ve özgün bir versiyon: cinler, periler, büyüler, canavarlar, antik mitler ve efsaneler ile harmanlanmış. Doğanın ritmi ile yaşamaya alıştıkları için eskiden taptıkları pagan semboller hala aktif ve hem dinin hem de günlük hayatın içine işlemiş. Her yerde kiliseler, kiliselerin içinde zenci İsa ikonaları ve herkesin boynunda haçları görünce şaşırıyorsunuz.
Nufüsun %80’i tarım ile uğraşıyor, hala sabanlar ile sürdükleri tarlalardan mahsüllerini toplayan yerliler, bu mahsülleri satmak için, köylerinden kilometrelerce uzak büyük kasabalardaki pazar yerlerine saatlerce ve günlerce yürüyerek taşıyorlar. Bu yüzden dünyanın en iyi atletleri Etiyopya’dan çıkıyor, vücutlarında gram yağ yok, bacakları tamamen kas. Ülkeyi birbirine bağlayan yolların hepsi akın akın kadınlar, erkekler, çocuklar, minyatür boyda eşekler, oğlaklar, keçiler ile dolu.
Kıvrıla kıvrıla yükselen ve tepeleri aşarak tekrar aşağı inen yollarda, sırtlarında mahsuller ile bazı köylülerin 2 gün yürüyerek Lalibela’daki büyük pazara geldiklerini öğrenince nutkumuz tutuluyor. Pazar yeri ise tam bir renk cümbüşü, hayvanlarını ve mahsullerini satmak için yanyana dizilmiş onbinlerce köylü, bu panayır sayesinde sosyalleşiyor ve haberleşiyor.
Etiyopyalılar çok güzel insanlar. Özellikle de kadınlar. Uzun boylular, endamlılar, vücutları ve başları hep dimdik, kemikli yüz hatları o kadar muntazam ki, sokakta gördüğünüz her kadının güzelliğine şaşırıp kalıyorsunuz.
İlkçağlarda Yaşayan Güney Etiyopya
50’ye yakın farklı etnik kabilenin yaşadığı Güney Etiyopya, şimdiye kadar gördüm hiçbir yere benzemiyor. Resmen 6 gün yollarda ‘insan safarisi’ yapa yapa ilerlerdik. Kabileler binlerce yıllık gelenek ve yaşam biçimlerini aynen devam ettiriyor, ve medeniyete alışmış insanlar olarak önce size ‘ilkel’ geliyor ortam. Ancak yarı çıplak insanlar arasında 6 gün geçirdikten sonra asıl kendinizi garipsemeye başlıyorsunuz. Beni en çok etkileyen doğa ile kurdukları ‘aracısız’ bağ. Şehirde yaşayarak doğayı okuma yeteneğimizi nasıl kaybettiğimizi görüyorum burada.
Rengarenk, parlak, canlı, göz alıcı bir kolaj gibi güney Etiyopya; her kabilenin farklı bir lisanı, farklı inanışları ve ritüelleri, farklı aksesuarları ve kendilerine özgü dansları, ritimleri var.
En ayırt edici fark ise saç modelleri: her farklı kabilenin farklı bir saç yapış stili var. Çeşit çeşit kesim, tarama, toplama ve örgü, boncuk, tüy gibi aksesuarlar ile süsleme gördük. Saçları bozulmasın diye ahşaptan yaptıkları kafalıklar ile uyuyorlar. Her kabilenin ayrı bir kafalık yapış biçimi var. Key Afer pazarında farklı kabilelerin farklı ahşap kafalık stillerini görmek mümkün.
Ayrıca hepsinin kendine özgü ergenlik, inisiasyon, doğum, ölüm, evlilik törenleri ve seramonileri var; kimileri vücut ve yüzlerini boyuyor, kimileri alt dudaklarına tabak yerleştiriyor, kimileri boğa atlama törenleri ile yetişkinliğe adım atıyor, kimileri de vucütlarında -düşmana karşı ne kadar kudretli ve güçlü olduklarını gösteren- dövmeler taşıyor. Kadınlar ise güzelliklerini göstermek için çok farklı süslemeler kullanıyorlar; dudak plakaları, vücut ve yüz boyaları, dövemeler (ya da koyu renkli tenleri sebebi ile dövemeler çok gözükmediği için vücutlarını keserek yaptıkları yara izleri). Bazı Afrikalı kabileler, yeni doğan bebeklerin üzerine yapılan yara izlerinin, körlüğü engellediğine inanıyorlar. Hatta bazı kabilelerde vücut boyaları kıyafetler yerine geçiyor ve bu dekoratif boyalar ile örtünmüş sayılıyorlar.
Çok gelişmiş el işçilikleri var, Afrika maskeleri sofisitke tasarımlar içeriyor, her bir maskenin ayrı bir anlamı var, ve el yapımı olan maskelerin başka bir eşi olmuyor. Deniz kabukları ise Afrikalı kabileler için mücevher değerinde, çok çeşitli takı yapmak için kullanılıyor.
–
Kabile ziyaretleri
Bir kabileyi ziyaret etmek üzere köye gittiğinizde önce büyük bir şok yaşıyorsunuz. Araba durduğu anda tüm köy halkı ve çocuklar etrafınızı sarmış oluyor, neredeyse inmeniz imkansız hale geliyor. ‘Kişisel alana saygı’ kavramı olmadığı için üzerinizde bir sürü el sizi ‘hey you’ ve ‘present’ sesleri ile çekiştirmeye başlıyor. Ya fotoğraflarını çekmenizi istiyorlar, ya da el işi yaptıklarını satın almanızı.
Eskiden tüm Afrika kabileleri, turistlerden ve de özellikle de fotoğraf makinelerinden kaçıyorlarmış. Çünkü fotoğraf makinesinin ruhlarını hapsettiğine inanıyorlarmış. Turizm acentalarının iknası (ya da baskısı) ile çektirmeye başlamışlar. Sonuçta birkaç bırr onlar için çok şey ifade etmiyor, ancak bunu bir alışveriş olarak kabul etmişler: ‘ben sana poz veririm, sen de bana karşılığında sembolik de olsa para verirsin’. Köyde önce bir fotoğraf seremonisi yaşanıyor, tek tek fotoğraflar: kadınlar ve erkekler (5 bırr), çocuklar (2bırr), grup fotoğrafları 150bırr)…
O kadar akıllılar ki fotoğraf makinasının deklanşörüne kaç kez bastığınızı takip edip, ‘5 fotoğraf çektin, borcun 25 bırr’ diye haklarını savunuyorlar. Bu zorlu süreç bittiğinde gerçek bir iletişim başlıyor aramızda, tırnaklarımdaki ojeler, üzerimdeki kolye ve bilezikler hepsinin dikkatini çekiyor, tek tek elleyip dikkatle inceliyorlar. Bazıları beyazlığımıza hayret edip yanyana geçip renk farkına kahkahalarla gülüyorlar. Kimi fotoğraf makinesini eline alıp fotoğraf çekmek istiyor, çekince de çığlıklar atarak hayretle fotoğraflara bakıyorlar.
Çocuklar elinizden tutup, kucağınıza çıkıyorlar, sarılıp saçlarınızı okşuyorlar. Erkekler sizinle fotoğraf çektirmek istiyorlar. Sonuçta yavaş yavaş kabilenin arasına karışıyorsunuz.
Mursi/ Murzu kabilesi
Omo Vadisinde, dağlar ve 3 nehir ile çevrili, çok izole bir alanda yaşayan Mursilere ulaşmak için epey bir yol kat ettik. Köye yaklaştığımızda erkekler ve kadınların omuzlarında asılı kalaşnikofları gördüğümüzde tedirgin olduk, zaten rehberimiz Mursilerin çok sinirli olduklarına dair bir ön uyarıda bulunmuştu. Fakat köye varınca öğrendi ki diğer çoğu kabilenin aksine yerleşik düzende yaşıyorlar, ve de kendi topraklarını korumak için silah taşıyorlarmış.
Mursilerin en belirgin özelliği kadın ve kız çocuklarının dudaklarının altına yerleştirmiş olduğu plakalar. 12-13 yaşından itibaren genç kızların alt dudağının çene ile birleştiği yer kesilerek küçük bir tabak yerleştiriliyor, yavaş yavaş küçük tabak daha büyüğü ile değiştirilerek 15cm çapına kadar çıkıyor. Kadınlar kilden yaptıkları bu tabakaları farklı desenler ile süsleyerek vücut aksesuarı gibi kullanıyorlar. Yemek yiyebilmek için ise bu tabakları çıkartıyolar. Bu uygulamanın sebebi ile ilgili iki farklı iki görüş var, birincisi ‘güzel’ olduğuna inandıkları için, diğeri ise kadınların köle olarak satılmaması için. Dudak plakalarını çıkartmış kadınların boyunlarına kadar sarkan alt dudaklarını görünce, ikinci seçenek bize daha anlamlı geliyor tabi ki.
Dünya’da bu uygulamanın başka bir örneği sadece Brezilya’da yaşıyan Suya Amazon Kızılderili kabilesinde görülmüş, farkı ise kadınlar yerine Brezilya’lı Suya erkeklerinin bu dudak plakalarını takması.
Mursi kabilesinde erkeklerin ergenlik töreni ise uzun bir çubuk ile yapılan “donga” dövüşü: Bu ritüelin amacı, başka kabileler tarafından saldırıya uğrama durumuna karşı kabilenin erkeklerini güçlendirmek savaş kabiliyetlerini geliştirmek. “Donga” seremonisi önce kabile dansı ile başlıyor. Çıplak olarak donga sopaları ile birbirleri ile dövüşen erkeklerden kazananlar, kabilenin içinden dilediği genç kızlar ile ilişkiye girebilme veya evlenme hakkı ile onurlandırılıyorlar.
Mursiler zenginliklerini sahip oldukları hayvanlar belirlediği için et yerine süt ve kan karışımı ile besleniyorlar.
Hamer – Banna kabileleri
Kökenleri Sidamo kavmine dayanan Hamerler ve Bannalar pastoralist hayvan yetiştiricileri. Yaklaşık 45,000 Banna ve 50,000 Hamer Etiyopya güneyinde Omo Vadisinde yer alan Mago National Park’ın doğusunda yaşıyor.
Hamer ve Banna kadın ve erkeklerinin en dikkat çekici özelliği bakır renkli saçları ve süslü saç modelleri. Kadınlar toz halindeki kırmızı kil, su ve tereyağını karıştırıp, saç tutamlarını bu karışım ile ovuyorlar. Birbirinden ayrık duran tutamlar katı haline getiriyorlar, ve kalıp gibi saçların uçlarına renk renk boncuklar ve süslemeler takıyorlar. Katılaşan saçları tereyağ sürerek birkaç ay aynen koruyorlar. Hamer erkekleri de saçlarına aynı uygulamayı yaparak saçlarını topuz yapıyorlar. Bir düşman ya da bir av hayvanı öldürme kahramanlığı gösterenler, gücün ve gururun simgesi olarak saçlarına tüyler takabiliyorlar. Saçların bozulmaması için erkekler boyunlarının altına koydukları küçük kafalıklar ile uyuyorlar..
Hamer ve Bannalar’ın vücutları da çok süslü. Kadın erkek, hepisinin kolları, bilekleri, boyunları, ayak bilekleri; deniz kabuklarından ya da rengarenk boncuklardan yapılma kolye veya halhallar, demir bilezikler ve kolluklar gibi aksesuarlar ile dolu. Erkekler toga gibi bir kumaş parçasına sarınmış ellerinde mızrak ve kafalıklarını taşıyorlar. Üstleri çıplak kadınlar ise bellerine renkli kumaşlar sarıyorlar.
Çok eşliliğin yaygın olduğu diğer Afrika kabileleri gibi Hamer’ler de erkekler 3-4 eşli. Demir kolyeler ise evli kadınların ayırt edici özelliği; 1. Eş bir metal & deri karışımı özel bir kolye takıyor ve ömür boyu hiç çıkartmıyor. 2. Ve 3. eşler ise sadece metal kolye takıyorlar. Her kabile ancak kendi içinden evlenebiliyor. Ve başlık parası olarak damat gelinin ailesine belirli sayıda hayvan veriyor. Genç kızlar da erkekler de evlilik öncesi sünnet ediliyor.
Hamer ve Bannaların dini Müslümanlık olarak gözüküyor, fakat pratikte eski animist inanışları ve mistik geleneklerinden çok öğe hala yaşıyor. Mesela ağaçların, kayaların ruhları olduğuna ve insanlar üzerinde doğaüstü güçler kullanabildiklerine, insan ve hayvan kılığında gözükebilen hayalet ve cinler olduğuna inanıyorlar. Dini tören ve ritüelleri de şamanik öğeler taşımaya devam ediyor.
Hamerler birbiri ile akraba bağlılığı olan birçok aileden oluşan gruplar halinde yaşıyorlar. Bir daireyi tamamlayacak şekilde kurulmuş çadırlarının ortasındaki boşluk alanda otlaklardan dönen keçi ve koyunları geceleri barındırıyorlar. Yağışlı sezon öncesi hem yemek için hem de alkol için kullandıkları ‘sorghum’ isimli darıyı ekiyorlar.
Hamer Kırbaçlama ve Boğa Atlama Seramonisi
Boğa Atlama Seramonisi, evlenmek üzere olan genç erkekleri için düzenlenen yetişkinliğe kabul töreni (Aari, Bashada, Tsamai, ve Banna’lar da bu ritüeli uyguluyor). Yarı çıplak kadınlar geleneksel danslarını yapıyor, ve şarkı söylüyorlar. Erkekler sorghum darısından yapılan biraları içiyorlar. Bir genç boynuzdan bir boru çalarak tüm Hamerleri Boğa Atlama seremonisine çağırıyor. Ardından yüzlerini ve vücutlarını beyaz bir boya ile boyuyorlar. Boğalar üzerinde atlayacak genç erkeğe moral desteği vermek üzere, kız kardeşleri veya annesi, genç erkeğe yaklaşıyor, ve elindeki boynuzu öttürüyor ve genç adam kadının çıplak olan sırtını kırbaçlamaya başlıyor.
Ardından başka bir kadınakraba genç adama yaklaşıyor ve o da bu kırbaçlama seramonisine katılıyor. Yavaş yavaş kanlanan sırtlarında kamçının yarattığı izler ortaya çıkıyor. Bu ritüel kabilenin ailevi bağlarını iyice güçlendirmek anlamını taşıyormuş. Hem seremoni sırasında yaşadıkları müthiş acıya ve ömür boyu sırtlarında taşıyacakları izlere rağmen genç kızlar bu seremonide hevesle yer alıyormuş, çünkü aile için bu seremonilerde kendini feda eden genç kızlar artık o genç erkek tarafından koruma altında oluyor, ve ileride zor duruma düşerlerse, o erkeğe güvenebiliyormuş. Bu seramonide yer alan kadınlar, kabilenin erkekleri tarafından onurlu kabul ediliyormuş.
Bu yaralar kadının gurunu sembolize ediyor, ve kendini feda ettiğinin bir ispatı olarak sayılıyor, böylece zor ve acil durumlarda onun ihtiyaçları karşılanmak zorundaymış. . Ailesine bağlılığın bir kanıtı olan uzun yıllar taşıdıkları kırbaç izleri ne kadar fazla ise, Hamer toplumu içinde statüsü ve değeri artıyormuş.
Pazar yerinde rastladığımız Hamer kadınlarının sırtlarındaki izler daha önce katıldıkları bull jumping seremonisine ait. Bu izler Kırbaçlanma ritüelinin bir parçası olduklarını gösteriyor.
Ardından asıl seramoni başlıyor: damat adayınını daha önce bu seremoniyi başarı ile tamamlamış “Maza” erkekleri tarafından tutulan boğalar üzerinden aşarak çıplak olarak 4 kez düşmeden atlaması gerekiyor. Başarılı sayılması için aralıklar ile duran boğalar üzerinden düşmeden atlamalıdır. Bu seremoniyi başarıyla tamamlayan erkek, artık ‘Maza – kabilenin yetişkinleri’ üyesi haline gelir. Artık onurlu bir sosyal statüsü vardı ve evlenebilecektir.
Eğer başarı ile tamamlayamaz ise arzu ettiği kızla evlenme hakkını kazanamıyor, ve aynı seremoniyi yinelemek için bir sene beklemesi gerekiyor. Eğer düşerse, kadınlar tarafından kamçılanıyor. Seremoni sonrası erkek tarafı başlık parası olarak belirli sayıda hayvanı gelinin ailesine veriyor. Ardından gelin ve damat ineklerin kanı ve sütünü karıştırarak içiyor.
Karo Kabilesi
Omo Vadisinin en güneyinde Omo Nehri kıyısında yaşayan Karo’lar 1,500 kişilik nüfusları ile en nesli tükenmek üzere olan kabile. En muhteşem manzaraya Karo’lar sahip. Karo’ların en belirgin özelliği vücut ve yüz boyaları, özellikle bir kutlama veya dans öncesi tüm kabile yüzünü beyaz (kireç) , sarı ( mineral kaya), kırmızı (demir) ve siyah (kömür) ile boyuyor. Erkeklerin saçlarını rengarenk ipler ve boncuklar ile süslüyor ve de çenelerini delerek renkli çubuklar takıyorlar.
Biz akşamüstü gün batımında Karo köyüne gittik, nehrin yukarıdan manzarası gün batımında harikaydı. Köyün kabile reisi ile sohbet ederken, ‘kaç eşin var?’ diye sorduk, ‘4 tane, sizde kaç tane?’ diye sordu. Biz tek eşliyiz diyince inanamadı, ‘peki kim yemekleri yapıyor, kim hizmet ediyor, kim çocuklara bakıyor?’ diye sordu.
Gün batımından sonra kendi şarkılarını söyleyerek kabile danslarını yaptılar bize. Daha sonra bizleri de aralarına alarak dans ettiler, bizim beceriksiz hareketlerimiz o kadar eğlendirdiki onları gülmekten öldüler.
Konso Kabilesi
Benim için en zorlu deneyim Konso’lar oldu, ilk kabile karşılaşmamızdı ve de dibimde bir sürü insan, üzerimde onlarca el, ve sürekli bağıran insanlar görmek şok etti beni. Hava kararmak üzere idi ve karanlıkta parlayan yüzlerce diş korkutucu olabiliyormuş.
Güney-Orta Etiyopya’nın dağlık arazilerinde yaşayan Konso’lar, 250.000 kişilik nüfusları ile Etiyopya’nın önemli kabilelerinden birisi. Dağlık arazileri taşlar yerleştirerek teraslandırıp hem köylerini kuran hem de sorgum, mısır, pamuk, kahve yetiştiren Konso’lar, çok ileri taraçalama ve sulama sistemi geliştirmişler.
Tüm Afrika kabilelerinde olduğu gibi çok eşlilik yaygın. Bir erkek 3-4 eş ile evlenebiliyor.
Diğer kabilelerin aksine 1500 kişilik kalabalık köylerde yaşayan Konso’lar, yaşlılar konseyi tarafından yönetiliyor. Köylerde, ergenlik çağına gelen genç erkekler için hem de kahramanca birçok hayvan ve düşman öldürmüş vefat eden yaşlılar için ‘Waga’ isimli uzun sopalar dikiliyor. Kuzey Etiyopya ve Omo Vadisi arasında yer alan konumları ile iki bölge arasındaki ticarette aracı olarak önemli bir rol oynamışlar. Bu sebeple diğer kabilelere oranla daha varlıklılar.
Bume / Nyangatom Kabilesi
Etiyopya’nın güneyinde Omo Vadisinde ve Sudan’da yaklaşık 6000 Bume yaşadığı tahmin ediliyor. Patroralist olarak yaşayan Bume’ler su ve otlar azaldığında daha güneye göç ediyorlar. Korkusuz erkekleri ve savaşçı kimlikleri ile tanınan Bume’lerin, geleneksel düşmanları Mursi, Suri, Karo ve Hamer kabileleri.
Ne yazık ki bu Afrikalı kabile atalarına ait Omo Nehri Milli Parkında yer alan toprakları kaybettikleri için kabile olarak bir arada yaşama şanslarını yitiriyorlar. Yavaş yavaş nesilleri tükeniyor.
Arbore Kabilesi
Çok küçük bir kabile olan Arbore yerlileri 3000 kişiden oluşuyor. Etiyopya’nın güneyinde Omo Vadisinde Stefanie Gölü yakınlarında kendilerine özgü rustik yaşantılarını devam ettiriyorlar. Arbore kadınları başlarını siyah başörtüsü ile örtüyorlar, Çok zorlu şartlarda yaşamaya alışmış Arbore kabile üyeleri, kendilerine özgü danslarının ve şarkılarının negatif enerjileri kendilerinden uzak tuttuğuna ve kendilerini koruduğuna, olumlu enerji ve iyi şans getirdiğine inanıyorlar. Pastoralist olan Arbore’ler zenginliklerini sahip oldukları küçük ve büyükbaş hayvan sayısı ile ölçüyorlar.
Afar / Danakil Kabilesi
Etiyopya, Eritrea, Djibouti ve Somalia’da yayaşan Afar’ların, en eski Afrika kabilelerinden birisi olduğuna inanılıyor. Koyun ve keçi yetiştiren pastoralist Afar’lar mevsimlere ve su kaynaklarına göre yer değiştirdikleri için göçebe yaşıyorlar. ‘Toz’ anlamına gelen ‘Afar’ ismi, Danikil çölünün sert ve haşin koşullarından gelen göçebe hayatın zorluklarını yansıtıyor. Hatta bazı kaynaklara göre Latince ‘Afrika’ kelimesinin kökleri “Afar”kelimesine dayanıyor. Afar’lar çölde göçebe yaşantının getirdiği koşullara ayak uydurarak, “ari” isimli çadır evlerde yaşıyorlar.
Üstleri çıplak olan Afar kadınları tipik olarak “sanafil”isimli belden aşağısını örten kahverengi ve mavi boyalı peştemaller giyiyorlar. Evli bir Afar kadınını “shash” isimli indigo mavisi boyalı başörtüleri veya saç süslerinden ayırt ediyorsunuz. Ayrıca kadınlar kendilerini güzelleştirmek için hem yüzlerini kırmızı toprak boyası boyuyorlar, hem de ön dudaklarının altını delerek renkli cisimler geçiriyorlar. Ergenliğe geçiş ritüeli olarak evlilik öncesi (erkekler düğünden bir hafta önce, kızlar da bir gün önce) sünnet ediliyor, ve evlendikleri gün ilişkiye girmeleri bekleniyor. Bu ritüel erkeklerin ve kızların cesur ve acıya dayanıklı olduklarını göstererek artık birer yetişkin olduklarını ispat etmeleri anlamına geliyor.
Kahve Seremonisi: Etiyopya’lılar için kahve çok önemli çünkü kahve ilk kez Etiyopyalılar tarafından yetiştirilmiş, daha sonra Arap yarımadasına ve oradan tüm dünyaya yayılmış. Çok özenli bir kahve seremonileri var. Taze otlar yerlere serpiştiriliyor, tütsüler yakılıyor, kahve çekirdekleri bir tavada kavruluyor, dumanı ve aroması koklanıyor, ardından çekirdekler havanda ezilip demleniyor. Yaklaşık 45 dakika süren bu seremoni, anında kahve içmeye alışmış bizlere, herşeyin hakkını vermenin önemini hatırlatıyor.
Etiyopya mutfağı dünyanın en güzel mutfaklarında birisi sayılıyor, çok baharatlı özgün karışımları var. Hatırlıyorum Amerika’da çok şık Etiyopya restoranları vardı, fakat burada koşullar biraz daha zorlu. Büyük bir tepsi üzerine ‘Injera’ denilen süngerimsi gözleme gibi mayalı bir ekmek üzerine bol köri içeren etler, mercimek, ıspanak, fasulyeler gibi yaklaşık 10-12 çeşit farklı yemek öbeği koyuyorlar, ve elleri ile bir yandan ekmeği koparıp, içerisine bu yemekleri doldurup yiyorlar. Sonunda bomboş bir tepsi kalıyor.
Etiyopya müziği: Çok sesli, çok ritimli, organik ve eklektik, muhteşem bir müziği var Etiyopyanın. Ayrıca hem yaylı hem de vurmalı çalgıları birleştirdikleri kendilerine özgü enteresan entsrümanları var. Meraklıları için ‘Very Best of Ethiopiques: Hypnotic Grooves from the Legendary Series’ ve ‘Ethiopiques Vol. 4’ CD’lerini öneririm. Dansları ise omuz ve baş bölgesine odaklanmış. Vücutlarının alt kısımları sabit kalırken, omuzları aşağı yukarı titretme ve başlarını sallama hızları inanılmaz. Erkekli kadınlı, yaşlı genç dans etmeyi o kadar çok seven bir kültür ki, nerede olurlarsa olsunlar bir ritim duydukları anda omuzlar oynamaya başlıyor.
Güney Etiyopya’da en çok duyduğunuz sözcükler:
‘Faranji’ yabancı demek, turistlerin hepsine ‘faranji diye sesleniyorlar, ve sürekli birşeyler istemek için size yaklaşıyorlar. ‘One bırr’, kendi paralarının ismi Bırr, fotoğraf çektirmek için çocuklar, kadınlar sizi ‘one bırr’ diye dürtüyorlar. Yollarda araba ile giderken çocuklar yok kenarında yerli danslarını yapıyor, zıplayarak el sallıyorlar, araba yaklaşırken hemen koşarak ‘highland’ diye bağırarak arabanıza koşuyorlar.
Sonradan anladık ki ‘Highland’ Etiyopya’nın en ünlü su markası, bizde kağıt mendil nasıl selpak ise onlar için su = highland. Etrafta hiç çöp görmüyorsunuz, çünkü su şişeleri veya yemek artığı diye düşündüklerinizin hepsi, zor yaşam koşullarında yaşayan yerli halk için son derece değerli. Bu sebeple tüm boş su şişelerini toplayıp çölün kavuran sıcağında su taşımak için kullanıyorlar. Su kaynaklarının olduğu yerlerde yüzlerce insanı ellerinde bidonlar, pet şişeler ile su kuyruğunda görüyorsunuz.
NE ZAMAN GİDİLİR?
Kasım – Mart arası en uygun zaman
ETİYOPYA ROTALARI & REHBERİ
ADDİS ABABA: 2400 metrelik rakımıyla dünyanın en yüksek üçüncü başkenti. Ulusal müze hem ilk insana ait kemikleri ve insanın çağlar boyu gelişimine tanık olmak için hem de Etiyopya’ya ait el işçiliği ve sanat eserlerini görmek için ziyaret edilmesi gereken bir müze.
LALİBELA: UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yeralan Lalibela, bazalt kayalara oyulmuş pembe kiliseleri ile ünlü. 12 . ve 13. yylarda yapılmış kiliselerin bir kısmı tek parça kayayı oyarak ortaya çıkartılmış, o tarihte nasıl bunu başarmışlar diyerek sizi dehşete düşürüyor.
AKSUM: MÖ 200’de kurulmuş ve oldukça ileri bir medeniyet olan Axum Krallığının merkezi Axum, ülkenin en kutsal şehri. Şehir içindeki Müze, Stella Field, St.Mary Kilisesi, Basen Tomb, Izana Park, Pool of Queen of Sheba, ve de şehrin dışındaki King Kaleb Palace, Palace of Quenn of Sheba ve Lions of Goadra görülecek yerler arasında.
GHERALTA – TİGRA : Axum’a yarım gün sürüş mesafesindeki Gheralta bölgesi kaya mezarlarına ve Afar kabilelerine ev sahipliği yapıyor.
GONDAR: UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yeralan eski krallık merkezi olan Gondar’da şatolar bölgesi ve kilise ve manastırlar görülmeye değer.
TİYA: UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Tiya köyünün hemen dışında yer alan mezar stelleri görülmeye değer.
ARBA MİNCH: Taraçaları, dokumaları ve totemleri ile ünlü Konso kabilesini ziyaret etmek için Arba Minch’de konaklamak lazım.
JİNKA: Bölgede yaşayan kabilelerin alışverişe geldiği Perşembe günleri kurulan Key Afer pazarı gerçekten rengarenk bir mozaik sunuyor. Mursi kabilesine gitmek için burada konaklamak gerekiyor.
TURMİ: Ağırlıklı olarak Hamer ve Banna kabilelerinin Cumartesi günleri bir araya geldiği Dimeka pazarı farklı kabilelerin el işlerini görmek ve satın almak için ideal. Karo’ları görmek için Turmi’de konaklamak lazım.
HARAR: Müslümanlar için 4ncü kutsal şehir olarak kabul ediliyor, UNESCO Dünya Kültür Mirası arasında yer alan surlar içindeki Gogol’un sokakları, meydanları ve giriş kapıları görülmeye değer. Harar’ın el yapımı rengarenk şalları ve sepetleri ise çok ünlü.
OTELLER
Adiss Ababa
- Sheraton Adis
- Jupiter international Hotel
- Addis Regency Hotel
Lalibela
- Maribela Hotel
- Gion Roha Hotel
- Mount View Hotel
Axum
- Ghion Yeha Hotel
- Remhai Hotel
Gheralta
- Gheralta Lodge
Gondar
- Gion Goha Hotel
Langano
- Africa Vacation Lodge
Arba Minch
- Paradise Lodge
- Kanta Lodge
Jinka
- Jinka Lodge
Turmi – Omo Vadisi
- Murulle Lodge
- Buska Lodge
Harar
- Heritage Plaza Hotel
Gerekli bilgiler
• Sıtmaya karşı ilaç: Etiyopya’da alçak bölgelerde sıtma problemi hala mevcut. Malerom ya da Tetradox
• Mutlaka temiz çarşaf ve yastık kılıfı ve terlik, sabun ve havlu götürün.
• Ülkenin kuzeyinde yollar çok tehlikeli uçurumlardan geçiyor. Güneyinde ise asfalt yol neredeyse yok.
–
Zeynep Atılgan Boneval
Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi
Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi
Pingback: CAPE TOWN GÜNCEL REHBERİ | Yolculuk Terapisi