ESKİŞEHİR’İN YENİ MODERN SANAT KAHRAMANI – OMM
Eskişehir’in 2019’da açılan sanat kahramanı yepyeni bir kahramanı OMM- Odunpazarı Modern Müzesi, 2 Ekim 2020’de ikinci sergisi olan “Günün Sonunda” ile kapılarını sanat severlere açtı. Bu sergi sonbaharda Eskişehir’i ziyaret etmek için başlı başına bir neden.
Sergi, içinde bulunduğumuz pandemi döneminde, insanın yeryüzü üzerindeki sahiplik iddiasını sorguluyor ve izleyiciyi doğanın içinde var olmanın daha saygılı yollarını araştırmaya davet ediyor.
Ursula K. Le Guin’in ilk defa 1972’de yayımlanan “Dünyaya Orman Denir” öyküsünden de yola çıkan seçki, Le Guin’in eserinde “Arz” ismiyle anılan, kaynakları sonuna kadar kullanılmış beton gezegenin bir benzerine dönüşen, üstünde yaşadığımız dünyada kökleniyor.
İnsanlığın Sanayi Devrimi’nden bu yana doğaya verdiği zararın ve ekolojik dengenin bozulmasının sonuçlarıyla yüzleşmesini ele alan sergide, aralarında Ali Kazma, Aylin Zaptçıoğlu, Azade Köker, Burcu Yağcıoğlu, Elmas Deniz, Fırat Engin, Hale Tenger, Kerem Ozan Bayraktar, Lara Ögel, Murat Akagündüz, Mustafa Hulusi, Osman Dinç, Sergen Şehitoğlu, Serkan Demir, Stephan Kaluza ve Yaşam Şaşmazer’in bulunduğu sanatçıların eserleri yer alıyor.
Abartılı tüketim ve bu tüketimi doyurmak için daha da çok üretim, doğanın insan için bir meta ya da “arka plan” olabileceği yanılgısı, bir sonraki yüzyıla damgasını vuracak zorunlu göç gibi konulara mercek tutan eserler, izleyiciyi doğayla kendi ilişkisi üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.
Dünyanın kaynaklarının kâr ve konfor adına gezegenin döngüsü göz ardı edilerek kullanılmasının insanlık için oluşturduğu tehdidin farkına vardığımız bugünlerde, sergi, kolektif geleceğimizdeki ihtimallere şimdinin fenerini tutuyor.
“Günün Sonunda,” 2 Ekim 2020’den itibaren Salı’dan Cumartesi’ye 11.00-17.00, Pazar ise 12.00-17.00 saatleri arasında, pandemi kuralları kapsamında ziyaret edilebiliyor.
ESKİŞEHİR’E VE TÜRKİYE’YE SANAT ARMAĞANI
Eskişehir’i, hem dünya çapında bir sanat ve kültür üssü, hem de olağanüstü bir mimari ile kavuşturan OMM, hem kente hem de Türkiye’ye verilmiş büyük bir armağan.
Hem de öyle güzel bir armağan ki, bir yandan mimarisi ile içinde bulunduğu tarihi semt Odunpazarı’nın köklerin sahip çıkıyor ve geçmişine saygı duruşu sergiliyor, bir yandan çocuklara ve gençlere ücretsiz sanat eğitimleri, seminerleri ve öğrencilere ücretsiz sergi gezi imkanları sunarak pırıl pırıl zihinlere sanat tohumları yerleştiriyor, bir yandan da dünya ve Türkiye çapında hem ustalar hem de genç yetenekleri harmanlayan çok değerli bir koleksyion ve de güncel geçici sergiler ile sanat dünyasının nabzını tutuyor. Yani bir taşla 3 kuş vuruyor.
ÇEVRESİNE VE GEÇMİŞİNE SAYGILI ORGANİK MİMARİ
Önce size ilk görüşte cezbeden olağanüstü mimarisi ile başlayalım. Eskişehrin en eski semti Odunpazarı’nın daracık sokaklarında tarihi ahşap cumba ve pencereli evlerini dolaşırken bir anda karşınıza büyük bir modern mimari örneği çıkıyor. Gelenekselin yoğun dokusunun ortasında, insanı rahatsız etmeyen, göze batmayan, aksine kabul gören ve kucaklayan bir büyük bina inşaa etmek gerçekten çok zor iş. Bunu başarmak için mimari, duyarlılığı ve deneyimi ile dünyaca ünlü bir mimarlık ofisi olan Kengo Kuma & Associates (KKAA)’e emanet edilmiş. Tokyo 2020 Olimpiyat stadyumunu inşaa eden mimarlık şirketi, doğal dokuyu bozmadan çağdaş bir müze inşaa edilmek istenen İskoçya’nın Dundee kentinde, Victoria & Albert Dundee tasarım müzesini, İskoçya’nın denize inen falezlerini temsil eden yatay beton katmanlar ile, doğaya saygı anıtı gibi tasarlamış.
Kengo Kuma, Eskişehir’in tarihi semtindeki çağdaş OMM binasını tasarlarken bir yandan kentin geçmişine saygı duruşu sergileyen, bir yandan da kentin dünya çapında kaderini değiştirme misyonunu üstlenecek muhteşem bir sentez ortaya çıkarmış:
Birçok farklı binanın içiçe geçmesi ile kucaklayıcı bir çoklu yapı olan külliye mimarisinden ilhamını alan küplerin üste yerleşimi, kubbe mimarisinden ilhamını alan atriumu ile, Türk ve Osmanlı mimarisi ve geleneksel Japon mimarisi etkilerini harmanlayan,
dış ve iç mimarisindeki ahşap kereste ağırlıklı tasarımı ile Odunpazarı semti dokusuna ve tarihi ile köprü kuran,
hareketli form ve tasarımları ile dinamik, oyuncu ve akışkan bir ruh yansıtan, çevresi ile organik bağ kuran
bir mimari baş yapıt ortaya çıkmış.
SANATLA VE ESKİŞEHİR İLE BİR AKŞ HİKAYESİ – OMM
Eskişehir doğumlu iş adamı Erol Tabanca’nın kendi memleketine duyduğu aşk, özlem ve saygının bir mahsülü aslında OMM. Polimeks Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca, yurt dışında ve Türkiye’de hem inşaat hem de turizm otelcilik sektöründe birçok değerli projeyi hayata geçirdi. Ancak tahminen en anlamlı ve manidar olanı OMM. Kendisi de büyük bir sanat koleksiyoneri olan Tabanca, modern ve çağdaş sanat ile Eskişehir’i buluşturan bu harika girişim ile, memleketinin iyiye ve güzele doğru yaptığı yolculuğa, yepyeni bir boyut getirecek, çok değerli bir katkı sağladı.
ESKİŞEHRİN MODERN DÜNYAYA AÇILAN GELECEĞİ – BİLBAO EFFECT
Bilbao’yı gezdikten sonra, Guggenheim müzesinin nasıl bir mucize gibi şehri uykusundan uyandırdığını, www.yolculukterapisi.com/bilbao/ yazımda detaylıca anlatmıştım.
Kısaca özetlersem, Bilbao’daki 1997’de açılan Guggenheim müzesi, dünyaca ünlü mimar Frank Gehry’nin, içinde bulunduğu şehir ve hava koşulları ile etkileşime giren, adeta yaşayan bir enstelasyon mimarisindeki binasında, Guggenheim’ın dünya çapındaki modern sanat koleksiyonunundan eserleri sergileyerek, hem mimari hem de sanatsal bir başyapıt olarak kabul gördü ve dünyanın her yerinden akın akın ziyaretçi alıyor. Modern zamanların bu efsanevi kentsel dönüşüm hikayesi, mimarlık ve ekonomi literatürüne, ‘bir kentin sosyo-ekonomik kaderinin bir bina ile değişmesini, dünya turizm pazarında önemli bir oyuncu haline gelmesini ifade eden, “Bilbao Effect – Bilbao etkisi” terimini hediye etti.
Şehre yeni bir soluk getiren OMM müzesinin, Eskişehir’e zaman içerisinde benzer bir etki yaratacağına, Eskişehir’in sadece Türkiye değil dünya çapında, hem sanat meraklılarının hem de gezginlerin radarına girmesini sağlayacağına gönülden inanıyorum. Eylül 2019’da açılan müzeyi 8 ayda 130 bin kişi gezmiş bile. Olağanüstü mimarisi, dünya çapında modern sanat eserleri, yaşayan etkinlikleri, yaydığı kucaklayıcı olumlu enerji ile Eskişehir’i yepyeni bir boyuta taşıyacağını görebiliyor insan.
BAMBU ENSTELASYON – 5. ELEMENT İNSAN
Müze Eylül 2019’da müzeye özgü muhteşem bir enstelasyon ile kapılarını sanatseverlere açtı.
Japonya’nın ve dünyanın en yetenekli bambu ustası olarak sayılan 4. Tanabe Chikuunsai’nın ve ekibinin, sadece Japonya’nın Kochi köyünde yetişen “kaplan bambu” malzemesi ile müzeye özel olarak yarattığı isimsiz enstalasyon çalışması, gelenekleri korurken onları geleceğe doğru bir şekilde taşımayı yansıtıyor.
İçiçe geçmiş 5 farklı bambu kolu doğa elementleri olan ateş, hava, su, toprağın yanına insanı da koyarak bize dünyadaki ve doğadaki önemimiz, rolümüz ve sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Hiç ekleme olmadan sadece içiçe geçme ve örme tekniği ile, Tanabe ve 4 kişilik ekibi tarafından, yer aldığı odanın içinde, 12 günde yaratılan 8 metre uzunluğundaki bu nefes kesici enstelasyon, büyük bir emek ürünü. Bende bıraktığı izlenim ise; hem mekanı hem de beni sarıp sarmalayan yaşayan bir canlı ile karşı karşıya olduğum idi.
İLK SERGİ: VUSLAT
Müze 2019 Eylül’de açılışını Erol Tabanca’nın kendi koleksiyonunda bulunan 1200 eserden, Haldun Dostoğlu küratörlüğünde seçilen ve yerleştirilen 100 eseri kapsayan Vuslat sergisi ile yaptı. Ve bu sergi 2020 Eylül sonuna kadar izleyiciler ile buluştu.
Sergiyi gezerken bize rehberlik eden sanat eğitimcisi Elif Hanım, Vuslat’ın üçlü anlamını vurguladı: Eskişehir’in ilk özel modern müzesi ile kavuşması, Erol Tabanca’nın uzun yıllardır emek vererek bir araya getirdiği koleksiyonunu sanatseverlerle buluşturma hayalini gerçekleştirmesi ve sadece sınırlı sayıda gözün görebildiği eserlerin ilk defa halka açılması.
Ben hem müzeyi hem de Eskişehir’i gezdikten sonra dördüncü bir Vuslat – kavuşma hissettim. Sanki Eskişehir’in tarihinin getirdiği sağduyu ve bilgeliğin, hem şehirlilerin gösterdiği vicdan ve sevgisi, hem de belediye başkanının aklı, cesaret ve yaratıcılığı ile harmanlanması ile iyiliğe, güzelliğe, erdeme doğru yaşadığı yolculuğun doğal bir eklentisi OMM müzesi. Eskişehir’in vuslat yolundaki önemli bir mihenk taşı olacak kanımca.
SANAT İLE ÖZGÜRCE BULUŞMA
Türkiye’den Burhan Doğançay, Canan Tolon, Azade Köker, Nejad Melih Devrim, Erol Akyavaş, Haluk Akakçe, Taner Ceylan, İnci Eviner, Gülsün Karamustafa ve Erdağ Aksel, dünyadan Peter Zimmerman, Jaume Plensa, Marc Quinn, Robert Longo, Aron Demetz, Julian Opie, Sarah Morris, Stephan Kaluza, Hans Op De Beeck, Massimo Giannoni, Seon Ghi Bah hk ve Alfred Haberpointner gibi sanatçıların eserlerinin yer aldığı Vuslat sergisinde ve OMM Müzesinde benim dikkatimizi çeken ve hoşumuza giden öğeler ve deneyimler neler oldu derseniz :
Erol Tabanca’nın koleksiyonuna seçtiği hemen hemen her eser ‘emek’ kavramı ile ilintili. Zaman, enerji, fiziksel yetenek, güç, sabır yani emek ile işlenmiş eserler özellikle seçilmiş.
Sanki yaratıcılığın yanı sıra emeğe de bir övgü niteliğindeki koleksiyon’da aşağıdaki eserler bizi emek yoğunluğunun yanı sıra çok farklı materyalleri, farklı teknikler ile işlemeleri, zaman ve algı süreçleri ile oynamaları, verdikleri şaşırtıcı mesajları ile çok etkiledi:
Sabire Susuz’un marka köleliğine gönderme yapan, tek tek toplu iğne ile çevrelenerek tutturulan marka etiketlerinden oluşturulmuş Siyah isimli dev porte eseri,
Ramazan Bayrakoğlu’nun tuval üzeri tek tek iplikler ve kumaş parçaları ile dikilen Uyuyan Adam eseri,
Koreli sanatçı Seung Mo Park’ın paslanmak çelik telleri katman katman kesip üst üste yerleştirerek yarattığı hiperrealist kadın sahneleri ve Maya eseri. Sanstkritçe yanılsama anlamına gelen Maya, gerçekliğin bakış açılarına göre farklı yansıma ve yanılsamalara dönüşebileceğinin nefis bir anlatımı.
Guido Casaretto’nun beyaz reçineyle döküm olarak ürettiği Sevimsiz İnsanların Yüzü Birbirine Benzer Mi? eseri sanki duyguların bir canlandırdığı bir gerçekliğe sahip,
Hans Op de Becck’in Uyuyan Kız eseri canlı ve cansızın, zaman ve duygunun algılarını alt üst ediyor,
Sinan Demirtaş’ın nereye giderseniz gidin size gözetleyen hiperrealist eserleri ile, fotoğraf ve resim arasındaki gerçeklik algısını ortadan kaldırıyor,
Yağız Özgen’in geleneksel mermer heykel tekniği ile hayata geçirdiği 1.5 ton ağırlığındaki bilgisayar karakteri heykeli, teknoloji, bilgi çağında gerçekliği sorguluyor,
Aron Demetz’in yekpare ahşaptan oyma kadın erkek figüratif eseri cinsler arası ilişkinin pürüssüzlüğünü sorgularken,
İsveçli sanatçı Assa Kauppi’nin ”Yarış Bitti” eseri daha çocukken içinde kendimizi bulduğumuz rekabetçi ortamın etkilerini bronz heykeller ile ortaya koyuyor.
Erdil Yaşaroğlu’nun gerçek boyutlu ancak bir insan gibi iki ayak üzerinde duran Gergedan’ı neredeyse gerçek gibi.