İZOLASYON GÜNLERİNDE YÜRÜYÜŞ FARKINDALIKLARI

1447 kilometre yürümüşüm son 3 ayda.  

Tam 1 milyon 880 bin adım atmışım.

Oldum olası yürümeyi çok sevdim.

İnsanların araba ile gittiği birçok yere yürüyerek gitmek gibi garip bir huyum var.

Kimi zaman ‘o yolda yürünür mü, arabalar var’ diyenler olur. Ben yine de severim.

Bunun sporla, form tutmakla, veya ulaşmak, varmak ile alakası yok.

Yolda olmayı sevmekle ilgisi var sanırım.

Tepelere dağlara, tırmanmayı da çok severim.

Yükseldikçe geriye dönüp baktığım manzaranın nasıl değiştiğine şahit olmak şaşkınlık verir bana.

Yükseldikçe hayran olurum aşağıda gördüklerime.

Bakış açısını sürekli değiştiren tırmanış bir süre sonra, parçaları değil bütünü ayaklar altına serer.

 

 

Ancak izolasyon günlerindeki yürüyüşlerim biraz daha farklı idi.

Son 3 ay sanki bana doğayı tüm çıplaklığı ile yürüyerek yaşama şansı tanıdı. 

Öyle bir boşluk vardı ki, doğada bugüne kadar hiç göremediklerimi görebildim, fark edemediklerimi fark edebildim.

Sahilleri, zeytinlikleri, çam ormanını, tepeleri, vadileri ve bomboş sokakları adım adım yürüyerek, üç ay boyunca doğanın değişen renklerini, kokularını, ışığını görme fırsatı buldum,

Tüm çiçeklerin ve bitki örtüsünün, mevsimle nasıl dönüştüğüne şahit olabildim,

Kokuların ve manzaraların nasıl bir döngü içinde yer değiştirdiğini izleyebildim,

Kumru, saksağan,  kırlangıç, serçe, ardıç ve arıların seslerini duyabildim,

Renk renk kelebeklerin dansını seyrettim, 

Flamingolar, leylekler, pelikanlar, karabataklar ve balıkçılların doğal hayatına şahit olabildim.

Aylar geçtikçe rüzgarın yüzümdeki serinliğinin nasıl ılık bir sıcaklığa dönüştüğünü adım adım fark ettim.

Kimi zaman ellerimi biberlerin süzülen yaprakları veya çamların iğneleri arasında gezdirdim,

Karabaşların, yaseminlerin, güllerin arasına yüzümü gömdüm,

Yağmur sonrası toprak kokusunu hissettim.

Bomboş sokaklarda limon çiçeklerinin, zakkumların mayhoş kokuları, deniz kıyısında ise tuz ve iyot kokuları burnuma doldu,

Bazen de sadece hafif hafif esen rüzgar burun deliklerimi gıdıkladı.

Ağaçlar arasında yürürken dalların, çam iğnelerinin, zeytin yapraklarının hışırtısı, sahilde dalgaların şıpırtısı ile rüzgar dile geldi bana,

Kafamı kaldırıp zaman zaman pamuk bulutları, masmavi gökyüzünü, parlak güneşi, zaman zaman yağmur yüklü bulutları, zaman zaman da gökyüzüne uzanan çamları gördüm,

Kimi zaman ayakkabı ile yürürken, ayağımın altında değişen toprağın, çakılın, asfaltın nasıl bedenimde farklı yansımalar yarattığını fark ettim,

Kimi zaman da çıplak ayaklarımın altında puf puf çimenin, ılık kumların ve serin suların tenimde yarattığı farklı hisleri yaşadım.

Akşam üzeri çıt çıkmayan bomboş sokaklarda günlerin nasıl adım adım uzadığına, ışığın ve ısının yavaş yavaş kendini cömertçe özgür bıraktığına şahit olabildim.

Hayatımda ilk kez gördüğüm çiçekler ile çevrili olduğumu fark ettim,

Papatyalardan karabaşlara, minelerden açelyalara, kadifeden kuduz otuna, mersin çiçeğinden erguvana,  koyun gözünden ipek çiçeğine, katırtırnağından acıçiğdeme, mor salkımdan begonvillere, gelincikten limon çiçeğine,  gevenden taçlı kır lalesine, karağandan kısamahmuta, güllerden jakarandalara, hanımelinden yaseminlere, kuzu dilinden topal mahmuza, pıtpıt çiçeğinden mimozaya, kırk batırandan mor kahkaya, kılıçotundan glayöle, fırça çalısından zakkuma, sardunyadan acem halısına, hatmilerden akasya çiçeğine, japon gülünden zeytin çalısına, lavantinden kekiğe, biberiyeden mercana, gauradan ruelyaya…

İçimdeki çiçek ve renk tutkusunu keşfettim.

Doğada geçirilen uzun yürüyüşler sırasında topladığım çiçeklerin isimlerini öğrenip, çılgın aranjmanlar ile evimde doğanın renklerini yaşatmaya başladım.

En güzeli her gün uyanıp, havanın ısısını, nemini, rüzgarın yönününü ve sertliğini koklayıp, hadi şu binlerce yıllık zeytine yürüyelim, hadi burundaki ormana gidelim, hadi şu limana, şu koya, şu tepeye, şu falezlerin üzerine, ıssız plaja, çamlık yola gideyim diyerek, hop diye yola dökülüp, günü mutluluklarla yürüyebilmenin özgürlüğünü yaşadım.

Issızlığın özgürlüğünü,

Doğayla bütün olabilmenin tatminini,

Akışa bırakabilmenin ve spontanlığın tatlı heyecanını içimde hissedebilmeyi yaşadım.

 

Evet şimdi izolasyon bitti, çoğu yasaklar kalktı, ıssızlık sonlandı, ve ben hala yürüyorum.

Artık etraf kalabalık, en bakir yerlerde bile insanlar ve arabalar karşıma çıkıyor.

Ancak etrafımdaki korna seslerine rağmen, bastığım zemini hissederek, rüzgarın içimden geçmesine izin vererek, yapraklara dokunarak, çiçekleri koklayarak, yürüyüşün içimde yarattığı boşluğu ve iç huzurunu devam ettirmeye çalışıyorum.

Kendime bir son ve hedef koymayarak, yürüyüşün beni çağırdığı yere kadar kadar, canımın istediği zamana kadar yürüyorum.

Yürürken arabaları, insanları, gürültüyü duymak yerine, yol ile, esen rüzgar ile, burnuma çalınan kokular, nefesim, akan düşüncelerim, duygularım, tüm duyularım ile bir olmaya çalışıyorum.

Bazen düşüncelerim beni alıp götürüyor ‘o andan’!

O zaman gözlerim hipnotize olmuş gibi sabitleniyor. Sanki bedenim zihnim tarafından ele geçirilmiş gibi kilitleniyor.

Gerçek andan uzaklaştığımın farkına varır varmaz, kafamı seslerin veya kokuların geldiği yöne, yüzümü güneşe veya rüzgara, gözlerimi ağaçlara, çiçeklere, manzaralara çeviriyorum yeniden, ellerimi başakların üzerinde gezdiriyorum.  

‘Şimdi ve burada’nın gözlemcisi ve şahidi olmaya çalışıyorum.     

Bazen ise sanki adım atmıyor da kanatlanıyor ve akıyorum.

Akışta olmak bu olsa gerek diyorum.

Sanki çevremdeki kaosa rağmen yürüyüşün kendisi oluyorum..

 

 

Birkaç yıl önce eşim ‘hayatta sonsuz rahatlığımız olsa idi ne yapmak isterdin?’ diye sorduğunda, ‘yürümek isterdim’ demiştim.

Dağları, bayırları, ovaları, ormanları, kanyonları, çölleri, sahilleri her yeri yeri yürümek.

Belki de o ‘ideal’ koşullar olmadan, istediğim yürüyüşlere adım adım başladım.

 

Birkaç sene önce Karakaya’da yürürken, arkamdan vuran güneşin ışığının tırmandığım kayalara taşıdığı gölgemi görmüştüm.

Bir an rüzgarla salınan uzun, kıvırcık, aslan yelesi gibi kabarmış saçlarımı fark etmiştim.

Daha önce hiç böylesine bir farkındalılık yaşamamıştım. Evet tabi ki saçlarım vardı. Ancak kanıksamıştım, farkında bile değildim.

Sanki o gün ilk defa saçlarımın varlığını idrak ettim ve saçlarımla birlikte kadınlığımı.

Bakalım yürüyerek daha neler fark edeceğim?

Adım adım…

 

Zeynep Atılgan Boneval