HARRAN KEŞİFLERİ

 

Biliriz medeniyetten çok uzak olmaz bilim lakin, binlerce yıl önce de bu kadar yakın olması kadar ilginçtir Harran… Hep duyulan bilim merkezinde hiç aşk öyküsü dinlediniz mi demlenirken kümbet evlerde… Kadınların yüzlerindeki dövmeler kendimiz kadar eskidir bu topraklarda…

 

Değerli dostum arkeolog ve yazar Mesut Alp’in sözleri ile Harran yazısına başlıyorum.

 

Bir efsaneye göre Adem ve Havva cennetten buraya geldi. Birçok peygamberin öyküsü bu topraklarda geçti, Harran ve Urfa’da… Bin yıl önce Hayyamoğlu Cabir, maddenin bölünmesini burada, Müslümanlık dünyasının ilk üniversitesinde anlattı… Ve Harran sonunda bin yıl önceki yeşil günlerine döndü baraj sayesinde.

 

Uçsuz bucaksız bir sonsuzluk hissi veren Haran Ovası, hiç bitmeyecek gibi gözüken düzlüklere ev sahipliği yapıyor. Çiçekler ve otlar rüzgarla bir denizin dalgaları gibi alçalıp yükseliyor. Sapsarı hardal otu çiçekleri ve diz boyu başak tarlalarına kendinizi atıp yüzmek istiyorsunuz. Arada görünen kızıl toprak ise Haran’ın bereket dolu toprağı. Cıvıl cıvıl kuşlar, mis gibi sarhoş edici kahve ve kekik kokuları burada da bizi karşılıyor. Bahar Haran’da da heryerden fışkırmış.

 

Bir efsaneye göre Adem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra ilk adım attıkları yer Harran. Ademle Havva ayak bastıkları bu adeta ikinci cennetin güzelliğindeki yemyeşil topraklara inanamazlar. Yalnız burada bir tek ağacın olmayışı dikkatlerini çeker ve Adem cennetten gelirken getirdiği nar ve gül dalını ovanın ortasına diker. Hemen büyüyüverirler. Nar al çiçekler açar, gül de beyaz. Bir süre sonra karınları acıkır, Havva avucunu açar cennetten getirdiği bir buğday tanesini eker. Adem gül ağacından bir saban yapar, sabana da kendini koşar. Ancak öylesi yorucu bir iştir ki, tükenir dermanı. Ansızın bir öküz belirir yanlarında, sanki ‘beni koşun sabana’ der gibi uzatır boynunu.

 

İşte efsaneye göre insanın ilk ayak bastığı, sabanın ilk kullanıldığı, öküzün ilk kez çifte koşulduğu yerdir Harran Ovası. Buğdayın, ak gülün ve narın kutsallığı da cennetten gelmiş olmalarından.

 

 

 

 

HARRAN ANTİK KENTİ

Şanlıurfa’ya yarım saat uzaklıkta doğusunda bulunan Harran Antik Kenti, kendi adıyla anılan Harran Ovasının merkezinde yer alıyor. Harran tarihi zenginliği ile zamanının kültür ve din merkezlerinden biri olarak önemini daima korumuş. Kent’in kuruluşunun M.Ö. 5000 yıllarına dayandığı tahmin ediliyor, Sümerlerden, Asurlulardan Romalılara, Bizanslılardan Osmanlılara dek bir çok uygarlığın hakimiyeti altına girmiş ve M.S. 13. yüzyıla kadar kesintisiz iskan edilmiş. İlk kez MÖ 2000 yılının başlarına ait çivi yazılı belgelerde Harranu olarak geçen ismin kaynağının Sümerce ve Akatça “yolların kesiştiği kavşak” veya “kervan” anlamına gelen “haran-u” sözcüğü olduğuna inanlıyor. Sıcak ve ateş anlamına gelen Har ise buradan ismini alıyor.

 

Eski Ahit’te Hz. İbrahim ile birlikte anılıyor Harranu. Bir inanca göre günümüzde Harran harabeleri arasında göze çarpan kapı kalıntısı, karısı Sara’nın Hz. İbrahim’den hamile kaldığı eve aittir. Eski Ahit’te de İbrahim’in babası Terah, kardeşinin oğlu Lut, ve karısı Sara ile Kıldanilerin Ur kentinden Kenan ülkesindeki Harran’a göç ettikleri yazılı. Yalnız İbrahim’in değil Tanrı’ya kurban etmeyi düşündüğü oğlu İshak ve onun oğlu Yakup ile ilgili pek çok öykünün geçtiği yöredir Harran.

 

Anadaolu’dan Mezopotamya’ya, Hitit ülkesinden Mısır’a uzanan, Asya’dan gelip Akdeniz’e ulaşan yolların, dinlerin ve dillerin kesişim noktasında olduğu için, Kuzey Mezopotamya’nın kadim ve kutsal yerleşim yerlerinden biri olmuş Harran. Sümer Tanrılarının en büyüğü Ay tanrısı Nanna ile özdeş Sami tanrısı Sin’in tapınağı da Harran’dadır. Tavanı ay ve yıldızları simgeleyen lapis lazuli taşlar ve gümüşler ile bezenmiş bu tapınak aslında Harran’da gökyüzü ile yeryüzünün buluştuğunu sembolize eder. Bölgenin inanç ve ibadet yaşamında çok önemli bir yer tutan Sin rahipleri, ayı, yıldızları detaylıca inceleyerek, astronomi konusunda çok detaylı bilgi sahibi olmuşlar.

 

Ardından Hurriler, Aramiler, Asurlular, Medler, Persler ve Hristiyanlar tarafından yönetilmiş olsa da bu eski panteist inançlarını korumuş Harranlılar. Hatta Hristiyanlık ile putperest inançları bir arada yoğuran Harran Sabiileri mezhebi burada gelişir. Yani Harran Kuran’ı Kerim’de adı geçen Nuh’un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii’lerin de ana vatanı olarak kabul ediliyor. Ay Tanrısı Sin’e tapınma 6. Yüzyıla kadar sürer Harran’da. Tapınağı ise 11. Yüzyılda Fatimiler tarafından yıkılıncaya kadar ayaktaymış.

 

HARRAN ÜNİVERSİTESİ

Ortaçağ’da bilim merkezi haline gelen Harran’da bilimsel çalışmalar 7. Yüzyılda bölgeyi ele geçiren Emeviler döneminde çok ağırlık kazanır. 9. Ve 10. Yüzyıllarda İslam Dünyasının önde gelen bilim merkezi haline gelir ve Müslüman dünyasının ilk üniversitesi olarak kabul edilen okul yapılır. Üniversitede Kur’an ve hadis yorumlarının yanı sıra Sümer, Asur ve Mısır bilginlerinin gözlemlerine dayanan astronomi çalışmalar yapılır, Antik Çağ felsefesinin önemli kaynakları Arapça’ya çevrilerek bilgiye bilgi katılır.

 

Üniversitede yetişen matematikçi ve astronom el Bettani’nin bilim tarihinde özel bir yeri var. Birçok İslam bilgini matematik alanında sonraki çalışmalara temel olacak yeni buluşlara imza atmış. ‘Sıfır’ rakamının bu bilim merkezinde bulunduğuna inanılıyor.

 

1200 yıl önce fizik kimya bilgini Cabir bin Hayyam öğrencilerine şöyle seslenmiş: ‘Madde yoğun enerjidir. Bu yüzden, antik çağ fizikçilerinin, maddenin bölüne bölüne parçalanamaz bir en küçük parçacık ile son bulduğuna ve kitlenin bu sayısız parçacıklardan -Grekçe atomoslardan- meydana geldiğine dair iddiaları yalnıştır! Cüz-I Yetecezza yani atomos da parçalanır, ve bundan öyle bir enerji hasıl olur ki, benzetmek gibi olmasın Allah kudreti gibidir, ve bir habbeciğin bu şekilde parçalanması Allah göstermesin Bağdat gibi bir şehri yok edebilir!’

 

Şimdi gelin de şaşırıp kalmayın! Cabir bin Hayyam 1200 yıl önce öğrencilerine atom enerjisini ve bombasını anlatmamış ta ne anlatmış? İnsan düşünmeden edemiyor, o kadar yüksek bir medeniyet ve bilgi seviyesinden sonra ne oldu da eğitimi terk edip, bağnazlık, sofuluk ve cehaletin ortasına nasıl düştük diye?

 

Harran Üniversitesi yapılırken temel harcına gül suyu katıldığı ve yağmur yağdığında gül kokuları yayıldığı anlatılıyor. Şahsen test etme şansım olmadı ancak Adem’in diktiği gül fidanı efsanesinden başlayarak tüm yöre halkının güle bir kutsiyet adlettiğini görüp hiç karşı çıkmadım bu bilgiye.

 

 

HARRAN KALESİ

Harran Kalesi, İç Kale ve Aşağı Sur(Dış Kale) bölümlerinden oluşuyor. Harran kentini çevreleyen daire planlı olan dış kale, 4 km uzunlukta, 5 m yükseklike surlardan oluşuyor.Harran dümdüz bir ova olduğu ve akınlara açık olduğu için, kalenin surları bol burçlu ve gözetleme kuleli. Harran Kalesi’nde yüksekliği ise 15-17 m. arasında 187 burç varmış. Ayrıca kale, Halep, Rakka, Aslanlı , Musul, Bağdat ve Anadolu adında altı kapı ile dışa açılırmış. Ancak, günümüzde burçların çoğu yıkılımış ve yalnız Halep Kapısı ayakta kalmış. Surlar yer yer yıkılmış olmasına karşın çepeçevre izlenebiliyor.

 

Şehrin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilen ve hala ayakta duran iç kale, Hititlerden başlayarak dört yapı katına sahip. Yazılı kaynaklarda kalenin bir zamanlar Sabii mabedi olduğundan da söz ediyor. İslâm kaynaklarında kaleden ilk kez bahseden el Mukaddesi burasının Kudüs kalesi gibi taştan yapıldığını, güzel ve sağlam olduğunu söylemektedir. XVII. yüzyılın ortalarında Harran’ı ziyaret eden Evliya Çelebi Harran Kalesi için, “Urfa’dan güney tarafında 9 saat giderek Harran Kalesi’ne geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir” demiş.

 

Araştırmacılar tararından kale içerisinde 50 koridor, 150 odanın bulunduğu ileri sürülüyor, ancak yer yer çökmeler olduğundan oda ve koridorlar günümüzde gözlenemiyor. 1951 yılında Türk -İngiliz ortak kazılan neticesinde ortaya çıkarılan doğu cephesindeki iki yanı aslan kabartmalı kapı üzerindeki Arapça kitabeden, kalenin H. 451 (M. 1059) yılında Fatimiler tarafından yenilenmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Dikdörtgen planlı iç kalenin dört köşesinde onikigen birer kule bulunuyormuş. Kuzey batıdaki kule tamamen, Güney doğudaki kule kısmen yıkılmış, Güney batıdaki ve kuzey doğudaki kuleler ayakta.

 

 

HARRAN EVLERİ

Harran antik çağ kalıntılarının yanısıra kendine özgü külah biçimindeki konik kubbeli kümbet evleri ile ünlü. Diğer yörelerdeki kerpiç kubbeli evlerin aksine Harran evlerinin kubbeleri bindirme tekniğiyle tuğladan yapılmış. Eski kentin kalıntıları üzerine son 150-200 yıllık dönemde inşa edilen bu evler etraftaki harabelerde bolca bulunan tuğladan nasibini almış.

Konik çatıları ısıyı içerde, yağmur ve soğuğu dışarda tutma özelliğine sahip bu evler artık bir kültür mirası olarak korunuyor. 1979 yılında, 960 adet kubbeli yerleşim alanı, arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilmiş, ve yıkılmaları veya mimarilerinin değiştirilmeleri yasaklanmış.

5-6 kerpiç ev topluluğundan oluşan ve içi turistler için yöresel detaylarla dekore edilmiş olan ‘Geleneksel Kubbeli Konukevi’ turistik olsa da binaların içine girerek mimarisini anlamak ve sıcak bir günde bile nasıl serin kaldığını deneyimlemek için ziyareti hak ediyor.

Kümbet evlerin olduğu bölgeye gittiğimizde sanki geçmiş zamanda donmuş bir uçsuz bucaksız film karesi içindeymişiz gibi hissediyorum.

HARRAN HÖYÜĞÜ

Harran kentinin ortasında yer alan höyük, 22 m. yüksekliğinde olup, geniş bir yayılma alanına sahip. Yapılan kazılarda üst tabakada 13. yüzyıl İslami devir bir şehir kalıntısı ortaya çıkmış. Bu şehir, içlerinde su kuyularının bulunduğu avlulara açılan odalardan oluşan kare ve dikdörtgen planlı bitişik düzendeki evleri, bu evlerin oluşturduğu dar sokakları ve ortasında büyük bir kuyunun yer aldığı meydanlarıyla o dönemin mimarisini yansıtıyor. Kazı çalışmaları sırasında çeşitli devirlere ait eserlerin bulunduğu höyükte, ayrıca yeni Babil Dönemi’ne ait, Kral Nabonitten ve Sin Mabedi’nden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuş.

 

 

HARRAN ULU CAMİİ

Harran Höyüğü’nün kuzey-doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu’nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii olma özelliğine sahip. Ünlü medresesi, hamamı, hastanesi olan bu külliyeden caminin kalıntıları günümüze kadar gelebilmiş. Caminin Selçuklu Dönemi’ndeki onarımlarından kalma mimari parçalan, taş süsleme sanatının son derece güzel örneklerinden. Dört sahınlı Harran Ulu Camii, Bölge’deki Diyarbakır, Mardin, Silvan, Kızıltepe Ulu Camilerini büyük ölçüde etkilemiş.

 

 

HAN-EL BAĞRUR KERVANSARAYI

Harran ilçesinden 23 km uzaklıkta, Selçuklu mimarı tarzında yapılmış olup, eski Halep, Bağdat, Urfa Kervanyolu üzerindedir. 65×66 metrelik bir alan üzerinde inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde 826 (1128-1129) tarihinde Elhaç Hüsamettin Ali Bey İmat Bin İsa tarafından yapıldığı yazılıdır. 8 metrelik bir tünelden girilip, tünelin sağ tarafında bir mescit sol tarafında Hanın muhafız odaları, gözetleme kulesi, avlunun sağ tarafında misafirhaneler, ön ve arka taraflarında ise aşhane, erzak deposu, bedestenler yer almaktad. Kervansarayın giriş kapısı üzerinde Selçuklu ve Arap sülüsü ile yazılmış kitabe mevcut.

 

 

Harran eskiden çöl gibi bir ova iken 2003’de barajın açılması ile suya kavuşmuş. Resmen Harran ve civarında GAP’la birlikte bereket fışkırmış ve buralar ülkenin buğday ambarı olmuş. Çiftçiler tarlalarında mayısa kadar buğday, Ekim’e kadar da pamuk veya mısır yetiştirerek çift hasat yapabilir hale gelmiş. Yöre halkının geliri 2-3 kat ve refah artmış. Ancak yapılan vahşi sulamanın yarattığı erozyon, ve bıraktığı tuz ile mineraller azalıp verimlilik düşüyormuş, zaman içerisinde geriye döndürülemeyecek şekilde çölleşebilirmiş. Oysa vahşi sulama yerine modern sulama teknikleri uygulansa bu problem ortadan kalkacak..

 

 

 

YOLCULUKTERAPİSİ URFA – GÖBEKLİTEPE – HARRAN – HALFETİ YAZILARI

 

 

Zeynep Atılgan Boneval