DERYA BAKSI’NIN GÖZÜNDEN VARANASİ

Bugüne kadar gördüğüm en ilginç ve beni en farklı etkileyen yerlerden birini yazacağım size: Varanasi (Hindistan)

Hindistan’ın Altın Üçgen denilen ve Yeni Delhi-Agra-Jaipur’u kapsayan gezimiz boyunca gördüğüm her yerin apayrı bir havası ve dans eden capcanlı renkleri vardı. Ancak benim için en çarpıcı ve etkileyici olanı tartışmasız Varanasi. Sanskritçe bir isim olan Varanasi, Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde yer alan bir şehir.

Rehberimizin, gezi boyunca bize anlattığı ve yerel rehberimizin dediğine göre sayısı binleri bulan Hindu tanrılarının isimleri arasında kaybolmuş haldeyim. Tam öğrendim derken, ertesi gün her şeyin sıfırlandığını hissetmek moral bozucu oluyor benim için. En sonunda pes ettim. Derin Hinduizm tarihini, 1 haftada özümseyebilmek pek kolay olmayacak anladım. O yüzden genel olarak Varanasi hakkında kısa bir bilgi verecek ve şehrin önemini anlatmayı deneyeceğim.

Söylenebilecek ilk şey, Ganj nehrini saygıyla selamlayarak ona yol veren Varanasi’nin, Hintliler için kutsal bir şehir olduğu. Yaşlı ve hasta Hintlilerin ölmek için geldiği bir şehir burası.  Bilindiği gibi Hindistan’da re-enkarnasyon inancı çok yaygın. Yani, ölümle birlikte sadece fiziksel bedenin sona erdiğine fakat ruhun tekrar tekrar ve farklı görüntülerde dünyaya geldiğine inanıyorlar. Öyle ki, bir önceki hayatında belki bir aslandın ya da belki bir fare. Bu inanç sayesinde doğaya çok saygılılar ve her canlının yaşam hakkına sonsuz saygı gösteriyorlar. Şapka çıkarıyorum.

Ganj, bu açıdan kutsal ve önemli bir yer. Burada ölmek ve burada yakılarak küllerinin Ganj nehrine savrulması ruhun re-enkarne olmasının sona ermesi ve böylece özgürleşmesi demek. Yani artık ruhlar yükselmiş ve deyim yerindeyse re-enkarnasyon çarkından  (ve dünyevi acılardan) çıkmış oluyorlar.

Varanasi’ye vardığımızda, Hindistan’daki 5. günümüz olmuştu bile. Bu yüzden ilk gün sokaklarda gördüğümüz ve hayretler içerisinde bakakaldığımız görüntülere alışmıştık artık. Sokaklarda rahatça gezen inek ve maymunlarla arkadaş bile olmuştuk. Nedir peki gördüklerim? Kaldırımda yaşayan Hintliler var mesela. Öyle ki, Devlet bu kişilere yaşamak için ev verse bile kabul etmiyorlarmış. “Benim dedem de babam da bu kaldırımda yaşadı, ben de burada yaşayıp öleceğim” diyerek.. Kaldırımda yatıyor, yemek yapıyor, yiyor, bulaşık yıkıyor ve hatta diş fırçalıyorlar. Yoldan geçerken birebir bütün hayatlarını görüyorsunuz. Son derece şeffaf..

Hindistan’ın pis olduğu ve gitmeden önce aşı yaptırılması gerektiğine dair çok yaygın bir kanı var. Evet, dünyanın en temiz yeri olduğunu söyleyemeceğim. Ancak ben, hiç aşı falan olmadan sağlıklı bir şekilde gidip sağlıklı şekilde döndüm.  Fakat bilmediğiniz yerden yemek yemek riskli olabilir kabul ediyorum.

Ne var ki bence asıl önemli olan, o koşullarda da yaşanabildiğinin ve mutlu olunabileceğinin en canlı ispatı Hintliler. Konuştuğumuz her Hintli çok güleryüzlü ve pozitifti. Doğal olarak, bireylerin bu pozitifliği şehrin genel enerjisini de yükseltiyor. Beni Hindistan’da en çok etkileyen de bu oldu aslında.. O fakirliğe rağmen Hindistan’da neredeyse hiç hırsızlık olmadığını da öğrenince hırs ve açgözlülüğün ne kötü olduğunu bir kez daha hatırlıyorum. Yani hepimizin yakalamak için yırtındığı mutluluk aslında ne en güzel evde, ne de en lüks arabada saklı. Mutluluğu yaratan tamamen kendi bakış açılarımız.

varanasi3.bmp

Gezimizin Hindistan ayağının en son şehri olan Varanasi’ye vardığımızda, ilk olarak oteldeki ağır ve tarifi zor kokuyla karşılaşıyoruz. Aramızda, önceden bize dağıtılan maskeleri takarak ancak oturabilenler, benzi solanlar oluyor bir anda.. Ne kokusu olduğunu anlatmak zor, önceden hiç duymadım böylesini. Sonradan öğreniyoruz ki, Ganj’daki ölü yakma seromonisi sebebiyle gelen yoğun kokuymuş. Ancak tatildeyiz madem, bir koku yüzünden ağzımızın tadını kaçırmanın anlamı yok. Zaten birkaç saat sonra kokuya alıştık bile. İşte insanoğlunun olağanüstü uyum kabiliyeti..  Seyahatseverlerin uyum yeteneği kesinlikle daha yüksek ..

Sıra geldi, gezinin benim için en şok edici kısmına.. Varanasi’de otelimizden ayrılıp Ganj nehrine gidiyoruz. Kutsal ölü yakma törenlerini görmeye.. Hindistan’ın geleneksel bir ulaşım aracı var, ismi Rikşa.. Arka tarafı fayton koltuğu gibi ama sadece 2 kişilik bir oturma yeri var, ön tarafı ise bisiklet. Yani at arabasını at değil, bisiklet çekiyor gibi düşünün.. Bollywood filmlerinde ya da Hindistan’da geçen kısacık bir sahnesi olan herhangi bir Amerikan filminde bile kesin görmüşsünüzdür. İkişer ikişer biniyoruz rikşalara ve düşüyoruz yola.. Sadece 15 dakika süren rikşa yolculuğu bana 12 saat gibi geliyor.. Aman allahım nasıl bir kaos.. Beş metrelik bir yolu rikşalar, arabalar, yayalar, normal bisikletler, kutsal sayılan inekler, maymunlar ve köpeklerle paylaşıyoruz… Trafik kuralı, lambası falan zaten yok. Ve sürekli bir toz bulutu ve korna sesi… Zaten Hindistan’da korna çalmak çok olağan birşey.. Hatta öyle ki korna çalmazsan trafikte öndeki araç sana yol bile vermiyor.. Yani kornan kadar adamsın J  Kamyonların arkasında bizdeki gibi özlü sözler asılı. En dikkat çekeni de; “horn please” yazanı.. Yani korna çalmanızı kibarca istiyorlar.. Bu kaos içinde bir kavşağa gelince işler iyice karışıyor bizim için. Ama onlar buna da o kadar alışmışlar ki, kavşağa erken giren yolun da sahibi oluyor.. Çok eğlenceli bir deneyim. Bu kaotik trafik ortamında en hoşuma giden şey ise, Hintlilerin birbirleriyle hiç trafikte kavga etmemesi, bağırmaması ve küfretmemesi oluyor. Hepsi son derece nazik bir şekilde, bize göre kuralsızlık ama onlara göre belki de harika işleyen bu sistemde kendi yollarını buluyorlar.

 

varanasi4.bmp

 

Dillere destan bu rikşa yolculuğundan sonra belli bir yerde inip Ganj’a doğru yürüyerek ilerliyoruz. Trafiğe kapalı bir alandayız ama o kadar kalabalık ki, bir ara ayaklarım sanki yerden kesiliyor kalabalıktan.. Ama neyse ki metrobüsten bir aşinalık var bende.. Omuz omuza ortamlarda hayatta kalma konusunda idmanlıyım. Üstelik burası açık hava, metrobüsten daha bile iyi 🙂

Zorlu mücadelelerden sonra ulaştığımız Ganj, geride bırkatığımız tüm meşakkate değiyor.. Ganj’ın ruhaniliği karşısında büyüleniyoruz. Hintlilerin adeti olan, Ganj’a gün batımında çiçek bırakma törenini yerine getiriyoruz. Ama önce çiçek sepetinin tam ortasındaki mumlarımızı yakıyoruz. Ve hava kararmaya başladığında Ganj’ın üzerinde sıra sıra mum ışıklarıyla yüzen çiçek öbekleri görüyoruz. Işıktan bir yol oluşuyor Ganj’ın üstünde.. İnsanoğluna bu dünyadaki her şeyin geçici olduğunu anımsatan bir ışık yolu belki de…

varanasi6.bmp

 

Ganj’daki ölü yakma törenleri.. Ganj nehrinin kenarında yakılabilmek ve küllerinin Ganj’a dökülmesi çok maliyetli.. Herkese nasip olan bir tören değil, daha çok zengin Hintliler bu ayrıcalığa sahip olabiliyor…

Ganj’ın atmosferi, ölü yakma törenleri o kadar ruhani bir ortama sokuyor ki insanı, etkilenmemek mümkün değil. Varanasi, dünya gözüyle gidilesi, görülesi bir yer…. Başka hiçbir yerde bulunmayan bir özgünlük var..  Herşeyin birbirine benzemeye başladığı günümüzde bu farklılık ve otantiklik ne kadar güzel…

 

Derya Baksı