3 GÜNDE ANTAKYA KEŞİF ROTASI: 1.Gün
Antakya keşiflerinin ilk günü, üç dinin ve farklı mezheplerin izlerini bir arada göreceğiniz Eski Antakya’yı dolu dolu yaşamak üzerine.
Ezan, çan, hazan seslerinin birbine karıştığı Kurtuluş Caddesi, Roma döneminde sütunlar ile bezenmiş en önemli caddeymiş. Şimdide de şehrin en görkemli caddesi.
Kurtuluş Caddesi, Antakya’nın Asi Nehri ile Habib Neccar Dağı arasında kalan kısmında, Kışla binası ile Dörtayak Mahallesi arasında yer alıyor. Asi Nehrine ismini, bölgede güneyden kuzeye, yani ters yönde akan tek nehir olduğu için, yerel halk vermiş.
Antakya’nın kurulduğu MÖ 3oo’lerden itibaren, tüm haritalarda boydan boya uzanan bu aks, Roma döneminde 3 kilmoetreye yakın sütunlar ile bezenmiş, Herod yani Büyük Sütunlu isminde bir caddeymiş. Zengin bir kendin en önemli caddesi olan Herod, dünyanın geceleri ilk aydınlatılan caddesi olarak da tarihe geçmiş.
Kurtuluş caddesi üzerinde, Sarımiye Camii’nin bitişiğindeki eski Katolik Kilisesi başka bir durak. 1852’de Sultan Abdülmecit’in izniyle kurulan Katolik Kilisesi, 1977’de camiinin yanındaki büyük bir eve taşınmış ve yandaki binaları da alarak manastıra dönüşmüş. Avlusu, kuyusu ve ağaçları ile huzur dolu bir ortama sahip.
Tam karşında yeralan Havra ise, binlerce yıldır bölgede yaşayan ve sayısı giderek azalan Yahudi cemaatinin ibadet yeri. 1700 yıllarında bir binadan dev bir sinagog’a dönüştürülmüş bu havra, ceylan derisi üzerine İbranice yazılmış 500 yıllık tarihi Tevrat’ı ve göz alıcı şamdanları ile önemli bir ziyaret noktası.
Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kesişiminde yer alan, Anadolu’nun ilk camii olarak varsayılan Habibi Neccar Camii, İslamiyet’in Anadolu’da yayılmasında büyük bir öneme sahip. Camii, 7. yüzyılda Hz. Ömer’in komutanlarından Ubeydullah Bin Cerrah’ın Antakya’yı fethetmesinden sonra inşaa edilmiş. Haçlı Seferleri sırasında kiliseye dönüştürülen camii, 13. Yüzyılda Memluklular Antakya’yı egemenliği altına aldığı sırada yeniden camii olmuş. Camii’nin altında, İsa’nın havarilerinden Pavlos, Yuhanna ve Şem’un mezarları, ve de onlara ilk inananlardan birisi olarak şehit olan Habib-i Neccar’ın türbe mezarı yer alıyor.
Eğer tipik bir Antakya evi mimarisi ve meyve ağaçları ile bezenmiş avlusunu görmek istiyorsanız, Habibi Neccar Camii’nin karşısında, Mimarlar Odası tarafından restore edilmiş ve geleneksel dokuda düzenlenmiş tarihi taş evi ziyaret edebilirsiniz.
Kemalpaşa Caddesi üzerine doğru dönerseniz Osmanlı döneminden kalma Yeni Hamam’ı göreceksiniz. Antakya’da Roma döneminden günümüze ulaşan hamam geleneği bu hamamda devam ediyor.
Ardından Antakya’nın geleneksel lezzetlerini sunun ev yemekleri restoranında öğle yemeği yiyip, tarihi Affan Kahvesi‘nde çifte kavrulmuş Antakya Kahvesi’nin ve Lübnan tatlısı olan Haytalı’nın tadına bakabilirsiniz.
Daha sonra istikamet yöresel ürünlerin bir arada olduğu renkli Uzun Çarşı. Çeşit çeşit baharatların renklerinin, biberli katıklı ekmeğin ve küflü çökeleğin keskin kokularının, defne sabunları, zeytinyağı, biber salçası, nar ekşisi, pul biber, ekmek kadayıfı, turşu görüntülerin birbirine karıştığı Uzun Çarşı, bıçak ustaları, kunduracı, tenekeci, dokumacı gibi zanaatkarların, baklavacı, künefeci, kasap ve kadayıf atölyeleri gibi lezzet ustalarının ustaların geleneklerini devam ettirdiği, zamanda asılı kalmış bir harikalar diyarı.
Uzun Çarşı’da iken mutlaka tatmanız gereken bir lezzet Yusuf Usta’nın künefesi. Uzun Çarşı’nın içinde Ahmediye Camii avlusunda, tarihi bir çınarın altındaki Yusuf Usta’nın yerinde, közde pişen efanevi künefenin üzerine şerbet dökülürken izlemek ve afiyetle yemek, damaklarınızda şölen yaşatacak bir deneyim.
Ardından dilerseniz alışverişe devam edebilir, ya da Eski Antakya sokaklarında keşfe devam edebilirsiniz.
Alışverişe devam edecekler için Antakya’nın ‘İpek’leri ile meşhur olduğunu söyleyelim. Dut ağacının bolluğu sebebi ile Anadolu’nun ilk ipekçilik yapılan ve ilk ipek kumaşının dokunduğu şehri Antakya. Az sayıda atölye yaklaşık bir asırdır bu geleneği yaşatarak üretime devam ediyor. İnönü Caddesi üzerindeki Hatay’ın ilk ipekçisi Şerif Arat bunlardan en önemlisi.
Apollon efsanesi ile ünlenen Antakya’nın ayrıca Defne Sabunu da meşhur. Yapraklarını dökmeyen defnenin meyvesinden çıkan yağ, sabun yapımında kullanılıyor. Halk arasında ‘Garlı sabun’ olarak da anılan defne sabunu, binlerce yıldır devam eden geleneksel yöntemler ile hala üretilmeye devam ediyor. Yalnızca defneye odaklanmış Verdaa, 158 yıllık tarihi bir sabunhanede bu mirası yaşatıyor. Sabun, şampuan, duş jeli gibi seçenekleri Kurtuluş Caddesi üzerindeki butiklerinden alabilirsiniz. Aile geleneği olarak sıcak pişirim yöntemi ile doğal sabun üretimine devam eden History ise, fabrika mağazasında, zeytinyağlı ve bitkisel defne, ardıç, kekik, ısırgan, kekik, yosun, çay ve lavanta gibi sabun çeşitleri sunuyor. (Gültepe Mah. 115 Sok No: 42)
Mücevher ve antika meraklıları için doğru adres İnönü Caddesi üzerindeki Huri. 200 yıldan uzun bir süredir aile geleneği olarak mücevherat ve antikacılık yapan Huri ailesinin dükkanında kaftanlar, aynalar, ceviz mobilyalar, çeyiz sandıkları, eski cam kavanozlar, ve Mişel Huri’nin antika takılardan esinlenerek tasarladığı takılar yer alıyor.
Eski Antakya sokaklarında tarihi keşiflere devam edecekler için ise önerilerimiz şöyle:
Hürriyet Caddesi üzerindeki Antakya Ortodoks Kilisesi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın izni ile 1833’de ahşaptan inşaa edilmiş. 1860’da ise geniş bir avlu etrafında beyaz taştan yeniden yapılmış. Ancak 1872 depreminde büyük hasar görerek, Rus mimarlar tarafından, Bizans ve Rus mimari izlerini taşıyacak şekilde yeniden onarılmış. Üç salonlu üç kapılı kiliseye iki sütun arasından giriliyor. Doğu Ortodoks kiliselerinin en güzel örneklerinden birisi olan bu kilisede, liturjik kilise eşyaları, Bizans, Rus ve Suriye kökenli tarihi ikonalar yer alıyor. Kutsal vaftiz kuyusundan akan sular ise kilise altındaki mezarlığa dökülüyor. Kilisenin kuzeyinde 1911 yılında Patrik 4. Gregorios zamanında yapılmış olan ruhban okulu ve patrikhane şimdi protokol salonu olarak kullanılıyor. Kudüs’ten sonra ikinci merkez sayıldığı için Antakya Patrikliğine, Ana Kilise deniyor.
Saray Caddesinin başında yer alan taş bina, Hatay’ın 20 yıl boyunca Fransız işgalinde olduğu dönemde elçilik ve Fransız bankası olarak kullanılmış. 2000 yılında ise Güney Koreli Kwong Lim Metodist Protestan Kilisesi tarafından alınarak, Protestan Kilisesi ilan edilmiş. Giriş kapısı üzerinde Türkçe, İngilizce ve Korece bir plaket, ön cephe üzerinde bir haç ve iç mekanda ise korumalar altında ikonalar yer alıyor.
Cumhuriyet alanından yer alan Meclis Kültür Merkezi ise, 1927’de sinema olarak Fransız mimar Leon Benju tarafından inşaa edilen, 1938’de ise bağımsızlığını ilan eden Hatay Cumhuriyetine ev sahipliği yapan bina. Ömrü 2 Eylül 1938’e kadar süren Cumhuriyetin, 40 üyeli meclis binası daha sonra beledeye ve sinema olarak hizmet vermiş, şimdi ise bir kültür merkezi.
- Gün Rotası
Yöresel bir kahvaltının ardından, Antakya Arkeoloji Müzesi ve Antakya Kalesi’ni gezerek yeniden Antakya keşiflerine başlayabilirsiniz.
Antakya Arkeoloji Müzesi, Tunus’tan sonra dünyanın ikinci büyük mozaik koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Antakya’nın Fransız hükmünde olduğu dönemde, Antakya, Samandağ, Atçana, Harbiye ve İskenderun’daki kazılarda çıkartılan mozaik eserleri sergilemek için, 1934 yılında bir müze inşaatına başlanmış. 1948’de açılmış müzede, Neolitik çağdan Bizans dönemine kadar, farklı medeniyetlerin izlerini görebiliyorsunuz ve mozaikler gerçekten hayranlık uyandırıcı. Müzenin en gözde eseri ise Tell Tayinat’ta bulunan Şuppiluliuma heykeli. Müze yenilenmesine rağmen, mevcut koleksiyonunun sadece %65’ini sergileyebiliyor.
Sonraki manzara durağı, Antakya Kalesi. Habib-i Neccar Dağı’nın üzerinde yer alan, uzun burçları ile meşhur Antakya Kalesi, inşaasına Helenistik dönemde başlanmış, ardından Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan eklemeler ile görkemine kavuşmuş bir kale. Depremler ve saldırılar ile epey hasar görmüş kaleden, Antakya’yı kuşbakışı seyredeceğiniz panaromik manzaralar nefes kesici. (Yollar bozuk olduğu için kendi aracınız yerine bir taksi veya minibüs ile çıkmanızı öneririz)
İstikamet, Antakya’ya 7.5 km uzaklıktaki, tarihi villaları ve hamamları ile ünlü sayfiye yeri Harbiye. Hatay Arkeoloji Müzesinde gördüğünüz bazı mozaikler, buradaki tarihi villalarda bulunmuş. Bölgenin çok hoş bir hikayesi de var. Efsaneye göre Yunan Tanrısı Apollon’un kalbine, Eros’un Altın ok’u saplanır ve su perisi Daphne’ye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Daphne’nin kalbine saplanmıştır. Daphne, Apollon’dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder. Bir gün Daphne yine kaçarken Apollon’la karşılaşır ve kaçmaya başlar. Bu sefer yakalanacağını anlayan Daphne babası Peneus’dan yardım ister. Peneus, Daphneyi Defne ağacına dönüştürür ve Apollon ona ulaştığında kalp atışları halen duyulmaktadır. Daphne sonsuza dek defne ağacı olarak kalacaktır. Ve içinde aşk ateşi yanan Apollon’un döktüğü gözyaşları ile burada şelaleler oluşur ve bölge yeşerir. Antik ismi Daphne olarak bilinen bölgede, Roma döneminde olimpiyatlar gerçekleştiği düşünülüyor. Şimdi ise Antakya’nın sayfiye bölgesi olan Harbiye, lokallerin piknik için gittiği yemyeşil bir mesire yeri. Şelalesi boyunca çay bahçeleri, restoranları, ortalıkta gezinen tembel ördekleri ve defne sabunları ile meşhur. Tertemiz havası ve suyun huzurlu sesi eşliğinde Harbiye Şelaleleri’nde bir yürüyüş yaptıktan sonra öğle yemeğine hazırsınız. Yörenin spesiyali tuzlu tavuk ve mezeyi Kule restoranda yiyebilirsiniz.
Harbiye’de iken neredeyse bir asırdır el dokuması ipek üretimini devam ettiren Refik İpekçilik veya Yılmaz İpekçilik’i ziyaret edebilirsiniz.
Eski taş, obje ve takı meraklıları hazır Harbiye’de iken, Antik Hermes’e uğrasın. Anadolu medeniyetlerine ait para, metal obje, mermer ve mozaik eserlerin kalıplarını çıkartıp aynı hammadeler ile replikasını yapan Mehmet Süner’in atölye dükkanında sikkelerden hazırladığı takılar harika.
Ardından istikamet Antakya’nın kuzeydoğusunda Hac Dağı eteklerinde bir mağaranın içinde konumlanan St. Pierre Kilisesi. Hz İsa’nın ölümünden sonra ilk rahip havari St Pierre Hatay’a gelmiş. İlk toplantısını Asi Nehri’nin batısında, Hac Dağında yer alan bu mağarada yapmış ve cemaatin toplanma yeri olarak kilise ilan etmiş. Mağara, Roma Devleti tarafından, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, dış cephesine yapılan eklemeler ile kilise formunu kazanmış. Hristiyan isminin ilk kullanıldığı kilise olan St. Pierre Kilisesi, dünyanın ilk mağara kilisesi olarak kabul ediliyor.
Yine Roma döneminde cemaatin güvenliğini ve sağlamak için dağın içine doğru ilerleyen gizli geçit yapılmış. 13. Yüzyılda Haçlılar ön cepheye eklemeler yaparak Gotik bir uslüba dönüştürmüş. Kilisenin içinde sızan yağmur suları ayazma olarak anılıyor ve kutsal sayılıyor. Ayrıca kilisede 4. ve 5. Yüzyıldak kalma muhteşem mozaikler yer alıyor.
1932’de sunağın üzerindeki nişe, ilk papa olarak kabul edilen Aziz Petrus’un mermer heykeli yerleştirilmiş, arkasına da bir zamananlar Antakya’da kutlanan Aziz Petrus bayramını hatırlatmak için taş bir kürsü konulmuş.
1963 yılında Vatikan’daki Papa 6. Paul tarafından haç rotasına alınmış, bu sebeple Hristiyanlar için epey önemli bir değere sahip. 2014 yılından beri görkemli Noel Ayinlerine ev sahipliği yapan kilise’de 29 Haziran’da Aziz Pierre ayini ve kutlamaları yapılıyor.
St Pierre Kilisesi’nin kuzeyindeki patika yolunu izleyerek ilerlediğinizde, 200 metre sonra, Hac Dağı’nın Antakya’yı gören yüzünde taşa kazınmış Cehennem Kayıkçısı Haron kabartma heykeli ve dev bir büstü göreceksiniz. 30 metre yüksekliğindeki bu büst, başında kapüşon benzeri bir örtü bulunan ve yüzü olmayan bir insan maskesi. Üzerinde ölümleri önlemek için yazıların yer aldığı bu kabartma 1. Yüzyılda yapılmış. Ruhları kayıkla Hades’e taşıyan mitolojik kahraman Heron veya orjinal ismi ile Charon’a adanmış büst, bölgede yayılan bir veba salgınını durdurayacağına inanılarak yapılmaya başlanmış ve salgının durması ile yarım bırakılmış.
3.Gün Rotası
Hatay’ın sahil kenti olan ve bir zamanlar Süveydiye olarak bilinen Samandağ’a doğru keşfe başlayabilirsiniz.
Yol boyunca Arap ve Türkmen köylerinin her biri, fırınlardan çıktan tazecik çıtır çıtır tandır ekmekleri, geleneksel yöntemler ile çiftlik evlerinde üretilen zeytinyağları ile farklı birer lezzet durağı.
Mesela Altınoluk Köyü’nde kavrulmuş soğan soslu mercimekli bulgurun tadı damağınızda bir şölen yaşatabilir.
Türkiye’nin tek Arap Ortodoks köyü olan Sarılar ise Süryani lezzetleri ile başka bir cevher.
Portakal bahçeleri ve organik tarım yapan çiftçileri ile meşhur, Ermeni köyü Şenköy’de bir çeşit içli köfte olan oruğun ve tandırın alasını yiyebilirsiniz.
Samanlı Dağ’a 5 km uzaklıklta, Türkiye sınırları içinde nüfusu sadece Ermenilerden oluşan tek köy olan Vakıflı’da, köy ahalisi tarafından inşaa edilen Meryem Ana Kilisesi avlusunda ise köy halkı tarafından tamamen doğal yöntemler ile üretilen el yapımı ceviz reçelleri, nar ekşisi, zeytinyağı, likör ve şarapları bulabilir, hanımların el işi olan muhteşem iğne oyalarını alabilirsiniz. 1924’de eski bir ipek fabrikasından dönüştürülen bu kilisede her yıl Ağustos ortasında farklı ülkelerden gelen Ermeniler, ‘Üzüm Bayramı’nı kutluyor.
Vakıflı’ya yakın Hıdırbey Köy meydanındaki 900 yıllık görkemli çınar kesinlikle görülmeye değer.
Ormanları, tertemiz havası ve kaynak suları ile adeta bir doğa cenneti olan Batıayaz köyü ise, çok güzel bir Ermeni kilisesine ev sahipliği yapıyor.
Ardından Dor Mabedi’ne doğru iletleyip, Kel Dağı ve upuzun Samandağ sahillerinin panaromik manzaralarını seyretmek ve fotoğraflamak üzere bir mola verebilirsiniz.
Daha sonra Çevlik Mevkii’nde, Dünya’nın 8. harikası olarak bilinen ve insan emeği ile oluşturulan 1380 m uzunluğundaki Vespasianus-Titus Tüneli’ninde yürüyebilirsiniz. Liman bölgesinin dolmasını engellemek için, 7 metre yüksekliğinde, 6 metre genişliğindeki tünelin yapımına, İmparator Vespasianus döneminde başlanmış ve İmparator Titus döneminde tamamlanmış.
Tünele paralel ormana doğru ilerleyen patikada, Roma döneminden kalma kayalara işlenmiş tarihi mezarlara, halk arasında Beşikli Mağara deniyor.
Öğle yemeği vakti geldi. Eti ve tavuğu ile bilinen Antakya’nın tatlı su ve deniz balıkları da çok güzel. Özellikle yılan balığı ve kedi balığı (kara balık) lezzetli. Yılan balığı eti sertleşmesin diye taşlara vurularak öldürülüp, kerpetenle derisi yüzülüp amonyaklı suda bekletiliyormuş. Ardından ince ince kesilip defne yaprakları ile şişe dizilip baharatlanıp mangalda pişiriliyor. (Yılan balığını özellikle Döver Köyünde muhteşem yapıyorlar. Ayrıca Çevlik beldesi de balık yemek için doğru adres).
Yemekten sonra Kur-an’ı Kerim’de, Hz. Musa ile Hz. Hızır ile tanışıp, ardından denize açıldığı belirtilen Hızır Türbesi’ni ziyaret ile keşiflere başlayabilirsiniz.
Ardından kendini dünya zevklerinden arındırıp tanrıya adayan Stilit tarikatının kurucusu St. Simon Manastırı’na gidebilirsiniz. St Simon 40 yıl süresince bir sütun üzerinde yaşamış bir aziz. Deniz seviyesinden 479 metre yüksekte bir tepe üzerine kurulmuş bu manastırdan Samandağı sahilleri ve verimli Amik ovasına tepeden bakan panaromik manzara gerçekten nefes kesici.
Ve Antakya’dan tatlı yorgunlukla ayrılma vakti geldi. Antakya kültür ve lezzet hazineleri üç güne sığmaz tabii ki. Daha tadına bakamadığınız lezzetler aklınızda, bu efsaneler şehrine tekrar dönmek isteyerek vedalaşacaksınız.
YOLCULUKTERAPİSİ ANTAKYA YAZILARI
Antakya lezzetleri ve restoranları için www.yolculukterapisi.com/antakyarestoran
Antakya konaklama ve alışveriş adresleri için: www.yolculukterapisi.com/antakyaotelalisveris
Antakya izlenimleri ve tarihi hakkında bilgi için www.yolculukterapisi.com/antakya
Zeynep Atılgan Boneval