VENEDİK İZLENİM ve ROTALAR

 

HAYALLER VE AŞIKLAR ŞEHRİ

 

Adeta bir masal dünyasını andıran Venedik, denizin ortasına kondurulmuş muhteşem yapıları, Büyük Kanal başta olmak üzere sayısız daracık kanalları, köprüleri, 16. ve 17. yüzyıllardan kalma ‘palazzo’sarayları ve ‘piazza’ meydanlarıyla, dünya üzerindeki en büyülü şehirlerden birisi. Adriyatik Kraliçesi ve Festivaller Şehri olarak da bilinen bu şehir, adeta yüzer bir romantizm şehri. İlkbaharda romantik, yazın etkileyici, kışın soylu ve sonbaharda baştan çıkarıcı. Bir yandan her köşesi son derece estetik bir açık hava müzesi kadar gösterişli, diğer yandan kırılgan ve melankolik.

 

Kısacası, insanın görmeden ve o nemli havasını solumadan hayalinde canlandıramayacağı kadar özel bir yer. Geçmişi ile ayakta duruyor ama geleceği belirsiz. Hele hele batma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu bilince, mutlaka görülmesi gereken şehirlerin başına yerleşiveriyor Venedik.

 

Durağan ve uyuyan bir şehir olmanın ötesinde, Karnaval, Bienal ve diğer etkinlikleri ile heyecan verici bir güzellik Venedik. Aralık – Mart ayları arasında gerçekleşen Venedik Karnavalı kutlamalarında, rengarenk kostümler ve gözalıcı maskelere bürünen binlerce şehirli Venediğin tüm meydanlarını ve sokaklarını donatıyor. İki senede bir Haziran – Kasım ayları arasında düzenlenen Venedik Bienali ise çağdaş sanat dünyasının nabzını tutuyor. Venediğin sanat sahnesi ise her geçen sene daha da bir canlanıyor; Palazzo Grassi, Punta della Dogana ve Fondazione Prada gibi yüzyıllar öncesinden kalma mimari harikası binalar, tekrardan sanat galerileri ve müzeleri olarak hayata dönüyor.

 

1987 yılında Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilerek koruma altına alınan Venedik, Kuzey İtalya’nın doğusunda, Adriyatik Denizi kıyılarında karaya dört kilometre uzunluğunda kara ve demir yolu köprüsü ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehri. Her biri birer sanat eseri olan mimari yapılarının yanı sıra bu adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü, ve kanallar arasında gidip gelen ahşap gondollar kentin en önemli sembolleri arasında yer alıyor. Venedik altı bölgeye, ya da yerel diliyle “sestiere”ye ayrılmış ve her bir bölgenin kendine has kimliği var: Kalabalık, canlı ve turistik San Marco ile San Polo; Giudecca Adası’na bakan zarif Dorsoduro (Venedik’te yaşayan yabancıların tercihi); orta sınıf Santa Croce ile Castello; ve Venedik’in en az tanınan bölgesi olan Cannaregio. Tarihi şehir merkezi San Marco üzerine kurulu ve görece küçük bir alanı kapsıyor; bir baştan diğerine 30 dakikada yürümeniz mümkün. Ancak Venedik’in tadı, ara sokaklarında yatıyor.

 

Venedik; tarih boyunca Avrupa’nın en önemli ve en güçlü deniz ticareti başkentlerinden biri olmuş. İÖ 2. yüzyılda İllirya’dan gelen Venedik halkı, ilk olarak Euganean Tepesi civarına yerleşmiş ve Treviso, Padua, Este, Belluno gibi yerleşim bölgelerini kurmuşlar. İÖ 1. yüzyılda bölge Roma idaresine geçmiş. Romalılar yerel halka “diğerleri” anlamında Venetians adını vermişler. Venetians adı zaman içinde Veneti ve Venezia olarak bugünkü halini almış. Uzun ve güçlü bir cumhuriyet döneminin ardından Venedik Cumhuriyeti 1797 yılında yıkılarak İtalya Birliği’ne katılmış. Venedik nüfusu kentin o dönemlerde 300 bin civarında iken günümüzde 60 bine kadar düşmüş ve halen azalmaya devam ediyor. Yaşlıların yoğunlukta bulunduğu nüfus son onyıllarda, anakarada yer alan Mestre’ye yerleşme eğilimi gösteriyor. Venedik’te yaşayanların yüzde 50’den fazlası geçimlerini turizmden sağlamakta.

 

Şehrin ticari anlamda gücü ve etkisi uzun zaman önce yok oldu; ancak o dönemden günümüze gelen mimari harikalar günümüzde bir masal kentinin ortaya çıkmasına neden oldu. Şehrin güzelliği öylesine etkileyici ki, yıl boyu en popüler şehir destinasyonlarının başında yer alıyor.

 

Venedik sanki daha görmeden tanıdık bir şehir gibi, belkide sebebi dünyada en çok filme konu olmuş, yazılıp çizilmiş şehirlerden birisi olması. Ancak her mevsimde hiç bilmediğiniz bir yönünü keşfetmek mümkün aslında şehrin. Sonbahar’da ‘aqua alta = gel-git ’ zamanı, San Marco meydanında suların nasıl hızla yükseldiğine, Büyük Kanalın kenarlarından taşarak Rialto pazarına nasıl döküldüğüne ve de birkaç saat içerisinde tamamen geri çekilmesine şahit olmak gerçekten unutulmaz anlar.

 

Ya da yazın turistlerin kalabalığından kaçmak için alternatif rotalar seçmek mümkün;

Dorsoduro semtinde nehrin kıyısında yer alan Zattere sahilinde yürüyerek tam karşıdaki Giudecca adasının muhteşem manzaralarını seyretmek, şehrin en güzel kilisesi olan, Rönesans mimari harikası Chiesa del Santissimo Redentore’u ve rıhtımda 1519’dan kalma Punta della Dogana binasındaki yeni çağdaş sanat müzesini keşfetmek bunlardan ilki.

 

Ya da Dorsoduro’da Calle d’Avogaria’dan başlayarak, daracık labirent sokaklara dalmak, ardından şehrin en uzun caddesi olan Calle Lunga boyunca yürüyerek şehirlilerin favorisi trattoriaları keşfetmek ve de Campo San Barnaba pazarında balıkçıların günlük yakaladıkları balıklar ve taze meyve sebze için gelen lokalleri izlemek mümkün. Her sene18 milyon turistin akın ettiği bu şehirde, hala lokal şehirliler, sadece kendilerinin takıldığı restoranlarda, yer altı barlarında, sakin ‘piazza’larda ve çevre adalarda kendilerine özgü bir yaşam yaratmayı başarabiliyor.

 

Ortasında Bartolomeo Colleoni’nin heykeli olan Campo dei Santi Giovanni e Paolo ise harika bir meydan. Açık hava kafeleri ile yine lokallerin favorisi. Rialto köprüsünün hemen altında yer alan Pazar günleri kurulan Rialto pazarı ise yine lokallerin bir başka favorisi.

Sürekli yaşayan nüfusu 60 bin civarında iken turist sayısı milyonları bulan bir şehirde restoranların ve kafelerin neden böylesine pahalı ve turistik olduğunu anlamak zor değil. Venedik’te bütçenizi sarsmadan yemek yemek olası ancak bunun için seçici olmanız gerekiyor. Bir deniz kentinde doğal olarak tercihiniz balıktan yana olmalı. En iyi yerel lezzetlerin arasında klasik Venedik başlangıç yemeklerinden salsa sosunda bigoli ve ançuez ve Chioggia soğanı kullanılarak yapılan sosu ile ev yapımı spagetti yer alıyor. Başlangıç için bir diğer iyi seçenek ise risotto al gò; Venediklilerin Türkler’den öğrendikleri kaya balığı ile yapılan bir risotto. Ayrıca bahar aylarında zeytinyağı ve parmesan peyniri eşliğinde servis edilen genç enginar kalplerinin tadına doyum olmuyor.

 

7 kez gitmiş olmama rağmen, her gidişimde Venedik yeni keşifler yaşatabiliyor, ve hala beni büyülüyor. Son ziyaretimde özellikle Palazzo Grassi, Peggy Guggenheim Müzesi ve Punta della Dogana’da yer alan modern ve çağdaş eserleri beğendim.

 

VENEDİK MAHALLELERİ

San Marco 

Büyüleyici Venedik’in en bilinen noktası San Marco Meydanı ve Dükler Sarayı San Marco semtinde yer alıyor. Şehrin en kalabalık ve en turistik bölgesi olan San Marco, San Marco Bazilikası ve Saat Kulesi gibi Venedik’teki en önemli eserlerin burada yer almasından dolayı daima turist akınına uğrayan yerlerin başında geliyor. Gündüz meydanı ve ara sokakları dolduran turistlerin akşamüzeri saatlerinde çekilmesiyle meydan ve civarı daha doğal ve sakin hallerine kavuşuyor. Özellikle Caffe Florian gibi Venedik’in köklü kafelerinden meydana yayılan canlı klasik müziğin yarattığı atmosfer muhteşem. Şehir havasından izole olmadan meydanın her saatini yaşamak isteyenler konaklamalarını mutlaka bu bölgede ayarlamalı.

 

Dordsoduro

San Marco’nun karşı komşusu Dorsoduro ise zamanında sanat akademisi olarak kurulan ancak günümüzde 19. yüzyıl öncesi eserlerin sergilendiği bir müze olarak hizmet veren Gallerie dell’Accademia ile eskiden Venedik deniz ticaretinin gümrük binası olarak kullanılan, günümüzde François Pinault Fountation’ın desteklediği kentin çağdaş sanat merkezi Punta della Dogana gibi önemli sanat merkezlerine ev sahipliği yapıyor. Bu iki semti birbirine Canal Grande’nin üzerindeki Accademia Köprüsü bağlıyor. Her iki semtin neredeyse tüm sokaklarında Venedik ve İtalyan lezzetlerinin yer aldığı menüleriyle farklı kalitede restoranlara rastlamak mümkün.

Tüm Venedik’te favori semtiniz burası olabilir. Eğer Karaköy, Yeldeğirmeni, Cihangir gibi semtlerden hoşlanıyorsanız, burası tam size göre. Şehrin en sanatsal, havalı ve hareketli mahallesi olan Dorsoduro, Peggy Guggenheim, Gallerie dell’Accademia, çeşitli atölyeler, caz kulüpleri, şarap evleri ve bol sokak aktivitesiyle alternatif bir hayat sunuyor. Ayrıca şehrin en popüler eğlence merkezi Campo Santa Margherita da bu bölgede yer alıyor.

 

Castello

Bienalin sabit mekanları olan Giardini della Biennale ve Arsenale’i de içine alan semt, Venedik’in en eski yerleşim bölgelerinden biri. Yaşlı ve yerli popülasyon bu nedenle burada daha fazla yoğunlaşmış bulunuyor. Turistik olarak avantajınız ise diğer bölgelere göre daha samimi bir ortamı olan ‘trattoria’larda yemek ve bir saatten sonra kasvetli gelebilecek mimariden yemyeşil alanlara sahip Sant’Elena bölgesine geçebilmek.

 

Cannaregio

Santa Lucia Tren İstasyonu ve Avrupa’nın en eski Yahudi Ghetto’sunun yer aldığı Cannaregio bölgesi hareketli bir semt. Geniş bir cadde boyunca yüzlerce hediyelik eşya dükkanı, restoran ve butik sıralanıyor. Yahudi yerleşimlerinin genişleme alanı zamanında kısıtlı tutulduğundan Venedik’in en yüksek binalarına da bu semtte rastlanıyor. Venedik Yahudilerinin tarihçesini anlatan Museo Ebraico di Venezia adlı bir müze de bulunuyor.

 

San Polo

Meşhur Rialto Köprüsü’nün diğer tarafında yer alan San Polo bölgesi, gastronomik açıdan en güzel fırsatları sunan bir bölge. Rialto Köprüsü’nün az ilerisindeki pazar meydanıyla çevresindeki küçük barlar ve restoranlar keyifli. Veneto’nun yerel mutfağını oluşturan deniz mahsüllerinin en güzel ve çeşitli sunumlarına sahip restoranlarını burada bulabilirsiniz. Venedik’in en eski semtlerinden olan San Polo, adını kilisesinden alıyor ve altı semtin en küçüğü.

 

Santa Croce

Venedik’te araç görebileceğiniz tek bir yer varsa o da Piazzale Roma. Antik şehri, Mestre (Venedik’in sanayi bölgesi) ve Marghera’yı (hippie mahallesi) bağlayan Ponte della Liberta’ya Piazzale Roma’dan ulaşabilirsiniz. Santa Croce, ayrıca Venedik’in en küçük mahallesi. Piazzale Roma meydanından daha ileriye yalnızca deniz yoluyla gidilebilen semtte çağdaş mimari meraklıları için 2008’de açılan Santiago Calatrava imzalı Il Ponte della Costituzione köprüsü görülmeye değer. Kentin klasik mimarisinin aksi olan köprü, bu farklılığıyla görülmeye değer. Pek fazla turistik çekiciliği olmayan bu semti ‘lokal’ atmosferinden ötürü listenize alabilirsiniz.

 

VENEDİK ROTALARI

  • Büyük Kanal (Canale Grande) / Venedik’in ana caddesi olan Büyük Kanal, her iki yakasında yer alan göz alıcı binaları ile bu kentte görülmesi gereken yerlerin başını çekiyor. Ters S harfi şeklindeki Kanal, kentin batısındaki ulaşım noktalarından başlıyor ve San Marco Meydanı önlerinde noktalanıyor. Kanal boyunca yer alan ve 12. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar tarihlenen kamu binalarının büyük bölümü, Venedik’in dünya ticaretinin başkenti olduğu dönemde bu kentte oluşan yeni zengin aileler tarafından inşa ettirilmiş ve günümüzde de o ailelerin isimleri ile anılıyor. Venedik’in etkileyici mimarisi, birbirinden canlı renklere boyalı evlerin sudaki yansımaları, rengarenk çiçeklerle dolu pencereleri, kimisi baston şekerler gibi boyalı kazıkları ve sular, gondollar, köprüler derken aniden karşınıza çıkan San Marco Meydanı, 3800 metre uzunluğunda 30-70 metre genişliğindeki Büyük Kanal’ı unutulmaz bir deneyime dönüştürüyor.
  • Rialto Köprüsü (Ponte di Rialto) / Venedik kentinin en renkli mekanlarından biri de Rialto Köprüsü. Rialto, Büyük Kanal’ın üzerine inşa edilen ilk köprü olma özelliğini taşıyor. Orijinali ahşap olan köprüye 16. yüzyılda büyük deniz araçlarının geçebilmesi için ortadan açılma özelliği kazandırılmış. Buradaki meyve sebze pazarının tarihi ise 1300’lere kadar dayanıyor. Rialto Köprüsü, Büyük Kanal’ın iki yakasını birbirine bağlamakla kalmıyor; aynı zamanda cıvıl cıvıl bir alışveriş mekanı. Rialto Köprüsü’nün üzerinde, girişinde ve çıkışında birbirinden güzel cam eşyalardan maskelere, kuklalardan kostümlere ve meyve sebzeye aklınıza gelebilecek her şeyi bulabilirsiniz. Tüm bu alışveriş keyfinin yanı sıra, Rialto Köprüsü’nün üzerinden Büyük Kanal’ın görüntüsü nefeslerinizi kesecek. Üstelik rivayete göre Venedik’le aynı gün (25 Mart 421) temeli atılan kentin en eski kilisesi Chiesa di San Giacomo di Rialto da, marketin tam ortasında yer alıyor.
  • San Marco Kilisesi (Basilica di San Marco) /Venedik Katedrali olarak da tanınan San Marco Kilisesi (veya Bazilikası), Venedik Cumhuriyeti’nin gücünün bir göstergesi olarak inşa edilen önemli bir yapıt. Mozaiklerle kaplı eserin iç duvarları, Hazreti İsa’nın hayatı ve mucizeleri ile San Marco’nun hayatını resmediyor. Orijinali 833’de tamamlanan bina, aslen 828’de Mısır’ın İskenderiye kentinden Venedikli iki tüccarın getirdiği San Marco’ya ait röliklerin (kutsal sayılan birine ait vücüt parçaları veya eşyalar) saklanması amacıyla yapılmıştı. Ancak kilise, 976’da çıkan bir yangının ardından restore edilmesine rağmen, Dük Domenico Contarini tarafından güzel olmadığı nedeniyle yıktırılmış ve 1073’de yeniden inşa edilmişti. Yapı Bizans mimarisinde bir dönem sıkça uygulanan Yunan Haçı şeklinde yapılmış. Dört eşit kolun her biri bir koridor ve kolların kesişiminde oluşmuş bir orta açıklık planın esasını oluşturuyor. Her kol ve orta açıklık birer kubbe ile örtülü. Yapının içinde kubbe içleri, pandantifler, kemer ve tonozlar, dışta ise ön cephede yer alan kemer alınlıkları mozaik tekniği ile resimlenmiş. San Marco Kilisesi Bizans mimarisine öykünülerek planlanmış olmasına rağmen her dönemde getirilen bir çok parça ile Gotik, İslam ve Rönesans üsluplarının özelliklerini de taşır. Pazartesi-Cuma 9.45-17.00; Pazar 14.00-17.00 arası açık. Müze bölümüne San Marco Kilisesi’nden ayrı olarak ücret ödenerek giriliyor.
  • San Marco Meydanı (Piazzetta San Marco) / Şehrin en güzel anıt binalarından Dükler Sarayı ve Sansoviane Kütüphanesi’nin her iki yandan sınırladığı bu geniş alan San Marco Kilisesi ile sonlanır. Alan ilk kurulduğunda pazaryeri olarak tasarlanmış ve kullanılmışsa da 1536 yılından sonra alanın temiz tutulması amacıyla burada pazar kurulması yasaklanmış. Alanın deniz tarafında, her iki tarafında birer tane sütun yer alıyor. Birinin üzerinde San Marco’dan önce şehrin korucusu olan Bizans Kraliçesi Teodora’nın heykeli; diğerinin üzerinde ise kentin koruyucusu San Marco’yu temsil eden ve Venedik’in de sembolü olan bronz bir aslan heykeli yer alıyor. Bu sütunlar Venedik’e 1125 yılında getirilmiş ve bugünkü yerlerine 1172 yılında Rialto Köprüsü’nün de ilk mimari olan Niccola Starantonia tarafından dikilmiş. Eskiden bu sütunların arasında özellikle ölüm suçları infaz edilmekteymiş. Bugün ise bu meydan restoranları, cafeleri, turistleri ve güvercinleri ile kentin en renkli köşelerinden biri.
  • Dükler Sarayı (Palazzo Ducale) / Gotik üslüpta inşa edilmiş olan Dükler Sarayı, Cumhuriyet döneminde 1000 yılı aşkın bir süre için Venedik dukalarının ikametgahı ve yönetim merkezi olarak kullanılmış. Yapının bir bölümünde hapishane de yer alıyor. İç duvarları fresk tekniği ile yapılmış resimlerle süslü. Pembe Verona Mermeri ve beyaz Istra taşından yapılan muhteşem taraçaları suya ve San Marco Meydanı’na bakıyor. Birinci katta yer alan daireleri, sarayın ikinci katında devlet yetkililerinin kullanımını için tasarlanmış büyük odalar takip ediyor: Sala delle Quattro Porte (tasarım Palladio, tablolar Titian ve Tintoretto); Anticollegio (Tintoretto’ya ait dört tablo ve Veronese’in Rape of Europa’sı); Sala del Collegio (Veronese ve Tintoretto’ya ait diğer tablolar) ve görkemli Sala del Maggiore Consiglio (dünya üzerindeki en büyük yağlıboya tablolarından biri olan Tintoretto’nun Paradiso’su ve Veronese’nin Apotheosis of Venice’i).
  • Hasret Köprüsü (Ponte Sospiri) / Dükler Sarayı ile Prigioni Nuove (Yeni Hapishane) arasında üzeri kapalı olarak inşa edilmiş 17. yüzyıl Barok üslupta bir köprüdür. İsmini muhtemelen buradan cezaevine giden mahkumların Venedik’e son kez iç çekerek bakmasından almış olabileceği söylenir. 19. yüzyıl şairlerinden Lord Byron bir şiirinde bu köprüden “Bridge of Sighs” olarak söz edince, köprü bu isimle anılır olmuş. Burada derin bir iç çekin, ardından muhteşem ana giriş kapısından, Porta della Carta’dan dışarı çıkın.
  • Sansoviane Kütüphanesi (Libreria Sansoviniana) / Kütüphane binası San Marco Meydanı’nın batı tarafı boyunca uzanır. Bu gösterişli bina Mimar Palladio’nun eseri olup oldukça zengin nadir eserlerin bulunduğu bir kütüphanedir. Kütüphane Kardinal Bessarione tarafından oluşturulmuştur.
  • Saat Kulesi (Torre dell’Orologio) / San Marco Meydanı’nın doğusunda, 1496-1499 yılları arasında Mauro Coducci tarafından yapılan kulenin iki yanındaki daha alçak olan binalar ise 1500-1506 yılları arasında Pietro Lombarda tarafından yapılmıştır. Kulenin üzerinde yer alan terasta bronz döküm olarak yapılan bir çan ve bu ana ellerindeki balyozlarla saat başı vuran iki erkek heykeli yer alır.
  • En İyi Manzaralar/ Venedik’in en iyi manzarası için yarışan iki nokta var: Her ikisi de çan kuleleri ve asansörle yukarı çıkmak mümkün; Campanile di San Giorgio ve Campanile di San Marco. Ancak bu yarışı açık farkla kazanan kule Campanile di San Marco. Orijinali 1902’de yıkılan (ve yıkılırken bekçinin kedisinin ölümüne yol açan) kule, her bir tuğlası yerine yerleştirilerek yeniden inşa edilmişti. Kulenin en üst katından görünen manzara Venedik’in çatılarını ve bir tarafta Lido (kumsalları ve plajlarıyla ünlü; bir yanı Venedik koyuna, diğer yanı Adriyatik Denizi’ne bakan ince ve uzun bir adacık) ile diğer tarafta Laguna ve Dolomites’ı kapsıyor. Campanile di San Giorgio’ya da hakkını vermek gerekiyor. Aynı isimli ada üzerinde yer alan bu kuleden San Marco Meydanı’nı ve Venedik’in üzerine kurulu olduğu su kanalları sistemini rahatlıkla görebilirsiniz. Asansörde sizi neşeli bir keşiş bekliyor olacak.
  • Renkli Sokaklar / Castello yönünün güney ucunda en sonda yer alan via Giuseppe Garibaldi, turistlerin ve bölge sakinlerinin sayıca azınlıkta olduğu oldukça geniş bir cadde. Giardini Pubblici girişini geçince en sonun başında yer alan sokak, restoranlar, yiyecek satan dükkanlar ve bacarolarla (şarap barları) ile dolup taşan oldukça kalabalık bir sokak. Geceleri ise, Campo Santa Margherita’nın barları, çevredeki üniversitelerin öğrencileri ile dolup taşıyor. Bir sürü gece klübü ve etnik restorana sahip olan Fondamenta Della Misericordia, Cannareogio’da yer alan canlı bir sokak.
  • Torcello Adası / Bataklıklı adalarla çevrili olan ve sadece ara sıra ördek avcılarının ziyaret ettiği Torcello Adası, insanda Lagün’ün kentsel yerleşim öncesi dönemlerinde bulunduğu hissini uyandırıyor. Venedik’te yerleşik hayata geçilen ilk ada olma özelliğine sahip Torcello, 15. yüzyıl ile birlikte hemen hemen terkedilmiş. Bunun nedenleri arasında ise, sıtmanın ve Venedik’teki rekabetlerin yol açtığı göçler yer alıyor. Adanın ihtişamlı günlerinden kalan yapılar arasında ise, iki tane olağanüstü kilise, küçük Santa Fosca ve görkemli ortaçağ mozaikleri ile bezeli Santa Maria Assunta Katedrali, en göze çarpanları. Hemingway’in 1949’da “Across the River and into to the Trees”i yazarken kaldığı The Locanda’s Assunta’da da hala adada varlığını sürdürenler arasında. Locanda’nın restoranı, romantik bir tête-à-tête yemeği için çok uygun bir ortam sunuyor. Torcello Adası’na gitmek için Venedik’in kuzey feribot rıhtımı Fondamente Nuove’den kalkan 12 numaralı motorla 45 dakikalık bir yolculuk yapmak yeterli.
  • Chioggia – Balık Pazarı / Venedik lagününde, Venedik’ten sonra ikinci önemli şehir olan Chioggia, Kuzey Atlantik’in en büyük balık pazarına ev sahipliği yapıyor. Tam anlamıyla bir deniz ürünleri karnavalı olan Balık Pazarı, mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. Chioggia’ya gelmişken taze balık yemeden dönmek olmaz: Al Buon Pesce (Ponte Caneva 625; 041 400 861) ve Al Bersagliere’nin (via C Battisti 293; 041 401 044) deniz ürünlerine doyamayacaksınız.
  • Venedik Bienali / 100 yıldan fazla bir geçmişe sahip olan Uluslararası Venedik Bienali dünyanın en itibarlı kültürel etkinliklerinin başında geliyor. Venedik Belediye Meclisi’nin kararı ile ilk kez 1895 yılında düzenlenen Bienal, avant-garde sanatı destekleyen, yeni sanatsal akımların uluslararası platformda öne çıkartan, çağdaş sanatlarda disiplinlerarası örneklere kucak açan bir organizasyon. Bienal çerçevesinde müzikten sinemaya tiyatrodan görsel sanatlara pek çok dalda eserler sergileniyor ve etkinlikler düzenleniyor. Uluslararası Film Festivali, Uluslararası Resim Sergisi, Uluslararası Mimari Eserler Sergisi ve Çağdaş Müzik, Tiyatro ve Modern Dans festivalleri, tüm dünyadan 400.000’in üzerinde izleyici topluyor. Venedik Bienali, tüm dünyada çağdaş sanatın nabzını tutuyor ve sanatseverler, müzeler, galeriler, koleksiyonerler ve kültür sanat basını tarafından yakından takip ediliyor.

 

 

SANAT GALERİLERİ VE MÜZELER

Sanatın başkenti olarak da bilinen Venedik’te, pek çok sanat galerisi ve müze bulunuyor. Bu galeriler ve müzelerde, Rönesans’tan yakın tarihe kadar pek çok döneme ait eserler sergileniyor.

  • Galleria dell’Accademia,Campo della Carità, Dorsoduro 1050 / Venedik’in en önemli sanat koleksiyonu Gallerie dell’Accademia’da bulunuyor. Venedik’te sanatın 14. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar gelişimini çok başarılı bir şekilde ortaya koyan bu koleksiyonda yer alan en önemli eserler arasında Paolo Veneziano’nun Madonna and Child with Two Donors ve Carpaccio’nun Crucifixion and Apotheosis’i sayılabilir. Pazartesileri 08.30-14.00; pazarları 08.30-19.00; salıdan cumartesiye 08.30-15.30 arası açık.
  • Peggy Guggenheim Koleksiyonu,Fondamenta Venier dei Leoni, Dorsoduro 701 / Venedik’in önemli sanat galerilerinden biri. Peggy Guggenheim’in 1920’den 1950’lere kadar Avrupa ve Amerika’dan topladığı eserlerden oluşan koleksiyon görülmeye değer. Eserlerin sergilendiği, Büyük Kanal üzerinde yer alan palazzo’nun kendisi de ayrı bir deneyim. Sarayın, şirin bir teras barın yer aldığı bahçesi, sanat dolu sabah saatlerinin ardından öğle yemeği için ideal. Çarşambadan pazartesiye 10.00-18.00 arası açık.
  • Museo Querini Stampalia,Campiello Querini Stampalia, Castello 4778 / Venedik’teki en iyi Rönesans eserlerini içinde barındıran bu özel koleksiyonu mutlaka görmelisiniz. Koleksiyonda yer alan eserler arasında Giovanni Bellini’nin Presentation at the Temple’ı ve Gabriele Bella’nın Venedik festivallerini, seremonilerini ve geleneklerini resmeden 18. yüzyıl tabloları yer alıyor. 1960’lı yıllarda Carlo Scarpa tarafından tasarımı yapılan giriş katı ve bahçe, Venedik’te görebileceğiniz sayılı modern mimari örneklerinden biri.
  • Ca’ d’Oro, Cannaregio 3933 / Bu görkemli Gotik yapı içinde yer alan Galleria Franchetti’de, 15 ve 16. yüzyıldan kalma bronz heykeller ve çoğu Titian’a ait tabloların bulunduğu etkileyici bir koleksiyon sergileniyor. Ayrıca birinci ve ikinci kattan Büyük Kanal’ı gören manzara nefes kesici. Birinci katta ağırlıklı olarak Venedik eserlerine yer verilmiş; ancak bir oda tamamen Tuscany sanatına ayrılmış. İkinci katta ise Tintoretto, Titian, Carpaccio, Mantegna, Vivarini, Signorelli ve van Eyck’e ait eserler sergileniyor.
  • Palazzo Grassi,Canal Grande’nin kıyısında, Campo San Samuele’de konumlanan Palazzo Grassi, Venedik’in en saygın müzelerinden biri olarak hatırı sayılır bir değere sahip. 200 yılı aşkın binasıyla birçok farklı amaç için kullanılan Palazzo Grassi, aynı zamanda Venedik Cumhuriyeti yıkılmadan önce inşa edilen en son saray olma özelliği taşıyor. Bu köklü tarihe birçok farklı hikaye sığdıran görkemli binanın mimari ise şimdilerde müze olarak kullanılan Ca’Rezzonico’ya da imza atmış olan mimar mimar Giorgio Massari. 1983 yılına kadar özel mülk olarak kullanılan bina, Fiat Group’un binayı satın almasıyla kaderi değişerek Venedik’in kültürel mirasının en önemli parçası haline gelmiş. Mimar Gae Aulenti’nin dokunuşlarıyla bina yenilenerek sergiden gösteriye birçok farklı etkinlik için vazgeçilmez bir alan yaratılıyor. Ancak hikaye bu kadarla sınırlı değil. 2005 yılında Fransız iş adamı François Pinault’un satın almasıyla bina yeniden bir renovasyon çalışmasından geçiyor. Japon mimar Tadao Ando önderliğindeki çalışmalar sonucu, aynı zamanda sanat koleksiyoncusu olan Pinault’un modern sanat eserlerinden oluşan koleksiyonunu sergileyebileceği ve geçici sergilere ev sahipliği yapan son halini alıyor. Klasik mimarisi ve sayısız yenilenme çalışmasıyla yıllara meydan okuyan Palazzo Grassi, değişen sergilerle sanatseverlerle buluşuyor. Campo San Samuele
  • Ca’Rezzonico-Museo del Settecento Veneziano,Canal Grande üzerindeki Ca’Rezzonico, Venedik’in 18. yüzyıl sanat eserlerine odaklanan bir koleksiyona sahip. Ancak müze binasının estetiği, birçok ziyaretçi için sergilenen eserleri gölgede bırakacak nitelikte. Baldassare Longhena’nın Bon ailesi için 1667’de tasarladığı bina, sonradan şehrin diğer varlıklı ailesi olan Rezzonico’lara satılmış. Müzedeki eserler, Venedik’in bir yüzyılına ayna tutmanın yanı sıra, bu ünlü ailenin hikayesine tanıklık etmeyi de sağlıyor. Ludovico Rezzonico’nun 1758’de Venedik soylularından Savorgnan ailesinin bir üyesiyle evlenmesi, Sala del Trono’nun (Taht Odası) tavanındaki Giambattista Tiepolo imzalı muhteşem kompozisyonda anlatılıyor. Balo Odası ise Giovanni Battista Piazzetta ve Antonio Diziani’nin resimlerinin yanı sıra fresklerle de dönemin yaşam tarzına dair ipuçları veriyor. Üçüncü kattaki Egidio Martini galerisi Venedik’e adanmış eserlerin yanı sıra, bir 18. yy eczanesinin rekonstrüksiyonu ile de öne çıkıyor. İngiliz şair Robert Browning’in 1889’da hayatını kaybettiği bölüm ise ‘Browning Katı’ olarak anılıyor ve Ferruccio Mestrovich’in müzeye bağışladığı ve bu bölgeye ait resimlerden oluşan aile koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Dorsoduro, 3136
  • Punta della Dogana,François Pinault Foundation’ın Venedik’te çağdaş sanata ikinci katkısı Canal Grande, Cnal della Giudecca ve Bacino San Marco arasında bir üçgen çizen kara parçasının üzerindeki Punta della Dogana, 15. yy’dan itibaren Venedik’in gümrük binası olarak kullanılan üçgen yapı, yenilendikten sonra 2009 yılında çağdaş sanat müzesi olarak açılmış. Müzede Paul McCarthy, Roni Horn, Edward Kienholz gibi birçok sanatçının eserlerine sahip François Pinault Collection’dan bir seçki sergileniyor. Dorsoduro 2
  • Tre Oci,Giudecca adasının küçük ama görkemli yapısı Mario de Maria tarafından yapılan Casa dei Tre Oci, 20. yy Venedik mimarisinin etkileyici bir örneği. Yıllar boyu entelektüellerin ve sanatçıların buluşma noktası olan mekan, 2000 yılında Fondazione di Venezia tarafından devralınmış ve uzun süren bir renovasyondan sonra 30 Mart 2012’de açılarak bütünüyle çağdaş sanata ve fotoğrafa adanmış bir mekan olarak planlanmış. Uluslararası ün sahibi fotoğrafçılara olduğu kadar genç fotoğrafçıların eserlerine de yer verilen Casa dei Tre Oci’de ileri düzey fotoğrafçılık dersleri ve atölyeleri de düzenleniyor. Giudecca 43
  • Fondazione Querini Stampalia, Santa Maria Formosa Castello, 5252
  • Fondazione Bevilacqua La Masa,San Marco, 71/c
  • Galleria d’arte Contini,Venedik’in en önemli sanat galerisi Contini, Prada, Bulgari, Bruno Magli, Versace, Damiani, Ferragamo gibi mağazaların biraz ilerisinde yer alıyor. Botero’dan Fiore’ye Robert Indiana’dan Giuseppe Veneziano’ya uzanan koleksiyonuyla İtalya’daki tüm sanat fuarlarında yer bulan Contini, şehrin çağdaş resim ve heykel piyasasının en önemli aktörlerinden. Santo Stefano, San Marco 2288
  • Galleria d’Arte l’Occhio,Punta della Dogana’ya gitmek için geçilen sokakta bulunan sanat galerisi l’Occhio, yan yana iki farklı salondan oluşuyor. Salonlardan birinde galerinin sürekli çalıştığı Gianluca Aiolo, Tobia Rava, Ida Harm, Igor Molin gibi sanatçıların işleri sergilenirken diğer salon Elisabetta Donaggio ve Alfredo Pugnalin küratörlüğünde düzenlenen kişisel sergilere ayrılmış. Dorsoduro 181
  • Galleria d’Arte Arke,Venedikli ressam Ezio Rizzetto’nun kızları Giovanna ve Reneta Rizzetto tarafından kaybettikleri babalarının anısına açılan küçük sanat galerisinde düzenlenen kişisel sergiler bir ay süreyle sanatseverlerle buluşuyor. Venedikli sanatçıların yanı sıra umut vadeden uluslararası sanatçılara da kapılarını açan Rizetto kardeşler, ticari kaygı gütmeden sanatın sürekli beslenmesi gerektiğine inanıyorlar. San Marco, San Samuele 3211
  • Galleria Bugno ,San Marco 1996/A
  • Flora Bigai Art Gallery ,Frezzeria, San Marco 1652
  • Fondazione Emilio and Annabianca Vedova,Dorsoduro 42
  • Laboratorio 2729,Dorsoduro 2729
  • Bac Art Studio,Dorsoduro 862
  • Fondazione Prada at Cà Corner della Regina,Santa Croce, 2214
  • Boselli: San Marco 4794,Riva del Carbon, Rialto
  • Ca’ Pesaro Gallery of Modern Art,Santa Croce 2076

 

Adeta bir masal dünyasını andıran Venedik, denizin ortasına kondurulmuş muhteşem yapıları, Büyük Kanal başta olmak üzere sayısız daracık kanalları, köprüleri, 16. ve 17. yüzyıllardan kalma ‘palazzo’sarayları ve ‘piazza’ meydanlarıyla, dünya üzerindeki en büyülü şehirlerden birisi. Adriyatik Kraliçesi ve Festivaller Şehri olarak da bilinen bu şehir, adeta yüzer bir romantizm şehri. İlkbaharda romantik, yazın etkileyici, kışın soylu ve sonbaharda baştan çıkarıcı. Bir yandan her köşesi son derece estetik bir açık hava müzesi kadar gösterişli, diğer yandan kırılgan ve melankolik.

 

Kısacası, insanın görmeden ve o nemli havasını solumadan hayalinde canlandıramayacağı kadar özel bir yer. Geçmişi ile ayakta duruyor ama geleceği belirsiz. Hele hele batma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu bilince, mutlaka görülmesi gereken şehirlerin başına yerleşiveriyor Venedik.

 

Durağan ve uyuyan bir şehir olmanın ötesinde, Karnaval, Bienal ve diğer etkinlikleri ile heyecan verici bir güzellik Venedik. Aralık – Mart ayları arasında gerçekleşen Venedik Karnavalı kutlamalarında, rengarenk kostümler ve gözalıcı maskelere bürünen binlerce şehirli Venediğin tüm meydanlarını ve sokaklarını donatıyor. İki senede bir Haziran – Kasım ayları arasında düzenlenen Venedik Bienali ise çağdaş sanat dünyasının nabzını tutuyor. Venediğin sanat sahnesi ise her geçen sene daha da bir canlanıyor; Palazzo Grassi, Punta della Dogana ve Fondazione Prada gibi yüzyıllar öncesinden kalma mimari harikası binalar, tekrardan sanat galerileri ve müzeleri olarak hayata dönüyor.

 

1987 yılında Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilerek koruma altına alınan Venedik, Kuzey İtalya’nın doğusunda, Adriyatik Denizi kıyılarında karaya dört kilometre uzunluğunda kara ve demir yolu köprüsü ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehri. Her biri birer sanat eseri olan mimari yapılarının yanı sıra bu adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü, ve kanallar arasında gidip gelen ahşap gondollar kentin en önemli sembolleri arasında yer alıyor. Venedik altı bölgeye, ya da yerel diliyle “sestiere”ye ayrılmış ve her bir bölgenin kendine has kimliği var: Kalabalık, canlı ve turistik San Marco ile San Polo; Giudecca Adası’na bakan zarif Dorsoduro (Venedik’te yaşayan yabancıların tercihi); orta sınıf Santa Croce ile Castello; ve Venedik’in en az tanınan bölgesi olan Cannaregio. Tarihi şehir merkezi San Marco üzerine kurulu ve görece küçük bir alanı kapsıyor; bir baştan diğerine 30 dakikada yürümeniz mümkün. Ancak Venedik’in tadı, ara sokaklarında yatıyor.

 

 

Venedik; tarih boyunca Avrupa’nın en önemli ve en güçlü deniz ticareti başkentlerinden biri olmuş. İÖ 2. yüzyılda İllirya’dan gelen Venedik halkı, ilk olarak Euganean Tepesi civarına yerleşmiş ve Treviso, Padua, Este, Belluno gibi yerleşim bölgelerini kurmuşlar. İÖ 1. yüzyılda bölge Roma idaresine geçmiş. Romalılar yerel halka “diğerleri” anlamında Venetians adını vermişler. Venetians adı zaman içinde Veneti ve Venezia olarak bugünkü halini almış. Uzun ve güçlü bir cumhuriyet döneminin ardından Venedik Cumhuriyeti 1797 yılında yıkılarak İtalya Birliği’ne katılmış. Venedik nüfusu kentin o dönemlerde 300 bin civarında iken günümüzde 60 bine kadar düşmüş ve halen azalmaya devam ediyor. Yaşlıların yoğunlukta bulunduğu nüfus son onyıllarda, anakarada yer alan Mestre’ye yerleşme eğilimi gösteriyor. Venedik’te yaşayanların yüzde 50’den fazlası geçimlerini turizmden sağlamakta.

 

Şehrin ticari anlamda gücü ve etkisi uzun zaman önce yok oldu; ancak o dönemden günümüze gelen mimari harikalar günümüzde bir masal kentinin ortaya çıkmasına neden oldu. Şehrin güzelliği öylesine etkileyici ki, yıl boyu en popüler şehir destinasyonlarının başında yer alıyor.

 

Venedik sanki daha görmeden tanıdık bir şehir gibi, belkide sebebi dünyada en çok filme konu olmuş, yazılıp çizilmiş şehirlerden birisi olması. Ancak her mevsimde hiç bilmediğiniz bir yönünü keşfetmek mümkün aslında şehrin. Sonbahar’da ‘aqua alta = gel-git ’ zamanı, San Marco meydanında suların nasıl hızla yükseldiğine, Büyük Kanalın kenarlarından taşarak Rialto pazarına nasıl döküldüğüne ve de birkaç saat içerisinde tamamen geri çekilmesine şahit olmak gerçekten unutulmaz anlar.

 

Ya da yazın turistlerin kalabalığından kaçmak için alternatif rotalar seçmek mümkün;

 

Dorsoduro semtinde nehrin kıyısında yer alan Zattere sahilinde yürüyerek tam karşıdaki Giudecca adasının muhteşem manzaralarını seyretmek, şehrin en güzel kilisesi olan, Rönesans mimari harikası Chiesa del Santissimo Redentore’u ve rıhtımda 1519’dan kalma Punta della Dogana binasındaki yeni çağdaş sanat müzesini keşfetmek bunlardan ilki.

Ya da Dorsoduro’da Calle d’Avogaria’dan başlayarak, daracık labirent sokaklara dalmak, ardından şehrin en uzun caddesi olan Calle Lunga boyunca yürüyerek şehirlilerin favorisi trattoriaları keşfetmek ve de Campo San Barnaba pazarında balıkçıların günlük yakaladıkları balıklar ve taze meyve sebze için gelen lokalleri izlemek mümkün. Her sene18 milyon turistin akın ettiği bu şehirde, hala lokal şehirliler, sadece kendilerinin takıldığı restoranlarda, yer altı barlarında, sakin ‘piazza’larda ve çevre adalarda kendilerine özgü bir yaşam yaratmayı başarabiliyor.

 

Ortasında Bartolomeo Colleoni’nin heykeli olan Campo dei Santi Giovanni e Paolo ise harika bir meydan. Açık hava kafeleri ile yine lokallerin favorisi. Rialto köprüsünün hemen altında yer alan Pazar günleri kurulan Rialto pazarı ise yine lokallerin bir başka favorisi.

 

Sürekli yaşayan nüfusu 60 bin civarında iken turist sayısı milyonları bulan bir şehirde restoranların ve kafelerin neden böylesine pahalı ve turistik olduğunu anlamak zor değil. Venedik’te bütçenizi sarsmadan yemek yemek olası ancak bunun için seçici olmanız gerekiyor. Bir deniz kentinde doğal olarak tercihiniz balıktan yana olmalı. En iyi yerel lezzetlerin arasında klasik Venedik başlangıç yemeklerinden salsa sosunda bigoli ve ançuez ve Chioggia soğanı kullanılarak yapılan sosu ile ev yapımı spagetti yer alıyor. Başlangıç için bir diğer iyi seçenek ise risotto al gò; Venediklilerin Türkler’den öğrendikleri kaya balığı ile yapılan bir risotto. Ayrıca bahar aylarında zeytinyağı ve parmesan peyniri eşliğinde servis edilen genç enginar kalplerinin tadına doyum olmuyor.

 

7 kez gitmiş olmama rağmen, her gidişimde Venedik yeni keşifler yaşatabiliyor, ve hala beni büyülüyor. Son ziyaretimde özellikle Palazzo Grassi, Peggy Guggenheim Müzesi ve Punta della Dogana’da yer alan modern ve çağdaş eserleri beğendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazının başına dönmek için tıklayınız

 

 

Zeynep Atılgan Boneval & Emre Ülgen

1 comment

  1. Pingback: Yolculuk Terapisi | Yolculuk Terapisi

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir