LİZBON İZLENİMLERİ

 

Dere Tepe Düz Gittik, Lizbon’u Keşfettik

 

Bunca yıldır es geçtiğim Lisbon’dan aslında çok fazla beklentim yoktu. Belki duyduğum ‘kasvetli ve köhne şehir’ yorumlarından, belki de bazı Avrupa şehirlerinin turist akınları ile yorulmuş atmosferinden biraz sıkılmış olmamdan kaynaklanan bir önyargım vardı. Ancak Lizbon tüm bu yorum ve önyargıları boşa çıkardı.

 

Evet, yüzlerce yıl yaşanmışlığı ile tarihi binaları biraz eskimiş, ekonomik krizden nasibini alarak biraz yıpranmış, ancak Lisbon sarsılmayacak kadar canlı, renkli ve güçlü bir ruha sahip. Evet bugi bugi yükselip alçalan tepelerdeki arnavut kaldırımlı daracık sokakları inip çıkmak biraz meşakkatli, ancak desen desen rengarenk çiniler ile kaplanmış  binaları ve her biri ayrı bir sanat eseri gibi boyanmış renkli tramvayları görmek için tüm bu zorlu yokuşları arşınlamaya değiyor.

 

Sırtınızdan terler damlıyor keşfetmek için evet, ancak tırmandığınız tepelerin ardından, ufuktaki denizi, ve şiir gibi aşağıya dökülen daracık sokaklarda karşılaştığınız, orjinal tabelalar, sokak lambaları, kapılar ve özgün grafitileri görmek, tüm bu yorgunluğu silip atıyor. Terkedilmiş gibi duran sokaklarda yürürken bir anda, bohem sıcacık bir kafe karşınıza çıkıveriyor. Yüksek tavanlı, kocaman camlı, tuğla duvarların tarihi dokusu ile, çağdaş mobilyalar, lambalar, tablolar öyle güzel harmanlanmış ki, ağzınız açık kalıyor. İşte tüm bu sürprizler, emeklerinize değdiğini hissettiriyor.

 

Bu güne kadar gördüğüm en doğal, en bohem ve de en gururlu Avrupa başşehri Lizbon. Yapmacık oyunlar sergileyerek turist avına çıkmıyor, kendini sadece zorluklarını aşacak sabrı ve özene gösterene açıyor. Şık olacağım diye balkonlarda asılı çamaşırlarını, köşebaşında terk edilmiş topuklu bayan ayakkabılarını, bir saatin üzerine atılmış spor ayakkabılarını, duvarlarındaki protesto yazılarını kaldırmıyor. Göz boyamak için değil, aktaracak çok mesajı, söyleyecek çok sözü olduğu için rengarenk Lizbon.

 

Lizbon’un sokaklarını arşınlarken Huzursuzluk Kitabı ile hayran olduğum  ünlü yazar ve şair Fernando Pessoa’nın dizeleirni çok daha iyi anladım:

 

Para ser grande, sê inteiro  / To be great, be whole;

Exclude nothing, exaggerate nothing that is not you.

Be whole in everything.

Put all you are Into the smallest thing you do.

So, in each lake the moon shines with splendor 

Because it blooms up above.

– Fernando Pessoa 

 

Türkçe çevirisini bulamadığım ve çevirmeye de cüret etmediğim bu harika şiir, sanki olduğu gibi kendisini ortaya koyan, kendisine ait olmayan hiçbirşeyi mübalağa etmeyen, tevazusu, onuru ve bütünlüğü ile parlayan Lizbon’u yansıtıyor.

 

Tagus Nehri’nin kuzeyinde, yedi tepe üzerine kurulmuş şehir, kültürüne ve mimarisine sahip çıkarak, kendi özgün ruhunu batılılaşmadan korumayı başarmış. Önce Finikelilerin ticaret limanı, ardından Mağriblilerin yerleşim bölgesi, sonra Portekiz Krallığının başehri olmuş Lizbon. 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’nın yeni dünya keşiflerinin başlangıç noktası  olan  Lizbon, Afrika, Asya, ve Güney Amerika kaşiflerinin getirdiği ganimetler ile altın devrini yaşamış. Ancak 1755’de gerçekleşen şiddetli deprem neredeyse taş üstünde taş bırakmamış, ve şehir yeniden inşaa edilmiş. Avrupa’nın en eski şehirlerinden birisi olan Lizbon’da,  bir yandan Gotik, Barok ve Kolonyal mimariye ait kilise, saray ve evler, heykeller ve çeşmeler ile bezenmiş parklar ile Avrupa kültür hazineleri arasında dolaşırken, diğer yandan da şehirde yaşayan Brezilyalı, Hintli, Mozambikli göçmenlerin getirdiği çok renkli ve canlı atmosferi soluyorsunuz.

 

Her daim hareketli Lizbon, keşfilerinizi bekliyor…

 

  • Nasıl Gidilir?

Lufthansa Hava Yolları ile 200 USD’den başlayan fiyatlar ile İstanbul-Lizbon uçuşları hakkında bilgi almak için:  www.lufthansa.com/fly/ucuz_ucuslar-istanbul-lizbon

  • Havalimanı Ulaşım

Havalimanı şehrin hemen yanıbaşında. Valizleriniz yoksa metro ile 1.75 Euro’ya 20 dakika’da şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz.

 

 

 

 

 

 

Zeynep Atılgan Boneval