Mayıs 2023’te uzun yıllardır Doğu Anadolu’nun en merak ettiğim saraylarını, kilise, antik kent ve doğal güzelliklerini keşfetme şansım oldu. Size izlenimlerimi ve öğrendiklerimi aktarmak istiyorum.
İshak Paşa Sarayı – Doğubayazıt
2000’de Amin Maalouf’un Semerkant romanını okuduğumda ilk kez büyülü bir Doğu’yla ve Ömer Hayyam ile tanışmıştım. Ve o zamandan beri mimarı bilinmeyen 18’inci yüzyı Osmanlı İmparatorluğu Doğubeyazıt-Ağrı’daki gizemli hazinesi İshak Paşa Sarayı’nı görme merakı ve sevdası içime düşmüştü. Ve 2023 Mayıs ayında bu özlemi giderme şansı buldum.
Tepenin üzerinde muhteşem mimarisi ile hem uzaktan, taş ustalarının Ahlat taşına oyduğu muazzam motifleri ile hem de yakından büyüleyici bir saray İshak Paşa.
İshak Paşa Sarayı, tarihi Urartular dönemime uzanan 3000 yıllık tarihi bir kalenin son uzantısı olarak damgasını vurmuş, ve Osmanlı Mimarisinin Anadolu’da günümüze ulaşabilmiş tek sarayı. Bir külliye olan saray ve tarih sayfalarında Topkapı’dan sonar Osmanlı’nın ikinci büyük sarayı olduğu yazılı. 360 adet olduğu söylenen odalarından bir bölümü yıkılmış olsa da, insan görebildiği kadarı ile sarayın ihtişamını iliklerine kadar hissedebiliyor. Fars, Zaten saray, Kafkas, Selçuklu, Osmanlı mimarilerinin öyle göz alıcı bir harmanı ile inşaa edilmiş ve öyle muhteşem süslemeleri var ki, İshak Paşa, sarayın ihtişamını kıskanan Sultan tarafından Pasinlere sürülmüş ve kendi ismini taşıyan sarayda yaşayamadan sürgünde hayatını kaybetmiş.
Sırtına sarp kayaları ve Urartu kale kalıntılarını, ayaklarının altına da tarihi Bayazıt yerleşimini ovayı alan heybetli bir tepe üzerindeki sarayın inşasına, 1685’de İskender Paşa döneminde başlanıyor, bölgedeki savaşlar yüzünden 99 yıl sürüyor ve 1784’de İshak Paşa döneminde saray tamamlıyor
Ahlat Taşı olan bazalt taşıyıcı taşlar sarayın sağlam altyapısını oluştururken, üzerine yükselen bölümlerde kullanılan kireçtaşı taş işçiliğinin çok güzel örneklerini sergiliyor. Ve motifler gerçekten çok etkileyici.
Sarayın giriş kapısının iki yanını süsleyen Selvi Ağacı bir yandan uzun ömürler dileyen Yaşam Ağacı, diğer yandan da İslam sembolizmine göre son ucu eğilmiş Selvi, tevekküle işaret ediyor. Dantel gibi işlenmiş üzümler bereketi, aslanlar gücü kuvveti, kartallar egemenliği, yörede yetişen haşhaş, kenger ve enginar süslemeleri de verimliliği sembolize ediyor.
Sarayın dört bir köşesindeki tüm duvarları arasında bakır borularda dönen sıcak su sayesinde ısıtıldığını ve bu sistemin dönemin ilk örneklerinden birisi olduğunu öğreniyoruz.
Doğubayazıt’ın her köşesinden görülen Ağrı Dağı İshak Paşa Sarayından görülmüyor, insan merak ediyor, bu muhteşem manzaraya neden gözlerini kapatmış saray diye. Efsane diyor ki Paşanın kızı Ağrı dağındaki bir çobana aşıktı, o yüzden Paşa bu sarayı kızının aşığını göremeyeceği konuma yaptırdı. Ancak asıl sebep, bölgedeki kışın dondurucu soğuklarından korunmak için rüzgarlara kapalı bir alana sarayı konumlandırmak.
İnsan zamanda geriye yolculuk yapıp, avluları, haremi, tören salonu, hamamı, mutfağı, odaları, camisi, çeşmeleriyle sarayda yaşamı deneyimlemek istiyor gerçekten.
İshak Paşa’nın hemen yakınında, İslam alimi, sufi, şair ve düşünür, Mem-u Zin’in yazarı Ahmed-e Hani türbesi yer alıyor. Kendini ilme, edebiyata ve maneviyata adamış bir veli, ve açtırdığı medreselerle halkın, çocukların Hani Baba’sı olmuş. İlahi aşka ulaşmayı anlattığı mesnevisi ve imanın esaslarını işlediği kitabıyla halkın pusulası haline gelmiş.
Türbeye doğru yürürken Sarp kayalıklara konumlanmış Urartu Kalesi kalıntıları, harabe mezar ve mağaralar, Urartu memleketinde olduğumuzu hatırlatıyor.
Ne yazık ki İshak Paşa sarayının restorasyonu sırasında bazı bölgeleri koruma altına almak için kullanılmış pimapenler sarayın özgün mimarisi, doğal dokusu, zarafeti ve asaletini bozan unsurlar olmuş.
Ancak bu gözü bozan müdahaleye rağmen İshak Paşa gerçekten seyre doyulmayan büyüleyici bir saray.
Akdamar Adası
Van Gölünün en büyük adası olan Akdamar’a, UNESCO Dünya Kültür Mirasları arasında bir başyapıt olan Ortaçağ Ermeni mimarisi ve sanatının en etkileyici yapıtlarından olan “Surp Haç” kilisesine ev sahipliği yapıyor.
Surp Haç yani Aziz Haç Kilisesi ve manastır kompleksi, MS. 915-921 tarihleri arasında Vaspurakan Kralı 1. Gagik Ardzruni döneminde, onun kilise planına ve tasarımına bizzat katkılarıyla ve mimar keşiş Manuel’in önderliğinde inşa edilmiş. Aslında adada büyük bir saray ve saraya bağlı bir kilise yapmak istenirken sadece kilise ve manastır yapılabilmiş. Ancak iyi ki de yapılmış.
Ahlat’tan getirilen taşlar ile Haç şeklinde inşa edilmiş bu Ermeni Ortodoks kilisesi, duvarlarına maharetle işlenmiş kabartmalar sayesinde adeta bir roman veya şiir kitabı niteliğinde.
Ve dış cephe kabartmaları Ermeni mimarisi ve süslemesinin en güzel örneği olarak kabul ediliyor.
Tevrat ve İncil’den sahneleri sergileyen kabartmalar, günün farklı saatlerinde değişen gün ışığının yarattığı gölge ve ışık oyunları ile sanki hikayeleri üç boyutlu canlandırıyor. Aslandan geyiğe, dağ keçisinden tavuskuşuna, ayıdan papağana sanki birçok hayvanın kilise duvarlarında gezindiğini hissediyorsunuz adeta. Peygamberler, krallar, prensler, meleklerin hepsi farklı bir öykü anlatıyor.
Kapalı Yunan Haçı planlı kilisenin üçgen alınlığın tepesinde, Hz İsa ve yanlarında hayvanlar ve bitkiler süslemeleri yer alıyor. Hemen altında baba-oğul-kutsal ruh sembolleri olan haçlar bezenmiş. Bir alt kademede ise Kral I. Gagik’in kiliseyi Hz İsa’ya sunduğunu sembolize eden motifler yer alıyor. Gagik’in yanlarında yer alan kanatlı kerubin ve serapim ise Hz. İsanın tahtını koruyan melekler.
Kuzey Batı cephesinde aslanlara atılan Daniel peygamber, ateşe atılan kafirler, ve topraktan çıkan şeytan canavarın öldürülmesi sahneleri işlenmiş.
Kuzey cephesinde Ademle Havvanın yasak elma yeme sahnesi yer alıyor.
Doğu cephesinde aslan başının yanında Hz İsa yer alırken, altında kilisenin yapılmasına izin veren Abbasi Halifesi Memun’un bağdaş kurarak oturduğu kabartma yer alıyor.
Güneydoğu cephesinde Davud peygamber ve Golyat’ın mücadelesi sahnelenirken izleyicilere böbürlenmenin yanlışlığı aktarılıyor. Hemen yanında da iki Ermeni prensin yası canlandırılmış.
Güneybatı cephesinde ise Yunus peygamberin denize atılma sahnesi kabartmalarla işlenmiş.
Kemerli bir vaftiz bölümünden geçerek kiliseye girdiğinizde, dar alanda hızlıca dikleşerek yükselen bir mimari size karşılıyor. Kapının karşısında yer alan yüksekçe çıkışı olan Horan, Patrik ya da Despot gibi en yüksek rütbeli din adamlarının ayinleri yönettiği alanı.
Kilise içinde alçı sıva ve üzerinde etkileyici freskler yer alıyor.
En ilginç olanı, kucağında yeni doğmuş bebeği Hz. İsa ile at üzerinde dünyanın ilk nüfus sayımına Nasra kentine giden Meryem Ana freski.
Hemen altında Hz. İsa’nın Lazarus’un lahitini ziyareti ve onu yeniden canlandırışı, yanında da Hz. İsa’nın at üzerinde Kudüs’e girişi resmedilmiş.
Ermeniler kendilerini en orijinal ve en eski Hristiyan’lardan sayıyorlar. Kral Abgar döneminde hasta kızı Sur Kirkor tarafından iyileştirilince, ilk Hristiyanlığı kabul eden kavim Ermeniler olmuş. Ermeniler, bilinen en eski Hint Avrupa dilini konuşan kavim, ve de kendi lisanı günümüze kadar devam eden nadir kavimlerden. Katoliklik Anadolu’ya gelince Osmanlılar Ermenilere Gregoryen demeye başlamış.
Ahlat Mezarları ve Antik Şehri
Tarihi 1000 yıl öncesine uzanan Ahlat, Malazgirt’ten sonra Türklerin en büyük yerleşim merkezi olmuş.
Ermenilerin ‘Şaleat’, Süryanilerin ‘Kelath’, Arapların ‘Hil’at’ dedikleri Ahlat, Anadolu’daki en büyük ve en eski Selçuklu Türkleri yerleşkesi ve de ilk Müslüman mezarlığı.
Yüksekliği 4 metreyi aşabilen mezar taşları ve kümbetleri ile Ahlat Selçuklu Mezarlığı, Türk sanatının en önemli noktalardan birisi.
Türkler’in göktanrı ve Müslüman inançlarının izlerinin birlikte görüldüğü Ahlat’ta, mezar taşları ‘Sülüs tekniği’ ile Arapça yazılarla ve motiflerle bezenmiş.
12.yy başından 16.yy’ye kadar tarihlenen mezar taşları, Ahlat taşından yani kızıl renkli andezit taşından yapılmış.
8200 adet şahideli mezara, 800 adet de sandukalı ve kurgan mezara ev sahipliği yapan Ahlat, UNESCO Kültür Mirasları arasında yer alıyor.
Türkler için büyük önem taşıyan Ahlat’ta, kaya yerleşimleri, kümbetler, ve medrese yer alıyormuş.
Şimdi Ahlat harabelerinde sadece eski yaşamın izlerinden Emir Bayındır Kümbeti ve Köprüsü, Erzen Hatun Kümbeti gibi çok azını görebiliyoruz, ancak mezar taşları gerçekten büyüleyici.
Nemrut Kalderası ve Krater Gölü
Türkiye’nin en büyük ve dünyanın ikinci büyük krater gölü Nemrut Krater Gölü.
3,Jeolojik dönemde tektonik hareketler ve volkanik patlama ile yükselen dağlar arasında çöküntü sahası içinde kaldera oluşuyor.
2.935 metre yüksekliğindeki Sivri Tepeden 48 kilometrelik krater ağzını ve aşağıda yer alan büyük ve küçük gölü seyretmek gerçekten muhteşem bir duygu.
200.000 yıl önce Van Gölü ve Muş ovası arasında fay kırığından çıkan lavlar, 60 kilometrekarelik bir alanı kapatıyor, içini su dolduruyor 457 metre derinliğindeki Van Gölü oluşuyor.
Çavuştepe Kalesi ve Sarduri Antik Kenti
Çavuştepe, MÖ 754-24 yılları arasında Urartu Kralı 2. Sarduri döneminde üzerinde ‘Sarduri Hinili’ yani Saduri Şehri isimli yazlık başkentine ev sahipliği yapmış.
MÖ 8. Yüzyılda merkezini Van civarına konuşlandırmış Urartu Krallığı İran’a ve Anadolu’ya uzanan büyük bir krallık.
Uratular Sarduri’de, kale surları ve yazlık şehir kalıntıları arasında, ana kaya ve taş duvarlar üzerine kerpiçten çok katlı binalar inşa etmişler. 30 kilometre uzunluğunda inşa ettikleri su kanalları ile şehre su taşımışlar. Arkeolojik kazılar sırasında bulunan tahıl ambarları ve küplerden hiç bozulmamış buğdaylar çıkmış. Van Üniversitesi bu buğdayları yeniden canlandırmak için ekimini gerçekleştiriyor şu anda. Sarduri’de dünyanın ilk tuvaleti yer alıyor. Bizim alaturka diye tabir ettiğimiz tuvaleti ve gider kanalının ilk original halini antik şehri ziyaret ettiğinizde görebiliyorsunuz.
Sarduri Antik Kenti ve Çavuştepe Kalesinin bekçisi Mehmet Kuşçu, Urartu’cayı Türkiye’de konuşabilen ve yazabilen tek kişi. Dünyada da 9 kişi var zaten Urartuca okuyup yazabilen. Şehri ziyaret ettiğinizde Mehmet Amca’dan size gezdirmesini rica edin, böylece tapınak girişindeki Urartuca yazıları okuyup tercüme edebilir. Ayıca bazalt taşı üzerine Urartuca el işçiliği ile yaptığı obje ve kolye uçlarına bir göz atıp alabilirsiniz.
Muradiye Şelalesi
Bizi Doğu Anadolu’da adım adım gezdiren Bukla Tur’a ve gördüğümüz kültürel, tarihi ve doğa harikalarının her bir köşesini şiir gibi anlatan Mahir Karakuş’a çok teşekkürler.
Zeynep Atılgan Boneval