San Cristobal’den Antigua’ya- Sınır Geçiş Hikayesi
Sabah 6’da kaldığım evin kapısında bavullarımla hazırım. 12 saatlik uzun bir yolculuğun sonunda San Cristobal’den Antigua’ya ulaştıracak aracın beni alacağı saat bu. Uzun bir gün ve sınır geçişi bekliyor. İlk defa kara sınırı ile ülke değiştireceğim için mutluyum. Avrupa’da seyahat ederken ülke değiştirseniz bile ‘serbest dolaşım’dan dolayı bunun ritüelini yaşamıyorsunuz. Oysa Meksika’dan Guatemala’ya geçerken, sınırda otobüs değiştireceğiz. Daha da komiği bavullarımızı Meksika tarafında indiğimiz minibüsten alıp, sınırda bavulları çekiştirerek Guatemala’ya geçeceğiz. Bu durumu düşünmek beni epey eğlendiriyor. Minibüste tek başına seyahat eden birkaç kişi, ikili kız arkadaşlar ve yaşı büyük bir çift var. İlk birkaç saat Meksika sınırları içinde yol alıyoruz. Sınıra yaklaşınca otobüs eli yüzü düzgün bir yerde mola veriyor. Çocuklarıyla seyahat eden yabancı ailelere mola verdiğimiz yerde hayranlıkla bakıyorum. İnsan zaman zaman kendini toparlamakta zorlanırken bir de boy boy çocukla seyahat hiç kolay iş değil:)
Guatemala sınırına vardığımızda, bileti satın alırken acentanın söylediği gibi minibüsten eşyalarımızla inip, pasaport kontrolden geçip, Guatemala tarafında bekleyen minibüse bineceğiz. Öğle sıcağı kendini hissettirmiş, şoför bir yokuşun başında indiriyor ve bavulu bu yokuştan son hız çıkarıyorum, durursam tekrar kımıldayamam gibi geliyor. Eşyalarım ve ben yokuşun başına varınca, ‘Bienvenidos’ (hoşgeldiniz) yazısını görüyorum birkaç yüz metre ötede, Guatemala tarafında.
Çok hoşuma giden bu anı yaşadıktan sonra pasaport kontroldeyim. Bu arada sınıra gelmeden önce bir kontrol noktasında durup, yine minibüsten inip, sıraya girip, Meksika’dan çıkış parası ödedik. Son anda bunu yapmasalar iyi ama Küba’da da böyle bir uygulama var.
Guatemala tarafına ‘resmi’ olarak geçince (Sınır dediğimiz şey nedir ki? Aslında tıpkı zihnimizdeki sınırlar gibi.. Fiziksel olarak, bir adım öteye geçince para birimi değişiyor, ülkenin kuralları değişiyor, bir adım öncesi tamamen geride kalıyor, sınırları koyan, kaldıran, sınırlarında yaşamak isteyen hep insanoğlu)
Yeni minibüsümüzün başı kalabalık, bir taraftan da birkaç adam para ‘exchange’ etmek isteyenlere para bozuyor. Meksika’dan kalan peso’larımdan birazını bozduruyorum. Yeni oyuncağımız ‘Quetzal’. Antigua’ya gidecekler ile Panajachel’e gidecekler ayrılı farklı minibüslere biniyoruz ancak geri kalan yaklaşık 7-8 saatlik yolda her durduğumuz mola yerinde karşılaşmaya devam ediyoruz. Sıcak bir ocak sonu. Şoför, bavullarımızı minibüsün tepesine iple bağlıyor.
Uzun, zaman zaman bozuk, virajlı, dağ yollarından, kasabalardan, kalabalık yol ayrımlarından geçiyoruz. Guatemala’nın efsane ‘chicken bus’ diye anılan otobüsleri yanımızdan geçiyor. Her biri başka renk. Kendileri tam bir ikon.
Antigua’ya hava karardıktan sonra varıyoruz. Şoför, herkesin kalacağı adresi soruyor. Bir gün önce booking.com’dan gözüme kestirdiğim, puanı ve yorumları çok iyi bir oteli almıştım. Otelin sokağının başında Arnavut kaldırımlı yolda indirip, minibüsün tepesindeki bavulumu çözüyor, teşekkür edip, hemen birkaç adım ilerdeki otele yürüyorum. Otelin hoş avlusundan geçip üst kattaki odama çıkıyorum. Önce yemek, sonra odaya gelip duş almak iyi gelecek.
Hotel Meson de Maria, Antigua’nın meşhur Central Parkı’nın ve Santa Katalina Kemeri’nin ortasındaki bir sokakta yer alıyor. Tam merkezde olması sebebiyle burada da çok rahat ediyorum. Üstelik daha sabah otelin terasından göreceğim volkan manzarasından ve avlusunda edeceğim huzurlu kahvaltıdan haberim yok.
Hemen şehrin ana cadde ve bunları kesen birkaç sokağı keşfedip gözüm kestirdiğim bir restoranda bir şeyler yiyorum. Burada da San Cristobal’de olduğu kadar fazla sayıda olmasa da tüm gün ellerinde taşıdıkları ya da omuzlarına attıkları şallar, elişleri, örtüler, bileklikleri satan kadınlar var. Akşamın bu saatlerinde de birkaçı hala kaldırımlarda oturmuş satış yapmaya çalışıyor. Gelmeden önce hep fotoğraflarda gördüğüm Santa Katalina Kemeri ile otelin sokağını dönünce göz göze geliyorum. Sabah olmasını bekliyorum fotoğraf çekmek için.. Gece biraz loş bir şehir ama rahatsız edecek kadar değil.
Sabah avludaki mini havuzun şırıltısı dingin ortamı daha da güzelleştirmiş. Hemen yanındaki masaya oturup mini kahvaltı büfesinden meyve, yoğurt ve ev yapımı reçel alıyorum. Yumurtayı nasıl istediğimi soran garson, az sonra yumurta tabağı ve kahve demliği ile geliyor. Yumurtanın eşlikçileri siyah fasulye püresi, peynir ve kızarmış muz.
Kahvaltı sonrası, bir bardak kahve ile terasa çıkıp manzarayı görmek istiyorum. Şehirle arasında puslu bir görüntü yaratan tül bir perde çekilmiş gibi duran volkan, bu görünmez tülün arkasından şehri izliyor.
San Cristobal’de iki gece kalmayı planlarken üç gece kalarak, Antigua’daki günlerimden birini feda etmiş olduğumdan burada tek günüm var. Dolayısıyla volkana düzenlenen turlardan birine katılmam pek söz konusu değil. Öyle olursa şehrin sokaklarında dolaşamayacağım. ‘Belki bir dahaki sefere’ diyorum ve sokakların havasını solumaya çıkıyorum. Santa Katalina Kemeri, şehrin en bilinen sembollerinden. Antigua ile ilgili karşınıza ilk ve en çok çıkan görsellerden. 17. Yüzyılda rahibelerin eğitim gördükleri okuldan diğer binaya sokağa çıkmadan geçebilmeleri için tasarlanmış. Kemerin hemen arkasında tüm görkemiyle duran Agua volkanı nefes kesici.
Şehir, Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor olmasının hakkını verecek kadar orijinal hali korunmuş ve zamanın durduğu bir yerde geziyor hissi veren pek çok an yaşamanıza sebep oluyor. Hiçbir arabanın geçmediği, bilakis şu an turistik bir aktivite olan at arabası ve sürücüsünün Arnavut kaldırımlı sokak üzerinde müşteri beklediği ve arkada yer alan San Francisco Kilisesi’nin bu tarihi dekorun zaman yolculuğuna çıkardığı bir anda kendinizi 17. Yüzyılda hissetmeniz olası.
San Francisco Katedrali’nin önünde yer alan Central Park, şehrin kalbi. Etrafında kahveciler ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Cafe Condesa’dan bir kahve alıp, meydanı ve parkı çevreleyen ara sokaklarda yürüyorum.
Ummadığım bir anda, bir sokağı dönmemle karşıma dikilen volkanın görüntüsü ve şehirle oluşturduğu perspektif çok etkileyici.
Antigua, Guatemala’nın en fazla İspanyolca kursu bulunan şehri. Burada bir süre yaşayan yabancılar, gezginler, şehrin keyifli ve rahat havasını yaşıyorlar. Öğle sonrasının ısıtan sıcaklığında zaman zaman gölge bir yer arama dürtüsüyle kapısından girdiğim dükkanlar, restoranlar, oteller hepsi nefis avlulara açılıyorlar. Harika ev tekstil ürünleri satan bir mağazadan mojito yaparken nane ezmek için kullanılan ahşaptan yapılma, renkli bir papağan alıyorum.
Acıktığım sırada burnuma güzel kokular geliyor. Luna de Miel, tatlı, tuzlu krepler yapan, hatta tatlı-tuzlu uyumunu iyi yakalamış ıspanak, keçi peyniri, bal ve cevizin yer aldığı harika bir krep alternatifinin de menüsünde yer aldığı rahat bir mekan. Luna de Miel’den çıktığımda akşamın serinliği hafif hissedilmeye başlıyor. Üzerime bir şeyler almak için otele uğrayacağım sırada yolumun üzerindeki birkaç dükkana uğruyorum. Buradaki satıcılar -sokakta satanlar da dahil olmak üzere- Meksika’dakilerin aksine şaşırtıcı biçimde İngilizce konuşuyorlar. Otelin konum avantajını kullanarak elimdekileri bırakıp tekrar sokaklara çıktığımda Antigua’nın bir akşamı daha usul usul yaşanıyor. Frida, Hector’s Bistro gibi nispeten daha hareketli birkaç mekana daha kendi halinde olanlar eşlik ediyor.
Yarın Atitlan Gölü’ne geçmeyi planladığım için açık olan bir acentadan biletimi alıyorum. Gündüz heybetli haliyle şehri izleyen volkan gecenin karanlığında adeta bir ‘hokus pokus’la yok olmuş gibi. Şehrin loş sokaklarını, daima hatırlamayı umut ettiğim izler arıyor gibi adımladıktan sonra otele dönüyorum.
Maceranın devamı için;
Seçil Sağlam