STRATFORD UPON AVON – SERAP BAŞOL’UN GÖZÜNDEN

Shakespeare’in İzinde Stratford-upon-Avon

William Shakespeare’in doğup büyüdüğü, evlendiği, yazdığı, yaşlılık yıllarında dönüp geldiği ve öldüğü memleketi Stratford-upon-Avon’dayız. Yıllardır niyetlendiğim bu ziyareti sonunda yapıyoruz. Londra’dan düzenli tren seferleri olan kasabaya yolculuk iki buçuk saat sürüyor. Küçük, sevimli ve bakımlı bu kasaba, kıyısına kurulduğu Avon nehrinden dolayı Romalılar devrinde bu adı almış. Yirmi bin kişilik nüfusuna rağmen ününden dolayı yaz-kış, kendinden kat kat fazla turisti buraya çekiyor. Kasaba içinde ve çevresinde her keseye uygun konaklama yeri mevcut, bizim seçimimiz 6-7 kilometre dışındaki Blissley Manor; on altıncı yüzyıldan kalma bir malikane konak. On bir hektara yayılmış kocaman bir arazinin ortasında yer alıyor. Geniş ferah bir bahçesi, döneminin anlayışına uygun, rahat döşenmiş odaları, seminer salonları var. Bahçenin en hoş, hatta sürprizli tarafı modern heykeller biçiminde budanmış bir tür servi ağaçlarıyla bezenmiş olması. Büyük, etkileyici, doğal bir heykel sergisi niteliğinde, ilginç fotoğraflar çekmek için birebir…

 

Buradaki hemen her dükkan, lokanta, park ve durağın adı Shakespeare. Eh çok normal. Ününü borçlu olduğu yazardan alan küçük kent, gelirinin de önemli bölümünü onun sayesinde kazanıyor. Aslında onun adına ne yapılsa az.. Shakespeare kentine gelip bir tiyatro eseri seyretmeden olmaz deyip bu akşamki temsil için yerimizi ayırtıyoruz. Burada Kraliyet Shakespeare Tiyatrosu’nun yıl boyunca temsiller sahnelediği üç ayrı sahnesi var; RSC (Royal Shakespeare Company), Swan ve Other Theatre. Birinde mutlaka her sezon bir eseri sahneleniyor.

 

Alan Bates’in oynadığı ‘Anthony ve Cleopatra’ya yetişememişiz, yeni bitmiş. ‘Othello’ ve ‘Tales from Ovid’ arasından Ovid’in Öyküleri’ni seçiyoruz. Roma İmparatoru Sezar döneminde yaşamış ve ‘Metamorfoz’ adlı eseriyle kendinden sonraki kuşakları ve Shakespeare’i çok etkilemiş Ovid isimli sanatçının bu eserindeki öyküler tanrılardaki ve insandaki tutkuyu esas alıyor. Sonuna dek yaşanan tutku kahredici, kavurucu, öldürücü, yok edici dersleriyle Narsis’ten Midas’a, Semele’den Arakne’ye uzanıyor, tanrılarla boy ölçüşmeye kalkan insanoğlunun yenilgisiyle son buluyor. Shakespeare temsillerinde de benzer temaları yakalayanlar Ovid’in ruhunun onda yaşadığını söylemişler. Kimi zaman gülerek, kimi zaman ürpererek ve sergilenen dehşeti oyun güçleri ile örten sanatçıları takdir ederek izliyoruz. Yorucu ama etkileyici bir temsil olduğunu söylemeliyim. Sahne Elizabeth dönemine uygun inşa edilmiş yuvarlak tiyatro binası “Swan”nın tam ortasında yer alıyor. İzleyici biraz yukarıdan bakarak çepeçevre oturuyor, eskiden oyunlar ayakta izlenirmiş, (herhalde uzun temsilleri böyle izlemekten nihayet yorulunca) 19. yüzyılda oturma koltuklarını eklemişler, çok değişik bir havası var.

 

Serap Başol