SEUL – SEÇİL SAĞLAM İZLENİM & REHBERİ

Huzur ve Baş Dönmesini Bir Arada Yaşatan Seul’de Bir Hafta

Seul’e gitmeden çok önce oradan gelen ufak tefek hediyelerle ne kadar özenli ve zevk sahibi bir ülke olduğunun işaretlerini almıştım. Yanılmadım.

 

Havaalanından çıkar çıkmaz ilk birkaç gecemi geçireceğim Hanok Village tarafına giden otobüslerin sırasında beklerken diğer semtlere gidecek olan otobüslerin şoför ve yardımcıları beyaz eldivenleriyle bavulları bagaja yerleştiriyorlardı. Bir müddet bekledikten sonra beni ‘Anguk Station’a götürecek olan otobüsüm geldi. Hemen ilk sırada oturduğum için herkes yerleşip te otobüs hareket etmeden şoförün yolculara ellerini önünde birleştirip eğilerek selam vermesini gördüğümde ‘ilk izlenim’in yanına olumlu bir ‘tick’ atmış oldum.

 

Hafif yağmurlu bir cumartesi akşamıydı. Seul, her büyük şehir gibi hareketliydi ancak indiğim duraktan eve yürüdüğüm yol adeta başka bir yere ait gibiydi. Ufak kafeler, restoranlar ve küçük ölçekli dükkanların sıralandığı Anguk Station’dan Hanok Village’taki evime yürüdüğüm yolda akşam yemeğine çıktığını tahmin ettiğim birkaç çift, minik bakkalında oturan yaşlı teyze ve yanımdan geçen az sayıda araba, şehrin cumartesi akşamı gümbürtüsünün uzağında bir atmosfer sunuyordu.

 

Ev sahibinin Seul’e varmadan önce göndermiş olduğu elle çizmiş olduğu harita yeterince açıklayıcıydı, daracık bir sokaktaki ikinci ev olan ‘geçici evimi’ elimle koymuş gibi buldum.

 

Hanok Village, Seul’un en özel yerlerinden biri. Buradaki evlerde yaşamayı tercih edenler geleneksel bir yaşam sürdürüyorlar. Metrekareleri küçük odalarda yer yataklarında yatılan, koltuk, sehpa gibi mobilyaların olmadığı, tuvalet ve banyonun odanın dışında olduğu ve tüm odaların ortak bir avluya baktığı, şehrin gümbürtüsünün hemen ortasında ancak bu hareketten uzakta huzurlu, güvenli, sessiz sakin bir yaşam sunan adeta ‘kurtarılmış bölge’. Buraya gelmeden önce araştırma yaparken bu geleneksel evlerin fotoğraflardaki atmosferine kapılıp ‘mutlaka burada kalmalıyım’ diye düşünmüştüm. Şimdi Seul’de geçirdiğim günleri ve Seul’un bende bıraktığı izlenimleri düşündüğümde bu tercihimin seyahatimin ana duygusunu oluşturduğunu görüyorum.

 

İlk akşam hep adaptasyon akşamıdır. Bavulumu yer yatağımın yanına bırakıp minik metrekareli odamdan akşam yemeği için ayrılıyorum.

 

Bu arada ev sahiplerim evli ve 1,5 yaşında çocukları olan bir çift. Bu gibi konaklamalar özellikle yalnız seyahat edildiğinde ihtiyaç duyulabilecek ‘ev’ hissine çok iyi hizmet ediyor. Anahtarınızın olduğu, o şehirde birkaç günlüğüne bir ‘evinizin’ olduğunu hissettiğiniz ve dilerseniz ev sahibinizle iletişime geçip sohbet edebileceğiniz ve yerel tavsiyeler alabileceğiniz harika bir sistem. Son yıllarda popüleritesi gittikçe artan bu sistemde en çok bilinen ‘Airbnb’ olsa da farklı alternatifler için ‘Housetrip’ ya da ‘9Flats’ gibi sitelere de göz atmadan tercihimi belirlemiyorum.

 

Akşam yemeği için tercihim eve yakın bir cadde olan ve aslında şehrin en sevilen ve en çok ziyaret edilen caddeleri arasında trafiğe kapalı Insa-dong caddesi oluyor. Cumartesi akşamı olmasına rağmen İstanbul’la kıyaslandığında oldukça ‘normal’ bir hareket var. ‘Bu kıyaslamayı çok seyahat eden biri olarak derhal bırakmalıyım’ desem de ne yalan söyleyeyim her gittiğim şehrin hareketini, verdiği heyecan ve coşkuyu İstanbul ile kıyaslamadan duramıyorum.

 

Caddede yürürken yemek için ne gibi alternatiflerim olduğuna bakıyorum. Seul’de sadece ilk akşam değil ondan sonraki günlerimde de genellikle karşılaşacağım manzara, şehrin her tarafını istila etmiş binlerce, evet binlerce, kahve dükkanı ve ağırlıklı olarak Kore mutfağı sunan restoranlar. Kahve konusunda kahve seven biri olarak seviniyorum ancak bu birkaç gün sonra tekdüzeliğe ve sıkıcılığa dönüşüyor. Seul’luler kahvekolik. Her daim ellerinde bir kahve bardağı ile kahvenin popüleritesine kapılmış durumdalar. Yaygın olan ise Americano, cappuccino da dahil olmak üzere her siparişte ‘sıcak mı soğuk mu’ diye soruyor olmaları, çünkü pek çok Seul’lünün elindeki kahveler buzlu.

xx

Kahve zincirlerinin bu denli yaygın olmasından dolayı Seul’un geleneksel ve otantik bir deneyim yerine hareketli, dinamik ve her büyük dünya şehri gibi bir şehir deneyimi sunduğu sonraki günlerde karşılaştığım farklı görüntülerle zaman zaman sekteye uğrasa da ana düşünce olarak yerini koruyor.

 

Insa-Dong’ta gözüme kestirdiğim oldukça ‘lokal’ bir Kore restoranında kendime uygun tofu’lu bir yemek buluyorum. Benim gibi vejetaryenseniz Seul’de işiniz zor. Menüler ve yerel pazarlardaki standlar tavuk, et ve domuz eti ile yapılmış yemeklerle dolu. Bu arada yerel pazar demişken ‘Gwangjang Market’ tam bir yerel deneyim için mutlaka zaman ayrılması gereken duraklardan. Buradaki tezgahlardan damak zevkinize uygun bir tat bulmanız, vejetaryen da olsanız, farklı lezzetlere kapalı da olsanız mümkün, ancak yine de buradaki yiyeceklerin çoğu şaşırtıcı. Bunlar arasında en ‘sarsıcı’ deneyim ise salyangoza benzeyen bir türü hala canlı iken ‘chopstick’ler ile tutarak sosa batırıp yediklerini görmek.

x12

Ertesi sabah hafif yağmurlu ve gri nisan sabahlarından birine uyanıyorum. Ev sahibim Alice ile kahvaltı ve biraz sohbet iyi geliyor. Kahvaltı derken haşlanmış pilav ve meyve sabah kahvaltım. İstanbul’a birkaç sene önce geldiği için İstanbul’da deneyimlediklerinden ve İstanbul’dan bahsetmekten keyif alıyor. Bu arada 1,5 yaşındaki Jun Young’a pilavını yedirmekle meşgul. Belirtmeden geçemeyeceğim; kiraya verdiği 2 oda dışındaki küçük metrekareli bölümde eşi, kendisi ve çocukları neredeyse eşyasız ya da minimum eşya denilebilecek bir yaşam felsefesi ile mutlu mesut yaşıyorlar. Yatak odaları ile oturma alanını ayıran bir paravan bulunuyor. Oturma alanı derken koltuksuz bir oturma alanı. Açık mutfakta küçük bir tezgah ve belli başlı birkaç elektrikli alet var. Onun dışında da yemeklerini yedikleri portatif küçük bir masa. Çocuğun birkaç parça oyuncağı. Hepsi bu. Bunları söylerken maddi durumu yetersiz bir aileden bahsettiğim anlaşılmasın. Zenginliği maddelerle ölçen bizim gibi toplumlar sadece. Kore, üreten, tüketen, alışverişin, modanın merkezlerinden biri, bir dünya şehri, ancak sadeleştirilmiş yaşam pekala tüketimi empoze eden büyük şehirlerde bile mümkün. Eşyanın değil kaliteli anların peşinde olan bir anlayış. Bu gibi anlar ve gözlemler için seyahat ediyoruz aslında.

x6

Küçük çaplı kahvaltımın ardından Hanok Bukchon Village’ın nefis sokaklarında yürüyor ve fotoğraf çekmeye doyamıyorum. Burada sık sık göze çarpan not duvarlardaki posterlerde yazılı olan ‘Burası yaşayanların olduğu bir bölgedir, lütfen sokaklarda gezerken gürültü yapmayınız’

x9

Çinli ve Japon ağırlıklı gruplar gün boyu sokaklarda her köşeyi fotoğraflamakla meşgul. Akşama doğru ise semt, benim gibi birkaç gün ya da hafta burada ‘geçici bir evi’ olanlara ve mahalle sakinlerine kalıyor. Tasarım butikleri, minik kahve dükkanları ile dolu ana cadde ve aralarda rastlanacak sürprizler ise geleneksel evlerin arasında gezmeyi daha keyifli hale getiriyor.

x7

Hanok Village’ta Başbakanlık Sarayı tarafındaki caddelerde ise yine pek çok zincir kahve dükkanı, restoran ve dükkan bulunuyor. Seul’e gelenler de burada yaşayanlar da alışverişi seviyor. Sanırım ev sahibim Alice dışında.

x5

Bu bölge oldukça merkezi ve rahatlıkla 2-3 günü bu civarda geçirmeye yetecek kadar fazla alternatif bulunuyor. Hanok Bukchon Village’ın bir tarafında Gyeongbokgung Sarayı, diğer tarafında ise Changdeokgung Sarayı yer alıyor. Hanedanlık Sarayları olan bu sarayların huzurlu bahçeleri, mevsimi olan nisan ayında gittiyseniz kiraz ağacı çiçekleri müthiş bir arka fon oluşturan dağlar ile şehrin içinde başka bir zamana yolculuk etmiş gibi bir his yaratıyor. Gün boyu özellikle her yaştan öğrenci gruplarının ziyaret ettiği bu saraylar her ne kadar hareketli bir ziyaretçi portföyünü ağırlasa da geniş alanlarında ve bahçelerinde kendinize sakin anlar yaratmak ve nefis manzaraların tadını çıkarmak mümkün.

x8

Kore kimliğini oluşturan Gi (Ruh, enerji), Hıng (Eğlence, sevinç, heyecan) ve Ceong (Sıcaklık, şefkat, sevgi, dostluk) kavramları Seul’de şehrin her tarafına sinmiş durumda.

Şehrin kalbinin attığı ve enerjisini hissedildiği Hongik University civarındaki sokaklar ve civarı genç, dinamik bir enerjiye ve durmak bilmeyen bir harekete sahip. Binlerce mağaza, kafe ve restoran burayı ele geçirmiş durumda.

İkinci evim Hongik University civarında ve bu defa ev sahiplerim yeni evli genç ve çok tatlı bir çift. Şehrin kalbinin gümbür gümbür attığı alışveriş ve yemek odaklı Myeong-dong Caddesi’nde ev sahibimle öğle arasında buluşup bir şeyler içiyoruz. Ondan ayrıldıktan sonra caddenin hareketine katılıyorum.

x10

Turistler kadar Seul’lulerin de sevdiği ve zaman geçirdiği bir cadde. Adım başı restoran, kozmetik dükkanı, mağaza ve kahve zincirleri ile baş dönmesine yakın bir duygu veren Myeong-dong’ta biraz sessiz sakin bir köşe arayışına girince Japonya ve Kore’den başlayarak Lyon gibi uzak bir Avrupa şehrine kadar ulaşan ‘Cat Cafe’lerden birinin sakin bir köşesinde kedilerle takılmak şehrin gümbürtüsüne kısa bir mola vermek benim gibi bir kedisever ve bu kafeleri merak eden biri için iyi bir alternatif oluyor.

x11

Daha rahatlatıcı bir alternatifi ise akşama doğru yorulduğum saatlere saklıyorum. Şehrin hemen her semtinde birden fazla ‘jimjilbang’ yani Kore Sauna’sı bulunuyor. Korelilerin toksin atarken sosyalleştiği birkaç saat ya da tüm günlerini geçirdikleri genellikle 24 saat açık bu saunalarda birbirinden farklı sıcaklıklardaki odalarda dayanabildiğiniz oranda durmak sonra ortak alanda yer alan matların üzerinde yayılıp Kore filmleri izlemek, bu saunalara özel olarak satılan ve özel bir yöntemle pişirilmiş olan ‘kahverengi yumurta’lardan yemek adeta bir ritüel. Şehirde tam bir Koreli gibi yaşamanın ve ‘lokal’ hissetmenin en güzel yolu ‘jimjilbang’lar. Saunaların popüler ve turistik olanları 7 kat gibi oldukça büyük bir alanda hizmet veriyorken daha kendi halinde olan ‘jimjilbang’lar iki kat olabiliyor.

x13

Günler kah metroyu kullanarak, kah yürüyerek, tarihi mekanlar, modern caddeler, geleneksel semtler ve şehrin pazarları arasında mekik dokuyarak hızla geçerken son günü duygusal bir ziyarete ayırıyorum.

 

‘Savaş Müzesi’ isim itibariyle yeterince çekici görünmeyebilir ancak modern mimarisi, birbirinden özenli hazırlanmış bölümleri, tarih boyunca Kore’nin görüp geçirdiği savaşların anlatım şekli ve ifadeler, ‘iyi ki zaman ayırmışım’ dedirtiyor. Burada geçirilecek birkaç saat fazlasıyla tatmin edici. Kore Savaşı’nda yardım eden ülkelere teşekkürlerini sunmak için ayrılan bölümde Türkiye, ‘Kardeş Ülke’ olarak anılıyor.

 

Kore Savaşı’nda Türkiye’nin verdiği desteği Korelilerin asla unutmayarak her fırsatta şükranlarını dile getirmeleri Kore’ye gitmenin en fazla mutluluk ve gurur veren tarafı. Alışveriş için girdiğim dükkan sahibinin nereli olduğumu sorduktan sonra ‘Üsküdar’a giderken’ diye başlayarak şarkı söylemesi ve ‘Türkiye bizim kardeş ülkemiz’ demesi, kaldığım diğer evin genç sahibesine ‘Savaş Müzesi’ne gittiğimi, çünkü benden 65 sene önce dedemin bu toprakları savunmak için Türkiye’den kalkıp geldiğini söylediğimde, genç yaşına rağmen duyarlı ve şükran duygusunu belli edecek mimiklerle teşekkür etmesi gibi zarif tepkiler Kore seyahatime anlam katıyor. Ben de geleneklerine bağlı olmalarının yanı sıra son derece çalışkan ve modern bu toplumu tüm kalbimle takdir ediyorum.

 

Yollara düşme sebebimiz ve bir seyahatten beklentimiz eğer değişik tatlar keşfetmek, farklı geleneklere tanık olmak, şehrin ruhunu yakalamak ise bunların tümünü Seul fazlasıyla yaşatıyor.